2011 baharında Suriye’nin Dera şehrinde ilk gösteriler başladığında, bu küçücük ülkenin ABD destekli cihatçı çeteler karşısında bir-iki haftada yıkılıp gideceği düşünülüyordu ki, Suriye’nin direneceğini söyleyen az sayıdaki kişiye neredeyse ‘deli muamelesi’ yapılıyordu. Ortadoğu’yu en iyi bilen gazeteci Hüsnü Mahalli bile, bu saldırılardan nasibini fazlasıyla almıştı.
O zaman ‘Baasçılık’ Türkiye’de bir küfür gibi ağızdan ağıza yayılıyor, bu sırada elbette ‘Kemalizm’ de asla unutulmuyor ve Baasçılığın ‘Suriye’nin Kemalizmi’ olduğu iyice vurgulandıktan sonra, nasıl bu ülkede ‘2002 senesinde millet nihayet iktidara geldiyse’, Suriye’de de ‘Müslümanların Baas iktidarını yıkacağı’ ve ‘kutlu dava’nın ‘orada da zafer kazanacağı’ müjdeleniyordu.
Oysa Suriye, Arap ülkeleri arasında ‘laiklik’ ve ‘sekülerliğin’ ayakta olduğu, Ermeni, Ezidi, Hıristiyan gibi dinsel azınlıkların oksijen alabildiği tek ülke, ABD ve İsrail politikalarına geleneksel biçimde karşı tavır almış ve direnmiş birkaç ülkeden de biriydi. Aslında, en başından beri ‘asıl dert’ de buydu.