Süleyman Seyfi Öğün

14 Şub 2020

Son gelişmelerden sonra ne Soçi ne de Astana’nın hükmü kaldı. Epeyidir tereddütlü bir şekilde dile getirilen bu husûsu artık açıklıkla ifâde edebiliriz. Evvelâ şunu kaydetmeliyiz ki bu Üçlü’yü biraraya getirmek çok mühim bir gelişmeydi. ABD ve İsrâil’in tek yanlı dayatmalarına karşı bu coğrafyanın sâhipsiz kalmadığını, varolan devletlerin de birer özne olduğunu hatırlatan bir gelişmeydi bu. Ama binânın temellerinin bir hayli zayıf olduğu da âşikârdı.

Bu üç devleti biraraya getiren tek bir unsur vardı: ABD tarafından hedefe koyulmuş olmak… İran bahsini ayrıca açmaya gerek yok. Daha Reagan devrinden beri İran ABD’nin baş düşmanı olarak tescil edilmiş durumda. Reagan Sovyet Rusya’yı da Şer Ekseni’ne dâhil ediyordu. Ama Sovyetler yıkılıp Rusya “piyasa ekonomisine” ve “seçimli” bir siyâsal düzene geçtikten sonra kafalar karıştı. Elbette sırf bu sebeple Batılı bir devlet sayılacağı yoktu. Tam tersine ekonomik ve siyâsal açılardan yetersiz, hattâ sorunlu sayılarak Rusya düşman listesinde tutulmaya devâm etti.

13 Eyl 2018

Sûriye meselesinin düğüm noktasından bahsediyoruz. Türkiye-İran ve Rusya arasındaki yakınlaşmayı ifâde eden Astana süreci İdlib’e çarptı ve sarsıldı. İran ve Rusya, bir bakıma Astana mutabakatını çiğnedi. Daha mühimi Türkiye’yi zora soktuğu alenen belli olan bir adımı attılar. Süreç nasıl tâmir edilecek, bilmiyoruz. Ama bundan sonrası koyu bir belirsizliğe gömülmüştür diyebiliriz. Üzerinde düşünülmesi gereken bir husus var: Haydi bugüne kadar güvenilir siyâsetler üretmekten uzak kalan İran’ı anladık, ama Rusya ne için Türkiye’yi zora sokan bu adımı attı?

22 Eyl 2016

15 Temmuz darbe girişimi, Türk siyâsal kültüründe çok tipik sayılabilecek oluşumları açığa çıkardı. Durumu ilginç kılan hususlardan birisi, bu oluşumların ne tür bir çoğulculuk doğuracağına ve bu çoğulculuğun hangi aktörler arasında, nasıl bir rol paylaşımına dönüşeceğine dâir belirsizlikleri de peşi sıra sürüklemesidir. Çünkü açık olan husus Türkiye'nin genelde Batı; özelde ise NATO ile arasındaki çatlağın büyümesi ve Türkiye açısından bunun “ontolojik-dramatik” bir tablo çıkarmasıdır.

07 Oca 2013

Modern devletin şekillenmesinde sermâyenin belirleyici olduğunu söyleyebiliriz. Bu siyâsal yapıları ekonomik zorunluluklara indirgeyen basitçi ve artık hayli demode olan bir bakışı düşündürebilir. Modern dünyada ekonomi ile siyâset arasındaki ilişkinin bu kadar basit olduğu düşünülemez. Devlet sermâyenin çıkarlarını sürdürmek için egemen sınıfların diğerleri üzerinde geliştirdiği bir aygıt değil. Sermâye devleti gereksediği kadar, devlet de sermâyeyi gereksiyor. Yâni bu iki küre arasında, karşılıklı ilişkiler ve etkileşimler mevcûttur. Bu ilişkilerin çok katmanlı olduğu da unutulmamalıdır. Sermâye sanıldığından fazla esneyebiliyor. Bu esneklik elbette onun hayırhahlığına yorulmamalı. Esneme, sermâyenin kendi birikimini yeniden üretmesi için bir zorunluluktur. Yâni, sermâye birikimi sürdürülebilmek için dar görüşlü bir kâr maksimizasyonu döngüsünden çıkmak zorunda kalıyor.