- Radikal
Cumhurbaşkanlığı seçimi, Gül etkenini de içine katarak, yeni boyutlar kazanıyor. Muhalefetin izleyeceği yol da, Erdoğan'ın stratejisini etkileyebilir.
Gül, bugünkü koşullar içinde aktif siyaset içinde yer almayacağını söyledi. AK Parti içinde bir belirsizlik ve saflaşma dikkat çekerken, muhalif çevreler, Erdoğan ve Gül arasındaki rekabet veya uzlaşma matematiğine göre, değerlendirme yapmayı sürdürüyorlar.
AK Parti içinde, Erdoğan’a yakın çevre; Abdullah Gül’ün, Erdoğan’ın yerine partinin başına geçmesine, belki de hiçbir zaman çok sıcak bakmadı. Son dönemde ise, tutumlarını, biraz daha netleştirdiler. Temel gerekçe şu: “Paralel yapıyla mücadele, hayati önem taşıyor. Partinin başına geçecek olan lider, aynen Erdoğan’ın yaptığı gibi kararlı ve cesur bir mücadele yürütmezse, paralel yapı, zarar vermeye, tahribat yapmaya devam eder.” Onlara göre Gül, bu dönemece uygun bir isim değil. Erdoğan’ın çevresi; Davutoğlu gibi, Erdoğan’la daha uyumlu çalışacağı düşünülen, ona daha yakın olarak kabul edilen bir ismi tercih ediyor.
Tabii meselenin başka boyutları da var: Gül’ün partinin başına geçmesinin, partideki “yeniden yapılanma”yı farklı bir boyuta ve formata taşıması, mümkün. Bu da, parti içindeki dengeleri ve hükümetin bazı siyasetlerini değiştirebilir.
Tayyip Erdoğan’a dönersek... Erdoğan’ın şu andaki imkânlarına ve hedeflerine daha uygun olan, Fransız modeli. Fransa’da da, Cumhurbaşkanı’nı halk seçiyor. O Cumhurbaşkanı, başbakanı atıyor, hükümetin kimlerden oluşacağı konusunda da, etkin bir rol oynuyor. Cumhurbaşkanı, partili olarak da, o koltuğa çıkabiliyor. Yani, birçok açıdan, daha geniş yasal yetkileri bulunuyor. Başbakan Erdoğan’ın, önündeki yasal olanaklar içinde, böyle bir yönetim tarzını benimsemesi olası. Abdullah Gül’ün geri çekilme eğilimini, bu arkaplanda anlamaya çalışabiliriz.
Muhalefetin umudu
Muhalefetin değişik kanatları, bu durumu, farklı şekillerde değerlendiriyorlar. “Cemaat”e yakın olanlar; Gül’ün Erdoğan’a karşı açıktan bir direniş göstermesi umudunu beslediklerini gizlemiyorlar. Özellikle, 17 Aralık sürecinde, bu konudaki beklentiler artmıştı. Ama, Gül, operasyoncuların yanında yer almadı, hükümete destek çıkan bir tavır sergiledi. Tabii, gözler, her şeye rağmen, hala Gül’de.
İki farklı “dünya okuması”ndan söz edebilir miyiz bilmiyorum ama; iki lider arasında, bir çok meselede, çok net ve giderek daha da somutlaşan, tutum farkları var. Gezi Parkı’ndan, Twitter’ın kapatılmasına, MİT Yasası’ndan, HSYK değişikliğine kadar, birçok kritik olayda, aradaki farklılık yoğunluk kazandı. Cumhurbaşkanı Gül’ün, “Cemaat’le Hükümetin çatışmasını yumuşatmaya yönelik çabaları” da (bu çabalar,Cemaat’i tatmin etmese de) muhtemelen bir gerginlik konusu oldu. Ancak buna rağmen, iki lider; ilişkilerini, en azından biçimsel olarak, sağlıklı bir zeminde tutmayı başardı.
Bundan sonra ne olacak?
Erdoğan, 30 Mart seçim kampanyasında, özellikle, iki temel konuyu çok yoğun şekilde kullandı: 1)“Paralel yapı”yla mücadele, 2)Yapılan hizmetler. Tabii, “çözüm süreci” de, kampanyanın üzerinde yükseldiği dinamiklerden biriydi.
Tayyip Erdoğan’ın, kendine özgü stilinin, herkesçe bilinen bir boyutunu; seçim kampanyalarını, bir “gerginlik dinamiği” üzerine kurması oluşturuyor. Şimdiye kadar, koşullar da bu stile uygun şekilde geliştiği için; Erdoğan, bu yöntemi rahatlıkla uygulayabildi ve başarılı oldu.
Şunun surasında, seçime 3.5 ay kaldı. Bu seçimde, rüzgarı “paralel yapı ile mücadele”den almak, 30 Mart’taki kadar kolay olmayabilir. Çözüm süreci de, artık eskisi kadar elverişli bir “kampanya malzemesi” oluşturmuyor. Peki, nasıl bir stil gelişebilir, hangi “malzeme” üzerinden gidilebilir?
Erdoğan, “gerginlik stratejisi”nden vazgeçebilir mi? “Kutuplaştırıyor” eleştirilerini referans alıp, yeni bir dil deneyebilir mi?
Uzlaşma çağrısı olarak değerlendirilebilecek sürprizler yapabilir mi?
Bunların hepsi mümkün, ancak tersi de olabilir. Herşeye rağmen gerilim sürdürülebilir. Muhalefetin izleyeceği yol da Erdoğan’ın stratejisini etkileyebilir.
Cumhurbaşkanlığı seçimi, Abdullah Gül etkenini de içine katarak, yeni boyutlar kazanıyor.
