- Milliyet
Halkla İlişkilerden Sorumlu ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Douglas Frantz’ın aralarında bulunduğum bir grup köşe yazarıyla sohbetinde Türkiye’deki basın ve ifade özgürlüğü açığı hakkında söylediklerini dünkü Milliyet’te okumuş olabilirsiniz. Atlamış olanlara “Türkiye’nin imajı ekonomisini et- kiler” başlığıyla yayımlanan bu söyleşiyi okumalarını tavsiye ederim.
En geniş haliyle Milliyet’te yer alan bu söyleşiden süzülen en özlü mesaj, Douglas Frantz’ın ifadeleriyle bence şudur:
“Sosyal medyayı kapatma yönündeki etkisiz uğraşların, basını kutuplaştırmanın ve bazı durumlarda yasalar arasından sadece istenenin seçilerek uygulanmasının Türkiye’nin imajına verdiği zarar hakkında, hangi eğilimden olursa olsun Türkiye’deki tüm insanların kaygılı olmaları gerektiğini düşünüyorum.”
“Demokrasi halkın liderleri ve hükümetleri hakkında güvenilir haber alabilmesine dayanır. Bu olmayınca sonunda bir sözde demokrasi haline gelirsiniz.”
“Türkiye’deki demokrasi gerçeğiyle bunun ABD ile Batı Avrupa’daki algısının, yani bu gerçek ve onun algısının birlikte, Türkiye’nin gelecekteki ekonomik büyümesi için kritik olduğunu düşünüyorum.”
“Türkiye ekonomisinin büyümesini ve sağlıklı olmasını sağlayan dış yatırımcılar burada hukukun üstünlüğünün mevcut olduğunu, liderlerin yasalar arasından işlerine geleni seçip uygulamadığını ve hepsinden önemlisi hükümet üzerinde kontrol işlevi gören bir açık basının olup olmadığını bilmek isterler.”
“Türkiye’nin güçlü bir demokrasi olmaktan çıkarak başka bir şey haline geldiği yönündeki dünya algısından en kötü biçimde etkilenecek olan Türkiye halkıdır.”
ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Douglas Frantz, Cape Town’da düzenlenen Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) Yıllık Kongresi’ndeki panellerden birinde konuştuktan sonra geçen perşembe İstanbul’a geldi. Ankara’ya geçmeyen ve temaslarını İstanbul’daki sivil toplum ve medya temsilcileriyle, “Türkiye’deki basın ve ifade özgürlüğü sorunu” çerçevesinde yaptığı görüşmelerle sınırlı tutan Frantz’ın uyarısı çok açık: Türkiye’de demokrasiden uzaklaşılması, hukuk devletinin yerini keyfi yönetimin alması, basın özgürlüğünün ortadan kaldırılması sonucunda dünyadaki Türkiye imajının tepe taklak olmasından en büyük zararı tüm Türkiye halkı görecek.
Çünkü Türkiye’nin keyfi ve baskıcı bir yönetimin altında sürdürülebilir bir büyüme kaydetmesine yapısal nedenlerden ötürü imkan ve ihtimal yok.
Frantz, “Türkiye’nin içinde bulunduğu (olumsuz) durumun istisnai ve düzeltilebilir bir eğilim mi yoksa daha otoriter bir geleceğe doğru giden yolda bir ilk durak mı olduğuna Türkiye halkı ve liderleri karar verecek” dedi.
Bu sözlerin meali şu: Türkiye’deki yönetimin daha da otoriter bir nitelik alması, halkın siyasi tercihleriyle yakından ilişkilidir.
Velhasıl halk verdiği kararın sonuçlarına da katlanacak.
Aşağıdakini daha önce yazdık ve söyledik.
Şöyle oluyor:
Türkiye ekonomisi yapısal nedenlerle cari açık veriyor. Ülkenin bu cari açığını makul maliyetle finanse etmeden yüksek ve sürdürülebilir büyüme oranlarına ulaşması imkansız. Bunun için de Türkiye’nin direkt yabancı sermaye yatırımlarını çekebilmesi ve dış mali yatırımlar için cazip bir ülke olmayı sürdürebilmesi gerekiyor. Türkiye kolay borçlanabilen bir ülke olmak zorunda.
İşte bu nedenle Türkiye düzgün işleyen bir yargı sistemine ve bağımsız karar alabilen kurumlara sahip, öngörülebilir, istikrarlı ve demokratik bir ülke olmaya mahkum. Özgür bir basın da bu kapasitenin vazgeçilmezidir.
Türkiye’nin bu hususlardaki varlıkları son zamanlarda önemli ölçüde küçültülüp zayıflatılmışlardır.
Varsayalım ki halkın yeterli bir bölümünün şu veya bu nedenden kaynaklanan desteğini de alan iktidar ülkede keyfi bir baskı rejimini konsolide etmeye karar verdi...
Nihayetinde bu noktaya gelirsek, mevcut iktidarın da kendi seçmen desteğinin iki ayağından birini sağlam basmak için muhtaç olduğu yüksek büyüme hızını unutun.
İki ayaktan biri refah artışıdır, öteki de muhafazakar İslami kimlik.
Bu iktidar tek ayak üzerinde seke seke gidemez. İstikrarsızlık bu bakımdan da mukadder olur.
Ayrıca, baskı rejimleri uluslararası sisteme karşı kendilerine bağışıklık sağlayan imkanlara ihtiyaç duyarlar.
Türkiye’nin kuzey, doğu ve güney komşularındaki baskı rejimleri bu bağışıklığı petrol ve gazla elde ediyor.
Türkiye’nin petrol ve gaz zengini olup da halkının özgürlük ve demokrasi yokluğuna rızasını bu varlığın rantını dağıtarak satın alan rejimlere benzemesine imkan yok çünkü Türkiye’nin petrolü ve gazı yok.
İyi ki de yok.
İşte bunun için çalışmak, üretici ve yenilikçi olmak, düzgün ve bağımsız işleyen bir hukuk sistemi kurmak, kısacası özgür ve demokratik olmak zorundayız ki zenginleşebilelim.
