Çin, başa güreşiyor. Nasıl?

19 Eyl 2015

Çin, kapitalist dünya sisteminin merkezine yerleşmeyi hedefliyor. Nasıl? Başaracak mı?

“Dünya ekonomisinin zirvesini” kastetmiyorum. Dünyanın en büyük iki ekonomisinden biri olarak zaten zirvede yer alıyor.

“Kapitalist dünya sistemi” ise farklıdır; emperyalizm ile eş-anlamlıdır. Sistemin merkezi, hegemonik güçlerden, onların bileşenlerinden, araçlarından oluşur. Çekirdeğinde (2015 koşullarında) iki büyük devlet (ABD ve Almanya), onların denetimindeki kurumlar (örneğin IMF, Dünya Bankası, AB Komisyonu), tümünü kuşatan dev (ve vatansız) sermaye grupları, ABD ile AB Merkez Bankaları vardır. Bu çekirdeğin eteklerinde Britanya, Fransa, Japonya gibi ikincil devletler yer alır.

Bugünkü haliyle emperyalist sistemin merkezi tüm dünyayı yönetecek kadar güçlü değildir. Örneğin ABD Ortadoğu’yu gönlünce biçimlendirememekte; olsa olsa istemediği sonuçları önleyebilmektedir. Almanya ise, az daha Avro Bölgesi’ndeki ilk isyana yenik düşecekti; Syriza’nın yüreksizliği sayesinde durumu kurtardı.

Yine de tüm dünyayı etkileyebilecek stratejik adımlar, kararlar bu çekirdekte belirlenir. 2008 krizinin uluslararası finans kapital lehine yönetilmesi bir örnektir.

İşte Çin, bu çekirdeğe katılmayı; yani, “başa güreşmeyi” hedeflemiş görünüyor.

***

Ancak, sistemin merkezine giden yol nasıl izlenecek? “Yukarıda”, yani merkezde çoktan belirlenmiş kurallara uyarak mı? Bunların esnetilmesi, revizyonu, söz konusu olabilir mi? Yoksa, “meydan okumak”, yani oyunun kimi kurallarının Çin tarafından belirlenmesi mümkün mü?

Çin, üç yolu da izliyor. Açıklayayım.

“Yukarıda” belirlenen kuralların izlenmesine bir örnek Ağustos’ta Çin parası renminbi’nin (RMB’nin) yüzde 4 oranında devalüasyonudur. Brezilya ve Türkiye gibi ekonomilerde devalüasyon bir krizin ön-belirtisi olarak görülür. Bu durumun Çin devalüasyonu için de geçerli olduğunu ileri sürenler oldu. Yanıldılar.

Gerçekte ise sözü edilen devalüasyon, RMB’nin, dolar, avro, sterlin ve yen’in yanısıra beşinci bir uluslararası rezerv para olarak kabulü için atılmış bir adımdı. “Rezerv para statüsünün tescili”, IMF tarafından ve bu kurumun belirlediği ölçütlere göre gerçekleşir. Bunun için IMF, sermaye hareketlerinin serbestliğini gösteren 40 ölçüt belirlemiştir ve hepsinde “konvertibilitenin tamamen veya kısmen” gerçekleşmiş olmasını gerekli görmektedir.

Çin, bir süredir sermaye hareketlerinde serbestleşmeyi genişletmiş ve sözü edilen 40 ölçütten 35’inde IMF’nin koşullarını yerine getirmiştir. Geri kalan beş ölçütten biri döviz kuru politikasıdır. Çin, RMB’yi günü gününe denetlenen bir dalgalandırmada tutuyordu. IMF, döviz kuru hareketlerinin “en azından kısmen piyasa koşullarınca belirlenmesini” istemekteydi. Bu adım Ağustos devalüasyonuyla eş-zamanlı olarak atıldı ve IMF tarafından olumlu karşılandı.

RMB’nin bir rezerv para statüsü kazanması, bu yıl içinde dahi mümkün görünmektedir.

Devalüasyon, böylece, Çin’in uluslararası para sisteminin patronlar kulübüne üye olmak için attığı bir adım oluyor. Bu adım, görüldüğü gibi, uluslararası finans kapitalin belirlediği oyun kurallarına uyarak gerçekleşmiştir.

***

Sistem, kapitalist dünya sistemidir. Sistemin merkezinde, kapitalizmin en ileri aşamasına ulaşmış emperyalist ülkeler yer alır. Merkeze yerleşmeyi hedeflemekteyse Çin’in de emperyalist özellikler taşıması beklenmelidir.

Geleneksel ölçütleri hatırlatalım: Kapitalizm, tekelci sermayenin, finans kapitalin ve sermaye ihracının ön plana çıkacağı boyutlarda gelişmiş olmalıdır.

Çin’de egemen üretim ilişkisinin kapitalizm olduğunu hatırlattıktan sonra, bu üç ölçütün sırasını değiştirerek bir değerlendirme yapalım.

Çin, artık, dünya ekonomisi içinde net sermaye ihraç eden bir ülke olarak yer almaktadır.

Bu durumun en kapsamlı göstergesi, bir ülkenin dış dünyadaki finansal ve sabit sermaye stoku ile yabancıların ülkedeki finansal/sabit sermaye stokunun karşılaştırılmasıdır. Buna istatistiklerde uluslararası yatırım pozisyonu denir.

Yılmaz Akyüz, Çin’in 2004-2014’e ait uluslararası yatırım pozisyonu istatistiklerini bana iletti. Kredi, portföy ve dolaysız (sabit) sermaye stoklarının toplamı alındığında Çin dönem boyunca net olarak sermaye ihraç eden bir konumdadır. 2014’te net pozisyonu +1776 milyar (yaklaşık 1,8 trilyon) dolardır. (Bir karşılaştırma yapalım: Emperyalist sistemin bağımlı kutbunda yer alan Türkiye’nin aynı yıldaki net pozisyonu ise “eksi”dir: -476 milyar dolar…)

Çin’in en önemli sermaye ihraç kalemi kredilerdir. Örneğin, ABD’nin en büyük alacaklısı Çin’dir; 3900 milyar dolarlık rezervlerinin üçte biri ABD hazine bonolarından oluşmaktadır. Buna, Çin devlet bankalarının “Güney” (başta Latin Amerika) ülkelerine açtığı uzun vadeli kredileri de eklemek gerekiyor. Çin Merkez Bankası rezervlerinin (Türkiye gibi) dış borçlanmayla değil kesintisiz cari işlem fazlaları ile beslendiğini de hatırlatayım.

Bu toplamın önemli bir alt-kalemine, dolaysız (üretken) yatırımlardan oluşan sermaye hareketlerine bakalım. UNCTAD verilerine göre Çin’in bilançosu hâlâ “eksi”dir. Ancak Çin’den dış dünyaya bu tür yatırımlar da hızla artmıştır ve 2015’te bunların ilk kez girişleri aşacağı öngörülmektedir.

Ne var ki, Çin’in sermaye ihracı, geleneksel emperyalizmden ayrılıyor: İhraç edilen sermaye akımlarının ana kaynağı, Çin devletine (Merkez Bankası’na) ait döviz rezervleridir. Bunların önemli bir bölümü Devlet Yatırım Kurumu’na veya büyük devlet bankalarına aktarılıyor ve Çin’in dış dünyada stratejik yatırımlar yapabilmesine, uzun vadeli krediler açmasına imkân veriyor. Nitekim, dış dünyadaki sabit sermaye stokunun %89’unun hâlâ Çin devletine ait olduğu tahmin edilmektedir (China Spectator, 22 Temmuz 2015).

Giderek büyüyen kapitalist Çin firmalarının da dolaysız sermaye ihracına başladığı; ayrıca zengin Çinlilerin Batı’da, özellikle ABD’de lüks konut alımına yöneldikleri biliniyor. Ancak bunlar şimdilik arka plandadır.

Görüyoruz ki, Çin’in “emperyalist” özellikleri, geleneksel emperyalist şablonu tamamen içermemektedir. Sermaye ihracı ön plandadır, ama büyük ölçüde devletçe yapılmaktadır. Emperyalizmi belirleyen diğer iki olgu (finans kapitalin ve üretimde tekelci sermayenin gelişimi) açısından farklılıklar vardır. Büyük bankaların tümü devlete aittir ve devlet stratejik üretken sektörlerde hâlâ yer almaktadır.

Dünya sisteminin egemen söylemi, ısrarla Çin’e mevcut devlet işletmelerinin ve bankaların topluca özelleştirilmesini ve devlet denetiminden arındırılmasını telkin etmektedir. Çin Komünist Partisi (ÇKP), bu telkinlere (şimdilik) fazla itibar etmemektedir.

Sistemin merkezine yönelen bu ülke, ÇKP tarafından yönetilen, kendine özgü bir kapitalizmdir.

***

Belki daha da önemlisi, Çin “başa güreşirken”, kendine özgü “oyun kuralları” da oluşturmaktadır. Günümüzün hegemonik güçlerinin, özellikle ABD emperyalizminin etki alanlarının dışında Çin’in öncülüğünde gerçekleşen kurumsallaşma girişimlerini kastediyorum. Dört gelişmeyi vurgulayacağım:

 1.   Yeni Kalkınma (BRICS) Bankası: Beş ülke (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) tarafından kurulan bu banka, Temmuz 2015’te faaliyete geçti. 100 milyar dolarlık sermayesinin 41 milyarını Çin sağladı. Kalkınma ve altyapı projelerinin finansmanı dışında Banka, ayrıca, ortakların âcil finansman ihtiyaçlarında kullanılabilecek 100 milyar dolarlık bir rezerv fon da oluşturdu.
 2.   İpek Yolu Projesi: 2013 sonunda ÇKP’nin ortaya attığı bu proje, Pasifik ve Hint Okyanusu kıyılarını bir dizi liman, hızlı demiryolu, boru hatları, fiber optik ve telekomünikasyon bağlantılarıyla Asya’nın merkezinden, Rusya ve Orta Avrupa üzerinden Atlantik Okyanusu’na birleştirme projesidir. Çin, üç büyük devlet bankasına bu projenin başlangıç finansmanı için 62 milyar dolar tahsis etmiştir.
3.    Asya Altyapı Yatırım Bankası (AIIB): İpek Yolu Projesi’ni de gözeterek ve öncelikle Asya ülkelerinin her türlü altyapı yatırımlarının finansmanı amacıyla kurulan bir uluslararası bankadır. Yüzde 30’u Çin tarafından karşılanacak olan 100 milyar dolarlık bir sermayeyle Haziran 2015’te (Türkiye dahil) 58 ortakla kurulmuştur. ABD, müttefiklerinin katılımını engellemeye çalışmış; önce Britanya oyun bozanlık yapmış; sonunda (Japonya hariç) tüm Batı bloku kurucu üye olmuştur. 2015 sonunda faaliyete geçmesi beklenmektedir.
4.    FTAAP: Bu, Asya ve Pasifik Serbest Ticaret Alanı girişimidir. ABD’nin dev sermaye grupları ile birlikte yürütmekte olduğu Pasifik-Ötesi Ortaklık (TPP) projesinin alternatifidir. Asya’dan sadece 4 ülkeyi kapsayan TPP görüşmeleri tıkanmış görünmektedir. Çin’in sürüklediği FTAAP ise 21 Asya ülkesini kapsamaktadır ve kimi Asyalı gözlemcilere göre başarı olasılığı daha yüksektir.

***

Mevcut gelişmeler, Çin’in dünya kapitalist sisteminin hegemonik çekirdeğinde yer alma olasılığını yüksek gösteriyor.

Bu hedefe adım adım yürüyor. Bazen mevcut kurallara tam uyarak, bazen bu kurallara ulusal çıkarlar açısından istisnalar getirerek… Zaman zaman da hegemonik güçlerden (özellikle ABD’den) tamamen bağımsız, hatta onlara meydan okuyan bir uluslararası ekonomik alan oluşturmaya çalışarak…

Hedefine ulaşırsa, dünya sistemi niteliksel bir değişime uğrayacak mı? Yoksa, eski yapı, yeni bir süper gücün eklenmesiyle mi; hegemonyanın Çin’e intikal etmesiyle mi devam edecek?

Uzak geleceği öngöremeyiz. Doğrusu, tartışmayı burada noktalamak olur.

paylaş