- Sendika.org
“Arjantin düştü; sıra ötekilerde…” Bu slogan, uluslararası finans çevrelerinin bugünlerdeki ruh halini özetliyor. 22 Kasım seçimini Başkan Cristina Fernández de Kirchner’in (ve Peronist Parti’nin) adayı Scioli kaybetti. Neoliberal bir programla seçimleri kazanan seçkin bir burjuva ailesinden Mauricio Macri yeni Başkan olacaktır.
Seçim sonrasındaki Financial Times’tan bir dökümü Josh Mason yapmış. Gazetenin başlığı:“Piyasalar Arjantin’deki yeni düzeni sevinçle karşıladı.” Hemen üstünde “paramızı isteriz!” diyen bir Steve Forbes fotoğrafı var. İlk sayfa haberi, “piyasalar Kirchner’ler iktidarının son bulmasını umuyorlardı; şimdi coşku içindeler” diye başlıyor. Ardından finans çevrelerinin yorumları: “Macri, uluslararası yatırımcıların güvenini kazanmak için ülkenin ne yapması gerektiğini biliyor. Arjantin, sermaye piyasalarıyla ilişkilerini normalleştirerek büyük önem taşıyan yabancı yatırımcıları çekmeye başlamalıdır.”Gazetenin başyazısına göre ise, “Macri’nin gerçekleştirmesi gereken en önemli alan, yatırım atmosferini iyileştirmesidir.”
Aynı günlerin büyük Batı medyasını tarayın. Bazı Latin Amerika rejimleri eleştiriliyor: Çoğu kez “popülist”, bazen “baskıcı”, ancak hepsi “piyasalarla, yatırımcılarla ve ABD ile tam barışık olmayan” ülkeler… Arjantin seçimleri bunlar için “sonun başlangıcı” olacak mı? Beklenti budur.
Sıra kimlerde? IMF, Dünya Bankası ve Şili Maliye Bakanlığı arasında gelgitleri olan Andres Velasco yanıtlıyor: “Macri’nin başarısı, Latin Amerika’nın tümünde siyasi görünümü değiştirecek; Brezilya’da Dilma Rousseff’e karşı merkezci muhalefetin iktidara yürüyüşünü hızlandırabilecek; Venezüella seçmenlerini de otoriterleşen hükümetleri aleyhine oy verme doğrultusunda cesaretlendirecektir. Macri, söz verdiği gibi, insan hakları ihlalleri nedeniyle Venezüella’nın Mercosur’dan ihracını isterse, sırf bu nedenle tarihe geçecektir.” (Project Syndicate, 25 Kasım 2015).
Umulmaktadır ki Brezilya ve Venezülla’nın “normale dönüşleri”ni, 2000 sonrasında Latin Amerika’da sola savrulan diğer ülkeler izleyecektir: Bolivya, Ekvador, Uruguay, Nikaragua, Salvador, hatta Şili… Temsilî demokrasiye geçmeye ikna edilirse, Küba listeye niçin eklenmesin?
Listede, ABD hegemonyasına ve neoliberalizme “belli ölçülerde” karşı çıkan iktidarlar yer alıyor. Farklı “solculuklar” içeren bir yelpaze söz konusudur. Hem ABD’nin politik hegemonyasına direnen; hem de adım adım neoliberalizme teslim olan Brezilya bir örnektir. Sosyalizmi hedefleyen Venezüella ve Bolivya ise diğer uçta yer alıyor.
2003-2015 yıllarında Peronist karı-koca Kirchner’ler tarafından yönetilmiş olan Arjantin bir başka örnektir. Macri’nin seçim zaferiyle son bulmuş olan bu bilançoya kısaca göz atalım.
***
2003’te Başkan seçilen Nestor Kirchner ve 2007 sonrasında karısı Cristina Fernandez, ülkelerini Chavez ve Morales gibi sosyalist bir programla yönetmediler; ama onları iktidara 1998-2002 krizi içinde patlak veren sert sınıf mücadelesi getirdi; sonraki yıllarda da bunu unutmadılar.
Türkiye ile ilginç benzerlik var: Her iki ülkede de 1998-2002 ekonomik bunalım ve yoksullaşma yıllarıdır. Kriz, iki ülkede de IMF’nin “nominal döviz kuru hedeflemesine dayalı istikrar programı” nedeniyle patlak verdi. Arjantin’de bu programın çok katı, Türkiye’de biraz daha esnek bir biçimi uygulanmıştı.
Sonuçlar da paralel seyretti: 2002’deki kişi başına milli gelir düzeylerini 1997 ile karşılaştıralım. İki ülke de beş yıl içinde yoksullaşmıştır: Türkiye yüzde 4, Arjantin yüzde 19 oranlarında… Halk sınıflarının tepkileri iktidarları değiştirmiştir. Türkiye’de 2002 Kasım seçimleri, krizin sorumlusu olarak görülen dört partiyi parlamentodan tasfiye etmiştir. Arjantin’de ise halk kalkışması beş yılda üç Başkan (Menem, de la Rua, Duhalde) değiştirmiş; 2003’te Nestor Kirchner’i iktidara getirmiştir.
Güzergâh bundan sonra değişiyor: Türkiye’de IMF kredileri sayesinde 100 milyar doları aşkın dış borç yükümlülüğü eksiksiz üstlenilmiş; buna karşılık katı bir neoliberal program uygulanmıştır. Arjantin ise 95 milyar dolarlık dış borcunun %70-75’ini ödemeyi reddetmiştir. Kesintiyi kabul eden alacaklılara yeni borç senetleri önerilmiş; çeşitli aşamalar sonunda alacaklıların yüzde 90’dan fazlası bu koşulları kabul etmiştir.
Böylece 2003 sonrasında Arjantin dış borç yükünü önemli ölçülerde hafifletmiş; IMF ile ilişkilerine ve neoliberal politikalara son vermiştir. Türkiye ise IMF programlarını izlemiş; dış borçlarını 2003-2014 arasında 140 milyar dolardan 400 milyara çıkarmıştır.
Finans kapital Kirchner’ler döneminin, “uluslararası yatırımcıları tedirgin eden yöntemler” nedeniyle eleştiriyor. Tam karşıt konumda uluslararası sermayeye sonuna kadar açılmış olan Türkiye var. IMF verilerine dayanan aşağıdaki tablo, bu iki ülkenin 2003-2014 dönemini kapsayan dört makro-ekonomik göstergesini (büyüme hızını ve yatırımların, tasarrufların, dış açığın milli gelire oranlarını) içeriyor. Böylece Türkiye’de AKP ile Arjantin’de Kirchner yönetimlerinin ekonomik bilançoları da kuşbakışı karşılaştırılmış oluyor.
On iki yıllık ve iki alt döneme ait ortalamalar veriliyor. 2003-2007, dünya ekonomisinin ve uluslararası sermaye hareketlerinin canlılık yıllarıdır. 2008-2014 ise uluslararası krizi ve Arjantin’in finans kapital tarafından sıkıştırıldığı son üç yılı içeriyor.
Büyüme, Yatırım, Tasarruf, Dış Denge Oranları, %
2003-2014 | 2003-2007 | 2008-2014 | |
Büyüme: Arjantin | 5.7 | 8.8 | 4.1 |
Büyüme: Türkiye | 4.4 | 7.3 | 3.8 |
Yatırım: Arjantin | 18.8 | 18.9 | 18.7 |
Yatırım: Türkiye | 20.1 | 20 | 20.1 |
Tasarruf: Arjantin | 19.9 | 21.5 | 18.8 |
Tasarruf: Türkiye | 14.6 | 15.5 | 13.9 |
Dış denge: Arjantin | +2.0 | +2.7 | +0.8 |
Dış denge: Türkiye | -5.5 | -4.5 | -6.2 |
Büyüme hızlarına bakalım. 12 yıl içinde ve iki alt dönemde Arjantin ortalamasının hep Türkiye’nin üzerinde seyrettiği ortaya çıkıyor.
Yatırımların milli gelire oranı bakımından Arjantin, Türkiye’nin yaklaşık 1,3 puan gerisinde kalıyor. Daha düşük yatırım oranları ile Arjantin’in Türkiye’den daha yüksek bir büyüme temposu sağlaması anlamlıdır. Bu, sermaye birikiminin verimliliği bakımından Arjantin’in belirgin üstünlüğünü gösteriyor. Öyle anlaşılıyor ki, “uluslararası yatırımcıların güveninden yoksun kalmak”, Arjantin’e (hele bu “yatırımcı” takımının gözdesi olan Türkiye ile karşılaştırılırsa) fazlasıyla yaramıştır.
Yurt içi tasarruflara baktığımızda, bu oranın Arjantin’de daima yatırım oranlarını aştığı gözlenmektedir. Sonuç, ekonominin dış dengesinin ortalama olarak “artı” çıkması (dış fazla verilmesi) olmaktadır. Türkiye’deki durum ise tam tersidir: Tasarruflar daima yatırımların ve Arjantin oranlarının gerisinde seyretmekte; üstelik zaman içinde de aşınmaktadır.Sonuç, kronik ve her dönemde büyümüş olan cari işlem açıklarıdır.
Arjantin örneği, böylece, bize sermayeye teslimiyetin dışında bir hayatın; hatta Türkiye gibi neoliberalizmi katıksız uygulayan ülkelere göre “daha iyi bir hayatın” mümkün olabileceğini gösteriyor.
***
Kirchner’ler döneminde Arjantin, borçları reddederek uluslararası finans kapitale baş kaldırmakla kalmadı, yabancı petrol şirketlerini ve ulusal hava yolunu da kamulaştırdı. Arjantin, ABD’nin “serbest ticaret anlaşması” projesine katılmadı; Mercosur, Unasur gibi ABD’yi dışlayan Latin Amerika ekonomik işbirliği bloklarına öncülük yaptı.
On iki yıl boyunca neoliberalizmin kemer sıkma dogması da reddedildi. Büyük çiftçilerin ihracatından yüksek oranlı vergi; buna karşılık enerjinin, yaygın altyapı hizmetlerinin sübvansiyonlarla ucuzlatılması… Reel olarak üç misli yükseltilen sosyal harcamalar; 2009’da başlatılan. giderek Latin Amerika’nın en “cömert” sosyal yardım programına dönüşen, 3,5 milyon çocuğu kapsayan aile yardımı ödentileri… İşsizlik tazminatı yükseltildi; yaygınlaştırıldı; işsizlik yüzde 17’den 7’ye indi; yoksulluk oranlarında çarpıcı düşmeler gerçekleşti.
Kirchner’ler ilk on yıl boyunca, neoliberalizmin “kutsal” ilkelerinden ikisini, Merkez Bankası’nın bağımsızlığını ve enflasyon hedeflemesini reddettiler. Dış açık vermeyen ekonomik yapıyı korumaya önem verdikleri için rekabetçi bir döviz kurunu hedeflediler.
2012’de spekülatif finans Arjantin’e saldırdı. Anlaşma dışı kalmış alacaklıların senetlerini ucuza toplayan “akbaba yatırımcılar” bir New York mahkemesinden borçların (birikmiş faizlerle birlikte) kesintisiz ödenme kararı çıkardı. Cristina Fernandez, “akbabalara” ödemeyi reddetti; Arjantin de uluslararası finans kanallarının dışına itildi. Bu durumda, sermaye kaçışının frenlenmesi, Merkez Bankası rezervlerinin korunması öncelik kazandı. Döviz işlemleri denetlenmeye başladı. Sonuç, resmi ve “serbest” (karaborsa) döviz fiyatlarının ayrışması; enflasyonun %20’lere yükselmesi oldu.
***
Başarılı bir ekonomik bilançoya ve bölüşümcü politikalara rağmen Kirchner’lerin temsil ettiği Peronist hareket seçimleri niçin yitirdi?
Arjantin’de Peronizmin sağ ve sol kanatları vardır. Örneğin kamu varlıklarını tümüyle özelleştiren Başkan Menem de Peronist bir siyasetçiydi. Macri’ye karşı aday olan Scioli’nin de Peronizmin neoliberal kanadına yakın olduğu söyleniyor. Aday seçimi mi belirleyici oldu? Cristina Fernandez “akbabalar” ile uzlaşmayı deneseydi sonuç değişir miydi? Değer miydi?
Immanuel Wallerstein, dünya ekonomisindeki gelişmelerin Latin Amerika’daki sol iktidarları olumsuz doğrultuda etkilediği görüşünde. Yine de Arjantin’de sağın kesin, kalıcı bir zafer kazanamayacağını düşünüyor.
Brezilya’da Lula-Rousseff modeli teslim olmaktadır. Nereye kadar? Venezuela’da Chavez’in, Bolivya’da Morales’in temsil ettiği radikal arayışlar ayakta kalabilecek mi?
Farklı dünyalara da göz atalım: İngiltere’den Mısır’a, Tunus’tan Yunanistan ve Türkiye’ye uzanan bir Avrupa-Orta Doğu coğrafyasında sol’un kaderi ve geleceği üzerinde birbirine yakın soruların, sorunların geçerli olduğunu düşünüyorum.
Sermaye, günümüzde emekten daha fazla enternasyonalist olduğu için, Arjantin seçimlerini yakından izliyor, müdahale ediyor, yönlendiriyor.
Enternasyonalizmi yeni baştan öğrenirsek fark edeceğiz ki Arjantin’in (ve keza Tunus’un, Mısır’ın, Yunanistan’ın) dersleri bizleri de yakından ilgilendirmektedir.
