- ABC Gazetesi
Konumuz anti-emperyalizm ve sosyalist devrim stratejisindeki yeri. Kurama fazla girmeden olgulara bakacağız.
- Sovyet devrimi: Sovyet iktidarının ilanının üstünden bir yıl dahi geçmeden, İngiliz, Fransız, Japon ve Amerikan emperyalistleri (kısa süre sonra Polonya da katıldı), ülke içindeki karşı-devrimcileri de ayaklandırarak müdahalede bulundular. Sovyet hükümeti üç yıl boyunca bu emperyalist müdahaleye ve karşı-devrimci kalkışmaya karşı mücadele etmek zorunda kaldı.
Sovyetler Birliği’ne yönelik ikinci büyük emperyalist müdahale, Nazi Almanya’sının 1941’deki saldırısıydı. 1945’te Hitler’in ininde kıstırılmasıyla biten bu süreçte Sovyetler 27 milyon insanını kaybetti.
Üçüncü saldırı ise ABD önderliğindeki Batı emperyalist bloğunun Sovyetleri kuşatma ve yıkma amaçlı Soğuk Savaş süreciydi. 90’lı yılların başında Sovyetler Birliği’nin ve Doğu Bloğunun dağılmasıyla sonuçlandı.
Kısacası 70 küsur yıl süren tarihin bu ilk büyük sosyalizm pratiği başından sonuna dek emperyalistlerin sıcak ve soğuk müdahalelerine karşı mücadele etmek zorunda kaldı.
- Çin devrimi: 1934’te başlayan Uzun Yürüyüş’ten 1949’da Çin Halk Cumhuriyeti’nin ilanına dek süren 15 yıllık Çin devrim süreci boyunca Çinli komünistler önce Japon emperyalistlerinin işgaline, sonra da ABD tarafından desteklenen Guomindang iktidarına karşı mücadele ederek devrimi başarıya ulaştırabildiler.
- Uzak Doğu devrimleri: Kore, Vietnam, Laos, Kamboçya devrimleri en başından itibaren emperyalist müdahalelere ve işgallere karşı ulusal kurtuluş mücadeleleri biçiminde gelişti. Bu ülkelerde sosyalizm pratiği Amerikan işgaline karşı savaşım başarıya ulaştıktan sonra gelişebildi.
- Küba devrimi: Fidel Castro ve arkadaşları, ABD destekli bir darbeyle iktidara el koyan Batista hükümetine karşı başarılı bir ayaklanmayla devrim yaptılar. Küba devrimi başlangıcından bugüne Amerikan ambargosuna ve sayısız emperyalist müdahale girişimine karşı mücadele etmek zorunda kaldı.
Görüldüğü gibi 20. yüzyılda sosyalizmi hedefleyen halklar, sadece iç gericilikle değil emperyalist müdahalelerle de savaşarak bu hedefleri doğrultusunda yol alabildiler. Anti-emperyalizm -ister istemez- sosyalist stratejinin olmazsa olmaz ilkesi haline geldi.
Bu yüzyılda sadece sosyalist devrimler değil, ezilen dünyada ikinci büyük devrimci akımı oluşturan ulusal-demokratik devrimler ve hareketler de emperyalist müdahalelere göğüs germek zorunda kaldılar. Bunun en güzel örneği Türkiye devrimi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşudur. Osmanlı saltanatına ve Hilafete karşı laik cumhuriyet girişimi, emperyalizme karşı başarılı bir kurtuluş savaşıyla mümkün olabildi.
Bütün olgular gösteriyor ki, ister sosyalizm hedeflensin isterse demokratik cumhuriyet, bu hedeflerin gerçekleşeceği zemin olan vatan, emperyalizmden kurtarılmak, koparılmak ve süreç boyunca savunulmak zorundadır. Anti-emperyalist olmayan bir sosyalizm ve demokrasi yoktur. 20 yüzyıl devrimlerinin tunç kanunudur bu.
* * *
Peki, bu strateji eskidi mi, geçerliğini yitirdi mi? 21. yüzyılda anti-emperyalist olmaya gerek yok mu? Bazıları (hatta bazı sosyalistler bile) böyle düşünüyor. Emperyalist ülkelerden medet umarak, emperyalistlerle işbirliği yaparak, hatta ABD/NATO generalleriyle kol kola ve Amerikan bayrakları altında, iç gericiliğe karşı “devrim”, “demokrasi”, “ulusal kurtuluş” mücadelesi verdiklerini söyleyenler (sananlar) var.
Bu tür bir “devrimci mücadele”, 1990’lı yıllardan itibaren Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve Sosyalist Blok’un dağılmasıyla gündeme girdi. Artık literatüre girmiş adı da biliniyor: Turuncu devrimler. Emperyalizmi hedef almayan, hatta emperyalistler tarafından desteklenen “demokrasi, özgürlük, ulusal kurtuluş” devrimleri…
Sovyetler Birliği ve Sosyalist Blok’u oluşturan bütün ülkeler turuncu devrimlerle yıkıldı ve dağıtıldı. Yugoslavya turuncu devrimler ile parçalandı. Afganistan’a, Irak’a, Suriye’ye, Libya’ya, Tunus’a turuncu devrimlerle “demokrasi ve özgürlük” geldi!
Türkiye’de de “ceberut” cumhuriyet rejimi AKP önderliğindeki “Türk tipi turuncu devrimle” yıkıldı. PKK ve YPG, Irak ve Suriye’nin kuzeyinde “Kürt tipi turuncu devrimler” ile “özgür kantonlar” kuruyor. Bilindiği gibi FETÖ bile eski ortağına karşı “Fethullah tipi turuncu devrim” girişiminde bulundu.
Bütün bu “devrimlerin” arkasında -dolaylı veya dolaysız olarak- başta ABD olmak üzere Batılı emperyalistler var. Turuncu devrimlerle dünyaya “özgürlük, demokrasi, ulusal kurtuluş” getiriyorlar.
Turuncu devrimlerle birlikte solcular, devrimciler ve sosyalistler de ikiye bölündü. Turuncu devrimleri destekleyen, hatta askeri olan bir “sol” ortaya çıktı. İç gericiliğe karşı emperyalizmle işbirliği yapan “demokrat, özgürlükçü, ulusal kurtuluşçu” bir “sol”.
Başta söyledik, bu yazıda kurama girmeyeceğiz, olgulardan hareket edeceğiz.
AKP “ceberut cumhuriyet rejimini” yıkarken onu “yetmez ama evet” sloganlarıyla destekleyen bir “sol” vardı. Bugün aynı “sol”, “ceberut Erdoğan rejimini” yıkması için ABD’ye, Avrupa’ya yalvarıyor; kâh PKK’dan kâh ‘FETÖ’den medet umuyor. O gün de, bugün de emperyalistlerin yedeği olmuşlardır bunlar.
Gerçek bir sol, bu turuncu sol (artık “kara sol” da diyebiliriz) ile arasına kalın bir çizgi çizmeden bir adım ileri gidemez ve emekçi halk ile bir muhabbet geliştiremez. Ne emperyalist müdahalelere göğüs gerebilir ne de AKP iktidarını devirebilir. HDP kuyrukçuluğundan CHP (hatta MDP) kuyrukçuluğuna meyledenlere de uyarı olsun.
Cumhuriyet mi istiyoruz, anti-emperyalizm…
Demokrasi mi istiyoruz, anti-emperyalizm…
Özgürlük mü istiyoruz, anti-emperyalizm…
Laiklik mi istiyoruz, anti-emperyalizm…
Sosyalizm mi istiyoruz, anti-emperyalizm…
Bunu bir milim bile sapılmayacak tunç kanunu olarak benimseyelim, ondan sonra stratejimizi örmeye girişelim.
Bazı arkadaşların (arkadaş diyorum çünkü bu -yukarıdakinden farklı olarak- arkadaşlar arası bir tartışma) sloganını tersine çevireyim: Anti-emperyalist olunmadan anti-kapitalist olunmaz.
