- Cumhuriyet
Türkiye’nin mevcut koşullarda sanki bir hava savunma sistemi yokmuş gibi davranılması, S-400’lerin satın alımı ile ilgili tartışmalarda bir kavram kargaşasına yol açmakta; S-400’ler ile Patriot sisteminin kıyaslanması bu kavram kargaşasının daha da büyümesine neden olmaktadır.
Dış politikada son haftaların en güncel konusunu Türkiye ile ABD arasındaki ilişkileri etkileyen çoklu sorunlar ve bu sorunların yaratabileceği olası kırılmalar oluşturuyor. Tartışmaların odak noktasında da Türkiye’nin Rusya’dan alacağını açıkladığı S-400 hava savunma sistemi ile ABD’nin bu konuya giderek sertleşen bir tonda gösterdiği tepkiler yer alıyor. Tartışmanın bir tarafı Türkiye’nin askeri ve siyasi gerekçelerle S-400’leri almasını savunurken, diğer taraf ABD’nin endişelerini ve bu endişeler nedeniyle Türkiye’ye uygulayabileceği yaptırımları anlatıyor. Hatta, konunun giderek Türk-Amerikan ilişkilerinin ötesine geçip, Türkiye ile NATO arasındaki bir sorun olarak ele alınmaya başladığına tanık oluyor ve Türkiye’nin NATO üyeliğinin sorgulanabileceğine ilişkin görüşlerin dolaşıma sokulduğunu görüyoruz.
S-400’ler ve Patriotlar Türkiye’nin mevcut koşullarda sanki bir hava savunma sistemi yokmuş gibi davranılması, S-400’lerin satın alımı ile ilgili tartışmalarda bir kavram kargaşasına yol açmakta; S-400’ler ile Patriot sisteminin kıyaslanması bu kavram kargaşasının daha da büyümesine neden olmaktadır. Yalın bir kıyaslama ile incelendiğinde, S-400’ler de Patriotlar da özünde birer füze sistemidir. Aradaki fark, birincinin tek başına (stand-alone) kendi içinde bir hava savunma sistemi olarak kullanılması, ikincinin ise topyekûn bir hava savunma sisteminin unsurlarından biri olmasıdır. Türkiye, bir NATO üyesi olarak, örgütün her üyesi gibi ortak bir Füze Kalkanı hava savunma sisteminden yararlanmaktadır. Bu sistemin üç unsuru vardır: a) erken ihbar ve ikaz sistemleri, ki bunlar radarlardan oluşur, b) muhabere, komuta ve kontrol sistemleri, bu da iletişim alt yapısı ile hava harekât ve savunma merkezlerinin entegrasyonu ile sağlanır, c) hava savunmasının silahları ve diğer araçları, ki bunlar da füzeler, uçaklar ve uçaksavar sistemleridir. Patriotlar işte bu sistemin üçüncü unsurundaki silahlardandır. S-400’ler ise yukarıda belirtilen bu üç unsuru birden içeren bir yapıya sahiptir; yani radarı kendi içindedir, dolayısıyla tehdit algılamasını yapar, komuta ve kontrol mekanizması ile savunma emrini verir ve sonunda füzesini ateşleyerek savunmayı gerçekleştirir. Sırf bu açıdan bakıldığında dahi, Patriotlar ile S-400’lerin birbirleriyle kıyaslanması doğru değildir. Bununla beraber, bu kıyaslama doğru olmasa da S-400’lerin füze sistemi olarak Patriotlar’dan daha üstün yetenekleri olduğunu belirtmek gerekir. Patriotların radar menzili 250 km, füze menzili 150 km, S-400’lerin ise radar menzili 600 km, füze menzili 400 km’dir. O halde, Türkiye’nin S-400’ler yönünde yaptığı tercihin yarattığı sorun nedir?
S-400’lerin entegrasyonu Sorun, S-400’lerin ulusal ve NATO hava savunma sistemine entegre edilememesi ile başlıyor. Yani, NATO hava savunma sisteminin radarlarının Türkiye’ye yönelik olarak tespit ettikleri tehdit üzerine komuta kademesi S-400’lere komut veremez ve ateşlenmesini sağlayamaz. Tehdidin S-400’ün kendi radarı tarafından algılanması gerekiyor. Dolayısıyla, S-400 ancak bölgesel seviyede bir etkinliğe sahip olabiliyor. Oysa NATO’nun tüm üye ülkelerinin hava sahasının savunmasını öngören Füze Kalkanı sistemi, aynı tehdidi, kendi topraklarımızdaki Kürecik radarı dahil olmak üzere, birbirine entegre diğer radarlar ve erken ihbar ve ikaz sistemleri vasıtasıyla, belki çok daha önceden tespit edebiliyor ve gerekli komutu vererek silahların gereken cevabı vermelerini sağlayabiliyor. Peki, NATO sistemine entegre edilmeden S-400’lerin kullanılması mümkün müdür? Böyle bir davranış yarardan çok zarar getirebilir. Her şeyden önce NATO ve S-400 sistemlerinin bir arada bulunması Türkiye’nin hava savunmasında ikilik yaratır. Bu ikilik NATO’nun Füze Kalkanı içinde yer alan Türkiye hava sahası üzerinde karmaşa yaratır ve NATO sisteminin devreden çıkmasına dahi yol açabilir. Son tahlilde, bu bir güvenlik zafiyetine yol açar.
ABD’nin endişesi Ancak ABD’nin Türkiye’nin S-400’leri almasına karşı çıkarken önceliği farklı. Amerikalı askeri uzmanlar, S-400’lerin kendi içinde bulunan radar sistemlerinin bilgi toplama ve kaydetme özelliğini NATO açısından bir güvenlik riski olarak görüyorlar. Türkiye’nin S-400’leri nereye yerleştireceği sorusuna üst düzey bir yetkilimizin verdiği yanıtta “Ankara, İstanbul ya da İncirlik olabilir” şeklinde bir ifade kullanması herhalde bir dil sürçmesi idi. Zira S-400’lerin İncirlik’e konuşlandırılması olasılığı, tam da Amerikalı askeri uzmanların kâbusu olan istihbarat endişesini on ikiden vuran bir ifade olmuştu. ABD, Türkiye S-400’leri aldığı ve topraklarına konuşlandırdığı takdirde, Türkiye’yi F-35 savaş uçakları projesinden dışlamayı işte bu nedenle düşünüyor, F-35 teknolojisi ve kullanımı hakkında S-400’ler tarafından bilgi derlenip tahlil edileceğinden endişe duyuyor. Üstelik, ABD’nin Hasımlarına Yaptırımlarla Mukabele Yasası (CAATSA) uyarınca, Türkiye’nin Rusya ile böyle bir alışveriş yapması nedeniyle Türkiye’ye yaptırım uygulanması konusunda da hazırlık yapıyor.
Önceki uygulamalar neydi? Bazı NATO ülkelerinde Rus yapımı S-300 ve S-200’lerin bulunduğu savıyla Türkiye’nin S-400 alımını haklı gösterme çabaları ise yanıltıcıdır. Yunanistan S-300’leri almamış, 1997 yılında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi satın aldı diye Türkiye’nin itirazları ve ABD başta olmak üzere NATO müttefiklerimizin baskısı sonucu kendi topraklarında Girit Adası’nda bir depoda saklanmasına razı olmuştur. Daha önce Varşova Paktı üyesi olan bazı ülkelerde bulunan S-200 ya da benzeri sistemler ise, bu ülkeler NATO üyesi olduktan sonra kullanılması engellenecek ve NATO güvenliğine zarar vermeyecek şekilde etkisiz hale getirilmişlerdir. Esasen bunların teknolojisi de son derece eski ve S-400’ler ile kıyaslanamayacak kadar geridir. Sonuç olarak, Türkiye S-400’leri satın alırsa Avrupa-Atlantik camiasıyla zaten zayıflayan bağlarının bir kısmını daha çözmüş olacak ve Batı ile arası daha da açılacaktır. Bu durum, S-400’leri satın almanın siyasi maliyetinin ne kadar büyük olduğunu göstermeye yetiyor.
Türkiye ve NATO ilişkisi Bu yazıda değinmek istediğim ikinci konu, S-400/F-35 tartışması üzerinden Türkiye’nin artık NATO içindeki konumunun dahi sorgulanmaya başlanması. Deniyor ki, NATO’nun kuruluş amacı olan Sovyetler Birliği artık yok, onun ardılı olan Rusya Federasyonu ile de Türkiye gayet dengeli ve iyi ilişkiler içinde. O halde, Türkiye’nin NATO içinde olma nedeni de ortadan kalkmış demekmiş. Dolayısıyla, Türkiye S-400’leri alarak Rusya ile askeri bakımdan işbirliğine girebilir, hatta bu NATO’dan ayrılmayı gerektirirse bunu dahi düşünebilirmiş... Türkiye, Soğuk Savaş döneminde de Sovyetler Birliği ile en iyi ilişkiler içinde olan NATO üyesi idi. Bu ilişkiler paylaştığımız tarih, bitişik coğrafya ve izleyegeldiğimiz denge politikasının bir gereği idi. Birçok NATO müttefikimizin memnuniyetsizliğine rağmen, bu iyi ilişkiler Türkiye’nin ağır sanayi adımlarını başlatmış, gerek demir-çelik, gerek alüminyum tesislerini kurmada Sovyetler Birliği ile işbirliği yapmasını ve onun teknolojisinden yararlanmasını sağlamıştır. Tıpkı bugün nükleer teknoloji konusunda Mersin Akkuyu’da süren işbirliğinde olduğu gibi! Dolayısıyla Türkiye, bir taraftan NATO üyesi olmanın askeri bakımdan sağladığı güvenlik güvencesinden yararlanırken, bir diğer taraftan NATO üyesi olmayan bir ülke ile ticari, ekonomik, siyasi ilişkileri geliştirmeyi bilmiştir. NATO’nun en önemli özelliği, bir ortak savunma örgütü olmasıdır. Bu da caydırıcılığını sağlamaktadır. Örneğin, NATO’nun bir Türk-Yunan savaşını önlediği tezinin geçersiz olduğu, Kıbrıs Barış Harekatımızı dahi engelleyemediği ileri sürülüyor. Sanki Kıbrıs Barış Harekâtı bir Türk-Yunan savaşıymış gibi... Ya da, bir Ortadoğu ülkesi Türkiye’ye bir saldırıda bulunursa, NATO müttefiklerimizin Türkiye’yi korumayacakları gibi iddialarda bulunuluyor. İyi de, herhangi bir ülkenin bir NATO üyesine saldırıda bulunması ihtimalinin nasıl olabileceği sorusu akla dahi gelmiyor. NATO üyesi olmayan bir Türkiye’nin bir Rus uçağını düşürmesi sonucunda ne gibi gelişmelerle karşılaşabileceği hiç düşünülmüyor. NATO üyesi olmanın verdiği caydırıcılığın ulusal güvenliğimizin en önemli unsurlarından biri olduğu unutturulmak isteniyor. Acaba neye hizmet etmek için? Türkiye ile ABD arasında çözüm bekleyen birçok ikili sorun olduğu muhakkak. Örneğin, Suriye probleminin çözümünde ilerleyemememizin sebeplerinin başında da ABD ile olan görüş ayrılıklarımız geliyor. Devletlerarası ilişkilerde tarafların birbirlerini dinlemeleri ve anlamak için çaba göstermeleri önemlidir. Taraflar bir sağırlar diyaloğu içinde birbirlerine karşı sadece kendi doğrularını dayatırlarsa bir ilerleme olmayacağı gibi güven de zedelenir. Bu yaklaşım günümüz koşullarında ABD’nin de Türkiye’nin de ikili ilişkilerine bakışta değiştirmeleri gereken bir yaklaşımdır. ABD’nin ikili sorunlar yaşadığı tek NATO üyesi ülke Türkiye değildir. Ama ABD ile ikili sorunları olan diğer NATO üyelerinin hiçbirinin NATO üyeliği sorgulanmamaktadır. Dış politikaya olgun bakışın sırrı bu ayrımı yapabilmektir.
Ünal Çeviköz Emekli Büyükelçi-CHP Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı