- Karar
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın New York’ta açılan görkemli Türk Evi’nde gazetecilere söylediği şu iki söz, dış politikadaki halimizin fotoğrafıdır.
Evvela ABD ile ilişkiler:
“Biden ile iyi başladık diyemem, şu andaki gidiş pek hayra alamet değil...”
HALBUKİ Erdoğan Biden’la iyi ilişkiler kurmak için “soykırım” kavramını kullanmasına tepki göstermemişti… Kabil havaalanını savunmasına talip olmuştu… BM’deki konuşmasında Ukrayna ve Kırım sorunları için Rusya’yı eleştirmişti… Ama Biden’la ayaküstü bir görüşme bile olmadı. Evet, “hayra alamet değil.”
Erdoğan’ın öbür sözleri Rusya hakkında:
“Biz Rusya ile ilişkilerde şu ana kadar herhangi bir yanlış görmedik…”
Bu iki söz eksen kaymasının fotoğrafıdır: Batıdan uzaklaşan Rus-Çin blokunda “her hangi bir yanlış” görmeyen bir eksen kayması…
PUTİN RUSYASI
Putin KGB’de iyi yetiştirilmiş, soğukkanlı, hesaplı bir lider olan Putin için Türkiye’nin NATO üyesi olarak kalsa bile Batı’dan uzaklaşması, hele de Rusya’ya yaklaşması büyük bir stratejik kazançtır.
Bu stratejiyi Rus ajansı Sputnik’in şu haberinde görebiliriz:
“Türkiye’nin ABD ve AB ile ilişkilerinin kötü durumda olmasını gerekçe gösteren Rusya Federasyon Konseyi Dış İlişkiler Komitesi üyesi İgor Morozov, Moskova ve Ankara’nın mevcut sorunları Moskova’nın istediği koşullarda çözme şansı doğduğunu ifade etti…”
Haberde Mozorov “Türkiye’nin manevra şansı kalmadı” diyor! (12 Ağustos 2016)
Moskova bu stratejide dişini göstermekten de çekinmez. Rus uçağı düşürüldüğünde Putin ve sözcüleri Erdoğan hükümetine “Suriye’deki İslamcı terör örgütlerini desteklemek, onlarla petrol ticareti yapmak” gibi bir dizi ağır suçlamalar yaptılar; üstelik Antalya’daki G-20 zirvesinde! (24 Kasım 2015)
Daima Türkiye’nin Batı ittifakında olmasını savunan Enver Altaylı bu dönemde Putin Rusya’sının Türkiye’yi destabilize etmek için nasıl planlar yaptığını gösteren belgeyi, Başbakan Davutoğlu’nun başdanışmanı Feridun Bilgin’e tevdi etti, Bilgin de bunu doğruladı. (Cumhuriyet, 23 Eylül)
Altaylı’nın Türkiye’nin sırlarını faş etti diye casuslukla saçlanması akıl almaz bir garabettir.
S-400’LER NEYE YARADI?
Ankara zannettik ki, ABD’den Patriotları alamadığımıza göre, Rusya’dan S-400’leri satın almak elimizi güçlendirir, Suriye’de önümüzü açar…
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun “İlişkilerimiz, birilerini kıskandırıyor olabilir, Rusya bizim için stratejik bir ortaktır” diye konuşması, Ankara’nın kapıldığı hayalin dışavurumuydu! (Sputnik, 24 Ağustos 2018)
Hayalin faturası çok ağır oldu.
S-400’ler elimizi güçlendirmedi, çünkü Batı’ya karşı programlanmış S-400’lerin bizi kime karşı koruyacağı sorusunun cevabı yoktur!
S-400’ler yüzünden Türkiye F-35’ler gibi büyük bir askerî kudreti kaybetti! Keskinleşen “eksen kayması” görüntüsü ekonomiye de büyük zarar verdi.
Suriye’de Rusya’nın kontrolündeki İdlib’de 34 askerimiz şehit edildiğinde sesimiz çıkmadı!
Moskova’nın PKK’yı terör örgütü olarak tanımaması ve YPG ile sıcak ilişkileri bilinmektedir. YPG heyetini Moskova’da bizzat Rus Dışişleri Bakanı Lavrov ağırladı. (1 Eylül 2020)
Aynı Lavrov “Türkiye’yi hiçbir zaman stratejik müttefikimiz olarak sınıflandırmadık. Türkiye partnerimiz” diyerek Çavuşoğlu’na cevap verdi! (14 Ekim 2020)
GEL-GİT POLİTİKALARI
Elbette Batı ile de ciddi sorunlarımız var. Sorunların başta ABD’nin terör örgütü YPG’yi desteklemesi gelir.
Demokrasi imajımızdaki hasarlar da Türkiye’ye Batı’daki geleneksel dostlarını kaybettirdi.
Sorunlarla “müttefiklik” kavramı çerçevesinde ve diplomasi koridorlarında uğraşmak yerine miting meydanlarında kendimiz körükledik.
Şimdi Ankara bir yandan “geleceğimiz Avrupa’da” diyor, Batı sermayesini yatırımlara çağırıyor, Biden’la ilişkiler kurmaya çalışıyor…
Diğer yanda Rusya ile ilişkilerde “bir yanlış görmüyor.” Hatta “ikinci parti S-400 anlaşması”nın yapılacağını ilan ediyor. Erdoğan 29 Eylül’de Putin’le böyle durumda görüşecek.
Dış politikamız, diplomat Naci Koru’nun deyişiyle:
“Gel-gitler içerisinde yeni arayışlara giren Türkiye giderek artan ölçüde kuşkuyla takip edilir, ‘öngörülmesi’ zor bir ülkeye dönüştü. Bir hayli aşınsa da tarihten gelen ortaklık ve ittifak bağlarımız elbette var; ancak paylaşılan ilkesel ortak değerlerden ziyade ihtiyaca dayalı al-ver ilişkilerine dayanır duruma geldi. Kabul etmeliyiz ki, bu tür ilişkilerin güvenilirliği ve sürdürülür niteliği bir hayli kuşkulu görünüyor.” (nacikoru.com.)
Türkiye geleneksel diplomasi ana-çizgisine dönmelidir; bu iktidarın da 2010’a kadar uyguladığı politikaları yani…
Zaten ülke içinde de her şey 2011’den sonra bozulmaya başladı.