- Yurt
Türban ve “Kızlı-Erkekli bir arada yaşam” tartışmalarını izleyince, bir kez daha ‘Siyasal İslam’la ilgili olarak Alevilerin ne kadar haklı olduğunu gördüm. Ülkenin İslami bir Cumhuriyete dönüştürülmesi ve yaşam tarzının her gün bir adım daha muhafazakarlaştırılması ya da daha doğru bir ifadeyle; İslamlaştırılması bu kadar aleni bir şekilde yapılırken; tartışmaların tamamına yakınında ne Siyasal İslam ne de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu konudaki rolü tartışılıyor. Laiklik, sanki utanılacak bir kavram gibi ağıza bile alınmıyor. Sorunun bir sistem ve demokrasi sorunu olduğu telaffuz bile edilmek istenmiyor! Sistemin dahil edilmediği tartışmalardan sonuç elde etmek bu nedenle mümkün gözükmediği gibi, bu tür bir tartışmanın Siyasal İslam’ın önünü daha da açacağı ve “İslam’ın emrettiği” yeni yasakların günlük hayatımıza önce gireceği, arkasından da hayatımıza nüfuz edeceği kesin gözüküyor…
Yaşadıklarından dolayı ‘bu tehlikeyi’ bilen ve bu konudaki her tartışmada bunu doğal bir refleks olarak ortaya koyan Aleviler; belki de bundan dolayı, ben kendimi bildim bileli iki konuda hep çok ısrarcı oldular: Bunlardan biri laiklik, diğeri ise Diyanet İşleri Başkanlığı idi. Aleviler ısrarla, laik bir ülkede Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kurumun olmayacağını belirtiyorlar ve ‘Diyanet’in devletin kurumsal kimliği dışına çıkarılmasını savunuyorlardı. Laiklik kavramını ise; yalnızca ‘din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması’ olarak açıklamıyorlar; laikliği, esas olarak devletin bütün inançlar karşısında eşit mesafede ve tarafsız olması olarak yorumluyorlardı… Bu yaklaşıma uygun olarak da Aleviler, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir tek inanca hizmet eden devasa bir kurumun varlığının, tereddütsüz olarak laikliğin reddi anlamına geldiğini, ülkenin toplumsal hayatını dönüştürdüğünü, misyoner ve yayılmacı bir yaklaşımla asimilasyonu hızlandırdığını belirtiyorlardı… Nitekim öyle de oldu. AKP döneminde laiklik yalnızca Anayasa’da yazılı bir madde halinde geldi. Adı olan ama kendi olmayan, sokakta hiçbir karşılığı olmayan yalan bir madde olan laiklik ortaya çıktı. Eğitimde laiklik tümüyle tasfiye edildi. İmam Hatiplerin sayısı iki yıl içinde 6-7 kat artıverdi! ‘Doğal olarak’ Diyanet İşleri Başkanlığı da, devlet eliyle devasa bir kuruma dönüştürüldü. İş o kadar ‘olağan’ bir hale getirildi ki, son üç yılda yaklaşık yüzde 42 artan ve 5-6 bakanlığınkinin toplamından büyük olan Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi artık kamuoyunda tartışılmaktan bile çıkarıldı! Tartışmak bir yana; Devlet Bakanı Bekir Bozdağ’ın, ‘Diyanet’in 5 Kasım'da TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'nda kabul edilen 5,5 milyar TL’lik bütçesinin ‘yetersiz’ olduğunu açıklaması bile es geçiliyor! Bozdağ; protokoldeki yeri bile yükseltilen, Başbakan ile Cumhurbaşkanı arasında yer bulan Diyanet İşleri Başkanlığı için daha fazla bütçe ve cami istiyor.
Alevilerin bu konudaki yaklaşımlarına ekranlar kapatıldı, gazete sayfaları kapatıldı; devletten vazgeçtik, en ‘baba’ solcular bile ‘Siyasal İslam’ı masaya yatırmaktan imtina ettiler. Alevilerin bu ülkede Anti-Kapitalist Müslümanlar kadar bile siyasi ağırlık oluşturmasına izin verilmedi! CHP ve BDP bunca gerçeğe rağmen, İslam’ın barışçı yüzüne vurgu yapmayı; hatta CHP, Diyanet’in kapatılmasını değil ‘yeniden yapılandırılmasını’ savunmaya bugün bile devam ediyor. Gerekçe mi? ‘Mütedeyyin Müslümanlar’ı incitmemek, onları kazanmak!
İslamlaştırmanın siyasi bir proje, demokrasi ve sistem sorunu olduğunu belirtmeden yapılacak her tartışmanın toplumda muhafazakarlaştırmayı arttıracağı kesin. ‘Başbakan’ın sözlerini yumuşatmaya çalışanlara, ‘Başbakan’ın gerçek İslam’ı temsil etmediğini söyleyenler, aslında kendilerini kandırıyorlar. İktidar hedefinden vazgeçemeyen İslamcıların Türkiye’de şu anda yaptıkları devede kulak bile değil.
Eskiden, yaşayan sosyalizmin defolarını kapatmak için ‘Reel Sosyalizm’ yani ‘Gerçek Sosyalizm’ kavramı kullanılırdı. Şimdilerde ‘Yaşayan İslam’ gerçekliğine rağmen bizlere “var olmayan, hayali bir İslam’ı” anlatanlara dönüp, bir kez de ‘Reel İslam’a bakmalarını öneririm. Afganistan’dan Libya’ya, Suudi Arabistan’dan Türkiye’ye kadar… Bunu yapamayacak ya da yapmak istemeyeceklere ise; Hüsnü Mahalli’nin dün Yurt’ta yayınlanan ‘Erkek Sandalye’ başlıklı yazısını okumalarını öneririm.
