İstenmeyen tüyler üzerine...

23 Haz 2013

Malum, geçtiğimiz haftanın en çok konuşulan mevzularından biri, Tayyip Bey’in mitingine katılan bir hanımın, yine Tayyip Bey’in namünasip bir uzvunda ‘kıl’ olduğunu açıklamasıydı. Bunun üzerine ‘sosyal medya’ denen gayya kuyusunda bir sürü muhabbet döndü.

“Lütfen AKP seçmenini aşağılamayalım, onlar bizim yoksul halkımız, onları anlamalıyız,” diyor bir tepki. Evet, yoksulları ‘aşağılık’ gören seçkinci bir tavır her zaman oldu bu memlekette ama zannımca konumuz bu değil.

Haziran Ayaklanması’yla birlikte meydanlara dökülen kitleler yoksulları, cahilleri hor gören bir tutum içinde olmadı hiç. Kendisini ‘kıl’ zanneden kadını da kimse aşağılamadı. O zaten kendisini yeterince aşağılıyordu... Herkes buna işaret etti...

Esas seçkincilik, “AKP tabanındaki yoksulları da anlamalıyız,” tavrıdır. Bu, lütfedip hayatında ilk kez sokağa çıkmış ve her şeyi bildiğini zanneden orta sınıf mensubunun, halk hareketine katılan yüz binlerce yoksulu fark edememesi anlamına gelir.

Evet, tam olarak böyledir.

Gazi Mahallesi’nden Taksim’e yürüyen on binler akşamları suşi mi yiyor sanıyordunuz yoksa?! O yoksullar kendilerini niye tenasül uzvunda tüy zannetmiyor peki?

Haysiyetsizliğin sınıfı yoktur. Haysiyetsizlik haysiyetsizliktir.

***

Kendi kendini aşağılayan bir kitle hep var oldu tarihte. Abdülhamid zulmüne karşı ayaklanan, dağlara çıkan, kelle koltukta mücadele yürüten devrimciler hiç de ‘çoğunluk’ falan değildi. Aksine, halkın çoğunluğu, “Padişahım çok yaşa!” diye bağırıp kendilerine dağıtılacak sadakaları bekleşiyordu saltanat kapısında.

Şimdi de AKP, devletin tüm imkanlarını seferber ederek, kendi faşizan örgütlenmesi dahilinde muazzam bir sadaka ağı yarattı. İnsan haysiyetini yerle bir eden, güce ibadet ettiren, kendini ‘kıl’ hissettiren aşağılık bir örümcek ağı bu...

Biz bunu anlayamayız. Bununla mücadele edebiliriz ancak.

Eğer her yoksul saltanat kapısında sadaka bekleseydi, insanlık tarihi köleci Roma’da donup kalmıştı. Oysa Spartaküs çıktı o kokuşmuş Roma’nın kafasını kılıcıyla yardı...

Bugün de dünyada ve memleketimizde iktidarların üç kuruşuna tenezzül etmeyen yoksul yığınlar olduğunu biliyoruz biz. Tarihi yapanlar da onlardır zaten.

***

Eğer haysiyetsizliği anlayışla karşılar ve meşrulaştırırsak, onu ortadan kaldıramayız. O zaman halkın üzerine gaz bombası atılırken birilerinin cep telefonlarını kapmaya uğraşan lümpenleri, mücadele esnasında erkek egemen küfürleri slogan yapan holiganları da anlamamız gerekir.

Biz bunları anlamıyoruz. Bunlarla mücadele ediyoruz.

***

Halk hareketi kendi ahlakını da yaratıyor. Bu toplumun uzun zamandır unutmuş olduğu dayanışma, itiraz etme, insan haysiyetini savunma melekelerini tekrar zihinsel kodlarımıza yerleştiriyor.

Antalya’daki gösteriler sırasında eşini dövmeye kalkan adam, ahaliden bir güzel sopa yiyor. Hareketin ahlakı kadının dayak yemesini sindiremiyor çünkü.

Ve o yüzden halk hareketinin en önünde kadınlar yer alıyor...

***

İsyan ‘nesne’leri ‘özne’leştiriyor. Yabancılaşma kırılıyor. O güne kadar sadece ‘var olan’ yığınlar, isyanla beraber ‘yaşamaya’ başlıyor.

Bu ‘insanlaşma’ halinin karşısında muktedirlerin zorbalığına çanak tutan bir haysiyetsizleşme, güce sürtünme, yalakalaşma hali de olacak tabii. İktidarları ayakta tutan başka ne olabilir ki?

Bu hali anlayışla karşılayamayız; bu hali hep beraber ayıplamalıyız. Yoksul olmak haysiyetsiz olmanın mazereti değildir. Haysiyetsizlik yüze vurulmalıdır.

Eğer daha ileri bir toplumsal yapı kurmayı düşlüyorsak, istenmeyen tüylerle ve onların ruh haliyle de mücadele etmeliyiz. Kimsenin kendisine ya da başkalarına kıl-tüy muamelesi yapamadığı bir dünya için...

paylaş