Medya utandırıyor: Yalan.. Sansür.. Biat

20 Haz 2013

Pazartesi günü, Taksim direnişinin bir bakıma “karakter testi” olduğundan söz etmiş ve bazı isimleri örnek vermiştim.

Fatih Altaylı, o örneklerden biri değildi. Oysa, en çok o hak ediyormuş yazılmayı. HaberTürk televizyonu ve gazetesi, yaltakçı gazete ve kanalları fersah fersah aşmış meğerse. İzlediğim bir haber, tüylerimi diken diken etti. Haberin konusu, çapulcuların ve onların yanında yer alan habercilerin “alçakça yalanları”ydı. Facebook ya da benzeri mecralardan birkaç yalan ve saçma haber/fotoğraf bulmuşlar. Onlar üzerinde tepinerek tüm gerçek habercileri/haberleri karalıyorlardı.

Son örnekleri de, TOMA’lara bidonla dökülen sıvıydı. “Birileri” o sıvının biber gazı çözeltisi olduğunu iddia etmişti. Ne kadar ayıptı. Çünkü o sıvı sadece ve sadece boyaydı. Bu haberin yayınlandığı gün, en az 4-5 gazetede TOMA’ya sıvının akıtıldığı bidonun fotoğrafı yer alıyordu. Bidonun üstündeki isim açık seçik görünüyordu: Jenix. Kısacık bir Google araştırması da sonucu ortaya koyuyordu. Jenix Türkiye’de biber gazı satışı yapan bir firmaydı. Bidondan TOMA’ya dökülen de biber gazının sıvı hali.

GEZİ ÇİÇEK AÇMIŞ! HaberTürk, dün kendisini de aştı. Gazete, okuyucusuna birinci sayfadan iki müjde verdi: Sosyal medyaya düzen geliyor.. Gezi Parkı iki günde çiçek açtı..

Eylemciler, tam da bunun için.. Gezi Parkı AVM olmasın, parkta çiçekler açsın diye kurmamış mıydı çadırları! Ağaçlara sarılıp uyumaları.. Şarkıları… Ve karşılığında biber gazı, su, biber gazlı su, plastik mermi.. Sonra? Aaa, ne güzel.. Gezi Parkı’na şu kadar ağaç, bu kadar çiçek dikilmiş.. Yaşasın!

Fatih Altaylı, Başbakan Erdoğan ile yaptığı ve eşi Hande’nin bile tweet ile tepki gösterdiği söyleşide göstermişti aslında seçimini. Ama doğrusu bu kadarını beklemiyordum. NTV ve CNNTürk, hiç olmazsa uzak durmakla, yer yer sansürlemekle yetindi.

Erdoğan’ın doğrudan kontrol ettiği Star, Sabah gibi gazeteler ve kanallardan söz etmek bile gereksiz. Haberleriyle “yalan arşivi” oluşturuyorlar. HaberTürk ise, merkez medyada kirlenmenin şampiyonu oldu. Susurluk skandalı sonrası alanlarda gördüğümüz, hatta kişisel çağrısıyla insanları alanlara çeken Fatih Altaylı “direnemedi”. Sansürle bile yetinmedi. Biat etti. Biat etmenin gereklerini yerine getirdi. Getiriyor.

NEDEN “KUZEY KÜRDİSTAN” DİYEMEDİLER Yalan ve biat, “birinciliği” hak ettiği için yazıya öyle başladım. Sıra, son dönemin en ilginç sansüründe. Ama konumuz Taksim Direnişi değil. Başbakan’ın hâlâ “çözdük” dediği, diyebildiği meselede.

Geçtiğimiz hafta sonunda Diyarbakır’da bir konferans toplandı. Bir başka zaman olsa, konferans manşetlerde, TV haberlerinin birinci sırasında yer alırdı. Elbette bu sıcak gündemde olamazdı. Olmadı. Ama hiç değilse, içerilerde ve “anlaşılır” bir şekilde verilseydi.. Ve konferansın adı sansürlenmeseydi.. Erdoğan’ın “tamam” dediği konuda “nerede” olduğunu anlardık.

Konferansın tam adı şöyle: Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı. Oysa, gazete ya da TV haberlerinde yarısı kullanıldı. Tahmin edeceğiniz üzere, adından “Kuzey Kürdistan” kısmı çıkartıldı. Nedenini anlamak güç değil. Kuzey vurgusu, Büyük Kürdistan’a bir göndermedir. Diyarbakır’da böyle bir konferans düzenlemek de o göndermenin altını çizmek, Ankara’ya bu mesajı vermektir. Bunun, Kürt meselesinde çözüme yaklaştıklarını iddia eden Başbakan Erdoğan’ın hoşuna gitmeyeceği açık.

Bu kadar da değil. Konferans farklı siyasi ve inancı temsil eden 80 kadar grup/kuruluş ve oluşumu buluşturdu. DTK ön saftaydı. BDP milletvekilleri de katılmıştı elbette. Yanı sıra, çok ilginç isimler vardı. Örneğin, sosyolog İsmail Beşikçi, korucubaşı İskender Ertuş, Mardin-Diyarbakır Metropoliti Saliba Özmen, KADEP VE ÖSP genel başkanları ve Roman temsilcisinden Türkiye’deki dini / etnik azınlıkların temsilcilerine pek çok isim..

ÖCALAN’A ÖZGÜRLÜK TALEBİ Konuklara, katılımcılara ve konferansın delegelerine bakınca, Kürtler’in çok önemli bölümünü temsil ettiği söylenebilir. Peki, konferans nasıl sonuçlandı? Nasıl bir karar alındı?

Başbakan’ın duymaktan hoşlanmayacağı, medyanın da muhtemelen bu nedenle sakladığı sonuç bildirgesinde özetle şöyle dendi:

Konferansımız, demokratik çözüm sürecinin başat aktörü Sn. Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünü talep eder.

Kürdistan halkları kendi tercihleriyle statülerini (özerklik-federasyon-bağımsızlık gibi) belirleme hakkına sahiptir. Konferansımız Kürdistan’ın bir statüsü olmadan Kürt sorununun nihai olarak çözülemeyeceğini karar altına almıştır.

Kürdistan halklarının kendi kimliği ile örgütlenme özgürlüğü, anadilde eğitim ve Kürtçenin resmi dil olarak kabulü, anayasal güvence altına alınmalıdır.

Konferansa ve sonuç bildirgesine bakınca ne görüyorsunuz? Erdoğan ile Kürtler’in çözüm formülleri arasındaki uçurumu değil mi!

Unutmadan eklemeliyim; yorumlara bakılırsa Şırnak polisi İstanbul’a sevk edildiği için birkaç gün önce kentte bir gövde gösterisi yapılmış. Bir PKK’lının cenazesi, konvoyla, bayraklarla ve (dikkat!) “dağdan inen PKK’lılarla” toprağa verilmiş.

Çözüm anlayışındaki farklılıklar.. PKK’lıların çekilmesi tamamlandı tamamlanıyor yalanları.. Başbakan’ın, şu sıralarda tek bir derdi var: Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar bu meseleyi unutmaya bırakmak. Medyası da sağ olsun işte bunu yapıyor! Unutturuyor. Sansürleyerek gözden kaçırıyor. Haberi verir gibi yapıp “Kuzey Kürdistan” demeden ve içeriğine şöyle bir değinip geçerek “gömüyor”.

ASIL BÜYÜK SALDIRI MEDYAYA Bilmeniz gerekenler sizden saklanıyor hanımefendiler, beyefendiler. Size ya eksik ya da yalan söyleniyor. Belki beğenirsiniz, belki öfkelenirsiniz. Önemli olan, bilme / öğrenme hakkınız. İşte o hak ellerimizden alındı, alınıyor. Biz dikkatimizi Taksim’e ve Taksim’e dönüşen meydanlara çevirdik. Oysa, Erdoğan asıl medyanın üzerine topuyla tüfeğiyle saldırıyor. Başını azıcık kaldıranı affetmiyor. En küçük habercilik çabasını cezalandırıyor. Koşulsuz, sorusuz biat istiyor. Biat etmeyeni “süpürüyor”.

NTV’nin başındaki Cem Aydın istifa etti veya uzuuun bir tatile çıktı. SHOW Haber’in başındaki Ali Kırca, ekibiyle birlikte –masalarını toplamak suretiyle- izne gönderildi. Ekranlarda bir gördüğünüzü bir daha göremeyebiliyorsunuz. İş o hale geldi ki, merkez/ ana akım medya deyince aklınıza gelen sayısız isim şu anda dışarıda.

İçeridekiler de, galiba onların (bizlerin) yanına katılmamak için uğraşıyor. Yalanla, sansürle medya tarihinin en karanlık sayfalarını yazıyor.

KEMERLERİNİZİ BAĞLAYIN, LİDERİNİZ İNİŞE GEÇMİŞTİR! Hani muhalif gazetelerde görsek şaşırmayacağız. Ama Zaman’da, daha doğrusu kardeşi Today’s Zaman Gazetesi’nde yayınlandı. Ayrıntılarını dün YURT’ta okudunuz: Metropoll araştırma şirketinin Gezi Parkı eylemleri sonrasında yaptığı ankete göre, AKP’nin oyu yüzde 35.3.

Ayrıca, yüzde 49.9’a göre, “AKP Hükümeti otoriterleşiyor”.

“Gezi Parkı yeşil alan olarak kalsın” diyenlerin oranı ise yüzde 62.9..

Çok ilginç değil mi! Erdoğan yüzde 50 + 50 deyip duruyordu ya.. Bu “yarı yarıya bölünme”, AKP’nin otoriterleşmesi görüşünde yaşanıyormuş. Erdoğan’a oy vermeye gelince, iş değişiyor ve oran yüzde 35’e düşüveriyormuş.

Anket son derece çarpıcı. Fethullah Gülen’in medya grubundaki bir gazetede yayınlanması ise, aynı ölçüde ilginç.

Hele Zaman’ın dünkü 1. Sayfası. Manşette Türkçe Olimpiyatları’na katılan çocuklar var. Yan manşette ise CHP Genel Başkan Yardımcısı Toprak. Ve şu başlık: “Gerilim herkesi yordu, ortak akılla hareket etmeliyiz.”

“Ortak akıl” ne anlama geliyor? Gülen Cemaati yeni müttefik arayışında mı? CHP’nin içinde Fethullah Gülen ile yakınlaşmayı savunanlar mı var? Bu sorular ve yanıtları, gelecek günlere / yıllara ışık tutacak. Önümüzdeki günlerin birinde köşemi bu konuya ayırma sözü vereyim. Noktayı şimdilik böyle koyayım.

DURAN ADAM İşte günün adamı: Erdem Gündüz.. Genç bir tiyatrocu / dansçı.. Gözleri Türk bayrağı ve Atatürk’te, Taksim’de 8 saat ayakta durdu. Türkiye’yi ayağa kaldırdı. Polisin insanları, sırf “durduğu için” gözaltına aldığını.. Yani, iktidarın barışçı / pasif bir direnişe bile katlanamadığını gösterdi. Bir ay sürmesini planladığı eylemi 8 saatte bitmiş. Ne gam! Erdem Gündüz, artık direniş tarihinin en parlak yıldızlarından biri.

VE HAYKIRAN KADIN: İsimsiz kahramanlar ve görüntüleri ekranlardan akıp gidiyor. Tıpkı, Erdem Gündüz’ü gördüğü anda sokağa çıkıp “durmaya başlayan” Ankaralı kadın gibi. Bir başka kadını da, İstanbul’daki o kara gece sırasında haykırışıyla tanıdık. Pencereye çıkmış, “YETER ARTIK.. BIKTIK.. GİDİN ARTIK” diye haykırıyordu. Genç kadın, hemen her haberde yer aldı. Ama yaltakçı gazetelere bakarsanız, hedefi eylemcilerdi. Bir insan, kendisini ihbar eder mi? Hele böyle bir gündemde! Hande Karaca etti. Çünkü polisin yanında yer aldığının düşünülmesi, ona her şeyden daha fena gelmişti. O hem haykırarak hem de hedefini açıklayarak “durduğu yerde yıldız” olanlar arasına katıldı.

paylaş