- Cumhuriyet
Şemdinli’de başlayan ve bugüne kadar çeşitli biçimler alarak süren son PKK eylemlerinin amacı konusundaki yorumumu, 10 gün önce, 4 Ağustos tarihinde, bu köşede şöyle ifade etmiştim: “PKK, barışçı görüşmelere, müzakereye yanaşmayan, daha da ileri giderek Suriye’deki Kürtleri bile tehdit etmeye yeltenen AKP rejimine, dünya âleme seyirlik olsun diye, güç gösterisine girişti. ‘Alan savunması’ diye tabir edilen, kitlelerle bütünleşerek coğrafyada yerleşme ve rejimi işlemez kılma hamlesini deniyor. Vur-kaç taktiği değil, halkın içine yerleş, vur-kal gibi bir iddia taşıyor bu hamle. Bir tür ‘silahlı propaganda’dır bu. (…) Buradan verilmek istenen mesaj: ‘İstersek bu bölgeler bizimdir, istersek biz yönetiriz, ama bizim istediğimiz kurtarılmış bölgeler değil, Kürtlerin yaşadığı tüm Türkiye’de, eşit yurttaş muamelesi görmektir. Bunun anayasal, yönetsel güvencelerinin sağlanmasıdır.’ Alan savunması, AKP rejimini kitleler önünde yıpratacak, çaresiz gösterecek bir oyun planıdır ve sonunda AKP rejimini müzakereye zorlama hedefli bir propaganda türüdür...”
Şemdinli’den Foça’ya sıçrayan, ardından CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün PKK’ce ‘gözaltına alınmasına’ vardırılan bu eylemler, toplumun farklı kesimlerinde farklı algılar yaratıyor. Türkler farklı, Kürtler farklı algılıyor. Ortadoğu arenasındaki kum fırtınasının ortaya çıkardığı Suriye Kürt Özerk Bölgesi gibi tepeciklerle beraber, PKK’nin eylemleri, “Büyük Kürdistan’ı kurma” fantezisine kadar vardırılıyor ve ne yazık ki bu “umacı” günbegün taraftar topluyor. Vereceğim son örnek çarpıcıdır: CHP Kocaeli Milletvekili dostum Prof.Dr. Hurşit Güneş’in 14 Ağustos tarihli Cumhuriyet’te yer alan makalesinde de aynı algının izlerine rastlamak düşündürücü... Diyor ki Güneş makalesinde; “Artık bugün Kuzey Irak’ta Kürt özerk bölgesi var ve bu gelişme karşısında Türkiye’nin kendi sınırları içinde bir siyasal hareketliliğin olmaması düşünülemez. Benzer bir biçimde Kuzey Suriye’de Kürtlerin egemen olduğu bir bölge oluşuyor ve bu oluşumun da ABD tarafından tasarlandığı görünüyor.”
Güneş’in Suriye Kürt Özerk Bölgesi’nin oluşumunun altında ABD tasarımını neden aradığını anlamak kolay değildir. Suriye’de 3 milyon Kürt var ve en az 10 yıldır PYD örgütlenmesi altında, PKK’nin dayanışmasıyla, özerklik statüsü arayışındalar. Birden ortaya çıkmadılar ve herkes de biliyor ki Irak’taki oluşum da dahil hiçbir Kürt özgürlük çabası, emperyalizm tasarımı olarak başlamadı. Emperyalizm, işine geldiği her yerde bu tür mücadelelere yön vermeye, kendi amaçları doğrultusunda kullanmaya çalışır, o başka. Buna o özgürlük hareketlerinin izin verip vermemeleri de ayrıca başka meseledir. Bu önemli noktayı atlayanların beylik senaryosu “Büyük Kürdistan”dır. ABD emperyalizminin bölgedeki 4 ülkede parçalı yaşayan Kürtleri bir araya getirerek kendisine bağlı bir Kürt devleti kurmak, böylece bölgede ikinci bir İsrail oluşturmak istediği türü bayat klişeler, yeniden ve yeniden ısıtılmaktadır. ABD’nin böyle bir senaryosu olabilir. Ama neden kimse, Suriye’de Kürtlerin özgürleşme mücadelesine saygı duymuyor ve bunun onların en doğal hakları olduğuna inanmak istemiyor da, bu kadarlık bir gelişmeyi bile komplo, kendine tehdit olarak görüyor? Aynı rüzgârdan Hurşit Güneş de etkilenmiş olmalı ki şöyle yazıyor makalesinde: “Kürt sorunu sadece bir iç güvenlik sorunu olmadığı gibi, sosyoekonomik yahut sosyokültürel ya da demokratik gelişmeyle ilgili de değildir. Bunların hepsinin yanı sıra sorunun temelinde bölgede yeni bir siyasal tasarım yürümektedir ve Türkiye bu konuda gafil avlanmıştır.” Nedir yeni tasarım? “Büyük Kürdistan” projesi mi? Kürt siyasetini TBMM’de temsil eden BDP’nin eşbaşkanı Gültan Kışanak, 9 Ağustos tarihli Akşam gazetesinde, “Biz birlikte yaşamayı seçtik” derken şunları ekliyor sözlerine: “Türkiye’deki Kürt örgütleri eskiden Bağımsız Birleşik Kürdistan istiyorlardı. Bugünse PKK ve PKK dışındaki Kürt örgütlerinin büyük çoğunluğu Bağımsız Birleşik Kürdistan istemiyor. Türkiye’deki Kürtler, dünyadaki gelişmelere, bölgesel konjonktüre bakarak demokratik haklar konusunda başka bir yolu tercih ettiler. Kimisi federasyon diyor, kimisi otonomi diyor, biz demokratik özerklik öneriyoruz. Açıkça, Kürtler birlikte yaşamayı tercih ettiler. Buna bir an önce artık el uzatılması lazım...”
***
Bu sözlerin nesi anlaşılmaz; Kürt siyasetini temsil edenler, biz ayrı devlet derdinde değiliz, Suriye’dekiler de değil, diyorlar ama, hâlâ ısrarla bir “tasarım”ın bir “senaryo”nun varlığını, bunun da ABD menşeli olduğunu, tavşanın çektiği niyet kâğıdından okumak moda. Böyle bir bakış, kimi, ne kadar ilerletir, sorunu ne kadar çözer, kimi, ne kadar yakınlaştırır? Daha doğrusu Türk-Kürt halklarını yakınlaştırır mı? Tersine uzaklaştırır, soğutur. Bir yılı aşkın bir süredir, PKK’nin lideri, Kürt halkının önder dediği kişi, İmralı’da tecrit altında tutuluyor. PKK bir bütün olarak her gün “Önderliğimizin durumu bu olursa biz savaşı tırmandıracağız” diye açıklamalar yapıyor, Kürtlerin haklarının güvenceye kavuşturulması gerektiğini söylüyor. Bunun için de bir “silahlı propaganda eylemler dizisi” başlatmış görünüyor. Ancak Kürt siyaseti görmeli ki, PKK’nin eylemleri toplumda yanlış algılara zemin hazırlıyor. Bu algının yaratılmasına, PKK’nin Foça eylemleri kadar Hüseyin Aygün eylemi de yol açmış görünüyor. Amaç, mesaj kadar, seçilen araçlar, yöntemler de önemlidir. BDP Eşbaşkanı Demirtaş, “En tehlikeli şey karşılıklı milliyetçilik ve etnik gerilimin artmasıdır. Milliyetçiler düşmanlık besleme yerine savaşa karşı biraz sesini yükseltseler memleket için daha hayırlı olur” diye konuşmuş. Demirtaş, aynı telkini, aynı vurguyla, ayranı kabarıp haklıyken haksız duruma düşen-düşüren Kürt milliyetçilerine de yapmalıdır.