- Radikal
Bir 'ortak Batı askerî harekâtı' karşısında Tayyip Erdoğan'ın durumu, 'aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık' oldu.
Suriye’ye ortak ‘Batı askerî harekâtı’ göstere göstere geliyor. İngiliz Financial Times’ın dünkü başyazısının başlığı, ‘Hiçbir iyi seçenek yok ama hiçbir şey yapmamak en kötü seçenek’ idi ve bu cümle, birkaç gün önce Fransa Dışişleri Bakanı tarafından söylenmişti.
İngiltere Başbakanı David Cameron, tatilini yarıda keserek Londra’ya döndü ve bugün Suriye’ye ilişkin ne yapılacağı konusunda bir önemli toplantı düzenledi. Cameron, zaten ABD ve Fransa üzerinde, Suriye’ye karşı ‘bir şeyler yapılması’ için günlerdir bastırıyordu.
İngiltere istiyor, Fransa gönüllü. ‘Sorun’ ABD’de idi. Dış politikasında ‘Irak sendromu’nu yaşamaya devam eden ABD’de Barack Obama’nın Suriye’ye askeri müdahaleye en ufak bir istek duymadığı herkesin çoktandır malumu. Ancak ‘kimyasal silah kullanımı’nı geçilmesi yasak ‘kırmızı çizgi’ ilan etmiş olan ABD Başkanı’nın, bu ‘yasağı koyuşu’nun birinci yıldönümünde, yani 21 Ağustos günü Şam varoşlarında ‘kimyasal silahla gerçekleştirilmiş’ bir saldırı sonucunda 1000’den fazla insanın öldürülmesi karşısında eli kolu bağlı kalması da düşünülemezdi.
Nitekim, bir başka tatilini yarıda kesen yetkili olan ABD Dışişleri Baranı John Kerry, kimyasal silah kullanılmış olmasının ‘inkâr edilemeyecek bir gerçek’ olduğunu açıkladı. John Kerry’nin bu açıklamasından sonra Suriye’ye askeri harekât için ‘geri sayım’ başlamıştır. Suriye, bir ‘ortak Batı askeri harekâtı’ ile yüz yüzedir. Suriye rejiminin dostları, sempatizanları binbir türlü görünürde ‘rasyonel gerekçe’ ileri sürerek, rejimin böyle bir kimyasal saldırı gerçekleştirmiş olmasının mümkün olmayacağını öne sürüyorlar. Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim de, kesin bir dille, kimyasal saldırının ardında oldukları iddialarını reddetti. Ancak 15 Mart 2011 tarihinden itibaren silahsız gösteri yapan kitlelere ateş açıp biçerek, iki buçuk yıl içinde 100 bin insanın ölümüne yol açmış olan, geçmişinde Hama’da on binlerce insanın katliamına damga vurmak gibi bir sicili olan Şam’daki rejimin inandırıcılığı da yok, siyasi kararlarında mutlaka ‘rasyonalite’ arama gereği de. Kerry’nin Suriye’de bulunan BM uzmanlarının topladığı bulguların önemli olmakla birlikte, ‘vicdan ve sağduyunun zaten ortaya koymuş bulunduğu gerçekleri kanıtlamak için şart olmadığı’na dair sözlerini ‘saldırı kararının ilanı’ olarak anlamak mümkündür. Nasil bir saldırı?
Washington Post’un dünkü sayısı olabildiğince açıklıkla anlatıyor: “Başkan Obama, Suriye’ye karşı sınırlı boyutta ve sürede bir askeri darbe vurulmasını hesaplıyor. Bu darbe, hem Suriye’nin kimyasal silah kullanmasına bir ceza ve Suriye için bir caydırıcı olacak hem de ABD’yi ülkenin iç savaşına daha derin biçimde dahil olmaktan uzak tutacak... Böyle bir saldırı, muhtemelen iki günden daha uzun sürmeyecek ve denizden atılan cruise (seyir) füzeleri ile –büyük ihtimal- uzun menzilli bombardıman uçaklarıyla yapılacak ve Suriye’nin kimyasal silah arsenaliyle doğrudan bağlantılı olmayan askeri hedefleri vuracak.” Şu sırada Doğu Akdeniz’de dört savaş gemisi, 430 adet Tomahawk füzesi taşıyor. Her birinin menzili 1500 mil, yani 3000 kilometreden fazla. Bunun yanı sıra 20 bin kiloya kadar bomba taşıma kapasitesine sahip Stealth uçakları, Missouri’deki üslerinden kalkıp bir kez yakıt alarak Suriye’deki hedeflerine ulaşabilir durumda. Bütün bunlardan Türkiye’yle ilgili olarak anlamamız gereken ne? Şu: Suriye’ye yönelik operasyon, esas olarak, bir ABD-Fransa-İngiltere operasyonu olacak. ABD’nin önderliğinde, Fransa ve İngiltere’nin rol alacağı... Suriye topraklarına ‘işgalci postallar’ basmayacak. Tüm operasyon, 1995’te Bosna’da, 1999’da Kosova’da olduğu gibi ‘havadan’ gerçekleştirilecek. Bu sayede, ne Amerikalılar ne Fransızlar ve İngilizler ‘Suriye bataklığı’na batmış olacaklar. 1995 ve 1999’daki Sırplara, Bosna ve Kosova’da diz çöktüren hava bombardımanları da BM Güvenlik Konseyi’nden tümüyle bağımsız biçimde gerçekleştirilmişti. Ve, bu operasyonda, Türkiye’nin topraklarının da hava sahasının da hiç kullanılmaması ihtimali, kullanılması ihtimalinden çok daha fazla. Türkiye’yi, 2003’te Irak’a yönelik büyük çaplı bir askeri harekâtta ‘vazgeçilmez’ görenler vardı. Öyle görenler, şu sırada Türkiye’yi yönetenlerin bir bölümü. 1 Mart (2003) Tezkeresi’nin Türkiye topraklarını ABD güçlerine kullandırmama kararı, ABD’nin Irak’ı, Saddam Hüseyin’in başında bulunduğu Baas rejimini devirmeyi hedef alan, işgalini önlemedi. Türkiye ile ABD ilişkilerini gerdi. Türkiye, bir süre, Irak’taki ve özellikle Kürdistan’daki gelişmeleri uzaktan seyirle yetinmek zorunda kaldı. Bu kez, Türkiye, Suriye’nin Başşar Esad’ın başında bulunduğu Baas rejiminin yıkılmasından yana ve Batı’nın askeri müdahalesine hevesli ama bunda –ironik biçimde, 2003’te Irak’taki durumun aksine- pek rol sahibi olacağa benzemiyor.
ABD’nin başını çekeceği, Fransa ve İngiltere’nin belkemiğini oluşturacağı ‘gönüllüler koalisyonu’ Türkiye’ye hiç ‘borçlanmadan’ amaçlarını yerine getirebilir. Esasen, amaç, Başşar Esad’ı yıkmadan, devirmeden cezalandırmak. Rejimin, muhtemelen alacağı askeri darbenin, son zamanlarda sürekli zemin ve mevzi kaybeden Suriye muhalefetine durumu bir nebze dengelemesi beklenebilir. Ancak ‘darbenin şiddeti’, ne rejimin ne de muhalefetin ‘Suriye’yi kazanabileceği’ bir dengede ayarlanacağa benziyor. Nitekim, ‘ortak Batı askeri harekâtı’nın ‘potansiyel hedefleri’ arasında, Şam’ın Guta banliyösündeki kimyasal saldırıyı gerçekleştirmekten sorumlu tutulan, Başşar’ın kardeşi Mahir Esad komutasındaki 4. Zırhlı Tümen’in 155. Tugayı ile iki buçuk yıldır kan döken Şebbiha adlı paramiliter çetelerin merkezleri sayılıyor. Suriye rejimine dayak atılmasından yana olan Tayyip Erdoğan hükümetine sorulacak sorular da var; en başta şu: “Mısır konusunda sürekli ikiyüzlülüklerinden dem vurduğunuz ABD-Fransa-İngiltere’nin Suriye’ye karşı ‘ortak askeri harekâtı’ hakkında nasıl bir tavır takınacaksınız?” Bu soruya ‘evet’ cevabı da verilse, ‘hayır’ da dense, Türkiye’nin Suriye’de ‘ofsaytta kaldığı’ gerçeği değişmeyecek. Bir ‘ortak Batı askeri harekâtı’ karşısında Tayyip Erdoğan’ın durumu, ‘aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık’ oldu. Başbakan, son haftalarda çok savruldu; ağzınızdan çıkanı kulağı duymadı. O yüzden, İhsan Dağı’nın dünkü Zaman’daki şu sorusuna ve satırlarına da kızmak yok: “‘Kan ve petrol içenler’ bölgeye yeniden geliyorlar galiba. Gelip Suriye’de Esed rejimini yıkacaklarmış. Gelsinler mi? Gelsinler diyorsanız ve hatta onları çağırıyorsanız, ortaklık teklif ediyorsanız, haftalardır Batı, ABD, Avrupa hakkında saydırdıklarınızı unutmaya hazır mısınız? İlkeli, ‘değer’li dediğiniz dış politika çizgisinin bu ‘ortaklık’la ‘değersiz’leştiğini söyleyenlere ne cevap vereceksiniz?”
