6'lı masanın 10. toplantısı dün Gelecek Partisi ev sahipliğinde toplandı. Gündemde geçiş süreci yol haritası, ortak politikalar metni, başörtüsüne dair Anayasa teklifine tavır ve aday konusu vardı. Bu yazının yazıldığı saatte ev sahibi sebebiyle en uzunu olacağını tahmin ettiğim toplantı henüz devam ediyordu. Toplantı sonrası 6 genel başkanın başarılı bir zirve yaptıklarını ilan etmesi hiç şaşırtıcı olmaz. Zira genel başkanlar "ortak aday" çıkaramasalar bile dağılmadıklarını öne sürmekte ısrarcı olacaktır. Masadaki hiçbir parti masanın dağılmasının siyasi yükünü taşıyamaz. Ve Meclis seçimleri için küçük partiler 41 ilden aday çıkarıp, diğer 40 ilde CHP veya İP aday listelerinde yer alma mecburiyeti içinde. Bu itibarla ürettikleri metinlere ve milletvekili seçimlerine dair işbirliğine işaret ederek masanın dağılmadığını söyleyeceklerdir. Muhalefet arasındaki böylesi bir kısmi işbirliğinin "ortak aday ve programa destek veren genel başkanlar" profilinden hayli farklı olacağı açık.
Sabah
Rusya, Ukrayna sınırına 80 bin askeri boşu boşuna yığmadı. Bu açık bir savaş işareti olarak okunabilir. Birkaç haftadır Rusya, dünyanın tepkisini ölçüyor. Daha ne kadar süre bekler bilemiyorum, ama bu işin sonunda doğrudan bir ilhakla daha karşılaşabiliriz. Putin belli bir süredir dünya ile irtibatı kesti. Kapılarını diyaloğa kapamış gibi bir hali var.
Hem özelde Amerika'nın hem de genelde Batı'nın oldukça zayıf tepki verdiğini düşünüyorum. İki Amerikan savaş gemisi Karadeniz'e çıktı. Ama bu Rusya'nın başlatacağı bir kara savaşını caydırmak için yeterli değil. Amerikan Dışişleri Bakanı Blinken de bir iki açıklama yaptı. Ama çok cılız... "Rusya saldırganlık ederse bedelini öder" diyor. Fakat o bedelin ne olduğunu kimse bilmiyor. Rusya bu tür açıklamalardan bırakın çekinmeyi, daha da cesaretleniyor olabilir.
2007-2010 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde yüksek lisans yaptım. Kulaklarımı ve boynumu kapatacak şekilde diktirdiğim bone üzerine şapka takarak, kimseye görünmemek için ana giriş kapısı yerine Bebek kapısını kullanarak, dik ve uzun bir yokuş yolu tırmanarak bölümüme gidiyorum. Bölüm içinde başörtülüyüm ama ne o meşhur yemyeşil çimlerin ne kantinin keyfini çıkarabiliyorum; güvenlik görevlilerine görünmeden eğitimimi tamamlamaya çalışıyorum.
Başkan Erdoğan dün İdlib krizini görüşmek üzere Moskova'daydı. Rus lider Putin ile yaptığı ikili zirve tüm başkentlerin ilgi odağındaydı. Bütün uzmanlar 2015 uçak krizinde bu yana en gergin toplantının gerçekleştiğinde hemfikirdi. Zaten on gündür sahadaki askeri hareketliliğin artması bir anlamda bu zirveye hazırlıktı. Heyetler arası görüşmelerden bir uzlaşma çıkmadığı için son söz Erdoğan ve Putin görüşmesine bırakılmıştı. İki liderin basına ilk açıklamaları ve baş başa görüşmeyle başlanması içerideki müzakerenin ne kadar kritik olduğunu ve zorlu geçeceğini gösteriyordu. Erdoğan bölgedeki sıkıntı dolayısıyla dünyanın gözünün burada olduğunu ifade etti: "Bugün burada atacağımız adım, alacağımız isabetli kararlar bölgeyi de ülkelerimizi de rahatlatacaktır." Putin de şehit olan askerlerimizle ilgili başsağlığı diledikten sonra krize çözüm bulma istekliliğini gösterdi:
Önceki akşam İdlib'den yüreğimizi yakan acı haber geldi. 33 askerimiz Rusya destekli Esad güçleri tarafından şehit edildi. Milletimizin ve kahraman askerlerimizin ailelerinin başı sağ olsun. Türk askerinin konumu Rus makamlarına bildirildiği halde hain saldırıyı engellemeyen Moskova İdlib'de yaşanandan sorumludur. Saldırıdan sonra Ankara, tüm gece SİHA'larla 200 hedefi ve 329 rejim unsurunu etkisiz hale getirdi. İletişim Başkanı Altun'un yaptığı açıklamaya göre "Rejim hedefleri Türkiye için meşru hedef" konumunda.
İdlib krizini yönetmek için Ankara üç düzlemde seferberlik halinde. Bunlar, askeri operasyon, diplomasi ve uluslararası kamuoyu. Esad güçlerinin 13 askerimizi şehit etmesinden sonra öncelikli olan elbette askeri düzlem. Gözlem noktalarını tahkim eden Ankara alan kontrolüne geçiş için birlikler sevk etmeye devam ediyor. Başkan Erdoğan, Esad güçlerinin Soçi mutabakatına göre tüm İdlib'den çekilmesi için şubat sonuna kadar süre vermişti. Çarşamba günkü grup toplantısında da Türkiye'nin askeri operasyonunun koordinatlarını açıkladı: "Gözlem noktalarındaki veya diğer yerlerdeki askerlerimize en küçük bir zarar gelmesi halinde, bugünden itibaren, İdlib'le ve Soçi Muhtırası sınırlarıyla bağlı kalmadan, rejim güçlerini her yerde vuracağımızı buradan ilan ediyorum." Bu cümleden anlaşılan operasyonun alanı tüm İdlib, ancak saldırının bedeli Esad güçlerine tüm Suriye'de de ödetilebilir.
İşe bakın... Tam bir süre daha aslında hukuku en üstte tutuyormuş, hukuk ahlakını ve demokrasiyi savunuyormuş havasını atmaya hazırlanıyorlarken... Ağızlarındaki baklaları birer birer çıkartmak zorunda kaldılar. Artık hangi belagat bu berbat manzaranın üstünü örtebilir ki?.. Söyleyin bana... Bir yargı kararını "mazereti ve gerekçesini" umursamadan eleştirmenin neresi etik, neresi hukuk, neresi demokrasi savunmasıdır? Bütün bunların en nihayetinde "yüksek yargı bizim/benim onaylamadığım kararları alamaz" manasına geldiğini sokakta top oynayan çocuklar bile anlar. Ya 2007'de Anayasa Mahkemesi'nin "367 Kararı"yla YSK'nın İBB seçiminin tekrarına karar verişi arasında bağlantı kurmaya ne demeli? Bu tutum hukukun savunulmasından ziyade yeni siyaset yolları için hayal gücünün zorlanması anlamına gelmiyor mu?
***
MHP, Türkiye’ye yönelik saldırılar yoğunlaşınca adına ve liderinin ismine yaraşır biçimde bir devlet/millet partisine dönüştü. Devlet Bahçeli, kim ne derse dersin MHP’nin Türkeş’ten sonraki ‘ikinci başbuğ’u olarak adını tarihe yazdırdı
"20 Temmuz'da bir darbe yapıldı Türkiye'de, OHAL ilan edildi. 15 Temmuz FETÖ'nün kontrollü bir darbe girişimiydi, 20 Temmuz ise gerçek darbe..."
"12 Eylül'de 'Bizim çocuklar başardı' diyorlardı. Çok şükür 15 Temmuz'da onların gayri meşru çocukları kaybetti. Her birimiz Türkiye'yi son neferimize kadar savunmalıyız."
Birincisi, hakikati ters yüz ederek gerçek darbeyi değil, ona karşı yürütülen mücadeleyi hedef alan; ikincisi ise Türkiye'ye karşı açılmış savaşın, yani hakikatin bilincine varmış bir siyasi aklın ürünü olan bu açıklamaların kimlere ait olduğunu tahmin edersiniz. İlki CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun, ikincisi ise MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin açıklamaları.
CHP ve HDP'nin Meclis kürsüsünü kırmaya varan direnişi devam ediyor.
Ancak Cumhurbaşkanlığı sistemini içeren yeni anayasanın maddeleri Ak Parti ve MHP işbirliğiyle bir bir Meclis'ten geçiyor.
Kavga gürültü arasında işin özü atlanıyor.
Aslında bu kavga gürültünün bir nedeni de o zaten.
Örneğin anayasa değişikliğine "ölümüne," "kefen giydik", "Kansız değiştirilemez" diye karşı çıkanlar... Kavga çıkartmasalar geçmesin diye uğruna burun kırdıkları bir maddenin şu olduğunu seçmene izah edebilirler miydi?
Yargı yetkisinin, Türk milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağına dair hüküm, 'bağımsız ve tarafsız' mahkemelerce kullanılacağı şeklinde değişti.
Peki, kabul edilmesin diye milletvekili ısırdıkları şu madde önerisine ne buyrulur?
Seçilme yaşı 25'ten 18'e düşürüldü.
Bilemiyorum, belki de milletvekillerinin 5 yılda bir Cumhurbaşkanıyla birlikte seçilmesine içerleyip Meclis'i kilitlemeye çalışıyorlardır.
"Hayır, bizim itirazımız paketin tümüne" dediklerini duyuyorum.