Aslı Aydıntaşbaş

01 Nis 2018

Saraybosna, Birinci Dünya Savaşı’nın tesadüfen başladığı yer. 1914 yılında çoğu Avrupalının adını sanını duymadığı bu ufak Balkan şehri, kenti ziyaret eden Avusturya-Macaristan veliaht prensi Franz Ferdinand’ın suikasta uğraması sonucu, insanlık tarihine “Dünya savaşı başlatan şehir” olarak geçti.
Daha 2 yıl öncesine kadar adını sanını duymadığımız Münbiç de, bugün tuhaf bir biçimde bölgesel bir çatışmanın adresi olmaya aday.
Son günlerde yaşananları alt alta koyalım. Ankara’nın giderayak pek sevdiği ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, görevden ayrıldı. Türkiye ve ABD arasında Münbiç konusunda görüşmeler yine de devam etti. Amerikalılar, Türkiye ile gerilimi düşürmek istiyor ve prensipte Münbiç’ten ayrılmaya ya da YPG’yi buradan çıkarmaya razılar; ancak orada cihatçı bir yapı istemiyorlar. Ayrıca Pentagon’un zamanlaması ile Ankara’nınki tutmuyor. Daha da önemlisi Batı, Münbiç’ten çekilme karşılığında Türkiye’nin askeri hareketliliğinin bir sınırı olsun istiyor. Münbiç tamam ama sonra ne olacak?

29 Oca 2018

Türkiye, hem sistemsel hem de toplumsal anlamda derin bir değişim yaşarken geleneksel ittifakları da çatırdıyor.
İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana NATO ekseninde kendini konumlandıran Ankara, yavaş yavaş Batı’dan uzaklaşıyor. Türkiye’yi yönetenler, uzunca bir süredir Türkiye’nin kendini Rusya, Çin ve Batı’ya eşit mesafede, bağımsız ve bağlantısız bir güç olarak konumlandırması gerektiğini söylüyor.
Zaten doğal seyrinde de ilerleyen bu süreç, Suriye iç savaşı ve ABD’nin Suriyeli Kürtlerle olan ittifakı nedeniyle hızlanmış durumda. En son Afrin operasyonu ve Trump-Erdoğan’ın telefon görüşmesi sonrasında, iki ülke arasındaki çatlak, iyice belirginleşti. Görüşmeyle ilgili “O dedi, bu dedi” polemiğini bir kenara bırakırsak şu net: Washington, Türkiye’nin Afrin operasyonunu kısa tutmasını ve itidalli gitmesini, Ankara ise YPG’ye olan yardımın kesilmesini istiyor...
Birkaç noktanın altını çizmekte yarar var.

22 Oca 2018

 

Devlete biraz akıl lazım. Yok, şaka falan yapmıyorum. Belki sürekli çay içmekten, sadece erkek erkeğe ortamlarda takılıyor olmaktan ya da ömrünü lojmanlarda, makam odalarında geçirmiş olmaktan kaynaklanıyordur... Ama ciddi bir körlük var.

Söz ettiğim insan hakları, vicdan, demokrasi gibi konular değil. Onları bu yazıda geçiyorum.

Söz ettiğim, düpedüz çıkarlar. Türkiye’nin uzun ve kısa vadeli çıkarları...

Önce şunu hatırlatayım. Ben hiçbir zaman Suriye’deki tüm faturayı Ankara’ya kesenlerden olmadım. ABD’nin, Rusya’nın, Esad rejiminin her türlü günahı işlediği bir ortamda, Suriye’deki bütün arızaları Ankara’ya yüklemeye niyetli değilim. Suriye’de herkes açgözlü davrandı, herkes hata yaptı, Türkiye de...

14 Ağu 2017

Homo sapiens denen insan ırkı, gezegendeki yaklaşık iki yüz bin yıllık yaşantısında nelere, ne saçmalıklara inanmış.
Avcı-toplayıcı olarak Afrika’dan dünyaya yayılırken gördüğü her doğal engelden yeni bir hikâye, yepyeni bir inanç yaratmış.
Gök gürlediğinde tanrıların mesaj yolladığını, deprem olduğunda Zeus’un kızdığını düşünmüş. Ortaçağda asilzadelerin kendi üzerindeki ilahi otoritesine, eski Mısır’da firavunların Tanrı olduğuna inanmış. Kendinin başka birinin kölesi olarak doğduğuna bile inanabilmiş yüzyıllar boyunca.
Sümer tanrıları, Nors mitolojisi, Aztekler derken aradaki dönemde kâh dünyayı bir öküzün iki boynuzu arasında bir tepsi, kâh kızgın bir tanrının diğer tanrılar tarafından katledilmesi sonucu çıkan kütle olarak görmüş.
İdeoloji deseniz gırla... Ona tapınmış, buna inanmış, resimler asmış, resimleri yakmış, gülmeyi yasaklamış, dansı kaldırmış, sonra mecbur etmiş. Nazizme, komünizme, kapitalizme, liberalizme, demokrasiye inanmış.

10 Nis 2017

Donald Trump herkesi şaşırttı.
Belki kendi bile şaşırdı Suriye’ye saldırı emri vermiş olduğuna. Seçim kampanyası boyunca Suriye’deki iç savaşa bulaşmamak gerektiğinden söz eden, her fırsatta Putin’e övgüler yağdıran adam, bir gün uyandı televizyondaki kimyasal silah tarafından öldürülen çocuk görüntülerinden çok sarsıldığını söyledi. İki gün sonra da Suriye’ye hava taarruzu emri verdi.
Nasıl oldu bu?

13 Kas 2016

Yandaş medyada şahsıma yönelik büyük bir taarruz başladı. Neymiş, ben Trump karşıtı olduğum için “hep kaybedene oynuyormuşum”.
Ay gülerim size. Yahu kazanmak ne demek, kaybetmek ne demek? Ben sizler gibi ilkesiz, vicdansız ve kaşıkla beslenen bir gazeteci miyim? Çıkarın bakın, 2011 ve 2012’de hepiniz Cemaat için ne methiyeler dizmişsiniz? Hanginizin hangi polis müdürlerinin kapısına paspas olduğunu, hangi sitelerin zamanında kimlerden beslendiğini hepimiz biliyoruz. Birçoğunuzun iktidar kimdeyse ona biat ettiğini de. Darbe başarılı olsaydı, bu medyanın yarısı bugün saf değiştirmiş olacaktı. Bu ‘kazanmak’ mı oluyor yani? Âlemsiniz.

25 Eyl 2016

New York- Uçak New York’a iner inmez gördüğüm ilk Amerikalıya, haliyle pasaport kontrolündeki görevliye sordum: “Trump mı Hillary mi?” Malum, Amerikalılar rahat insanlardır. Karşımdaki görevli resmi bir makamda oluşuna hiç aldırış etmeden cevabı yapıştırdı. “Tabii ki Trump.” 

Soyadından, İrlanda kökenli olduğunu çıkarmıştım. 40’lı yaşlarda, iyi aile babası tipli, muhtemelen Queens gibi bir banliyöde oturan biriydi. Ben sormadan kendisi nedenini anlatmaya başladı. 

“Bazı şeylerin değişmesi şart. Değişim gerekiyor. Bu ülke böyle gidemez.” Doğrudan söylemese de, bu sözlerin aynı Brexit referandumunda İngiltere’de olduğu gibi, göçmenlere ve ABD’de son günlerde hızla artan ve çoğunlukla Müslüman kökenli ABD’li göçmenlerden gelen bireysel terör eylemlerine yönelik bir tepki olduğu belliydi. Konuşmaya son derece meraklı görevli, ben sormadan devam etti: “Sadece göç ya da terör meselesi değil. Ekonomi dahil her şeyin değişmesi gerekiyor. Ben Cumhuriyetçi değilim. Bill Clinton’a oy verdim. Bugün aday olsa yine veririm. Ama bu seçimde oyum Trump’a.” 

11 Eyl 2016

Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov tam bir eski kurt. Yıllardır aynı görevde. Putin’i değil devleti temsil ediyor. Hali, tavrı, esprileriyle neo-emperyal Rusya’nın tüm özelliklerini taşıyor.
O yüzden de Lavrov’un Cenevre’de ABD ve Rusya arasındaki tarihi Suriye zirvesinde bir ara dışarıda bekleyen muhabirlere jest olarak pizza ve votka yollamasına çok güldüm. Lavrov muhabirlerin yanına gelip Amerikan tarafının bir türlü karar veremediğini söylemiş ve ABD Başkanı Obama’yla alay etmiş.

01 Tem 2016

İstanbul havalimanına yönelik saldırı, arkasında bıraktığı insani trajedinin ötesinde, bambaşka bir anlam taşıyor. Bu saldırıyla IŞİD’in Türkiye’ye yönelik savaşı, yeni bir safhaya girdi.
İlk aşamada örgüt, sadece Kürtlere ve HDP’ye yöneldi. Diyarbakır, Suruç ve Ankara saldırıları, kendini halife ilan eden Bağdadi tarafından değil “yerel” bir kol tarafından gerçekleştirilmiş ve sadece Kürtleri hedef almıştı.
İkinci aşamada Sultanahmet ve Beyoğlu’nda ise sadece turistler hedef alındı. Bu eylemlerle örgüt hükümete bir ‘mesaj’ vermeye çalışıyordu. Türkiye’nin ABD’yle anlaşarak sınırını kapatmasından rahatsız, “Gel eski günlere dönelim: Sen bana karışma ben de sana bulaşmayayım” diyordu. IŞİD’in talebi, ‘açık kapı’ politikası, sınırdan kolay geçiş, Türkiye’nin yeniden lojistik ve insan gücü ihtiyaçları için bir ‘koridor’ haline gelmesiydi.

30 May 2016

Alt alta sıralayalım. ABD ordusunun en önemli komutanlarından biri, Suriye’ye ayak basarak oradaki YPG ve YPJ güçlerini ziyaret etti. New York savcısı Preet Bharara, 17 Aralık dosyasının kapağını açtı. Suriye’deki Kürt gruplar Rakka operasyonu için harekete geçti ve onlarla beraber mücadele eden Amerikan askerleri YPG armasıyla görüntülendi.

Herkesin sorusu aynı: “Amerika Tayyip Erdoğan’ın ipini mi çekti?”

Cevap uzun. Ama özetle, hayır. ABD ‘düğmeye’ falan basmış değil. Washington, Erdoğan Türkiyesi’nin bölge için ‘kötü örnek,’ sorunlu bir ‘otoriter rejim,’ hatta birçok Amerikalı yetkinin özel sohbetlerde kullandığı tabirle ‘acıklı’ bir ülke haline geldiğinin farkında.

Ancak Erdoğan’ın uzun süre kalıcı olabileceğinin de...

Bu yüzden, çıkarları örtüştüğü yerde Erdoğan’la işbirliği, örtüşmediği yerde de Erdoğan’a rağmen hamle yapıyor. Başında sevilmeyen bir isim de olsa, Ankara Batı için hâlâ ciddi bir müttefik.

Sayfalar