Cumhurbaşkanı adayları arasındaki köprü atışması boşuna değil.
Yatırım tutarlarının büyüklüğü kadar, yapıp işleten şirketlere, devletçe sağlanmış garantiler ve süreleri nedeniyle, köprülerin daha çok uzun yıllar memleketin gündeminde olacağını not düşelim.
Ve hatırlayalım: Yap-İşlet-Devret (YİD) yöntemiyle yaptırılan köprülerin AKP için taşıdığı ilk anlam siyasi ömrü uzatmaya hizmet etmesiydi.
Aralarında şehir hastanelerinin de yer aldığı bütün Kamu- Özel İşbirliği (KÖİ) projeleri gibi, köprüler de “Milletin cebinden beş kuruş çıkmıyor” propagandasıyla sunuldu.
Ne zaman ki YİD sözleşmelerinin dolar/Avro üzerinden bağıtlandığı, devletçe araç trafik garantisi verildiği, kredi borcu ödenemezse Hazine’nin bunları üstleneceği, “geçsen de geçmesen de” döviz üzerinden belirlenmiş fiyatların ödeneceği biraz olsun ortaya çıktı; işin rengi biraz değişti.
Çiğdem Toker
KGF, Kredi Garanti Fonu’nun kısa adı. Şirketlerin bankadan kolay kredi alabilmesi için yardımcı oluyor. Kefalet vererek.
Bankalar, şirketlere kredi kullandırırken sistemde KGF varsa, işlemler kolaylaşıyor.
AKP, reel sektörün derinleşen borç krizini bir süredir KGF’yi yoğun kullanarak aşmaya çalışıyor.
Bunun için de riskli bir adım atıldı ve Hazine devreye sokuldu.
KGF şirketlere kefaletle destek olurken, Hazine’nin de KGF’ye destek olmasının önü açıldı. (Buna da “kontrgaranti” deniliyor.)
Fakat Hazine’nin devreye sokulmasının, “nasıl olsa affedilir” demeden vergisini düzenli ödeyen sıradan insanlar, çalışanlar için şöyle bir olumsuz yanı var:
Hazine, geri ödemeleri risk taşıyan bir borcu üstlenmiş oluyor. Hem de bütçe dışı.
Gerçi KGF, daha önce bu yöndeki yorumları spekülatif bulduğunu bildirdi, riskin yüksek olmadığını açıkladı. Fakat bu itiraz, KGF’nin bütçe dışı olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Şirketler önceden belli mi?
Geçen pazar günkü yazımızda, yapımı devam eden “Çukurova Bölgesel Havalimanı Üstyapı Tesislerinin Yapım İşi” ihalesini gündeme getirmiştik.
Neredeyse 1 milyar lira (907 milyon 360 bin) yaklaşık yapım değerli bir altyapı projesinin, yine sessiz sedasız 21/b yani davet yöntemiyle ihale edildiğini yazdık.
DHMİ’nin (Devlet Hava Meydanları İşletmesi) 23 Mart’ta yapılan ilk tur sonunda değerlendirmeye alınan 7 teklif arasında “en şanslı” teklifin 906.7 milyon TL ile TAV Tepe Akfen-Nehirsu İnşaat ortaklığına dair olduğunu da not düştük.
İlk turda en uygun teklifi vermiş görünen TAV-Tepe-Akfen’in yanındaki Nehirsu İnşaat’ın 4 yıllık bir şirket olduğunu, müteahhitlik sektörünün, yani “piyasa”nın, isimleri farklı olsa da Nehirsu’nun da aslında, meşhur Bayburt Grubu ile bağlantılı olduğunu konuştuğunu aktardık.
Ve yazıyı “Bakalım ikinci tur tekliflerde üstyapı kime kalacak” sorusuyla tamamladık.
İkinci tur dün yapıldı
Çok beklemeye gerek kalmadı.
Ankara-Sivas yolculuğunu iki saate indireceği belirtilen Yüksek Hızlı Tren (YHT) projesi için, evvelki gün “ray serme” töreni yapıldı.
Hat üzerindeki istasyonlardan biri olan Yozgat-Yerköy’de düzenlenen törene dair haber fotoğraflarında, Ulaştırma Bakanı Ahmet Arslan, Yozgatlı Başbakan Yardımcısı B. Bozdağ, Sivaslı Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, törenin ruhuna uygun neon rengi inşaat giysileri içinde görülüyor.
Ankara-Kırıkkale-Yozgat-Sivas hattı 393 km uzunluğunda. Başkent Ray da dahil edilince 405 km’ye yükselecek. Ulaştırma Bakanı Arslan, proje bittiğinde Sivaslının 5.5, Yozgatlının ise 4.5 saatte İstanbul’a gidebileceğini müjdelemiş. Projenin ekonomik büyüklüğünü ise 9 milyar TL olarak açıklamış.
Maliyet artışı dahil mi?
Üç bakanın katılacağı kadar önemli, iddialı bir projeyle ilgili tören haberlerine göz attığınızda, bu kitlesellikteki bir haberde yer alması gereken temel unsurlar ya yok, ya da geçiştirilmiş:
2019 seçimleri, AKP ve Cumhurbaşkanlığı makamı için varoluşsal önemde. 7 Haziran 2015 seçimlerinde tek başına iktidar olma yeterliğini ilk kez kaybeden AKP; ne -1 Kasım’da yeterliği geri alsa bile- bu sonucu, ne de rejim değişikliği için inşa ettiği şaibeli 16 Nisan 2017 anayasa referandumunda “hayır” demiş 23 milyon seçmenin varlığını unutuyor.
İki parti yöneticileri (AKP+MHP) imzalarıyla TBMM’ye sunulan ittifak kanun teklifinde, demokratik değerlere saygılı her insana “Bu kadar da olmaz” dedirten maddeler, bu varoluş kaygısına dayanıyor olmalı.
Bu kaygının derinliği, kanun teklifi metni incelendiğinde daha iyi görülebiliyor.
Sadece içerik değil, maddelerin hazırlanışındaki enerji, her koşulda AKP’nin kazanması üzerine kurgulanmış “ince mesai” de öyle. Maddelerin ortasından, kıyısından yapılan kesmeler kadar eklemeler de; muhalefet ile seçim zamanı sivil topluma nefes aldırmamaya dönük ciddi bir mühendislik ürünü.
Birkaç örnek aktaralım:
3. havalimanı projesi, şu anda en çok 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimi bakımından yaşamsal önem taşıyor. Tayakadın’daki uçsuz bucaksız inşaat alanındaki ölümüne hızın başka bir izahı yok. Son yazımda bu konuya biraz değindim. Biraz daha açalım.
Malum, Cumhurbaşkanlığı seçimi, -şaibeli 16 Nisan referandumunun sonucu dolayısıyla- bir başkanlık oylaması niteliğinde geçecek.
Bu seçimde, hayat memat meselesi olan yüzde 50’nin aşılması için, iktidar ve iktidar güçlerinin bilinen/bilinmeyen her yol ve yöntemi deneyeceğini görmek için bu ülkenin okuryazar vatandaşı olmak yeterli. Keza üç yıl önce, 7 Haziran seçim sonuçlarının ardından 1 Kasım seçimlerine kadar yaşananları, hemen ardından da dokunulmazlıkların kaldırılmasının anlamını kavrayabilmek için de analist filan olmak gerekmiyor.
Ekim ayı gelir ve gider rakamları açıklandı. Böylece 2017’ye ilişkin 10 aylık toplu veriler de çıkmış oldu.
Ocak-Ekim dönemine ilişkin rakamlara bakmadan önce, geçen cumartesi CHP Emek Büroları’nın düzenlediği Taşeron İşçilik Çalıştayı’ndan bir not aktaralım.
Sonuç bildirgesinde kamuda çalışan taşeron işçilerin ayrımsız ve koşulsuz kadroya geçirilmesi ilk madde olarak kaleme alındı.
Tam da bu noktada altını çizelim: OHAL’in çözüm şöyle dursun, bütün memleket meselelerini ağırlaştırması bir yana.
Temel sosyal haklardan yoksun, güvencesiz istihdamın yaygın uygulaması olan taşeronluk kamuda zaten bilinçli bir politik tercih olarak sürdürülmekte.
Bütçenin, her daim yönetenlerin kaynakları dağıtma konusunda tercihler demeti olduğu gerçeğini hatırlarsak, taşeron işçiliğin neden yaygınlık ve süreklilik kazandığı daha berrak görülür herhalde. 30 yıl önce devletin küçülmesi sloganıyla takdim edilen özelleştirme uygulamalarıyla fikri temeli de atılan taşeronluk,
Domates ihracatı, ülke ekonomisi açısından Rusya ile yaşanan uçak krizinden ağır etkilenen ekonomik alanlardan biriydi.
İki yıl önce Rus savaş uçağının sınır ihlali yaptığı gerekçesiyle düşürülmesiyle başlayan krizin ardından uygulanan yaptırımlardan biri olan ithalat yasağı gevşetilmeye başladı.
Meraklısı, Rus Tarım Ürünleri Denetim Ajansı’nın birkaç hafta önce, Türkiye’den Rusya’ya domates sevkıyatı yapma izni verdiğine dair haberleri hatırlayacaktır.
Söz konusu haberlerde öne çıkan ifadelerden biri, domates ihracatı yapacak Türk firmaların “daha önce denetlenmiş olduğu”ydu. Yani işin resmî tarafına bakılacak olursa, Türkiye’ye Rusya’dan bir heyet gönderilmiş, onlar araştırma yapmış ve eksiksiz üretim zincirine sahip olduğu tespit edilen üç firmayı seçmişti.
Bu firmalar da Özaltın, Süral ve Agrobay’dı.
* * *
Gelin görün ki, perde arkası gelişmeler biraz farklı.
Enerji Bakanı Berat Albayrak, 2018 hedeflerinin yerli kömür üretiminde rekor kırmak olduğunu söyleyeli iki gün oldu.
Albayrak bu hedefi, Hattat Holding ve Eren Holding arasındaki yerli kömüre dönüş protokolünde açıkladı. Geçen yıl 70 milyon ton yerli kömür üretildiğini, bu yıl 80 milyon tonun geçileceğini, hedefin de seneye 100 milyon tonu yakalamak olduğunu anlattı.
Çok muhtemeldir ki, bu iddialı hedefleri koyarken Meclis’te görüşülen “torba kanun”daki maddeye güveniyordu Bakan.
Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) ile Türkiye Kömür İşletmeleri’nin (TKİ) kömür sahalarını bölerek yeni ruhsat isteme ve bunları ihale etme yetkisi veren maddeye yani.
Fakat işler farklı gelişti.
***
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) bağlı kuruluşu İSKİ’nin, “davet” yöntemli büyükçe bir ihale yapacağını, geçen pazar bu köşede duyurduk.
Kâğıthane-Bahçelievler arasındaki içme suyu tüneli projesi, bundan iki buçuk yıl önce hazırlanmış ancak ihale edilmemişti.
Biliyorsunuz bir ihale, Kamu İhale Kanunu’ndaki pazarlık yöntemiyle yaptırıldığında kamu kaynakları ve bütçe açısından suiistimale açık bir ortam doğuyor.
Bu tip ihalelere kimlerin çağrılacağı, çağrılan firmaların listesi, verilen teklifler açık ve saydam biçimde kamuoyuyla paylaşılmıyor.
Rekabet sağlanmayan bu büyük ihalelerde, kamunun, bir proje için; sözgelimi neden 300 milyon değil de 500 milyon TL’ye yaptırdığını öğrenmek asla mümkün olmuyor. Aradaki farkın nerelere gittiğini de...
Bu durumun belirgin örneklerini geçen aylar boyunca Karayolları Genel Müdürlüğü’nün sayılamayacak kadar çok milyarlık ihalelerinden biliyoruz.