Sadece iç ve dış politika değil, Maliye politikalarında da çok hareketli bir dönem içindeyiz.
Vergi zamları getiren Torba Kanun, 2018 Bütçe Kanun Tasarısı, eylül ayı bütçe gerçekleşme rakamları ve nihayet ana muhalefet partisinin gensoru önergesi.
Sıraladığım dört başlığın tamamında sıcak gelişmeler yaşanıyor.
Bu satırlar yazılırken, kamu ihalelerinde yasal sorumluluğunu yerine getirmediği ve kamunun zarara uğratılmasına göz yumduğu gerekçesiyle Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Ahmet Arslan hakkındaki gensoru görüşmeleri sürüyordu.
TBMM Genel Kurulu’ndaki müzakerelerin odağında, bu köşede sıklıkla dile getirdiğimiz “davetli ihale” ve Hazine garantili büyük altyapı projeleri yer alıyor.
Eylül ayı bütçe rakamları açıklandı. Geçen ay, “müteahhitlik giderleri” başlığı altında yaklaşık 2 milyar TL harcama yapılmış (1 milyar 975 milyon TL).
Bu tutarla birlikte ocak-eylül dönemini içeren dokuz aylık müteahhitlik harcaması 22 milyar TL’ye yaklaşıyor: 21.9 milyar TL.
Çiğdem Toker
Sayıştay’ın 2016 yılı raporları çıktı. Cumhurbaşkanlığı denetim raporunu gazetemiz haberleştirdi.
Hatırlatma: 2016’da Cumhurbaşkanlığı’nda toplam 365 milyon 324 bin TL harcanmış.
Mühim detay: Önceki raporlara konulan “gizli hizmet gideri”, bu kez gizlendiği için, tutara örtülü ödenek dahil mi, değil mi bilmiyoruz.
Cumhurbaşkanlığı açıklama yaptı. Açıklamaya göre -Sayıştay belgeli- bu haber “algı operasyonu”ydu, “itibarda tasarruf olmaz”dı.
Yanı sıra denildi ki:
“Milletimiz, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ndeki tüm yatırım ve hizmetlerin, Türkiye’nin itibarına ve Cumhurbaşkanlığı makamının mehabetine uygun şekilde, aynı zamanda harcanan her kuruşta 80 milyonun hakkı olduğunun bilinciyle yürütüldüğü konusunda müsterih olsun.”
***
Son bir haftada ekonomiye dair üç belge-metin dizisi açıklandı. Orta Vadeli Program (OVP), eşzamanlı olarak Torba Kanun tasarısı, Sayıştay raporları.
Net olan şudur: Meclis’te görüşmeleri yakında başlayacak “torba” tasarıdaki mali hükümler, OVP hedeflerini 2018 yılı başlamadan geçersiz hale getirmiştir. Eğer insan olsaydı, bütçenin “Nakde çok sıkıştım. Her fırsatı değerlendiririm” feryadıyla hazırlanmış bir “torba kanun”dan bahsediyoruz.
Yasaya aykırı biçimde 37 milyar TL ek borçlanma hakkı talep eden, internet vergisini arttıran, kültürel amaçlı hesaba el koyan, zeytinlik ve meraları imara açan bir tasarı yasalaşmayı beklerken; aynı hükümetçe hazırlanan yüksek büyüme, düşük enflasyon, değerli TL hedefleyen OVP’den nasıl oluyor da inandırıcılık bekleniyor?
Ve kamunun 2016 hesaplarının denetlendiği Sayıştay raporları.
Yeni yayımlanan bazı raporların, ilk orijinal hallerinden farklı olduğunu biliyoruz. (Bu arada, TVF’ye devredilmiş Ziraat ile Halkbank raporları yok.)
“Bütçeyi bağlama” sonradan deyime dönüşmüş olan, hakiki bir iple bağlama işlemidir. Maliye bürokratlarının anayasal takvim yaklaştıkça sabahlayarak hazırladığı genel ve özel bütçeli kuruluşların bütçeleri üst üste konur, Maliye Bakanı da DMO menşeli iple bütçeyi bağlayarak, iyi dilekler, dua ve espriler eşliğinde üstüne düğümü atardı.
Meclis’e sunulan zalim vergi artışlarıyla dolu son “torba kanun”, 2017 bütçesini bağlayan düğümün koptuğunu gösteriyor.
Bu paket, normalde ek bütçe kanunuyla getirilmesi gereken maddeleri “torba”ya atarak, bir yandan Meclis’teki muhalefeti; diğer yandan da bir avuç müteahhit şirketin zenginleşmesi uğruna, emeğiyle geçinen milyonları ezecek.
Ne vakit, şehir hastaneleri veya otoyol köprü projeleri dolayısıyla, Hazine’ye yüklenen borca değinsem, AKP’ye gönül verdiğini düşündüğüm güzide okurlardan, ya yakası açılmadık küfür, ya da “inşallah öl” kabilinden tepkiler alıyorum.
Fakat bir de samimiyetle inanamayanlar var. Okuduğunuz yazı onlar için.
***
Kamu İhale Kanunu’nda (KİK) yer alan “davetli ihale”yöntemi”, olağanüstü durumlarda başvurulması gereken istisnai bir yöntem olmasına karşın, bilinçli bir siyasi tercihle adeta “kural” olarak kullanılıyor.
Ağırlıkla “duble yol” projelerinde yoğunlaşan davet yöntemi, son dört yıldır artan bir ivmeyle ciddi bir proje stoku ve mali büyüklüğe erişmiş durumda. Proje listesi ve bütçe kaynaklarından aktarılan ihale bedelleri, davet yönteminin, siyasi ve ekonomik bakımdan iç içe girmiş kilit rol oynadığını gösteriyor: AKP hükümeti ile belli müteahhitlik firmalarına karşılıklı olarak birbirlerinin ömür ve olanaklarını genişletme fonksiyonu. Davet yöntemine bu üstünlüğü kazandıran bir özellik, İdare’ye “istediğini çağırma” yetkisi ise, diğeri pazarlıkların ilansız olması nedeniyle gözlerden uzak yapılması.
Değerli okurlar arasında sürekli izleyenler biliyor.
Kamu İhale Kanunu’nda (KİK) yer alan “davetli ihale” yöntemine belli aralıklarla değiniyorum. Bu yöntemin Karayolları Genel Müdürlüğü’nce (KGM) kötüye, kamu çıkarları aleyhine kullanıldığını belgeleriyle aktarıyorum.
“Davetli ihale”, yasadaki madde numarası nedeniyle, piyasada “21/b” olarak anılıyor.
Bu yöntemde ihale, ilan edilmiyor. Nerede kaç liralık nasıl bir iş yapılacağını herkes göremiyor.
Fiyatlar yarışamıyor.
Son birkaç yıldır Türkiye’nin dört bir yanındaki onlarca “duble yol” projesi 21/b ile verildi, Bugünkü uygulamasıyla “adrese teslim”e dönüştü. Bu ise bütçeden pervasızca, korkusuzca savrulan milyonlar, yüz milyonlar, milyarlar anlamına geliyor.
Bakınız; bir kamu kuruluşunun 21/b ile ihale verebilmesinin koşulları çok net:
- Doğal afet, salgın hastalık, can veya mal kaybı tehlikesi gibi ani,
- Veya idare tarafından önceden öngörülemeyen olay ortaya çıkacak,
Bütçe kaynaklarının doğru kullanılmadığıyla ilgili bir sorunu, aralıklarla dile getiriyorum.
Olağanüstü dönemlerde başvurulması gereken bir ihale yöntemi, rutin bir yola dönüşmüş. Karayolları Genel Müdürlüğü (KGM) deprem, sel gibi doğal afet ya da öngörülemez acil durumlarda başvurulması gereken “davetli ihale” yöntemini, neredeyse tek yol olarak benimsemiş durumda.
Kamu İhale Kanunu’nun (KİK) 21/b maddesi. Bu madde uygulandığında KGM; açık, rekabete dayalı ihale yapmak yerine, “belli firmaları” seçip, çağırıp pazarlık yöntemiyle karayolu yaptırıyor.
Bu ihaleleri; tutarları, proje adı ve kazanan firmalarıyla son yazılarımda örnekledim. “3. Havalimanı”nı yapan firmalarda dönem dönem yoğunlaşma olduğunda aktardım.
***
Tarım, medyada okuyucusu fazla olan bir alan olmadı hiç. Yaşamı sürdürebilmenin temeli gıda olmasına rağmen böyle. Medya bu hale gelmeden önce de tarıma ilgi azdı. Bugüne has değil yani.
Fakat ben yine de sizden istirham edeyim, bugünkü yazının başlığına bakıp olay mahallinden hemen uzaklaşmayın.
Çünkü iktidarın zeytinlik alanları “yatırım tesisi” cilasıyla, iştahları hiç bitmeyen şirketlere açma girişimine, geniş anlamda ülkemiz tarımını bitirecek bir başka gelişme eşlik ediyor.
***
Türkiye Varlık Fonu’nun (TVF) Borsa İstanbul kampusundan Akmerkez’e taşındığını dün yazdım. (TVF faaliyete geçtiği Kasım 2016’dan bu yana Borsa İstanbul’un İstinye’deki kampusundaydı.) Sağ olsun, kira bedelini neden eksik bıraktığımı soran okurlar oldu.
Küçük bir araştırmayla, Akmerkez E Kule’deki bağımsız bölüm kiralarının 35 bin ile 38 bin dolar civarında değiştiğini öğrendim. 35 bin dolar alt sınırdan olduğunu varsayalım.
Yurtiçindeki kamu varlıklarını ekonomiye kazandırmak amacıyla kurulan Varlık Fonu A.Ş’nin yıllık en az 420 bin dolar civarında bir kira maliyetiyle işe başladı. Yaklaşık 1.5 milyon TL.
Bu tutarın nereden karşılandığını bilmiyoruz. Şirketin kanunlar dışı ve özel hukuka tabi olarak kurulmasının nedenlerinden biri buydu işte. Hesap vermemek.
Yine de TVF’nin ilkeleri arasında ilan ettiği bir şeffaflık ilkesi var:
“Fon operasyonlarının raporlanması ve portföy şirketleriyle olan etkileşim süreçleri, tam bir şeffaflık içinde, belirlenen yönetişim ilkeleri çerçevesinde yapılacaktır.”