Biz, ağırlıklı olarak ekonomi ile ilgili yazanların rakamlarladır işi gücü. Faiz, enflasyon oranları, kurlardaki oynamalar, şirketlerin kârlılıkları, karşılıksız çeklerin durumu, gelir eşitsizliği, asgari ücret, emekli maaşları vs... O rakamların ete kemiğe bürünmüş halini görmek ise bambaşkadır.
Özlem Yüzak
Tabana dayalı eşitlikçi kalkınma modelinin en yaygın örneklerinden biri kooperatifler ve kooperatifçilik. İnsanlar tek başlarına yapamayacakları işleri “birlikten kuvvet doğar” sözünü dikkate alarak birlikte yapabilmenin yollarını aradılar ve neticede kooperatifler kurdular. Gelişmiş toplumların özellikle de Avrupa ülkelerinde ekonominin hâlâ en önemli itici gücü. Avrupa ülkeleri, ABD, Kanada gibi gelişmiş ülkeler kooperatifçilik hareketini geliştirerek özellikle dar gelirlilerin yaşam düzeylerinin iyileştirilmesinde ve ülke ekonomilerinin kalkınmasında büyük yararlar sağladılar ve sağlıyorlar.
Cumhuriyetin ilk dönemlerinde kooperatifçilik aynı gerekçelerle Türkiye için de kalkınmanın itici gücü oldu. 1935’te bizzat Atatürk’ün desteği ve himayesi ile çıkarılan 2834 ve 2836 sayılı Tarım Satış ve Tarım Kredi Kooperatifleri kanunları kırsal alanda kooperatiflerin gelişip yayılmasında öncü oldu. Hatta Atatürk, Silifke Taşucu’ndaki Tekir Çiftliği Tarım Kredi Kooperatifi’nin kuruluşunu 36 üretici ile birlikte gerçekleştirdi ve 1 no’lu kurucu üye oldu.
Bağımsızlık istediler, referanduma gittiler ama işler öyle bir noktaya geldi ki özerklik statülerini bile kaybetmekle karşı karşıyalar. Tüm dünyanın gözü Katalanların İspanya’dan ayrılık kararında nasıl bir sürecin yaşanacağında. Tabii işin siyasi olduğu kadar bir de ekonomik boyutu var...
Katalanların bu hamlesi İspanya’nın sadece toprak bütünlüğü açısından değil, ekonomik açıdan da geleceği için son derece önemli.
7 milyarın üzerinde insan, 570 milyon çiftçi, Ve küresel gıda endüstrisi değer zincirini kontrolü altında bulunduran sadece bir avuç şirket...
Hadi bir bilgi daha... Bugün dünyada açlık çeken 800 milyon insanın yarısı tarım sektörüne bağlı küçük çiftçiler ve işçiler...
Ne adil düzen değil mi?
Gelelim şu bir avuç şirketin neler neler yaptığına... Global tarımsal gıda endüstrisi devasa bir sektör. Ve giderek büyüyor. Çünkü dünyada orta sınıfın sürekli büyümesi ve kentleşmenin artması işlenmiş gıdaya ve market ürünlerine olan talebi de artırıyor.
Oyun uzun süre büyük firmaların yerel ölçekte küçük firmaları satın alması ve böylelikle küçük rekabetçilerini ortadan kaldırması ile oynandı. Türkiye’de bundan hayli nasibini aldı. Şimdi birbirlerini satın almada... En büyük oyun da tohum ve zirai kimyasallarda oynanıyor. Dünyanın en büyük ikinci böcek ilacı üreticisi olan Bayer, en büyük tohum üreticisi Monsanto’yu 66 milyar Avro’ya satın alma sürecinde.
14 Ekim yani arife günü... Şişli Etfal Hastanesi Acil Bölümü... Öğle saatleri... Yeşil Alan yazılı bir mekânda sıranın bana gelmesini bekliyorum. Yaklaşık 30 kişinin oturarak bekleyebileceği bir alan ama biz 60’a yakınız. Üstelik şiş ve ağrıyan bir ayakla, ayaktayım ve duvara dayanarak duruyorum. Sadece 2 doktor var ve 60’a yakın hasta. Zehirlendiğini söyleyen türbanlı bir genç kız; otelde bavul taşırken belini inciten bir belboy; bir polis eşliğinde bekleyen parmağı sarılı, bileğinde ve boynunda jilet izleri olan genç bir çocuk; idrar torbasını elinde taşıyan sondalı bir yaşlı adam; öksüren bir diğeri... Numaralar çok ağır ilerlerken salon sürekli kalabalıklaşıyor. Tabii bu arada bekleyemeyecek kadar acil hasta olduklarını söyleyenler, şikâyet edenler, sadece reçete yazdıracağım diye doktorların odasına dalanlar... Ayakta yaklaşık 1 saat kadar bekledikten sonra daha önümde 30 kişinin olduğunu anlıyor ve pes edip hastaneden ayrılıyorum.