Sendika.org

12 Eki 2017

İdlip operasyonunda inisiyatif Rusya’da, Türkiye ise yalnızca bir piyon muamelesi görüyor. Türkiye’nin inisiyatifi bir piyonun inisiyatifi ne kadar olabilirse o kadar. Bu gerçek, gerektiğinde acımasız uyarılarla hatırlatılıyor
 

AKP politikaları sayesinde, Suriye savaşında emperyalistler arasında el değiştiren bir piyona dönüşen Türkiye, şimdi de Rusya tarafından İdlip bataklığına sürüldü. Yani, ABD’nin yönlendirmesi ve Körfez monarşilerinin finansmanıyla, kendi eliyle yarattığı cihatçı bataklığına…

Rusya bir süredir oraya buraya ittirebildiği bu piyonu bir müttefik değil, düşman NATO ittifakının “zayıf halkası” olarak gördüğünü de gizlemiyor. Hasımları arasındaki çelişkileri derinleştirmenin tadını çıkarıyor [1]

Türk askeri İdlip’e girerken, daha TSK açıklama yapmadan Rus kaynaklarının “Bakın bir NATO üyesi, ABD’nin terörist saydığı Nusra ile işbirliği içinde görüntülendi” diye ifşaat yapması yeterince açıklayıcı değil mi?

22 Ağu 2017

Ülkesindeki ABD üssüne karşı halkı devrimci bir müdahaleye çağıran sabotaj eylemleri düzenlenirken, o gitti bu eylemleri düzenleyenleri derdest etti, ABD üssüne dokunmadı, dokundurtmadı
 

Gerillaya çıktığında, iktidarı ele geçirdiğinde, daha yolun başında ABD’ye düzenlediği ziyarette “sosyalizm” sözcüğünü bir kez olsun ağzına almadı. Özel mülkiyet hakkını koruyacağı yönünde sözler verdi.

Ülkesindeki mevcut yönetimden hoşnutsuz olan CIA kliklerinin iletişim talebini geri çevirmedi. “Diktatör” devlet başkanına ABD tarafından silah satışı kısıtlanırken, o CIA’in teklif ettiği para ve silah yardımını kabul etti.

Ülkesindeki ABD üssüne karşı halkı devrimci bir müdahaleye çağıran sabotaj eylemleri düzenlenirken, o gitti bu eylemleri düzenleyenleri derdest etti, ABD üssüne dokunmadı, dokundurtmadı.

09 Ağu 2017

Marksist düşünür Samir Amin, bugünün mücadelesinin ana hedefinin tüm dünyadaki işçiler ve halklardan oluşan bir enternasyonal cephe inşa etmek olması gerektiğini ancak bu şekilde emperyalist kapitalizmin yayılan saldırısına karşı koyulabileceğini söyledi

Marksist düşünür Samir Amin, işçi sınıfına ve dünya halklarına yaptığı çağrısında Enternasyonal’i yeniden inşa etmek zorunluluğundan bahsetti. Dünya sisteminde bir iktidar merkezileşmesi olduğunu söyleyen Amin, “Göklere çıkarılan rekabet ve uşak ruhlu medyanın, özgürlüğün ve etkili bir sivil toplumun garantisi olarak sunduğu piyasa özgürlüğü aslında, mevcut oligarşinin fraksiyonları arasındaki şiddetli çatışmalar yüzünden paramparça edilmiş gerçekliğin tam zıttı ve bu oligarşilerin iktidarlarının yıkıcı etkilerinin de sebebidir” dedi.

06 Nis 2017

İdlib’in güneyindeki Han Şeyhun’da yaşanan kimyasal saldırı için kim ne dedi? Saldırı nasıl bir dönemde gerçekleşti?

2013’te Han el-Asel’de yaşanan kimyasal saldırıda yaralanan bir Suriyeli.

 

 

 

 

 

 

 

 

2013’te Han el-Asel’de yaşanan kimyasal saldırıda yaralanan bir Suriyeli.

19 Mart 2013’te Halep’in Han el-Asel bölgesinde sarin gazı içeren roketlerle saldırı düzenlendi. Bölgede Suriye askerleri vardı. Olaydan 10 saat sonra Suriye hükümeti sarini kimin kullandığının araştırılmasını istedi.

Birleşmiş Milletler (BM) Nisan 2013’te bu talebe olumlu yanıt verdi.

15 Ara 2016

 

Kopuyoruz sıradan insanlardan her bombadan sonra biraz daha. Çünkü o sıradan insanların sıradan duygusunu anlamamakta ısrar ediyoruz. Bombaların neden, nasıl, niçin patlatıldığına ve asli sorumluların kim olduğuna dair sayfalar dolusu izahatın da anlamı bulunmuyor.

Bir bomba daha patladı. Her ne kadar “alışmayacağız” desek de, alıştığımız gün gibi ortada. Canımız yine yanıyor yanmasına ama ilk bombayla aynı etkiye yol açtığını söylemek zor. Zaten buydu istenen; istenen oldu gibi.

Alıştık. Kim ne derse desin, ateş düştüğü yeri yakıyor ve biz, kızanlar, üzülenler, tepki gösterenler gündemin sıcaklığı geçer geçmez kendi hayatımıza dönüveriyoruz.  Aksi mümkün değil biliyorum ama yine de insanın ağırına gidiyor. Sanki bir şeyler eksik kalıyor gibi.

Eksik kalan ne?

Durduramıyoruz acıyı. Bombaların patlamasını önleyemiyoruz. Gencecik çocukların öldürülmesinin önüne geçemiyoruz. Eksik bu sanırım.

Kaçıyoruz o zaman da. Kendi hayatımıza sığınmayı yeğliyoruz. Kendi kabuğumuza çekiliyoruz. Zaten buydu istenen; istenen oldu gibi.

10 Oca 2016

2016 başında “dünyanın hali” nasıl görünüyor? Farklı sorular etrafında tartışabiliriz. Bugün tartışmaya şu sorularla başlayalım: Halkların “farklı bir dünya” arayışları nasıl sonuçlar verecek? Sermayenin hegemonyasında aydınlığa açılan gedikler oluşacak mı? Bu hegemonya karanlık ortamlarda sürdürülecek mi?

Bu sorulara ışık tutan son yıllardaki olayları, eğilimleri hatırlayalım ve “dünyanın yakın geçmişteki halleri” üzerinde 2016’ya ulaşan bir gezinti yapalım.

Sermayenin saldırısı, halk direnmeleri

1980 dolaylarında uluslararası sermaye, emeğin ve “mazlum halkların” geçmiş kazanımlarına karşı kapsamlı bir saldırı başlattı. İlk yirmi yıl ciddi engellerle karşılaşmadı. “Küreselleşmenin ve neoliberal reformların zaferi”ni ilan etti.

Yüzyılın sonlarında direnme dalgaları patlak verdi. On yıl içinde Latin Amerika ülkelerinin çoğunda, neoliberalizme, ABD hegemonyasına karşı çıkan, solcu, bazıları sosyalist iktidarlar oluştu.

28 Ara 2015

Doksanlı yılların ortalarında olsa gerek, babamın işlettiği kahvehaneye Romanyalı bir kaçak gelmişti. Emil… Soyadını bilmem.

Holivud’un anti-komünist kara propaganda filmleri vardır ya; “baskıcı” komünist rejimlerden kaçıp “özgürlükler ülkesi” Amerika’ya sığınanların dravdan hikayeleri anlatılır (bkz. Moscow on the Hudson). Emil, tam tersine, komünizmden değil kapitalizmden kaçıyordu. Vize süresi dolmuştu fakat geri dönmek istemiyordu.

Ressamdı Emil. İnanılmaz bir yeteneği vardı. Geceleri kahvenin alt katına tual setini kurup boyadığı Ayvazovski tablolarını Etiler’deki galerilere 300-500 dolara verir, galeriler de bu çakma tabloları platin saçlılara 3000-5000 dolara satarlardı.

13 Kas 2015

Hayalet seçim” atlatıldı, bence sona daha da yaklaştık. Bundan sonra her şey daha keskin yaşanacak. Hükümet adeta unutmamamızı istercesine, her şeyden önce sermayenin iktidarı olduğunu daha kurulmadan hatırlatmaya başladı. Sağ olsun. Bu gerçek, gündelik kimlik sorunları ile bezeli, zaman zaman askerileşen mücadeleler bağlamında gürültüye geliyor. Sol adına siyasi analizlerde gündelik gelişmeler (siyasi liderlerin psikolojileri, ihtirasları da katılarak), bölgesel çatışmalar (uluslararası ilişkilerci bir dil ile alameti farikamız komplocu planlar ihmal edilmeksizin) öne çıkıyor. Kısmen, içinden geçtiğimiz sıcak dönemin yarattığı bir durum bu. O yanı ile anlaşılabilir. Fakat, aynı zamanda da sol kesimin iktisat kertesini analizlerine katabilme yetersizliğinden de kaynaklanıyor. Maalesef, aşılması da zaman alacak.

13 Kas 2015

Solda herkes “gidişatın doğrultusu” üzerinde birleşiyor; adlandırmada farklar var. Ben, “İslamcı faşizme doğru…” nitelendirmesini yeğliyorum. Son uğrak geldiğinde, terminolojik farkların tartışılması esasen önemini yitirecektir. Fazla gecikmeden yüksek sesle düşünelim.

“Kendiliğinden” bir süreç değil, Erdoğan ve yakın çevresinden kaynaklanan bir “program” söz konusudur. Programı AKP iktidarı, devlet aygıtının stratejik öğelerinden (yargı, MİT,  polis ve TSK’den) de güçlü destek alarak yürüttü, yürütecektir.

İslamcı faşizme geçişin aşamalarını, geçmişe bakarak öngörebiliriz.

2007 sonrasında iki doğrultuda ilerlediler: Birinci olarak, anayasal çerçeve içinde parlamenter çoğunluğa dayanarak önce Cumhurbaşkanlığı’nı, giderek Anayasa değişikliğini hedeflediler. Başardılar. İkinci olarak, yasal sınırların dışına taşarak parlamento dışı muhalefetle mücadele ettiler.

***

Sayfalar