Alptekin Dursunoğlu

10 Mar 2017

Ankara, ABD’nin PYD ile sadece IŞİD’e karşı mücadelede savaşçıya ihtiyacı olduğu için işbirliği yaptığını sanıyor ve PYD ‘adacıklarının’ yapı söküm stratejisi içinde taşıdığı anlamı hala kavrayamıyor.
 

Amerikan Başkanı Donald Trump’ın Suriye’de güvenli bölge kuracağını açıklaması,[1] teorik çerçevesi Obama döneminde oluşturulan bir stratejinin artık planlama aşamasına konduğunu düşündürüyor.

Zira mesele, “siviller için güvenlikli alanlar kurmak” gibi insani gerekçelerle izah edilse de Trump’ın güvenli bölge kurma hedefi, Brooking Institute’nün 2015’te ortaya attığı kapsamlı ‘Yapı Söküm Stratejisi’ni[2] mümkün kılabilecek adımlardan sadece birini oluşturuyor.

Yapı söküm stratejisi

Brooking Institute’un yapı söküm stratejisine konu olan öneriler özetle şöyleydi:

21 Ağu 2016

Türkiye’nin Rusya ve İran’la yakınlaşma biçimi ve Suriye ile ilgili ortaya koyduğu konu başlıkları Ankara’nın Şam’la hatta ‘stratejik ilişki’ perspektifine sahip olduğunu gösteriyor.

Türkiye’nin Suriye konusunda ‘modus vivendi’ kavramının çerçevesini aşan bir ilişki perspektifi sergilediğine tanık oluyoruz.

Elbette, iki yıl önce Suriye ile ilişkisini “savaş hali”[1] olarak tanımlayan Ankara’nın Şam’la ‘modüs vivendi’ ilişkisi başlatacağını söylemek bile abartılı bulunabilir.  

Ancak Türkiye, vurguladığı yeni tehdit algısıyla Suriye ile stratejik bir ilişki kurmak niyetinde olduğunu artık gizlemiyor.

İki ülkenin arasındaki sorunları buzluğa kaldırarak yeni bir durum üzerinden yeni bir ilişki biçimi başlatmasını ifade eden ‘modüs vivendi’ anlaşması, ilk adım olarak hem Türkiye hem de Suriye için yeterli bulunabilir.

Nitekim şu anki resmi söylemler, Ankara’nın Şam’la ilişkilerinde en azından bir ‘modüs vivendi’ perspektifine sahip olduğunu ortaya koyuyor.

11 Ağu 2016

Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlıktan alınması ve onun dışişleri ve başbakanlığı döneminde Türkiye’nin düşman edildiği ülkelerle ilişkilerini normalleştirmeye çalışması, hükümetin ‘Yeni Osmanlı’ aklından uzaklaşma iradesini yansıtıyor.
 

Türkiye’de mayıs ayından bu yana hem iç hem de dış politikada ‘Yeni Osmanlı’ aklından Türkiye Cumhuriyeti aklına dönme çabasını yansıtan gelişmelere tanık olunuyor.

Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlıktan alınmasının ardından hem iç hem de dış politikada ortaya konan değişim iradesi, hükümetin ‘Yeni Osmanlı’ aklından uzaklaşma ihtiyacını yansıtıyordu.

 15 Temmuz’dan sonra sergilenen tutum, ‘Türkiye Cumhuriyeti’ aklına dönme zorunluluğu hissedildiğini gösteriyordu. Yenikapı’daki tarihi 7 Ağustos mitingi de içerideki birlik manzarasıyla dışarıya verilen mesajlar açısından adeta bu dönüşün ilanı oldu.

Yeni Osmanlı aklı, Türkiye’nin hem iç hem de dış politikada 2011’den itibaren mutlak şekilde belirleyici olmuştu.

26 Tem 2016

Türkiye, 15 Temmuz’da kendisinin 2011’den bu yana bazı bölge ülkelerinde yapmaya çalıştığı bir şeyle karşı karşıya geldi.
 

15 Temmuz darbesi, “devlete sızan bir grubun devleti ele geçirme girişimi” şeklinde yani iç politika dinamikleri bağlamında tanımlanıyor.

Bu darbenin dış politika bağlamına ilişkin söylenenler ise yasadışı yollarla iç politikada belirleyici olmaya çalışan bu grubun dışarıdan destek gördüğüne dair tespitlerle sınırlı kalıyor.

Yani resmi ya da gayri resmi çevrelerin 15 Temmuz darbesine dair açıklamalarından bu darbe girişiminde iç politika dinamiklerinin dış politika dinamiklerinden daha baskın olduğu sonucu çıkıyor.

Hâlbuki 2013 yılının haziran ayında Katar’da ve temmuz ayında da Mısır’da büyük ölçüde dış politika dinamiklerinin belirleyici olduğu iki darbe gerçekleşti ve bu darbeler de en az 15 Temmuz darbesi kadar iç politika dinamikleriyle açıklanabilecek niteliğe sahipti.

Katar ve Mısır darbeleri

12 Tem 2016

Suriye krizinin çözümü konusunda 2016’dan itibaren ortaya çıkan bağlam değişikliği, hem Suriye hem de bölge açısından krizin kendisinden çok daha büyük tehditler içeriyor.
 

Suriye krizinin çözümü konusundaki bağlam değişikliği, bu soruna taraf olan ülkeleri farklı kamplaşmalara itebilecek hem yeni fırsatlar ve hem de yeni tehditler yaratıyor.

Çünkü Suriye krizi, artık sadece ülkenin siyasi rejimi bağlamında değil, toprak bütünlüğü bağlamında da tartışılıyor. Bölünme artık sadece alternatif bir çözüm önerisi olarak gündeme getirilmiyor, ‘Kuzey Suriye Federasyonu’ ilanında olduğu gibi fiili bir durum olarak hayata da geçiriliyor.      

06 Ara 2015

Türkiye’nin Musul’a asker göndermesi, ‘Yeni Irak’ta kurulacak Sünni federal bölgede belirleyici olma hedefine yönelik ise Irak’ta “IŞİD’in üzmek istemeyeceği” müttefiklere sahip olmak Ankara’nın en büyük avantajı sayılabilir.
Türkiye’nin 4 Aralık’ta Musul’un Başika bölgesindeki asker sayısını 80’den 600’e çıkarması, Irak’ta yakın gelecekte yaşanacağı öne sürülen büyük değişime bir ön hazırlık olarak görülebilir.

Irak basınında yer alan haberlere göre 6 ay içerisinde somut adımlarının atılması beklenen ve mimarlığını Amerika’nın yaptığı bu ‘büyük değişim’ Irak’ın sembolik bir federal hükümete bağlı üç yarı bağımsız bölgeye ayrılmasını öngörüyor.[1]

‘Beyaz Saray’ı çok yakından izleyen üst düzey diplomatik kaynaklara’ dayandırılan haberlere göre IŞİD’i Irak’tan çıkarma yönündeki çalışmalarını ciddi şekilde arttıran Amerika, Irak’taki mevcut durumu artık kabul edilemez buluyor.

10 Ağu 2014

Hedeflerinin aksine sonuçlar doğuran planlarıyla ünlü Davutoğlu, tasarladığı bölge düzeni ile tıpkı AB’de olduğu gibi sırları kaldırmayı başaramadı; ancak izlediği politikalar IŞİD’in Irak-Suriye sınırını ortadan kaldırabilecek kadar güçlenmesine eşsiz katkılar sundu.

 

IŞİD’in Musul’u ele geçirip ‘İslam Devleti’ ilan etmesinden sonra yaşanan gelişmeler, bölgenin son yüz yıllık siyasi haritasını belirleyen Sykes-Picot anlaşmasının ‘işlevini yitirmesinin bir sonucu’ veya ‘yeniden güncellenmesi’ olarak okunuyor.

Sykes-Picot’nun işlevini yitirdiği düşüncesi ile güncellenmekte olduğu tezleri, şu an paralel gibi gözükse de aslında bunlar ‘Arap Baharı’na dair iki zıt okuma biçimini ve politik tutumu yansıtıyordu.

22 Tem 2014

Filistin ulusal uzlaşmasını bozmayı başaramazsa Gazze’yi kan denizine çevirse de İsrail’e 2012 şartlarını güncelleyen bir ateşkes ve zafer gözükmüyor.

Filistinli direniş gruplarının Mısır’ın ateşkes planını reddederek öne sürdüğü şartlar, dış görüntünün aksine savaşta üstün tarafın İsrail olmadığını düşündürüyor.
Elbette savaştaki üstünlük, kullanılan savaş teknolojisi, yaratılan maddi yıkım ve öldürülen insan sayısı gibi değişkenler esas alınarak belirleniyorsa 11. gününü geride bırakan Gazze savaşında İsrail’in üstünlüğünün tartışılacak bir tarafı bulunmuyor.

Sayfalar