Siyasal, toplumsal ve ekonomik gelişmeler, bütünlük içerirler. Aralarındaki etkileşim güçlüdür. Birbirinden etkilenir, birbirini tetiklerler. Sebeplerini ve sonuçlarını, birlikte, bütüncül bir bakış açısıyla yorumlamak gerekir. Bu durum, dış politikaya da yansır elbette. İttifaklar kurulur, ittifaklar yıkılır. İhtiyaçlar değişince, ittifaklar da değişir. Her ittifak, karşısında bir başka ittifakın doğmasına neden olur.
Barış Doster
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Kürt sorununun çözümüne” ilişkin açıklaması ve HDP’nin eski eş başkanlarından, Van milletvekili Sezai Temelli’nin, “çözümün adresi ve muhatabı olarak İmralı’yı işaret etmesi”, gündemdeki yerini koruyor. Kimileri, konuyu ısrarla kimlik temelli bir sorun olarak ele alırken kimileri de salt terörü öne çıkarıp güvenlikçi politikaları önceliyorlar. O nedenle sorun; adından başlayarak kavramsallaştırma ve tanımlamada büyük yanlışlar içeriyor. Oysa sorunun tarihsel, siyasal, toplumsal, kültürel, hukuksal, iktisadi, askeri, diplomatik boyutları olduğundan, öncelikle kavramsal düzlemde uzlaşmak şart. Doğru soruları sorarak konuyu tartışalım.
Dış politikayla ilgilenenler, kaçınılmaz olarak, zorunlu olarak, bir yandan ülkelerin içindeki sınıf mücadelesiyle; yani üretim, mülkiyet, bölüşüm ilişkileriyle; bir yandan da ülkelerin dışındaki pazar, ham madde, ucuz emek talebiyle ilgilenirler. İçeride baktıklarıyla dışarıda baktıkları birbirinin tamamlayanı, bütünleyenidir. Aralarında doğrudan ilişki vardır. Çünkü iktisat; siyasetle ve dış politikayla doğrudan ilgilidir. Bu nedenle, sıklıkla vurguladığımız üzere, büyük bir devletin, emperyalist bir gücün kurumsal dış politikası, bir partiden diğer partiye, bir başkandan diğer başkana değişmez. Aksini öne sürenler yanılırlar. Bunun somut örneği, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) izlediği dış politikadır.