Ender Helvacıoğlu

16 Ara 2016

Bu iktidar, iktidarını korumak adına, ülkeyi bir batağa soktu. Bu yolda hızla ilerliyor ve debelendikçe hem kendisini ve kendisiyle birlikte ülkeyi de dibe çekiyor.

Bu iktidar bir “vatan savaşı” vermiyor, kimse kendini kandırmasın. Tam tersine vatanı, acilen kurutulması gereken bir bataklığa dönüştürüyor.

Bu iktidar, iktidarını korumak adına, FETÖ’ye yol verdi ve devletin tüm kurumlarını ABD’nin bu beşinci kol örgütlenmesine teslim etti.

Bu iktidar, iktidarını korumak adına, Kürt sorununa Türkiye-içi bir çözüm bulma çabasının önünü tıkadı. Kürt illerindeki bir iç savaş göze alınarak sorunun Türkiye’den sökülüp atıldığı sanıldı ama, büyük kentlerimizde patlayan bombalar, Türkiye diye bir derdi kalmayan ve tamamen ABD güdümüne giren PKK’nın sınır ötesinden yolladığı savaş uçaklarıdır.

04 Kas 2016

Bir anıyla başlayalım. 1980 öncesinde İTÜ’de çok sayıda İranlı öğrenci vardı. Çoğunluğu devrimciydiler. Tıpkı Türkiyeli devrimciler gibi onlar da farklı gruplara mensuptular: Halkın Mücahitleri, Halkın Fedaileri, Tudeh, irili ufaklı Maocu gruplar vb…

Kendilerine yakın buldukları Türkiyeli devrimci gruplarla birlikte örgütlü mücadeleye katılırlardı. 1979’da, İran devrimi başladığında, hemen hepsi öğrenimlerini yarıda bırakıp İran’a devrime katılmaya gittiler. Ülkelerinde devrim olurken Türkiye’de mühendis olmaya çalışmak yakışık almazdı.

Gidişlerini, nasıl coşkulu olduklarını, bizlerle helalleştiklerini anımsıyorum. Sonrasını pek fazla takip edemedik.

12 Eylül 1980 faşist darbesi dolayısıyla kendi derdimize düşmüştük. 1984 yılında farklı örgütlerden gelen devrimciler elbirliğiyle “Yeni Olgu” adlı bir gençlik dergisi çıkarmaya başladık (yayın hayatı, sıkıyönetim tarafından kapatılana kadar 1 yıl sürmüştür).

18 Eyl 2016

Çin devriminin lideri Mao Zedung’un özlü bir sözü var: “Ya savaş devrime yol açar ya da devrim savaşı önler.” 

Yaşadığımız emperyalizm çağında, dünya çapında model oluşturabilecek toplumsal devrimleri ve büyük boyutlu savaşları (dünya savaşları) göz önüne aldığımızda Mao’nun önermesinin ilk kısmının gerçekleştiğini görüyoruz ne yazık ki. En tipik örnekleri Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki Sovyet ve Türkiye devrimleri ile İkinci Dünya Savaşı sonunda oluşan Çin devrimi. 20. yüzyıl boyunca yaşanan Doğu Avrupa devrimleri, Uzakdoğu devrimleri, Küba devrimi ve ulusal kurtuluş savaşları da, yine aynı konjonktürde ve o büyük devrimlerin yarattığı arka plana yaslanarak başarıya ulaşmışlar.

Kısacası, devrimler savaşları önleyememiş; insanlık büyük felaketler yaşadıktan sonra, devrimler o felaketlere olağanüstü çözümler olarak gündeme gelmiş. Neden böyle? İnsanlığın henüz “musibet-nasihat diyalektiğini” nasihatten yana çözümleyebilecek bir düzeye ulaşamadığı gibi kültürel bir yorum getirilebilir. Mutlaka doğruluk payı vardır, ama biz o konunun uzmanı değiliz.

30 Haz 2016

Lafı uzatmaya gerek yok, kısa notlar halinde yazalım.

Her açıdan delik deşik bir ülkede yaşıyoruz. Ülkenin sınırları da delik deşik, devleti de, iktidarı da, sözde politikaları da…

İstihbarat örgütlerinin içinde cirit attığı, emperyalist müdahalelere tamamen açık bir devlet yapısı… Hiçbir süzgeç yok. İstihbarat örgütlerinin ve terör örgütlerinin “açık pazarı”.

Boğazına kadar suça batmış bir iktidar. Tökezlediği an dünya kadar iddianame kapıda. Tek politikası, ne yapıp edip iktidarı yitirmemek olan, “iktidara mecbur” bir iktidar.

Bu mecburiyeti yüzünden her şeyi yapabilecek ve bu mecburiyetini bilip kullanabilecekler tarafından her şeyin yaptırılabileceği tam teslim bir iktidar.

İktidara mecbur, dolayısıyla kendisini iktidar yapanlara mecbur. Anasını bile satabilir ve herkese satılabilir…

Manevra (siyaset yapma) yeteneği ve potansiyeli tükenmiş, bağışıklık sistemi dumura uğramış, direnci kalmamış, şaşkın bir iktidar.

24 Haz 2016

“Gezi Direnişi” nasıl “Haziran Ayaklanması”na dönüşmüştü? Cumhuriyetçi ve laiklik duyarlılığı olan geniş emekçi kitleler sokağa çıkmaya karar verdiklerinde.

O noktadan sonra işin rengi değişmişti. Artık her yer Taksim olmuştu, mücadele tüm yurt sathına yayılmıştı ve AKP iktidarı hedef tahtasına oturtulmuştu.

Bu olguyu sosyalistler olarak bir kenara yazalım. Sadece tarihi bir gerçeği vurgulamak için değil, önümüzdeki dönem nasıl bir strateji izlememiz gerektiği konusunda netleşmek için.

Haziran’a sahip çıktığını iddia eden, methiyeler düzen herkes öncelikle “Gezici” mi yoksa “Hazirancı” mı olduğu sorusuna net bir yanıt vermelidir. (Haziran’ın Gezi’yi de kapsadığını belirtmeye herhalde gerek yok, ama tersi doğru değil.)

Böyle ikilemli bir soruya itiraz edenler çıkacaktır. Bu arkadaşlar Türkiye’nin toplumsal gerçeklerinden bihaberdirler, hayal kurmaktadırlar.

05 Kas 2015

AKP ciddi bir seçim başarısı kazandı. 7 Haziran’da yüzde 40,87 olan oy oranını yüzde 49,38’e, vekil sayısını da 258’den 316’ya çıkardı. Açık ara tek başına iktidar olduğu gibi, anayasayı değiştirme ve başkanlık sistemini getirme gibi tartışmaları istediği zaman gündeme sokabilecek bir vekil sayısına ve politik ivmeye ulaştı.

AKP, 7 Haziran’da kaybettiği oylarını yeniden toparlamayı başardı ve neredeyse 2011’deki oy oranını (yüzde 49,95) tekrar yakaladı. 7 Haziran’da MHP’ye, HDP’ye (muhafazakâr ve dindar Kürtler) ve SP-BBP ittifakına kaybettiği muhafazakâr oyları geri aldı. Bu üç partinin kayıp oranlarını alt alta yazıp topladığınız ve buna 7 Haziran’da küskünleşip seçime katılmayan AKP oylarını eklediğiniz zaman AKP’deki oy artışının nereden geldiği tastamam anlaşılır.

Sayfalar