Ender Helvacıoğlu

28 Ara 2018

AKP iktidarı devlet olma sancısı içinde. Epey yol alınan bu süreci tamamladığında neler yapabileceğinin, nasıl bir rejim kurabileceğinin işaretlerini de veriyor. Müjdat Gezen, Metin Akpınar, Fatih Portakal gibi aydın ve sanatçılara yönelik tehdit ve baskıları münferit ve kişisel olaylar olarak değil, bu tablo içinde değerlendirmek gerekir. 

İktidar olmak ile devlet olmak arasında ciddi bir fark var. İktidara muhalefet edebilirsiniz; ama devlete muhalefet olmaz! İktidar karşıtı hatta düşmanı olabilirsiniz; ama devlet karşıtı ve devlet düşmanı olmak suç (hem de en ağır suç) kapsamına girer. 

Hani şu meşhur “gemi” vardır ya, “hepimizin” içinde bulunduğu iddia edilen gemi… O gemi devlettir. Sert siyasal mücadeleler verilebilir, farklı kanatlarına dahil olunabilir, çatışılabilir, vuruşulabilir, hatta içeri düşülebilir, hatta hatta ölünebilir; ama o gemi içinde… Çoğu kişinin (bazı “solcuların” da) siyasetten anladığı budur. Siyaset yapılacaksa “devlet katlarında” yapılacaktır. Devlete zeval gelmesin de, ister öldür ister öl…

29 Kas 2018

Zaman zaman yeni geliştirilen bir teknolojinin insanlığı “kurtaracağı” veya tersine “felakete sürükleyeceği” söylenir. İlk çıktıklarında elektrik, telgraf, telefon, nükleer enerji, televizyon, bilgisayar vb. hakkında da bu tür tartışmalar yapılmıştır. Günümüzde de özellikle genetik, bilişim teknolojileri ve yapay zekâya ilişkin benzer tartışmalar yapılıyor.

Aslında sadece bu tür etkili teknolojiler ve ürünleri hakkında değil, genel anlamda bilim için de aynı tartışma yapılır. Bilim insanlığı kurtaracaktır veya felakete sürükleyecektir. Gerçekten bilimin veya teknolojinin böyle bir gücü var mıdır?

17 Kas 2018

Kürt sorunu uzunca bir süredir uluslararası nitelikte; yani sorunun çözümünde inisiyatif sadece Türkiyeli odaklarda (hem iktidarları hem de ilerici unsurları kastediyorum) değil. Bu noktaya gelinmesinde Türkiye’nin gerici-milliyetçi iktidarlarının inkâra ve şiddete dayalı politikalarının belirleyici rolü var. Emperyalist müdahaleler bu zeminde etkili olabildi. 

Kürt sorununun uluslararasılaşması bir olgu; ama bu olgu Türkiyeli ilerici ve sosyalistlerin Türkiye’de -dışarıyı da etkileyecek ve örnek teşkil edecek- bir çözüm modeli oluşturmalarına engel değil. Biz bu yönde uğraş vermeliyiz. 

*** 

20 Tem 2018

 

'Meşruiyet' sıkıntılı bir kavramdır. Örneğin, 'yasal' veya 'yasadışı' kavramları öyle değil. Bunlar nispeten teknik kavramlar. Yasalar vardır; uyarsanız yasal, uymazsanız yasadışı olursunuz. Elbette yasalar da farklı yorumlara açıktır, esnetilebilir, boşlukları bulunur; ama yine de daha belirgin bir çerçeve söz konusudur.

Meşruluk meselesinin ise çok farklı boyutları var. Mızrak gibi bir kavramdır, çuvala sığması mümkün değil. Üstüne üstlük sıkıntılı ve çalkantılı dönemlerde gündeme girer bu kavram. İşleri yürütmek için yasaların yetmediği dönemlerde, gerek iktidarlar gerekse muhalifler bu kavrama başvurmak zorunda kalırlar.

Yasallık tartışmasında hukukçular öne çıkar, meşruluk tartışmasında ise politikacılar, hatta savaşçılar. Dolayısıyla yasallık masa başında tartışılırken, meşruluk arenada tartışılır. Daha doğrusu meşruluk tartışılmaz; kabul ettirilir, dayatılır.

12 Tem 2018

 

Cumhuriyet kendini neden koruyamadı?

Cumhuriyetçiler birbirlerine bu soruyu sorup duruyorlar. Bir kısmı sorumlu olarak saptadıklarına veryansın ederken, diğer bir kısmı derin bir karamsarlığın içinde. Bir diğer kesim ise çoktan dümeni yeni başkanın iktidarına kırmış durumda ve bir yer edinmeye çalışıyor.

Oysa yüz yıllık cumhuriyet tarihimizin çeşitli aşamalarına ve kritik dönemeçlerine göz attığımızda böyle bir sorunun anlamsızlığı ortaya çıkar.

“Cumhuriyet kendini neden koruyamadı?” diye şaşkınlıkla sormak, aslında 100 yaşına gelmiş bir insan için “neden ölüyor?” diye sormak kadar anlamsızdır.

Cumhuriyet’in ölüm nedeni “çoklu organ yetmezliği”dir. Yani yaşlılık… Tedavisi olmayan bir hastalık… Hastalık diye de nitelememek gerekir; doğa (bu örnekte toplum) kanunudur bu.

Aslında Cumhuriyet fazla bile yaşamıştır. Bu kadar direnebilmesi, mayasının ne kadar sağlam olduğunu ve en önemlisi geniş sürecin (Modernite sürecinin) -en azından başlarda- niteliğine ne kadar uygun olduğunu gösterir.

22 Haz 2018

 

Halkın çok anlaşılır bir talebi var: 16 yıldır devam eden bu iktidarın artık son bulması. Giderek genişleyen kesimler bu talep etrafında birleşiyor.

Anımsanacağı gibi Haziran Ayaklanmasının temel talebi de buydu: “Hükümet istifa”. Referandum’daki “Hayır” da bu talebin o konjonktürdeki sloganıydı. Artık bu iki büyük toplumsal harekete katılmayanlar arasında dahi -çok çeşitli nedenlerle- bu talebe meyledenler bulunuyor. Yani talebin kitle tabanı gün geçtikçe genişliyor.

Bu talep sonuna kadar haklı ve meşrudur.

Peki, yeterli midir? Elbette değildir. En başta, gitmesi istenenin yerine neyin konulacağına ilişkin bir berraklık ve fikir birliği yoktur. Halk, “önce şunlardan bir kurtulalım” demektedir, “ötesine sonra bakarız”…

Politik öncü elbette “ötesini” de düşünecek. “Politik” olmanın ve “öncü” olmanın gereğidir bu. Fakat bu “ötesini düşünme” görevi, geniş kitlelerin söz konusu haklı ve meşru talebinin göz ardı edilmesine, küçümsenmesine yol açmamalı.

20 May 2018

 

Geçen hafta da yazdık: Türkiye’nin sosyalist olduğunu söyleyen örgütleri ne örgüt olarak parlamento seçimlerine girebilmeyi, ne de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sosyalist bir aday çıkarabilmeyi becerebildiler. Sonuç olarak bu kadar önemli bir dönemeçte sosyalistler ne yazık ki arenaya çıkamadılar.

Bu durumun geçerli hiçbir açıklaması ve özrü yok. Mecliste grupları bulunanları geçelim, yeni kurulan İP, VP, tarikat örgütlenmesi olan BTP, adı var kendi yok DP seçimlere parti olarak girebiliyor, ama yılların sosyalist örgütleri giremiyor. Sosyalistler 100.000 başvuru toplayıp topluma bir cumhurbaşkanı adayı sunamıyor. Bu hepimizin ayıbıdır; cesaretsizlik ve niyetsizlikten başka bir açıklaması yoktur.

Bu noktadan sonra yapacağımız tüm tartışmalar, getireceğimiz tüm öneriler, bu zaafın gölgesini taşıyacaktır ve içimizi rahatlatamayacaktır. Kısıtlı bölgelerde bağımsız aday çıkarmak, bazı sosyalist kişilikleri başka partilerin listesinden aday göstermek gibi taktikler, bu büyük ayıbı kapayacak nitelikte girişimler değil.

07 May 2018

 

24 Haziran seçimlerine, 24 Haziran sonrası hesap edilerek gidilmeli. 24 Haziran gecesi başlayabilecek olan süreçlere hazırlıklı olmayan siyasal odaklar, seçimlerde hangi sonuçları alırlarsa alsınlar iktidar olamazlar.

Bugün Türkiye’nin başında, ülkenin rejimini değiştirmiş, ulusal ve uluslararası düzlemde sayısız suç işlemiş, iktidarını korumayı hayat memat meselesi olarak gören bir çete var. AKP-Erdoğan iktidarının “demokratik seçimler” sonucunda iktidarı devredeceğini sanmak kanımca safdillik olur.

Ya her türlü yolu (hileyi) kullanarak kendilerini galip ilan edecekler, ya da -eğer mızrak çuvala sığmazsa- sonucu kabul etmeyecekler. Ülkeyi bir kargaşaya sürükleme pahasına…

Bunu daha önce de yaptılar. İktidara geliş ve pekiştiriş süreçlerinde neler yaptıklarını söylemiyorum. İktidarlarının sarsıldığı son üç yıl içinde iki kez, 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında ve Başkanlık Referandumu sonrasında yaptılar ve muhalefetten ciddi bir tepki görmediler. Yeniden aynı yola başvurmamaları için bir neden yok.

12 Nis 2018

 

Dünyanın gözünün içine baka baka komplolar yapıp yalanlar üretip saldırabilirler. Suriye halkının üzerine bombalarını yağdırabilirler.

Fakat bütün bunlar, başta ABD olmak üzere emperyalist çakalların Suriye’de gerilemekte oldukları, duruma hakim olamadıkları gerçeğini tersine çeviremez.

Batılı emperyalistler 25 yıldır bir kan gölüne dönüştürdükleri Irak ve Suriye’de kendi düzenlerini kurma yeteneklerini yitirmişlerdir ve görünen o ki, böyle bir gücü tekrar elde etme olanakları bulunmuyor.

Becerebildikleri tek bir şey var: kan gölünü büyütmek ve kaos ortamının devamını sağlamak. İşte bunu yapıyorlar.

* * *

Bu aslında yeni bir olgu da değil. Batı kapitalizmi en az yüz yıldır yapıcılığı tükenmiş bir yıkıcılıktı. Fakat 21. yüzyılda bu olgu bütün berraklığıyla ortaya çıktı. Atlantik sistemi insanlığa bir gelecek sunma yetisini kaybetti, yani “yapabilme iktidarını”, kendini yenileme ve üretme gücünü yitirdi; sadece yıkabiliyor.

Irak ve Suriye’de on yıllardır yaşanan çıplak gerçek budur.

22 Mar 2018

 

Dipteki insanı kazanan iktidar olur ('dipteki insan' derken başta işçi sınıfı olmak üzere emekçileri kastettiğimi baştan söyleyeyim ki, lümpen proletaryadan medet umuyor muhabbeti olmasın). Bunu herkes bilir ve iktidar olmak isteyen herkesin stratejisi budur.

Sağcısı-solcusu, gericisi-devrimcisi, faşisti-sosyalisti, burjuva örgütü-emekçi örgütü… Her kesimin iktidar yürüyüşü dipteki insanı bir şekilde kazanmaktan geçer. Dipteki insanı kaybeden de iktidardan düşer.

Mustafa Kemal, Menderes, 27 Mayıs, Demirel, Ecevit, 12 Eylül, Özal, Erdoğan, hatta Kürt illerinde PKK bile dipteki insanı kazanarak, ona bir kimlik vererek iktidara yürümüş ve almışlardır. Sonrası ayrı konu…

Devrim de, karşı-devrim de kimliksizlere bir kimlik kazandırarak (benimseterek), kimsesizlerin kimsesi olarak, çaresizlerin çaresi olarak gerçekleşir. Bu bağlamda, Mustafa Kemal, Lenin, Mao da böyle iktidara yürümüştür; Hitler ve Mussolini de… Yöntemler, araçlar, hedefler, gelecek perspektifleri ve en önemlisi sınıfsal konum tabii ki farklıdır; onu tartışmıyoruz.

Sayfalar