Ender Helvacıoğlu

02 Eyl 2017

 

Konumuz anti-emperyalizm ve sosyalist devrim stratejisindeki yeri. Kurama fazla girmeden olgulara bakacağız.

- Sovyet devrimi: Sovyet iktidarının ilanının üstünden bir yıl dahi geçmeden, İngiliz, Fransız, Japon ve Amerikan emperyalistleri (kısa süre sonra Polonya da katıldı), ülke içindeki karşı-devrimcileri de ayaklandırarak müdahalede bulundular. Sovyet hükümeti üç yıl boyunca bu emperyalist müdahaleye ve karşı-devrimci kalkışmaya karşı mücadele etmek zorunda kaldı.

Sovyetler Birliği’ne yönelik ikinci büyük emperyalist müdahale, Nazi Almanya’sının 1941’deki saldırısıydı. 1945’te Hitler’in ininde kıstırılmasıyla biten bu süreçte Sovyetler 27 milyon insanını kaybetti.

Üçüncü saldırı ise ABD önderliğindeki Batı emperyalist bloğunun Sovyetleri kuşatma ve yıkma amaçlı Soğuk Savaş süreciydi. 90’lı yılların başında Sovyetler Birliği’nin ve Doğu Bloğunun dağılmasıyla sonuçlandı.

10 Ağu 2017

Batı emperyalizminin ideologlarıyla Siyasal İslamcıların üzerinde anlaştıkları bir nokta var: Doğu toplumlarında (bizim özelimizde Müslüman toplumlarda) “Modernite”nin kök salamayacağı.

Bu gelip geçici ve tesadüfi bir çakışma değildir; bizimki gibi toplumların siyasal süreçlerinin temel belirleyenlerinden olan bir “ittifak”ın zeminini oluşturur.

İki taraf da Modernite’nin bir Batı (burjuva) icadı olduğu, farklı tarihsel birikimleri (ve bu birikimin oluşturduğu gelenekleri) bulunan Doğu toplumlarına yabancı olduğu konusunda hemfikirdirler.

03 Ağu 2017

 

Televizyon programlarında, halka açık konferanslarda evrim kuramının tartışıldığı söyleniyor. Eğer durum gerçekten böyle olsaydı, bu inanılmaz bir aydınlanma şöleni olurdu. Düşünebiliyor musunuz, bilimsel bir konu, hem de ayrıntılı içeriğiyle milyonlar önünde tartışılıyor; insanlar soruyor, konunun uzmanları yanıtlıyor. Tam bir ütopya!

Tabii ki yaşanan bu değil. O programlarda -örneğin- canlılığın ortaya çıkışına ilişkin hipotezler, hücrenin yapısı, tek-hücrelilikten çok-hücreliliğe geçiş, doğal seçilimin, mutasyonun, genetik sürüklenmenin ne olduğu, insan ile şempanzenin ortak atasının nasıl bir canlı türü olduğu… falan tartışılmıyor.

Tartışılmasına da gerek yok zaten. Çünkü bu konularda tartışabilmek, fikir belirtebilmek için o alanda ciddi bir bilimsel altyapı gerekir. Her biyologun bile tartışabileceği konular değildir bunlar; özel bir birikime sahip olmayı ve literatür hâkimiyeti gerektirir.

30 Haz 2017

 

Doğa aşkına, bırakın artık şu Aziz Sancar’ın, Celal Şengör’ün, Ali Nesin’in peşini. Bu arkadaşları yerli yerlerine oturtun, sonra da rahat bırakın.

Aziz Sancar, tıp lisans eğitimi aldıktan sonra ABD’de moleküler biyoloji dalında doktorasını vermiş, DNA onarımı, hücre dizilimi ve kanser tedavisi üzerinde çalışmalar yapmış, hücrelerin hasar gören DNA’ları nasıl onardığını ve genetik bilgisini koruduğunu haritalandıran araştırmaları sayesinde Nobel Kimya Ödülü’ne layık görülmüş değerli bir bilimci.

1971 yılında, 25 yaşında Amerika’ya gitmiş, hayatı laboratuarda geçmiş bir uzman. Kendi alanına ilişkin dahi felsefi bir yaklaşımı bulunmadığı, “Evrim kuramına isteyen inanır isteyen inanmaz” demesinden belli. Yani konunun bir inanç meselesi olmadığından bile habersiz. Belli ki bu konulara hiç kafa yormamış bir dar alan uzmanı. Bir entelektüel değil.

18 Haz 2017

Gece birdenbire gündem değişti. Dolayısıyla bizim yazının da konusu değişti. Sabaha gündem yeniden değişebilir ama yapacak bir şey yok; kısaca değerlendirmelerimizi yazalım.   

Kılıçdaroğlu’nun CNN Türk’teki açıklamaları doğru noktaları vurguluyor ve yürüyüş kararı da haklı taleplere dayanıyor.

CHP’nin yürüyüş kararının “emperyal bir işaret”, “HDP’nin ve FETÖ’nün önderlik ihtiyacının karşılanması” olarak baştan mahkûm edilmesini doğru bulmuyorum.

Böyle bir tehlike yok mu? Tabii ki var. İşi o yöne çekmeye ve “turunculaştırmaya” çalışanlar hemen üşüşmeye başladılar bile.

Gezi olayında da aynı şey olmuştu. “Gezi Direnişi”ni “Haziran Ayaklanması”na çeviren cumhuriyetçi-laik kitlelerin kendiliğinden de olsa ağırlık koyması ve inisiyatifi almasıydı.

Emperyal girişimler böyle engellenir. Yoksa sadece oturup tehlikelere dikkat çekerek değil. 

Ortada haklı bir talep ve birikmiş bir enerji var. Ne yöne gideceği arazide belli olur.

02 Haz 2017

Rakka operasyonu kimin operasyonudur?

Kimin stratejisinin kapsamındaki bir harekâttır? Komutası kimdedir? Operasyon için gerekli askeri teçhizat nereden sağlanmaktadır?

Sosyalistlerin ve devrimcilerin mi? Yoksa ABD başta olmak üzere Koalisyon güçlerinin mi?

Bir kere bu soruya net bir yanıt verilmeli. Boru değil, savaş veriliyor, insanlar ölüyor, öldürüyor. Karmaşık kuramsal bir konu değil, son derece somut bir olay. Saflar belli, karargâh belli, silahların kaynağı belli.

Eğer bu sorunun yanıtı “sosyalistler ve devrimciler” ise, -koca koca adamlarız, sosyalist ve devrimci geçiniyoruz- yanı başımızda “sosyalist ve devrimci” bir savaş veriliyorsa, sosyal medya paylaşımları yapmakla, taziye çadırlarını ziyaret etmekle yetinemeyiz. Orada savaşıp can vermeyi genç kızlara bırakamayız. Ayıptır!

25 May 2017

Tarihin birçok şeyi olduğu gibi bir de müzesi vardır. Ununu eleyip eleğini asmış tarihsel kişilikler/akımlar/hareketler o müzede yerlerini alırlar. Yani artık müzelik olurlar.

Burada iki nokta önemli: 1) Müzelik olup olmadığı, 2) Müzelik olduysa müzenin hangi bölümüne konulduğu.

Bir tarihsel kişiliğin ve temsil ettiği fikir akımının veya siyasal hareketin müzelik olup olmadığı, toplumsal koşullarla, daha doğrusu sınıflar mücadelesiyle ilişkili bir konudur.

Şöyle anlatmaya çalışalım: O kişi/akım/hareket, güncel toplumsal olaylarda hâlâ -şu veya bu şekilde- kendine yer buluyorsa, rol alıyorsa henüz müzelik olmadı demektir.

Örneğin Hz. Muhammed henüz müzelik değildir. Nasıl olsun; dünyanın bir yanında karikatürünü yapmaya kalksan diğer yanı sokaklara dökülüveriyor. Demek ki Hz. Muhammed’in başlattığı hareketin -tarihsel anlamda- yaşamı henüz son bulmamıştır. 

11 May 2017

ÇOK-NİTELİKLİ CUMHURBAŞKANI ADAYI

“Hayır Cephesi” için bir cumhurbaşkanı adayı aranıyor.

Hem CHP’li, hem MHP’li, hem HDP’li, hem SP’li, hatta hem AKP’li, bir parça da sosyalist olacak.

Hem İslamcı hem laik, hem modern hem muhafazakâr, hem Türkçü hem Kürtçü, hem Alevi hem Sünni, hem liberal hem kamucu, hem Atatürkçü hem Osmanlıcı… olacak.

Hem Atlantikçi hem Avrasyacı, hem Amerikancı hem Rusyacı, hem AB’ci hem Ortadoğucu, hem İsrailci hem İrancı olacak.

Böyle biri var mı? Daha doğrusu böyle biri olabilir mi?

Olabilir ve vardır!

Türkiye’de bu niteliklere haiz ve liderlik potansiyeli taşıyan tek bir kişi tanıyorum: Recep Tayyip Erdoğan!

Bir farklılık olması için “Tayyip Recep Erdoğan” diyelim. Muhalefet cephesi RTE’nin karşısına TRE’yi çıkarmalıdır ki başarılı olabilsin!

Zaten iş o noktaya doğru gidiyor. En son Abdullah Gül’e de razı olundu. O da olmazsa, kim olabilir dersiniz? Ondan bir ötesi kim?

Emin olun, bu arayış, döner dolaşır Recep Tayyip Erdoğan’ı yeniden cumhurbaşkanı yapar.

05 May 2017

Referandumda ortaya çıkan hayır potansiyeli, AKP iktidarını alt edecek bir toplumsal kuvvete nasıl dönüştürülebilir? Günün sorusu bu.

Bilindiği gibi referandumda ortaya çıkan “Hayır Cephesi” siyasi eğilimler açısından baktığımızda beş benzemezden oluşuyor: CHP, MHP muhalifleri, HDP, AKP muhalifleri, SP, sosyalistler…

Seçimleri temel alan ve 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimlerini hedefleyen bir strateji, bu beş benzemezi referandumda olduğu gibi birleştirebilecek sihirli bir formül ve sihirli bir aday arayışında.

Örneğin Deniz Baykal bu stratejinin tipik temsilcilerinden biri. Bir eli MHP muhalefetine diğer eli HDP’ye uzanan yeni bir CHP kurguluyor. Aynı zamanda cumhurbaşkanı adayı da olacak bir CHP Başkanı ve onun biri MHP’li (Meral Akşener) diğeri HDP’li (Ahmet Türk) iki yardımcısı. Abdullah Gül inisiyatif almaya karar verirse, aynı strateji kapsamında ama farklı isimlerle yeni bir düzenleme yapılabilir Baykal’a göre.

22 Nis 2017

Deniyor ki: Dış tehditlere (emperyalist güdümlü FETÖ, PKK, IŞİD vs.) karşı birlik olmamız gerekirken, Türkiye halkı “evetçiler” ve “hayırcılar” diye kabak gibi ikiye bölündü ve kutuplaştı; şimdi yeniden birleşmenin zamanıdır.

Doğru. Halkın birliğini sağlamak gerek. Şimdi sakin kafayla mantık yürütelim ve bu birliği kimin bozduğunu ve nasıl yeniden sağlanabileceğini tartışalım. Sorular sorup yanıtlarını vererek ilerleyelim.

Parlamenter rejimi (giderek cumhuriyeti) ilga etme anlamına gelen başkanlık anayasasını kim dayattı?

Türkiye’yi, halkı kabak gibi ikiye böleceği apaçık olan bu referandum sürecine kim soktu?

Referandum kararını Meclis’ten zorla kim çıkarttı?

Bahçeli’nin koltuk değneğiyle Erdoğan kliği ve AKP yönetimi değil mi?

Referandum kararı, sayısız itiraza karşın, AKP ve MHP milletvekillerinin oylarıyla alınmadı mı?

Demek ki Türkiye halkını bölen süreci başlatanlar Erdoğan kliği ve AKP-MHP yönetimleridir. (Gelecekte yine “kandırıldık”, “tuzağa düşürüldük” falan derler mi bilemiyorum; ama bu bir şey değiştirmez)

Sayfalar