Yazıya şüphesiz Amerikalı yeni kovboyun Suriye’yi vurması ile gireceğiz. Görünen o ki Trump’a gösteri yapması için bir “zehirli gaz” bahanesi yaratıldı. Henüz zehirli gazı kimin kullandığını uluslararası kurumlar araştırmasını yapmadan, olay Esad’ın üzerine yıkıldı. Amerikalılar şaibeli insanlar. Irak’ı da böyle bir yalanla parçalayıp Ortadoğu’yu ateşe verdiler ve dünyanın son dönemlerdeki en büyük kanlı olayları, insanlık faciaları ortaya çıktı.
Amerikalılar, burnumuzun dibinde bir kanlı savaşın baş sorumlusu olarak herkesi ateşe atıyor. 100 kişi zehirli gazdan ölmüş: Nusracı – IŞİD’ci beyinler, ülkesine giderek egemen olan Şam’ı durdurmak için böyle bir olayı kışkırtmış olabilirler. Bilmiyoruz.
Orhan Bursalı
Tüm kötü gelişmeleri haber veren küçücük işaretlerdir. Okuyunca şaşırmadım, yaşadıklarımızın doğal gelişmesi olarak gördüm, ama yine de epey irkilerek okudum.
Türkiye, ABD’nin “Avrupa Masası”nda ele alınan bir ülkeydi. Şimdi artık “Ortadoğu Masası”na kayıyor! Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi’nde Obama döneminde Türkiye’nin “kaydırılması” tartışılmışken, şimdi Trump döneminde bu gerçekleştiriliyor! “Suriye krizindeki rolü, bölgeye yakınlığı, Türkiye’nin Suriye ve Irak ile beraber alınması gerekliliği”ni doğuruyormuş.
Olaya emperyalist boyutundan bakarsak, bir süper ülke, oturmuş dünya haritasının önüne, yap-boz parçalarıyla ülkelerin kaderlerini çiziyor. Dünya egemeni, çıkarları doğrultusunda kimlerin nerede olması ve hangi olaylar bağlamında değerlendirilmesi gerektiğine karar veriyor.
Der Spiegel’i okuyorum. 2017’nin Şubat sonu 8. sayısında yayımlanan “Tarnung İmam”, “İmamların kamuflajı” başlıklı yazıda aynen şöyle deniyor:
“Türk hükümeti Gülen Hareketi’ni FETÖ olarak isimlendiriyor, yani Fethullahçı Terör Örgütü. Oysa darbenin ardında gerçekten de Gülen’in olduğunu bugüne kadar kanıtlayamadı. Ama bu durum iktidarın, Gülen taraftarı sanılanları avlamasını ve teşhir etmesini engellemiyor.”
Okuyunca çüşş dedim. (Yazı, Türk MİT’inin / Hükümetinin Almanya’daki imamları casus olarak kullanmasıyla ilgili. Ama konum bu değil.)
Sanırım 2013’te bir Alman TV’sinden söyleşi için geldiler. O sıralarda F. Gülen üzerine yazılar yazan ender gazetecilerdenim. F.G. Cemaati’nin faaliyetleri üzerine sordular. Cemaatin elindeki yargı yine sürü sepet gazeteciyi içeri tıkmıştı. Bugünkü hükümet elemanları, bugünkü gibi o zaman da bunların gazetecilikten içeride olmadıklarını dünyaya ve Türkiye’ye inandırma çabası içindeydi.
Yok hayır, bu başlıktan kastım genel siyaset değil özel siyaset; eğitim meselesi. Ama ülkenin geleceği açısından da bir no’lu konu!
Size, 3 yılda bir yapılan PISA sınavlarında ülke öğrencilerinin neden geriye doğru ilerlediğini de yazmayacağım. Öyle ki Milli Eğitim Bakanlığı’ndan yetkililer “Sonuçlar devletin aleyhine kullanılmaya başlanıyor” diye kızmaya başladılar. Yani eğitimin kötüye gittiğini yazmak, vatan hainliği suçlamasından önceki basamak haline dönüşüyor!
Derdim, bakanlığın açıkladığı yeni eğitim müfredatı taslağı ve burada yapılan değişiklikler.
Bir sürü şey, ama en dikkat çekici nokta derslerden evrim ünitesinin çıkarılmış olması.
Irak ile kanlı bıçaklı duruma gelmiştik kısa bir süre önce. Irak, Başika’daki askerlerini derhal geri çek diye açıklamalar yapmış, Ankara rest çekmişti. Şimdi Binali Yıldırım Bey Bağdat’a uçtu ve Başbakan İbadi ile el sıkıştı. Bu yeni, ama çoook gecikmiş bir politikanın sonucuydu. Irak ve Suriye’de “Osmanlı’yı bir şekilde diriltme veya oradaki kültürel ortaklıklardan yararlanma ve bu bölgede liderlik yapma politikası”nın asla bir karşılığı olamayacağını Ankara çok geç anladı. Ulus devletler çağında, ümmetçilik, İslamcılık, Osmanlı’nın bir tür sömürge yönetimlerinden sonra arkada kalan kültürel artıklarını kullanarak egemenlik bölgeleri inşa etme, karşılığı olmayan bir çöp politikadır. Davutoğlu-RTE ikilisinin bu politikası, ülkemize bedeli çok pahalıya çıkan büyük çöküş yaşattı. Ulus Yıkıcılığı Zamanları kitabımda (2. Baskı- Cumhuriyet) Davutoğlu ile ciddi bir polemik metnim var. Ayrıca Alametler Saati kitabında 1880’lerde Sudanlıların Osmanlılara da karşı isyanını anlatan Jamal Mahjoub’un romanını okuyun, (Osmanlı-sömürge ilişkisini anlamak için).
Üçüncü bir siyasi güç iktidarda olsaydı hem bugünkü iktidar hem de FETÖ yargılanırdı. İkincisi şüphesiz ki Türkiye Anayasası’nı ve Büyük Millet Meclisi’ni ortadan kaldırmak suçundan... İlki de FETÖ örgütüne bu darbenin siyasi, idari, ekonomik ve her türlü sosyal yolunu açmaktan...
Durmadan yazmamız ve anımsatmamız gerekir, yok öyle yağma: FETÖ’nün (darbe öncesi Gülen Cemaati’nin) en büyük destekçisi, iktidar ortağı kimdi? İstanbul, Ankara ve neredeyse tüm belediyelerinize FETÖ sülük gibi yapışmamış mıydı, belediye ve Hazine’nin emanetine verilmiş, milletin malını mülkünü emmiyor muydu ve buna aracılık eden hükümetleriniz, bakanlarınız, devletiniz, yetkilileriniz, belediyeleriniz, valileriniz, kaymakamlarınız değil miydi?
Sistem, iktidar mensuplarına ve yandaşlarına peşkeş çekme politikasının bir gereği olarak, ortağa da yedirme içirme biçiminde işlemiyor muydu? Peşkeş çekilen malımız mülkümüzün miktarını bir bakan açıklıyordu: 15 milyar TL’lik mal mülk FETÖ’den geri alınmış. Düşünün artık!
Hiç bıkmadan anımsatmalıyız:
Önceki yazımın başlığı, dün yaşananları haber veriyordu adeta: “Başkanlığın rengi son KHK ile iyice belli oldu..” daha önce de belliydi tabii ki.. İktidarın başı, inşa ettiği otobanda, altını çizerek yazıyorum, dizginsiz koşuyor. Hiçbir engel tanımadan. Cumhuriyet’e neden sıçrattı bu “çökertme” eylemini? “Çökertme” diyorum. Siz bir şirketin, vakfın tüm yönetimini gözaltına alırsanız, sonra da yönetimsiz kaldığı için ve ağır suçlamalar nedeniyle kayyım atarsınız.
İktidar sahipleri Cumhuriyet Bayramı’nı seviyor mu? Başka yapacakları hiçbir şey yok, sahiplenecekler. Cumhurbaşkanı en büyük kazanım demek zorunda kaldı. Kendi geçmişi, kimliği ve bulunduğu yer şüphesiz ki ona bunu söyletiyor. Hayatın en gerçek anıdır bu.
Cumhuriyet, imparatorlukla birlikte padişahlığın da çöküşü ile kuruldu. Padişahlıkla birlikte hilafet de çökmüştü. Hayatın en gerçek bir başka anıydı. Milli Kurtuluş Savaşı “vatanı kurtarma” savaşından çok öte bir şeydi. Vatan kurma savaşıydı. Evet Osmanlı’nın kökeni Türklerdi, Avrupalılar hep Türk derlerdi. Ama Osmanlı “Türk” değildi. Daha çok bir milletler topluluğunun yönetimiydi.
Osmanlı İmparatorluğu’nu çökmekten, padişahlığı yok olmaktan hiçbir şey kurtaramazdı. Hiç... bir... şey.
İlk tarihsel kanıt, tüm imparatorlukların bir şekilde yok olmaya mecbur olduklarıdır.
Bu olay, yüzyıllar boyunca bir imparatorluğun yerini diğerinin alması şeklinde gerçekleşti.
Kabataş Lisesi “Proje Okulu” yapılınca neler oldu?.. İçeriden bir öğretmenin mektubuna yer veriyorum. Yazılarımı doğrulayan, bir intikamcı yokedişin örneği:
“Size adım adım gelişmeleri ve vardığı noktayı anlatayım. Hükümet bu okulların tüm idarecilerini değiştirdi, başka okullardan özenle seçerek (tamamı Eğitimbirsen’li) ve hatta tamamı hemşehri olmak üzere (bizim okulda tamamı Trabzonlu, Cağaloğlu’nda Malatyalı gibi) yenilerini atadı. Onlar da yine tamamı aynı sendikadan, her okulun öğretmen kadrosuna yüzde 25’lik ek yaptılar. Velilere de sürekli bir ‘enkaz edebiyatı’... Okullar çok kötü, öğrenciler başarısız, sosyal etkinlik yok vs.. Oysa başarısız dedikleri Kabataş’ta son üç yılda beş LYS birinciliği, YGS’de ise okul olarak sürekli birincilik ya da ikincilik hali vardı.”