Tarım, Gıda ve Hayvancılık Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı tarafından kurulan bir ortak komisyonun, nüfusu on bini geçen kentlerde ‘evlerde yemek yapmayı’ yasaklamak için bir yasa taslağı üzerinde çalışmalar yaptığını öğrendik. Komisyon üyelerinden bir uzman “evde yapılan yemeklerde sağlık koşullarına yeterince dikkat edilmediği için gıda zehirlenmeleri olduğunu ve tasarının halkın sağlığını korumayı amaçladığını” söylüyor.
Yurt
‘Arap Baharı’ öncesinde, Esad yönetiminin tüm eksi yönleri ve eksikliklerine rağmen, Suriye halkının ezici çoğunluğu hayatından memnundu. AKP yönetiminde Türkiye ile ilişkilerini her alanda en üst düzeye çıkaran Esad, içte ve dışta büyük açılımlara başlamıştı. İki toplum arasında dostluk ve kardeşlik temelleri hızla atılıyordu. Ama olmadı. Çünkü ‘birileri’ bu dostluktan hoşnut değildi. Çünkü ‘birileri’ Türkiye’nin, kendisine çok benzeyen Suriye ile bütünleşmesinden korkuyordu. ‘Birilerinin’ başında ise Suudi Arabistan yönetimi ve onun bölgesel ve uluslararası müttefikleri geliyor. Suriye’nin çağdaş siyasal, sosyal, etnik, dinsel, mezhepsel ve kültürel zenginliği her zaman Suudileri korkutmuştur.
Türban ve “Kızlı-Erkekli bir arada yaşam” tartışmalarını izleyince, bir kez daha ‘Siyasal İslam’la ilgili olarak Alevilerin ne kadar haklı olduğunu gördüm. Ülkenin İslami bir Cumhuriyete dönüştürülmesi ve yaşam tarzının her gün bir adım daha muhafazakarlaştırılması ya da daha doğru bir ifadeyle; İslamlaştırılması bu kadar aleni bir şekilde yapılırken; tartışmaların tamamına yakınında ne Siyasal İslam ne de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu konudaki rolü tartışılıyor. Laiklik, sanki utanılacak bir kavram gibi ağıza bile alınmıyor. Sorunun bir sistem ve demokrasi sorunu olduğu telaffuz bile edilmek istenmiyor! Sistemin dahil edilmediği tartışmalardan sonuç elde etmek bu nedenle mümkün gözükmediği gibi, bu tür bir tartışmanın Siyasal İslam’ın önünü daha da açacağı ve “İslam’ın emrettiği” yeni yasakların günlük hayatımıza önce gireceği, arkasından da hayatımıza nüfuz edeceği kesin gözüküyor…
Önce Wall Street Journal, sonra da Washington Post Gazetesi, İsrail İstihbarat Örgütü MOSSAD hesabına çalışan İranlı ajanların isimlerini MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Tahran’a ispiyonladığını öne sürdü. Bu iddia, CIA- Mossad -MİT üçgeninde mantıklı görünmüyor. MİT Müsteşarı Hakan Fidan hakkında çıkarılan iddiaların, Washington-Tel Aviv-Ankara hattında gizlenmesi gereken bir oyunun stratejisi olduğunu düşünüyorum. Başbakan Erdoğan'ın bakanlarından daha fazla konuştuğu Hakan Fidan'ın, Erdoğan'dan habersiz ‘İrangate’ gibi bir skandala imza atması mümkün mü? Elbette değil. Amerikalılar bunu bilmiyor mu? Gayet tabii, biliyor. Eğer Mossad Türkiye'de İranlı ajanlarla buluştuysa, herhalde MİT gizlice kayıt yapıp Silivri'ye göndermek için CD'ye aktarmadı. ABD İstihbarat Teşkilatı CIA ile MİT'in çok yakın çalıştığı sır değil. Mossad'a çalışan İranlı ajanların CIA ile bağlantısı olmaması mümkün mü? Tabii ki değil.
Suriyeli muhaliflerin 4-18 Ağustos tarihinde Lazkiye'deki Alevi köylerinde yaptığı katliam İnsan Hakları Örgütü raporunda ayrıntılarıyla yer aldı. Tanıklar, kafaları koparılan, rastgele öldürülen, bağlanarak kurşuna dizilen sivilleri anlattı
ŞAM- Suriyeli muhaliflerin 190 sivili öldürüldüğü, 200’den fazla kişiyi kaçırdığı katliamla ilgili İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün (Human Rights Watch) hazırladığı rapora dehşet verici ayrıntılar bulunuyor.
105 sayfalık “'Kanlarını hâlâ görebilirsin': Muhalif Güçlerin Lazkiye Kırsalında Gerçekleştirdiği İnfazlar, Rastgele Ateş Açmalar ve Rehin Almalar” başlıklı rapor 4-18 Ağustos 2013 tarihleri arasında Lazkiye’de yaşananları konu alıyor. Ahrar El Şam, Irak ve Şam İslam Devleti, El Nusra Cephesi, Muhacir ve Ensar Ordusu ile Sukur El İz gruplarının savaş ve insanlığa karşı suçla itham edildiği raporda tanık anlatımları yaşanan dehşetin boyutunu ortaya koyuyor.
Birçok kişinin söylediğinin tersine aslında her inanç bir diğerinin alternatifidir. Eğer bir inanç bir diğer inancın alternatifi değilse var olma şansı bulamaz. Yaşayamaz! İnançlar birbirinin alternatifi olunca, onlara ait ibadethaneler de fiili olarak birbirinin alternatifidir. Bu anlamıyla örneğin cami, cemevinin de, kilisenin de alternatifidir. Aynı şey havra ya da bir başka ibadethane için de çok rahatça söylenebilir. Hatta inançların kendi içlerindeki tarikatlar bile fiili olarak birbirinin alternatifidir. Bundan dolayı, örneğin Almanya’da her İslami tarikatın ve siyasi eğilimin kendi camisi vardır. Süleymancıların, Nurcuların, Kaplancıların camileri birbirinden farklıdır. Ya da Ortodoksların, Protestanların, Katoliklerin farklı kiliseleri olduğu gibi…
Her seferinde aynı soru takılıyor aklıma: Bunlar bizi mi aptal sanıyor? Yoksa “kendi akıllarıyla” ancak bu kadar mı oluyor?
Müzakere süreci bitmese ya da “bitti” açıklaması yapılmasa da bıçak sırtında. İktidar ile Öcalan arasındaki mutabakat askıda. Bunu, sadece PKK/BDP cephesinden gelen tepkilere bakarak söylemiyorum. İktidara yakın gazeteler, kalemler artık itiraf etmeye başladı.
Yeni Akit gazetesi birkaç gün önce “PKK–Gezici Hain Planı” diye manşet attı. “Suriye’ye yapılacak olan müdahaleye Türkiye’nin de dahil olması halinde içerideki Gezicilerle PKK’lılar bir olup Hükümet’i arkadan vurmayı planlıyor” diye fal açtı.
Dün de (TMSF tarafından el konulup Erdoğanlaştırılan) AKŞAM gazetesinde, Genel Yayın Yönetmeni (eski AKP Milletvekili) Mehmet Ocaktan kaleme davrandı. “Gezi-PKK kardeşliği” yazısı yazdı.
1 Eylül Dünya Barış Günü nedeniyle önceki gün Kadıköy İskele Meydanı’nda bir miting düzenlendi. Katılımcılar arasında DİSK, KESK, TMMOB, Türk Tabipleri Birliği gibi kuruluşlar bulunsa da, miting esas itibarıyla BDP’nin, Kürt hareketinin ağırlıklı olduğu bir organizasyondu.
Sık sık Kürtçe sloganlar atıldı, “Diren Rojava seninleyiz”, “Yaşasın halkların eşitliği” sloganları dile getirildi, Kürt sorununun taleplerine önem verildi. Miting görevlileri, BDP’nin AKP’ye yönelik olarak “Hükümet adım at” sloganının yer aldığı tişörtleri giymişlerdi.
Mitingin havası içerisinde savaş karşıtlığına doğrudan ağırlık veren, ABD aleyhtarı, anti-emperyalist bir ortam söz konusu değildi. Miting kitlesinin savaş karşıtlığı tutumu zayıftı, emperyalizme karşı tavır sönük bir havadaydı. Sendikaların katılımı da son derece sınırlıydı.
Hangisi Yüce Divanlık değil ki? diye önüme uzun bir liste ile çıkabilirsiniz. Ama bunlardan biri, çok çok gözlere sokulurcasına yapılmak isteniyor. Çok cüretkâr, çok üstten ve çok hesapsız…Üçüncü havalimanından söz ediyorum. Hem İstanbul’un akciğerlerine kastediyor hem devamında Kuzey ormanlarını, su havzalarını tehdit ediyor, Karadeniz’in, Marmara’nın florasına bile kastedecek bir dehşet. Çevresel felaket potansiyeli kadar kamusal kaynakları yağmalamanın da zirve yaptığı bir proje bu.
Hüsnü Mahalli'nin Irak izlenimlerinin ikinci dizisinde Suriye'yi kan gölüne çeviren El Kaide'yi irdeliyor, bölge ülkeleriyle olan işbirliğine işaret ediyor.
Suudilerin desteğiyle bugün Suriye'yi kan gölüne çeviren El Kaideciler Irak'ta geniş bir deneyim kazanmışlardı. Irak bu gruplar için adeta bir laboratuvar işlevi gördü. İsrail'le kol kola bölgede direnen Şii unsurlara saldırdılar. Direnişe karşı saldırılarında ise mezheplerini maske olarak kullandılar.
Dün Irak'ın içinde bulunduğu güvenlik ve siyasal durumu özetlemeye çalışmış ve Amerikan işgalinin hedefine vardığını söylemiştim.
Hedef: Iraklıları birbirine kırdırmak ve bu ülkeyi parçalamak..