Konumuz 1983'de Cannes Film Festivalinde Yılmaz Güney'e Büyük Ödülü kazandıran Duvar filmi değil.
Konumuz 1961'de inşa edilen, 1989'da Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla yıkılan ve Berlin'i ikiye bölen 46 kilometrelik duvar hiç değil.
İsrail'in işgal altında tuttuğu Batı Şeria'yı kendi topraklarından ayırmak için inşa ettiği 750 kilometrelik duvar başka bir hikâye.
Duvar unutuldu ve bu ırkçı faşist İsrail şimdi AKP dostu.
Tarih boyunca tüm uygarlıklarda şehirler duvar ve hendeklerle korunmuş.
Anlayacağınız duvarcılar her zaman iyi para kazanmış.
Şimdi de öyle.
Savaşın yaşandığı bizim İslam coğrafyasında duvar ve beton bariyer sektöründe çalışanlar köşeyi döndü.
Her yerde devlet ve özel sektör duvar ve beton bariyerlerle korunuyor.
Milyarlarca dolarlık karlı sektör.
En az silah ve güvenlik sektörü kadar.
Peki, bizim duvar hikâyesi ne?
ÖSO ve müttefiki katil gruplara destek veren TSK Cerablus’tan Azez'e kadar uzanan sınır bölgesini tamamen kontrol altına aldı.
Yurt
30 Ağustos Zafer Bayramı’nı kutlamak istemeyen anlayış ‘Cerablus’un Kurtuluşu’nu büyük heyecan ve coşkuyla kutladı.
Yeni Şafak; Yavuz Selim’in 24 Ağustos 1516’da Suriye’ye girdiği Mercidabık Meydan Muharebesi’ni hatırlatarak 500 yıl sonra ‘Osmanlının şahlanışı’nı kutladı.
Hükümet Yeni Şafak’ın bu heyecanını önceden sezebilseydi kesin Cerablus’u değil 60-70 kilometre güney batıda bulunan Mercidabık kasabasından girerdi Suriye’ye.
Orada da IŞİD’çiler var ve IŞİD dergisinin adı Mercidabık.
Çünkü ruh hastası IŞİD’çilere göre büyük meydan muharebesi burada yaşanacak ve İslam ordusu yani kendileriyle kafirler ordusu burada karşılaşacak.
Peygamber Ocağı TSK; ‘kafirler ordusu’ olmamak için Mercidabık’tan değil Cerablus’dan girdi Suriye’ye.
“Önemli olan Cerablus ya da Mercidabık değil Şam’a uzanıp Emevi’de namaz kıldıktan sonra Kahire’ye gidip Sisi'yi devirmektir’.
20 Mayıs 2015'te Palmira'ya saldıran binlerce IŞİD militanı Suriye ordusunun çekilmesiyle çölün ortasında bulunan kasabayı ele geçirdi.
Bundan kısa bir süre öncesinde IŞİD'çiler Irak'ın Ramadi şehrini işgal ettiğinde burada bulunan Irak ordusunun ağır silahlarını alarak Palmira'ya saldırmıştı.
Çölün İncisi Palmira'nın 2000 yıllık tarihi müthiş derslerle dolu.
Özellikle Palmira Kraliçesi Zanubya.
Zanubya'nın torunları IŞİD işgaline 10 ay dayanabildi.
IŞİD'in Palmira yani Tedmor yenilgisi sonun başlangıcı olacaktır.
5 yıl önce Suriye halkının, ordusunun ve Esad'ın yenilmeyeceğini yazdım anlattım.
5 yıl sonra bugünlerde artık herkes benim söylediklerimi tekrarlıyor.
Tekrarlamayalar yanlışlarında ısrar ederse bedelini ağır öder.
Örneğin AKP.
Dönelim Palmira'ya.
Palmira'yı geri alan Suriye ordusu aynı zamanda büyük moral kazandı.
Palmira Suriye halkı için çok şey ifade eder.
Onur, cesaret, fedakârlık, tutku, direnme ve güzellik.
Suriye ordusunun yeni hedefi IŞİD'in kendine başkent ilan ettiği Rakka.
Şuur yoksunu iktidar Türkiye’yi savaşa sürüklüyor. Evet, iç savaş diyorduk, o aşamayı geçtik, şimdi hızla savaş batağına doğru ilerliyoruz. Bölgeyi okuyalım...
Yine uzun zaman önce, emperyalizmin Ortadoğu’daki gerilimleri bir Şii-Sünni ekseni üzerinde kurduğunu belirlemiştik. Bugün gerilim savaşa ramak kala seviyesindedir. Atılan acil adımlar, savaş hazırlığı adımlarıdır.
Nedir bunlar?
Türkiye’nin savaşa girebilmesi için güçlü iktidar ve cephe gerisinin düzlenmesi gerek koşuldur. O halde:
1. Suruç ve Ankara bombaları, sokağa çıkabilecek ve halkı sokağa dökebilecek tüm kesimlere gözdağıdır. “Sokağa çıkarsanız sizi paramparça ederiz” diyorlar.
2. Seçimlerin tekrarı, sorgulanamayacak bir iktidarı ne pahasına olursa olsun sürdürme azminde olduklarını gösteriyor.
3. Kürtlere yönelik akıl almaz saldırı, kentlere tankların sokulması ve sivil halkın katledilmesi, cephe gerisindeki askeri ‘temizlik’ harekatına işaret ediyor.
Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) bağlı olarak çalışan Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı’nın (IARC) işlenmiş et (sucuk, sosis vb.) ve kırmızı etin ne ölçüde kansere yol açtığı konusunda yaptığı bir değerlendirme sonuçlandı. WHO 26 Ekim 2015’te yaptığı açıklamada kırmızı et tüketimini kendi ifadesi ile ‘muhtemelen kanser yapıcı’ buldu. WHO kanserojen olabileceği düşünülen maddeleri birden beşe kadar sıralanan beş ana grup şeklinde sınıflandırıyor. 10 ülkeden 22 uzmanın oluşturduğu bir ekip kırmızı et ile ilgili sınıfı Grup 2A şeklinde belirledi. Grup 2A herhangi bir madde hakkında insanlarla ilgili kısıtlı kanıtın olduğu ve bununla birlikte deney hayvanları (kobay vb.) üzerinde yeterli kanıt bulunduğu durumları belirtmektedir. Kırmızı etin daha çok kalınbağırsak kanserine yol açtığı ileri sürüldü, ancak pankreas ve prostat kanseri için de bu kanserojen ilişki saptandı. Hatırlanacağı gibi bir süre önce aynı kuruluş Türkiye’de de kullanılan ve dünyada ise GDO’lu ürünlerde yaygın kullanılan ot öldürücü olan glyfosatı da (etken maddenin ismi) Grub 2A’ya koymuş idi.
Salı sabahı Esad’ın uçağı Şam’dan havalanırken ben Beyrut'a doğru yola çıkıyordum.
Cumartesi sabahı Beyrut'a uçmuş o akşam El-Cezire’ye rakip El-Meyadin televizyonunda programa katılmıştım. Konu Ankara Katliamı ve genel olarak Türkiye'nin IŞİD ilişkileri ve Suriye politikası.
Arap kamuoyunda Türkiye ile ilgili söylenecek tüm olumsuzlukların hedefinde Erdoğan-Davutoğlu ikilisi var.
Pazar sabahı Şam’a gittim. Bütün gün her düzeyde insanlarla konuştum ve birçok yeri gezdim.
İlk izlenim: Yedi-sekiz ay öncesiyle karşılaştırıldığında moraller olağanüstü iyi ve yüksek.
Nedeni Ruslar.
Bu konuda çok şey söyleniyor ama en ilginç olanı: Putin Erdoğan'ın işini bitirdi.
Esad’ın Moskova ziyareti bu cümleyi daha da anlamlandırdı.
Dört buçuk yıldır herkese kafa tutan Esad korkmadan Moskova'ya uçmuş ve Rus liderlerin karşısına oturmuştu. Karşısında Putin, Medvedev, Lavrov, siyasi ve askeri tüm yöneticiler.
Bir vefa borcu olarak hepsine teşekkür etti. Onlar da dünyaya mesaj vererek “Suriye Esad’sız olmaz” dediler.
Ergin Yıldızoğlu, son dönemde liberallerle doldurulan Cumhuriyet Gazetesi’nin kuvvetli birkaç kaleminden biri. Geçtiğimiz salı günkü yazısı dikkat çekiciydi. Dünyanın Türkiye’deki gelişmeleri nasıl değerlendirdiğini örneklerle ortaya koyuyor, bir askeri darbe ihtimalini tartışıyordu.
Daha evvel bu sütunda kaleme alınan iki serilik ‘Seçimler ve Olasılıklar’ yazılarında, uluslararası sermaye ve yerli ortaklarının öncelikli tercihinin, KaçAk Saray’daki unsuru ehlileştirerek bir AKP-CHP koalisyonu kurmak olduğunu; aksi takdirde ülkenin kısa ama çok şiddetli bir çatışma sürecine sürükleneceğini, iktidarın cihadçı kartını kullanılacağını; bu durumda –farklı biçimler ve isimler altında ortaya çıkabilecek- Amerikancı bir askeri müdahalenin hiç de düşük bir olasılık olmadığını ortaya koymuştuk. Görülüyor ki ABD ve Avrupa’da da benzer değerlendirmeler yapılıyor...
Biz devrimciyiz. Bir hata yaptığımızda muhasebesini çıkarır, özeleştiri yaparız. Muhataplarımızdan da aynısını bekleriz. Peki, karşımızda ne buluyoruz? Yavşakça bir tavır!
Sezen Aksu müthiş bir kadın! "İnandığım şeylerden sapma olmadı. Her şeyde olduğu gibi bende de değişen ve gelişen şeyler oldu. Onun dışında durduğum yerde duruyorum. Ama 'Yetmez ama evet' meselesini soruyorsanız... Birileri bize bu ülkede kalıcı barışı tesis edeceğine ve evrensel hukuk kuralları içinde Türkiye'yi demokratikleştireceğine dair bir söz verdi. Ben de bu vaatlere şans tanıdım..."
Ya, böyle işte... Sezen Aksu yüce gönüllüdür, şans tanıyan bir insandır... 12 Eylül 1980 askerî darbesinin ardından Kenan Evren’e de şans tanımıştı. "Türk Silahlı Kuvvetleri, ülkemizde her şeyin çıkmaza girdiği bir dönemde yönetime el koymuştur. Bence zamanında ve yerinde bir karar alınmıştır. Halkımıza hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum" demişti.
Hizbullah’ı Genel Sekreteri Hasan Nasrallah El Menar televiyonunda yaptığı konuşmada "“Bugün yeniden diyebilirim ki Türkiye hiç kuşkusuz ki IŞİD’i destekledi, himaye ve gözetimini yaptı. IŞİD’i finanse etti, ona her türlü kolaylığı sağladı. Sınırlarını ona açtı. Fakat şimdi, Türkiye başbakanı diyor ki; 'IŞİD Türkiye’nin milli güvenliğini tehdit ediyor' Günaydın Türkiye uykunuz sıhhatli olsun.” dedi.
Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah bir mezuniyet töreninde yaptığı konuşmada “Hatırlar mısınız birkaç yıl önce Ben ve kardeşlerim bütün münasebetlerde konuştuk Suriye’de olayların başladığı ilk anlardan beri Dedik ki… ‘Batılılar ve bölgesel kimi güçler ve getirdiler ve getirecekler dünyanın bütün tekfircilerini, yeryüzünün bütün vahşilerini Suriye’ye yönetimi değiştirmek ve Irak’a denklemi değiştirmek için. Bölgede direniş eksenine savaş açmak için getirdiklerini ve getireceklerini söyledik." dedi.
Nasrallah'ın El Menar televiyozununda yayınlanan konuşması şu şekilde:
Suriye’de 2011 Mart’ında başlayan kaos süreci 4 yıldır devam ediyor. Düştü düşecek denilen BAAS rejimi yaşamsal bir direniş göstererek varlığını sürdürmeye devam ediyor. 4 yıllık süreçte tüm provokatif girişimlere karşın beklenilen başarılamadı ve Suriye’de bir mezhep çatışması yaratılamadı. Nüfusun çoğunluğunu oluşturan Sünniler tüm kışkırtmalara ve vaatlere karşın rejime destek vermekten vazgeçmedi. Suriye Ordusu’nun yüzde 70’lik kısmını oluşturan Sünni Arap halkı, ordudan kopmadı. Suriye Ordusu 45 bin askerini teröre kurban vermesine rağmen ağır savaş koşulları altında 4’üncü yılını geride bıraktı. Suriye halkının bu direnişini anlamakta zorlanan pek çok kesim, sonucu muhaliflerin yetersizliğine bağlamayı tercih etti. Oysa Suriye’nin mezhep savaşı içine düşmemesinin temel sebebi yaratılmak istenen ortamın aksine tüm alt kimliklerin ortak bir Suriyelilik değerleri bütününe sahip olması.