Erdoğan ve Davutoğlu ikilisi Suriye'de 'uçuşa yasak ' ve 'güvenli bölge' konularını istedikleri kadar lobi yapıp gündemde tutmaya çalışsın, ABD Yönetimi ne taviz ne de söz veriyor.
Washington'dan şimdiye kadar çok sayıda açıklama yapıldı.
Beyaz Saray, Dışişleri ve Pentagon en üst düzeyde Erdoğan ve Davutoğlu'nu destek anlamına gelebilecek bir kelime kullanmadı.
Amerikalılar mütteffiklerle yaptıkları pazarlıklarda her zaman diplomatik bir dil kullanmaya özen gösterir.
Karşı tarafın görüşlerine katılmasalar bile onları kırmaktan kaçınır, (büyük lider-önemli müttefik-stratejik ortak v.s.) süslü kelimelerle ikna etmeye çalışır.
Gelişmeler İncirlik'in koalisyon uçakları tarafından kullanılması için yapılan pazarlığın böyle ortamda cereyan ettiğini gösteriyor..
Başkan Yardımcısı Biden, Dışişleri Bakanı Kerry ve son olarak da Başkan Obama'nın Ulusal Güvenlik Danışmanı Susan Rice’da ‘ uçuşa yasak ve güvenli bölge’ konusunda AKP Hükümeetini üzecek açıklama yaptı.
Yurt
Hükümet ile İmralı-HDP -KCK arasında çözüm süreci görüşmeleri devam ediyor. Abdullah Öcalan’ın hazırladığı “Barış ve Demokratik Müzakere Süreci Taslağı” hükümetin önünde. Kandil de taslağa onay verdi. Gelinen noktada Kürt kanadı Hükümetten adım atmasını beklerken, bu kez de “özerklik” tartışması çıktı.
Açıklanan taslakta “Demokratik özerklik” kavramı var mı, yok mu? Öcalan “demokratik özerklikten” vaz mı geçti?
İki gün önceye dönelim. . İmralı heyetinden Sırrı Süreyya Önder Salı akşamı Meclis’te bir grup gazeteci ile buluştu.
Sohbet sırasında sürecin geldiği noktayı anlattı ve doğrudan “Öcalan’ın taslağında demokratik özerklik var’ demedi ama o anlama gelebilecek ifadeler kullandı.
Demokratik Özerklik, Öcalan’ın önerisi ve HDP’nin programında da var.
Önder de “Ortak vatan- demokratik özerklik” diyerek, bunu taslağın “uzlaşılamayan” başlıklar altında saydı.
Üzerinde tartışılan diğer iki başlığı da paylaştı. Önder, “görüşmelerin imzalı tutanağa bağlanması” ve “geri dönüş için yasal düzenleme yapılması” konularında uzlaşma güçlüğünden söz etti.
AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, yeni Cumhurbaşkanlığı binasıyla ilgili tartışmaları değerlendirirken, "Bu tür yapılar ülkelerin prestij yapılarıdır. O bakımdan hangi paraya mal olduğu konusu hiç önemli değildir" dedi.
AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, Karabük'ün Ovacık İlçesi'nde, Karabük Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Sedat Namal tarafından yaptırılacak olan Karabük Üniversitesi Meslek Yüksekokulu'nun protokol imza törenine katıldı. Ardından Ovacık Sporcu Kamp Eğitim Merkezi'ni ziyaret eden Şahin, gazetecilerin sorularını cevaplandırdı. Cumhurbaşkanlığı binasıyla ilgili tartışmaların hatırlatılması üzerine Şahin, şöyle dedi:
1990'larda milliyetçi/ulusalcı siyasal aktörler merkezde ve hegemonik durumdaydılar. Bugün ise AKP eliyle milliyetçilik ve ulusalcılığın siyasal merkeze çağrıldığı, Gülen ve Kürt hareketinin ise dışarıya doğru itildiği farklı bir döneme tekabül ediyor. AKP, yeni siyasal merkezi kurmak bakımından daha şanslı görünmekle beraber henüz kavga sona ermiş değil.
Musul'un işgali ile birlikte tüm dünya herkesin terör listesinde olan IŞİD'i konuşmaya başladı.
IŞİD'i IŞİD yapan bölgesel ülkeler bundan çok rahatsız oldu. Çünkü terörü destekleyen ülkeler durumuna düşmüşlerdi. Katar'ın Elcezire, Suudi Arabistan'ın Elarabiya ve Türkiye'nin yandaş medyası 'Sünnilerin devrimci halk ayaklanması'ndan söz etmeye başladı.
Onlara göre Sünni aşiretler ve silahlı güçleri 'Şii Diktatör' Maliki'ye karşı ayaklanmıştı. Ancak önceki gün IŞİD kendi işlediği cinayetlerin görüntülerini paylaşınca işler karıştı. Dolaylı yollar ile IŞİD'i sahiplenen bildik medya ve sahipleri bu kez ağız değiştirdi.
Onlara göre IŞİD Esad'ın hizmetinde. Ya da Esad IŞİD'e destek veriyor.
Şırnak’ta, Cudi Dağı eteklerinde kömür ocakları var. Ocakların girişi pejmürde naylonlarla kapatılmış, her şey derme çatma, yoksul ve çaresiz işçiler kelle koltukta çalışıyor. Böyle anlatmakla olmuyor. Gidip görmeniz lazım. Ve gidip görmeye niyetlenirseniz, iki yüzyıl öncesine dönmeye hazır olmalısınız.
Ocaklar kaçak çalıştırılıyor, devlet buna göz yumuyor, hiçbir denetim yok... İşte o ocaklardan birinde, geçen hafta bir göçük meydana geldi. Soma’nın içimize düşürdüğü ateş çok yeni olmasaydı, göçükte yaşamını yitiren 30 yaşındaki İbrahim kardeşimizin büyük medya için ‘haber değeri’ bile olmayacaktı.
Ya devlet?
Türkiye’yi sarsan yolsuzluk operasyonu Amerika’dan nasıl görülüyor ve bundan sonra ne olur sorularını Lehigh Üniversitesi öğretim üyesi Henri Barkey Amerika’nın Sesi’ne değerlendirdi
Dünyada benzeri olmayan bir şekilde onlarca ülke Suriye üzerine çullandı ama üç yıl sonra kendileri çuvalladı. Öyle olmasaydı Katar Şeyhi Hamed 25 Haziran'da görevi oğluna bırakmaz ve bir hafta sonra da Mursi devrilmezdi. Yine öyle olmasaydı Suudi İstihbarat Şefi Bender ortadan kaybolmaz ve Suriye dosyasının baş uygulayıcısı Büyükelçi Robert Ford emekliye sevk edilmezdi. Geriye bir tek Bakan Davutoğlu kaldı.
Türkiye ise uluslararası söylemlerde terörü destekleyen ülkeler statüsüne paralel bir şekilde tartışılır oldu.
Bakalım Başbakan Erdoğan ne zamana kadar sahip çıkar Davutoğlu'na?
Herkes gitti bir tek o kaldı.
Şimdi de Ukrayna'ya el attı.
Belki de Ankara, Amerikalı dostlara Ukrayna üzerinden 'Ben hâlâ varım' demek istiyordur.
Belki de kendisine tanınan olağanüstü yetkilere rağmen Suriye konusunda başarısız kalan Ankara ABD ve Batı'nın Ukrayna savaşında ön saflarda olmak istiyordur.
Kart ise Kırım'daki Tatarlar.
Yeniden tehlikeli bir oyun.
Günümüzde AKP ve Cemaat kavgası olarak tanımlanan mücadelenin arka planında İslamcı sermayenin fraksiyonları arasındaki çıkar çatışması yatmaktadır. Sömürü pastasının ve devlet yönetiminin paylaşılması, belli bir noktadan sonra çatışmaya dönüşmüştür…
Kapitalist sistem, özü itibariyle bir sermaye birikim modelidir. Bu sermaye birikimi de, işçinin, emekçinin ürettiği artı değere el koymakla sağlanır. Kapitalizm, bir çeşit emek hırsızlığıdır, emekçinin yarattığı değere el konulmasıdır.
Bir sömürü, yağma ve talan düzeni olan kapitalizmde, çıkarlar uğruna yolsuzluk ve rüşvet aslında son derece doğaldır, sistemin ürettiği yol ve yöntemlerdir. Kapitalist sistem, belli bir aşamada eşitsizliğin, adaletsizliğin ve toplumsal kutuplaşmanın derinleştiği, bir tarafta milyarlarca dolar servete sahip olan azınlık bir kesimle, yoksulluk ve sefalet içinde yaşayan milyonlarca insan çoğunluğunun oluştuğu bir düzen demektir.
Bir önceki şiddetli AKP- Cemaat kapışması 7 Şubat 2012’de yaşanmıştı . Hatırlanacaktır, Cemaat, MİT’i kuşatarak RTE’ye hamle hedeflemişti. O sıralar 21 Şubat 2012 tarihli Cumhuriyet’teki yazımda şöyle demiştim; “Bu tepişmenin burada duracağını sanan yanılır. Tepişmenin elbette ki, dış uzantıları var. ABD’nin, Suriye, İran, İsrail meselelerinde Türkiye’den beklentilerinin ne kadarına karşılık bulduğunu ve iki koalisyon ortağının bu beklentiler karşısında aynı telden çalıp çalmadıklarını bilmiyoruz. Tepişmenin şiddetini belirleyecek etkenlerden biri bu…Kapışmanın bir de akçalı tarafı var, fazla öne çıkarılmayan. Koalisyonun organik burjuvaları aynı çatı altında değiller. Bu malum. AKP tarafı MÜSİAD’da, “The Cemaat” tarafı TUSKON’da örgütlü. . Filler tepişmesini izlerken biraz da para-pul optiğinden bakınca, yakında ne rüşvet dedikoduları, ne İsviçre banka hesapları iddiaları ortaya dökülecek, kim bilir…”(*)