ABD Başkanı sıfatıyla Almanya’ya son ziyaretini yapan Barack Obama, Başbakan Angela Merkel’le görüşmenin ardından Britanya, Fransa ve İtalya liderleriyle toplantı düzenledi. IŞİD’le savaşa odaklı toplantı öncesi konuşan Obama, örgütü “uluslarımıza yönelik en acil tehdit” diye niteledi. “Suriye’de az sayıda Amerikan özel operasyon kuvvetleri sahada faaliyet gösteriyor. Onların uzmanlığı yerel güçlerin kritik bölgelerden IŞİD’i atmasında kilit rol oynadı” diyen Obama, “Bu başarıdan hareketle ivmeyi artırmak için Suriye’ye ilave 250 Amerikan personeli konuşlanmasını onayladım” açıklamasını yaptı. “Sahadaki savaşa liderlik etmeyecekler, ama yerel güçlere eğitim verip yardımcı olacaklar” diye ekledi. Takviyeyle birlikte ABD’nin Suriye’deki askeri varlığının 300’e çıkacağı sanılıyor. Cephe hattına yakın bir alanda konuşlandırılacak grupta özel kuvvetlerin yanı sıra istihbarat, lojistik, sıhhiye ekipleri de olacak.
Kobani'ye gelecek ABD askerleri cephede savaşmayacak
Cumhuriyet
Hayır, kastettiğim, çoğunlukla Güneydoğu’da süren PKK ile silahlı çatışma değil. Bunun adı konmuş. Silahlı çatışma, dahası silahlı iç savaş denmiş...
Başka bir şeyden bahsediyorum, daha doğrusu hepimizin bildiği, tek tek karşı çıktığımız veya teşhir ettiğimiz, örneğin 23 Nisan Çocuk Bayramı’nı iptal etmek, Cumhurbaşkanı’nın uçağından ATA adını silmek gibi olayların adını doğru düzgün koymak gerekliliğinden...
Yaşadıklarımızı bir kavram olarak bilince çıkartmazsak...
...eh işte bir iktidarın işgüzarlığı.. bak bunu da yaptı terbiyesizler.. bunlar Atatürk’e zaten karşı, daha ne bekliyordunuz.. kadına bak “reklam arası” dedi 90 yıllık Cumhuriyete..
gibi ucuz tanımlamalarla geçiştirirsek yaşadıklarımızı, içinde bulunduğumuz süreci hiç anlamamış oluruz. Sanırız ki bunlar devrilecekler nasıl olsa, her şey eskisine döner, Cumhuriyet ayakları üzerine oturur...
HDP lideri Selahattin Demirtaş, AKP ile tekrar masaya oturabileceklerini belirterek "Hükümet hala Dolmabahçe mutabakatı ile ilgili kendini bağlı hissediyorsa biz HDP olarak tümüyle onu desteklemeye hazırız." dedi.
Deutsche Welle Türkçe'ye konuşan Demirtaş, Kandil ve, Abdullah Öcalan'ın da "çözüm" için görüşülmesi gereken aktörler olduğunu belirterek "Parlamentoda yasa, Anayasa yapılmadığı müddetçe sorunlar çözülmez. Yasa, Anayasa Kandil'de yapılmaz, parlamentoda yapılır, bu işin öncülüğünü yapması gereken de parlamentodur, TBMM'dir." ifadelerini kullandı.
İşte Demirtaş'ın Deutsche Welle Türkçe'ye yaptığı açıklamaların ilgili kısmı:
"-Avrupa’da uzun süre Cumhurbaşkanı Erdoğan, geniş kamuoyu desteği nedeniyle Kürt sorununa çözümü sağlayacak isim olarak görüldü. Bugün gelinen aşamada sizce Erdoğan hala kilit isim mi?
Şüphesiz üç yazıdır tartıştıklarımızın hepsi, bu köşenin dışındaki kaynaklar tarafından gündeme getirilen “askeri darbe” üzerine “siyasal” analizleri içeriyor.
Herkesin kafadan salladığı bir durumu somutlaştırma çabası içindeyiz.
Dünkü bitiriş cümlemiz şöyleydi: “Rubin’ler, zaten ordunun defterini dürmüşlerdi, şimdi ise siyasal beklentilerine yanıt verecek bir ordu zaten bulunmuyor...”
Bugün tartışmayı asker diyerek sürdürelim. Demiştik ki asker dış destek olmadan darbe marbe yapamaz. Geçmiş darbeler bunu gösteriyor.
Peki gerçekten yapamaz mı? Şüphesiz ki böyle bir kesin kural olamaz, genellikle veya büyük ölçüde böyledir, diyebiliriz. Mesela, ne zaman asker dış destek olmasa bile siyasal iktidara gerçekten müdahalede bulunabilir, toplum sahnesine çıkar?
Veya, asker geniş bir dış desteği, iç ve dış isteği var diye, siyasal iktidara müdahale eder mi?
Suriye için öne çıkan iki mühim cepheden Lübnan’ı ve “Sünni İttifakı”nın hali pür mealini pazartesi aktardık. Rojava’da da durum farklı değil. Şimdi Suriyeli Kürtler, ABD ve Rusya’nın “gözdesi” olmuşken Amerika’nın “kuzeyde özerk bölgeyi desteklemediği” beyanı baştacı ediliyor. Geçen yazki “Rusya yola geldi” safsatalarını anımsayın ve “Kürtler şimdi yandı, PYD zorda” söylemlerine kapılmayın. Niye mi?…
***
Anayasa Mahkemesi üzerine süren tartışma kuşkusuz önemli ama hiçbir şey, ülkemizin bir bölgesinde yaşanan savaş benzeri görüntüleri, oralarda yaşananları unutturmamalı. İktidar makamlarından gelen, bazı ilçelerin, mahallelerin “temizlenmesi”(!) haberlerine kan dondurucu manzaralar eşlik ediyor. İnsansızlaştırılmış, harabeye dönmüş evler, sokaklar, mahalleler veya koskoca bir ilçe, evinden kaçan veya operasyon sonrası evine dönmeye çalışan çaresiz insanlar. Sonra savaş muhabiri kılığında, yıkım içindeki insanlara musallat olup haber çıkarmaya çalışan gazeteciler, düzmece “teslim ol-teslim olduk” sahneleri, özel harekâtçılara güzelleme yazan iktidar Kürtleri...
Batılı diplomatik çevrelerde PYD ve YPG konusunda son günlerde ilginç ve bazı ezberleri bozan görüşlerle karşılaşıyoruz. Öyle anlaşılıyor ki, İngiltere Dışişleri Bakanı Philip Hammond’un 23 Şubat tarihinde İngiliz Parlamentosu’nda dile getirdikleri boşa söylenmiş laflar değil.
Hammond şunu söylemişti:
“Son haftalarda Suriyeli Kürt güçler, Suriye rejimi ve Rus hava kuvvetleri arasında çok rahatsız edici bir eşgüdüm görüyoruz ve bu da Kürtlerin bu hadiselerde oynadıkları rol konusunda bizi açıkça huzursuz ediyor.”
ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Anthony Blinken da Cenevre’de önceki gün yaptığı basın toplantısında, PYD konusunda Washington’da duyulan rahatsızlığı, Türk basınından gelen soru üzerine, şöyle yanıtlamış:
İnsanlık mücadelesi, vicdan, merhamet, dayanışma ve güçlü ekoloji teması da MadMax-Fury Road’un “en iyi film Oscar”ını almasına yetmedi. Teknik ödüllerle yetindiler. Pek çok insan, her saniyesi adrenalin salgılatan bu filmi “fazla şiddet yüklü” bulmuş. Doğrudur. Tıpkı günümüz ve korkarım geleceğimizin dünyası gibi…
İlk izlediğimde, bana Libya’yı anımsatmıştı. Salt her şeye muktedir olmak isteyen şuursuz ve irrasyonel varoluş halinin insanlığa maliyetlerini görmek isteyenler, “filmde şiddet dozu fazla” diyorlarsa, dönüp Libya’ya baksınlar. ABD ve Avrupa’nın ılımlı İslam yatırımı üzerinden BMGK’den sivilleri koruma bahaneli “uçuşa yasak bölge” kararı çıkartarak katakulliye getirdikleri NATO müdahalesiyle “rejim değişikliği” ajandasını “devrim” diye pazarladığı diyara…
***
28 Şubat laikliğin ortadan kaldırılmasının yolunu açan bir “darbe” girişimidir. Laiklik karşıtı eylemleri “devlet refleksiyle” durdurma çabası, kitaptan korkan, kitapla, aydın gençlerle tanışan teğmenleri derdest edip işkenceye gönderen 12 Mart, 12 Eylül militaristlerinin tarih bilincinden yoksunluklarının sonucudur.
***
Askerler ve dinciler birden fazla kitaba tahammül edemezler. Onların eksiklerini sisteme bağlı liberaller tamamlar. 12 Eylül’ün müsteşarı, 24 Ocak Kararları’nın uygulayıcısı Red Kit meraklısı Özal, çok kitap “çevirmiş”, laikliği kendi yaşam tarzları ile sınırlayan liberalleri çevresinde toplayarak laikliğin ortadan kaldırılmasının ilk adımlarını attı.
***
Bayan Erdoğan’ın, yani Emine Hanım’ın Türkiye Cumhuriyeti için kullandığı “90 yıllık enkaz” sözleri, benzeri bir başka “90 yıllık arıza” söylemiyle bütünleşerek gündeme denk geldi, iki gün arayla...
Türkiye’ye iki siyasi kamp aynı gözle bakıyor: Yıkılması, çöktürülmesi, değiştirilmesi, ortadan kaldırılması; yerine ya yenisinin kurulması veya parçalanması gereken bir yapı.
Önce Haberdar’da yayımlanan yorumunda Celal Başlangıç, Nusaybin’de Vali’nin bir “teknik arıza” lafını, “Türkiye Cumhuriyeti’nin 90 yıllık teknik arızası”na dönüştürmeyi başarmış. Kürt meselesini kastederek tabii.
Emine Erdoğan da “Türkiye’nin 90 yıllık enkazını kaldırdık” dedi.
Bakın ayrıntısına: “Artık yeni bir kavşaktayız. Türkiye’nin 90 yıllık enkazını kaldırdık. Fakat enkazın altından büyük meseleler çıktı. Nitekim, bugün bu sorunlarla yüzleşiyoruz...”