Cumhuriyet

22 Kas 2016

 

Türkiye-Avrupa ilişkileri bizim tarafta “cahiller korosu” gibi akıllara ziyan konuşulup tartışılmaktadır. Türkiye-Avrupa ilişkilerinin “üç boyutu” vardır. Bu boyutlar sağ, sol, liberal, demokratik çevrelerde genellikle birbirine karıştırılmaktadır. Üç farklı boyut iç içe sokularak doğrular ve yanlışlar anlaşılamaz hâle getirilmektedir.

Nedir bu üç boyut:
Türkiye-Avrupa Konseyi ilişkileri: Türkiye 1949’dan beri Avrupa Konseyi’nin üyesidir. Eşit koşullar altında bulunmaktadır. Bütün kurumlarında normal bir üyenin sahip olduğu “hak ve yükümlülüklere” sahiptir. Demokratik ve çağdaş ilkelerini benimsemektedir. Bunu özümseyerek sürdürmesi Türkiye’nin yararınadır.

Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkileri: Türkiye 1963’ten beri kurumsal ilişki içindedir. AB üyesi değildir, AB tarafından üye yapılmamış, “Almanya ve Fransa” başta olmak üzere, özel statü içinde, içeri alınmadan, denetim altında tutularak ilişkilerin sürdürülmesi politikası yürütülmüştür.

21 Kas 2016

 

“2002’den bu yana 18 yaşın altında 440 bin kız çocuğu, doğum yaparak ‘anne’ oldu. 15 yaşın altında cinsel istismara uğrayarak ‘anne’ olan çocuk sayısı 15 bin 937. Çocuk istismarı davaları son 10 yılda üçe katlandı, 483 bin kız çocuğu evlendirildi.”

Utanç tablosunu sergileyen rakamlar Türkiye İstatistik Kurumu ve Adalet Bakanlığı’na ait. Türkiye’de 15 yaşın altında çocuklarla “gayri resmi” şekilde evlenip cinsel istismarda bulunan 3 bin kişiye, mağdurla evlenme halinde getirilecek “af” (ceza ertelemesi) vesilesiyle ortaya seriliyor.

Sosyal hukuk devletinde başvurulan yöntem, “yasalara göre suç teşkil eden eylemleri cezalandırmak yerine, yasaları değiştirip bu eylemleri suç olmaktan çıkartmak”. İzahat için göbek çatlatanların baş gerekçeleri muhafazakâr damarın sabiteleri: “Evrensel değerler geçerli olamaz; yerel, dini, örfi ve kültürel değerler önce gelir.”

***

13 Kas 2016

Yandaş medyada şahsıma yönelik büyük bir taarruz başladı. Neymiş, ben Trump karşıtı olduğum için “hep kaybedene oynuyormuşum”.
Ay gülerim size. Yahu kazanmak ne demek, kaybetmek ne demek? Ben sizler gibi ilkesiz, vicdansız ve kaşıkla beslenen bir gazeteci miyim? Çıkarın bakın, 2011 ve 2012’de hepiniz Cemaat için ne methiyeler dizmişsiniz? Hanginizin hangi polis müdürlerinin kapısına paspas olduğunu, hangi sitelerin zamanında kimlerden beslendiğini hepimiz biliyoruz. Birçoğunuzun iktidar kimdeyse ona biat ettiğini de. Darbe başarılı olsaydı, bu medyanın yarısı bugün saf değiştirmiş olacaktı. Bu ‘kazanmak’ mı oluyor yani? Âlemsiniz.

11 Kas 2016

Doğrusu Batılıların “demokrasi”, “özgürlükler”, “insan hakları” gibi mevzulardaki “ikiyüzlülüklerine” doyum olmuyor! “Ilımlı” kulbu yapıştırdıkları Körfez’in militan Selefi/Vahhabi ideolojilerinin Ortadoğu’da fersah fersah yayılmasında zannedersiniz hiç sorumluluk payları yoktur. Yemen’deki savaşa silah satabildikleri müddetçe itirazları olmadığını biliyoruz. Petrodolarlar herkese lazım. Ne de olsa sivil toplumları arada “raporlar” üretir, vicdan aklamaya kâfi gelir.
İtiraf etmeliyim, artık Batılılara yapılan “bize destek verin” çağrıları karşısında da, Batı’dan gelen tepkiler karşısında daha çok “sinirlerim zıplıyor”.

***

04 Kas 2016

Üçüncü bir siyasi güç iktidarda olsaydı hem bugünkü iktidar hem de FETÖ yargılanırdı. İkincisi şüphesiz ki Türkiye Anayasası’nı ve Büyük Millet Meclisi’ni ortadan kaldırmak suçundan... İlki de FETÖ örgütüne bu darbenin siyasi, idari, ekonomik ve her türlü sosyal yolunu açmaktan...

Durmadan yazmamız ve anımsatmamız gerekir, yok öyle yağma: FETÖ’nün (darbe öncesi Gülen Cemaati’nin) en büyük destekçisi, iktidar ortağı kimdi? İstanbul, Ankara ve neredeyse tüm belediyelerinize FETÖ sülük gibi yapışmamış mıydı, belediye ve Hazine’nin emanetine verilmiş, milletin malını mülkünü emmiyor muydu ve buna aracılık eden hükümetleriniz, bakanlarınız, devletiniz, yetkilileriniz, belediyeleriniz, valileriniz, kaymakamlarınız değil miydi?

Sistem, iktidar mensuplarına ve yandaşlarına peşkeş çekme politikasının bir gereği olarak, ortağa da yedirme içirme biçiminde işlemiyor muydu? Peşkeş çekilen malımız mülkümüzün miktarını bir bakan açıklıyordu: 15 milyar TL’lik mal mülk FETÖ’den geri alınmış. Düşünün artık!

Hiç bıkmadan anımsatmalıyız:

01 Kas 2016

Önceki yazımın başlığı, dün yaşananları haber veriyordu adeta: “Başkanlığın rengi son KHK ile iyice belli oldu..” daha önce de belliydi tabii ki.. İktidarın başı, inşa ettiği otobanda, altını çizerek yazıyorum, dizginsiz koşuyor. Hiçbir engel tanımadan. Cumhuriyet’e neden sıçrattı bu “çökertme” eylemini? “Çökertme” diyorum. Siz bir şirketin, vakfın tüm yönetimini gözaltına alırsanız, sonra da yönetimsiz kaldığı için ve ağır suçlamalar nedeniyle kayyım atarsınız.

30 Eki 2016

İktidar sahipleri Cumhuriyet Bayramı’nı seviyor mu? Başka yapacakları hiçbir şey yok, sahiplenecekler. Cumhurbaşkanı en büyük kazanım demek zorunda kaldı. Kendi geçmişi, kimliği ve bulunduğu yer şüphesiz ki ona bunu söyletiyor. Hayatın en gerçek anıdır bu.
Cumhuriyet, imparatorlukla birlikte padişahlığın da çöküşü ile kuruldu. Padişahlıkla birlikte hilafet de çökmüştü. Hayatın en gerçek bir başka anıydı. Milli Kurtuluş Savaşı “vatanı kurtarma” savaşından çok öte bir şeydi. Vatan kurma savaşıydı. Evet Osmanlı’nın kökeni Türklerdi, Avrupalılar hep Türk derlerdi. Ama Osmanlı “Türk” değildi. Daha çok bir milletler topluluğunun yönetimiydi.
Osmanlı İmparatorluğu’nu çökmekten, padişahlığı yok olmaktan hiçbir şey kurtaramazdı. Hiç... bir... şey.
İlk tarihsel kanıt, tüm imparatorlukların bir şekilde yok olmaya mecbur olduklarıdır.
Bu olay, yüzyıllar boyunca bir imparatorluğun yerini diğerinin alması şeklinde gerçekleşti.

24 Eki 2016

Türkiye’nin A, B, C, D.. ve dahi Z planlarının olmadığı aşikâr da, Suriye’yi yitirmekte olan ABD’nin B planı iyiden iyiye görünür oldu. Musul’la birlikte...

Böylelikle ‘darbe dinamiğinin’ tetiklemesiyle sahalara ‘bir ABD, bir Rusya ile dirsek teması’ eşliğinde dönen Ankara da ‘yüreğinden geçenleri’ daha yüksek sesle zikredebiliyor. Cumhurbaşkanı geçen hafta ‘sadedi’ bizzat ilan etti: “Musul bizimdi. Tarihe bakın. Misak-ı Milli dedim diye rahatsız oldular. Ben tarih dersi veriyorum” ve de “Bu ülkenin sınırlarını gönüllü kabul etmiş değiliz.”

Sorun şu ki, mevzunun Suriye ayağı boşta. Halep, Rakka, Deyr ez Zor şimdilik ‘başka bağlamlarda’ zikredilmekte. Sebepsiz yere değil elbette. Artık meselenin Irak ve Suriye ayaklarına daha fazla birlikte bakmak gerekli hale geliyor.

***

22 Eki 2016

Görmek henüz nasip olmadı. Volgograd’da 62. ordunun komutanı General Çuykov’un mezarına çiçek koyup Volga Nehri’ne “selam durmuşluğu” olan bir dostum bahsetti: “Volga’nın sırtlarında Stalingrad Müzesi var. Onun arkasında savaştan kalan tek bina. Ve Pavlov’un evi. Binanın bir duvarı kalmış. Üzerinde, üzerine eğreti harflerle yazılmış ve sonuna 1942 tarihi atılmış bir plaket: ‘Seni savunuyoruz, sevgili Stalingrad!’ Mamayev Kurgan Tepesi’ndeki anıt kompleksi ise, gördüğüm en etkileyici savaş anıtı.
Savaş filmlerine meraklı olanlarınız, Pavlov’un Evi’ni; 2013 tarihli Fyedor Bondarchuk’un “Stalingrad” filminden anımsayacaktır. Çavuş Yakov Pavlov’un, cebinde Stalin’in 227 No’lu “Geri adım yok” emri, yanında 24 yoldaşıyla Nazi ve mihver ordularına 59 gün kök söktürmesi destanlaşmış direnişinin sembolüdür.

                                                      ***

03 Eki 2016

Kabataş Lisesi “Proje Okulu” yapılınca neler oldu?.. İçeriden bir öğretmenin mektubuna yer veriyorum. Yazılarımı doğrulayan, bir intikamcı yokedişin örneği:
“Size adım adım gelişmeleri ve vardığı noktayı anlatayım. Hükümet bu okulların tüm idarecilerini değiştirdi, başka okullardan özenle seçerek (tamamı Eğitimbirsen’li) ve hatta tamamı hemşehri olmak üzere (bizim okulda tamamı Trabzonlu, Cağaloğlu’nda Malatyalı gibi) yenilerini atadı. Onlar da yine tamamı aynı sendikadan, her okulun öğretmen kadrosuna yüzde 25’lik ek yaptılar. Velilere de sürekli bir ‘enkaz edebiyatı’... Okullar çok kötü, öğrenciler başarısız, sosyal etkinlik yok vs.. Oysa başarısız dedikleri Kabataş’ta son üç yılda beş LYS birinciliği, YGS’de ise okul olarak sürekli birincilik ya da ikincilik hali vardı.”

Sayfalar