Odessa’ya gittiğimde bu şehir için “casuslar kenti” demiştim.
Tarih boyunca kimin eli kimin cebinde hiç belli olmayan bir yer olmuş Odessa. Çariçe Katerina 18. yüzyılın sonunda Osmanlılardan bu toprakları ele geçirdiğinde, burada yalnız Hacıbey isimli bir kale varmış. Deli Petro’nun sıfırdan var ettiği San Petersburg’un bir benzerini Karadeniz’e kondurmak isteyen ihtiraslı Katerina bölgeyi “vahşi Batı” yöntemiyle yerleşime açmış. Avrupa’nın her tarafından gelen servet ve mevki avcıları için bir “El Dorado” yaratmış. Devrimler, savaşlar, açlıktan kaçan ve yeni yaşamlar düşleyen, macera arayan kim varsa -Fransız, İtalyan, Yunanlı, Polonyalı, Slav, Yahudi- buraya akmış.
Odessa’nın ilk valisi bu yüzden bir Fransız mesela.
Fransız devriminden kaçan “Dük Richelieu” buraya gelip vali olmuş. Richelieu’nün anısı öyle güçlü ki, kordona bir heykelini de dikmişler. Denizden kente çıkınca hemen karşınıza çıkıyor.
Cumhuriyet
İngiltere halkı yüzde 52 ile AB’den ayrılma kararı aldı. Geçen perşembe günü açıklanan sonuç kimileri için sürpriz, kimileri için beklenen gelişme idi. Konunun gerek iktisadi, gerekse sosyal ve medyatik boyutları hâlâ güncelliğini koruyor. Salt teknik verilere bakarsak, “piyasaların” ayrılma kararına verdiği tepkiyi normal karşılamak gerekiyor: İngiltere Sterlini yüzde 10’dan fazla değer yitirmiş; İngiltere borsası yüzde 10; Fransa ve Almanya borsaları yaklaşık yüzde 6 kayba uğramış; başta petrol olmak üzere uluslararası emtia fiyatlarında da yüzde 5-6 civarında gerileme gözlenmiş durumda.
Eğer Atatürk Havalimanı’ndaki terörü yapanların kimlikleri değişmezse, iktidarın IŞİD sevdalı politikasına kesin son nokta kondu... Epey önce konmuştu da, AKP içindeki çağdaş uygarlığa karşı IŞİD’ci kafaların buna uyum sağlaması zaman alacak... İsrail, Rusya politikalarına geri dönüldü. Putin, özür dileyince, RTE’yi düştüğü yalnızlık çukurundan tutup çıkardı. ABD ile de daha sıcak ilişkiler kuracaklardır. Mısır’la yeni süreç başladı… Esad ile el bile sıkışılacaktır!
Eyy Rusyaaa! Eyy Sisiiii! Eyy Amerikaaa! Eyy AB! Eyy bebek katili İsrail!.. gibi üst perdeden politikaların sonu... Bunların bir kısmı kısık sesle dile getirilebilir henüz.
Başka? Müslüman Kardeşler’i (İhvan) Ortadoğu ülkelerinde iktidar yapma politikası sona erdi. Mısır’da, Suriye’de, diğer ülkelerde...
Bu politika, AKP’yi sürekli iktidarda tutmanın bir çimentosu olduğu kadar, RTE’yi de “Müslüman dünya”nın, yani “Ümmet”in lideri yapma içerikliydi.
Bunların da hepsi bitti..
İstanbul havalimanına yönelik saldırı, arkasında bıraktığı insani trajedinin ötesinde, bambaşka bir anlam taşıyor. Bu saldırıyla IŞİD’in Türkiye’ye yönelik savaşı, yeni bir safhaya girdi.
İlk aşamada örgüt, sadece Kürtlere ve HDP’ye yöneldi. Diyarbakır, Suruç ve Ankara saldırıları, kendini halife ilan eden Bağdadi tarafından değil “yerel” bir kol tarafından gerçekleştirilmiş ve sadece Kürtleri hedef almıştı.
İkinci aşamada Sultanahmet ve Beyoğlu’nda ise sadece turistler hedef alındı. Bu eylemlerle örgüt hükümete bir ‘mesaj’ vermeye çalışıyordu. Türkiye’nin ABD’yle anlaşarak sınırını kapatmasından rahatsız, “Gel eski günlere dönelim: Sen bana karışma ben de sana bulaşmayayım” diyordu. IŞİD’in talebi, ‘açık kapı’ politikası, sınırdan kolay geçiş, Türkiye’nin yeniden lojistik ve insan gücü ihtiyaçları için bir ‘koridor’ haline gelmesiydi.
HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Suriye'deki Esad yönetimi ile gizli bir anlaşma yapıldığını iddia ederek, "Esad yönetimi ile AKP yönetimi Cezayir'de gizli bir toplantı yaptılar, geçen ay. Bu Esad gitmeden dünya düzelmez diyen AKP yönetimi ve saraydaki zat, onlarla görüşme yapıyor. Onunla da anlaşmanın yollarını arıyor" dedi.
Buyrun buradan yakın.. “Suriye’nin kuzeyinde ciddi proje, plan uygulanıyormuş...” Tebrikler. Boşa çıkmış proje ve planlarınızın tezahürü olarak kimin eli kimin cebinde belli değil. İronik ama “açtığınız yolda, kurduğunuz ülküde” desek yeridir. Yani bölgeyi de memleketi de Türk-Kürt-Arap çatışması tehlikesiyle karşı karşıya bırakmak.
Bölge, geçen yüzyıldan beri hiç tükenmemiş yeni Vahhabi/Selefi saldırısı altında. Türkiye, cumhuriyet ve Batı yönelimiyle ‘korunaklı’ kalabilmişti. Başımızdakilerin proje ve planları sağolsun, yarınımız belli değil maalesef...
***
Suriye ise Vahhabi/Selefi ideolojisinin saldırılarını çok gördü. Deneyimli. Bu yüzden sık sık yazmakta fayda var. ABD’nin 2012’te gizlliği kalkan Hama katliamıyla ilgili DIA belgeleri de mühimdir.
Diyarbakır Sur Mahallesi’nde, Nusaybin’de, Cizre’de, Yüksekova’da sokağa çıkma yasakları kalkıp mahallelere girmek mümkün oldukça, ortaya çıkan tam bir savaş sonrası manzarası. PKK’nin halk ayaklanması beklentisiyle başlattığı “öz savunma” eylemlerinin ve buna orantısız bir şiddetle karşılık veren güvenlik güçlerinin çatışmasının insani ve maddi sonucu orta çaplı bir savaşınkinden farklı değil.
Bugün boşaltılmış, yakılıp yıkılmış mahallelerin sergilediği görüntü, hele yıkıldıktan sonra üzerinden silindir geçirilip dümdüz edilmiş yerleşim yerleri, 1982’de Müslüman Kardeşler’in Hama isyanı sonrasındaki Tavafa ve Kildani mahallelerinin halini anımsatıyor.
Alt alta sıralayalım. ABD ordusunun en önemli komutanlarından biri, Suriye’ye ayak basarak oradaki YPG ve YPJ güçlerini ziyaret etti. New York savcısı Preet Bharara, 17 Aralık dosyasının kapağını açtı. Suriye’deki Kürt gruplar Rakka operasyonu için harekete geçti ve onlarla beraber mücadele eden Amerikan askerleri YPG armasıyla görüntülendi.
Herkesin sorusu aynı: “Amerika Tayyip Erdoğan’ın ipini mi çekti?”
Cevap uzun. Ama özetle, hayır. ABD ‘düğmeye’ falan basmış değil. Washington, Erdoğan Türkiyesi’nin bölge için ‘kötü örnek,’ sorunlu bir ‘otoriter rejim,’ hatta birçok Amerikalı yetkinin özel sohbetlerde kullandığı tabirle ‘acıklı’ bir ülke haline geldiğinin farkında.
Ancak Erdoğan’ın uzun süre kalıcı olabileceğinin de...
Bu yüzden, çıkarları örtüştüğü yerde Erdoğan’la işbirliği, örtüşmediği yerde de Erdoğan’a rağmen hamle yapıyor. Başında sevilmeyen bir isim de olsa, Ankara Batı için hâlâ ciddi bir müttefik.
Türkiye bugün öyle bir kıskacın içine sokulmuş ki, “karşıt sanılan güçler de birbirlerini tamamlayabiliyorlar.” Nedir bu üç güç odağı;
1) Örgütlü ve yarı örgütlü dinci terör toplumu sıkıştırıyor. Bir ucunda IŞİD gibi en acımasız olanlar, öbür ucunda masum görünüşlü dini örgütler olarak sisteme sokulanlar.
Arasında kırmızı çizgi yok, oradan oraya geçiveriyorlar. Masum görünenleri bile demokrasi ile, çağdaş ve laik yaşam ile ya kavgalı ya mesafeli. Legal ve illegal dinci örgütler birbirlerini besleyebiliyorlar. Biri camiye bomba atarken öteki camiyi siyasi bir araç olarak kullanabiliyor. Aynen bizim Suriye sınırı gibi, geçişler serbest.
2) Etnik ve “Kürtçü” terör örgütleri PKK, KCK, PYD, YPG hepsi de bir bütünün parçaları. HDP ile birlikte iyi polis, kötü polis oyununu oynuyorlar. Açılım hatası sonucu hem örgütlenmiş hem silahlanmışlar.