Birgün

23 Eyl 2016

Yunan trajedisinin dört perdesi

Trajedi son bulmuştur. Gerçek, sahte kahramanlar, hainler rollerini tamamlamıştır. Zalim galip gelmiş; mazlum yenik düşmüştür. Ne var ki, perde, ne hikmetse, indirilmemiştir. Sağ kalan aktörler malum rollerini tekrarlamakta; oyunu zorla sürdürmektedir. Uzayan oyun, trajedi olmaktan çıkar; ilginçliğini yitirir; sıkılan seyirciler de salonu boşaltır.

Temmuz 2015’te “son perdesi” kapanan Yunan trajedisi için aynı şeyleri söyleyebiliyoruz. Durum değişmedi, ama trajedi kanıksandı ve unutuldu.

Önceki perdeleri kısaca hatırlatalım.

Birinci Perde: Goldman Sachs’ı kiralayıp borç istatistiklerini “düzelten” Yunanistan 2001’de Avro Bölgesi’ne kabul ediliyor.

Ülke, hızla Avro Bölgesi’nin “çevre konumu”na yerleşti. 2002-2008’de Almanya’dan, Fransa’dan “bol kepçe” sermaye ithal etti; cari açık tırmandı. Drahmi ortadan kalktığı için devalüasyon gündem dışı kalmıştı. Dış borçlar, dış kırılganlık yükseldi.

18 Eyl 2016

Kritik soruyu da soralım: Temmuz’da ekonomiyi küçülten istisnaî durum, sonraki aylara ne kadar taşınacaktır? Türkiye ekonomisinin 15 Temmuz Darbe Girişimi şokunu şimdilik hafif atlattığını düşünüyorum

Kuşbakışı Son Yıllar
AKP’nin beş yıllık (2003-2007) “Lale devri” son bulduktan sonra Türkiye ekonomisi nasıl gitmiştir?

Sonraki sekiz yılın genellemesini bir kez daha özetleyelim: “Artan dış kırılganlıklar içinde durgunlaşarak…” Durgunlaşma, cari fiyatlarla sermaye birikim oranının %20-21 eşiğine takılıp kalmasından; yatırımların üretkenliğinin düşmesinden ve kronik dış bağımlılıklardan kaynaklanmaktaydı. Ekonominin, sermaye hareketlerindeki dalgalanmalara aşırı bağımlı hale gelmesi, dış kırılganlıkları oluşturuyordu.

Değişen koşullar içinde bu genellemeyi gözden geçirmek gerekiyor. 2015 ve sonrasını son verilerle gözden geçirdiğimizde beş saptama yapabiliyoruz.

14 Eyl 2016

Henüz çatışmaların bugünkü şiddetine ulaşmadığı günlerdi. Birkaç ay olmuştu. Ağustos ortaları olsa gerek. Kimilerinin sevgili “demokrasi” ve “özgürlük” savaşçılarının kafa kesmeye yeni yeni başladığı, “Hristiyanlar Beyrut’a Aleviler mezara” sloganlarının “devrim”in mottosu olarak dört bir tarafı kapladığı günlerdi. Şam’a direkt uçuşlar henüz kesilmemişti. Esad’ın “Esed”leşmesine daha vardı. Korku iklimin ülkenin başına bir karabasan gibi çöktüğü, yaklaşmakta olan fırtınanın kendisini tüm kasvetiyle iyiden iyiye hissettirdiği kahir zamanlardı.

09 Eyl 2016

Küreselleşmenin Hoşnutsuzları

Joseph Stiglitz Dünya Bankası’nın baş iktisatçısıydı. Ayrıldıktan bir yıl sonra (2001’de) Nobel İktisat ödülünü aldı. 2002’de Küreselleme ve Hoşnutsuzları (Türkçesi: Küreselleşme: Büyük Hayal Kırıklığı) başlıklı bir kitap yayımladı. Kitap, neoliberal veya küreselleşme olarak adlandırılan dönüşümlerin, gelişmekte olan ekonomiler için yarattığı sorunları inceliyordu. Bunların kaynağında yer alan IMF programları özellikle eleştiriliyordu.

Stiglitz’in kitabı samimiyet açısından “arızalı” idi; zira, iki yıl öncesine kadar kendisinin de “baş iktisatçı” olarak katkı yaptığı Dünya Bankası’nın neoliberal politikalarına değinilmiyordu. Yine de bu saygın, ünlü iktisatçının “küreselleşme efsanesi”ne cepheden saldırması önemliydi. Kitap, ana-akım meslektaşlarınca yadırgandı; ama kalıcı bir etki yaratmadı. Çünkü, yayın tarihinde Anglo-Sakson iktisatçıları, dünyaya olağanüstü bir iyimserlik içinde bakmaktaydılar. Batı ekonomilerinin krizsiz, çalkantısız, huzurlu bir patikaya yerleşmiş olduğu düşünüyorlardı.

07 Eyl 2016

Aralarında öğrencisi olmaktan gurur duyduğum, bilime ve hayata dair çok şey öğrendiğim hocalarım, uzun “yol” arkadaşlarım, yakın dostlarım, oda arkadaşlarım, aynı koridoru paylaştığım meslektaşlarım, sıcak bir merhabasıyla, kucaklayışıyla ve ışıl ışıl gülümseyişle yaşama sevincimizi artıran dostlarım, aynı üniversite çatısı altında bilimsel, laik ve demokratik bir eğitim için uğraş verdiğimiz bilim insanları var. Her biri kendi alanında bilime ciddi katkılar sağlamış, alanının önde gelen uzmanları. 19’u Kocaeli Üniversitesi öğretim üyesi olan 41 akademisyen, 1 Eylül 2016 günü yayımlanan 672 sayılı KHK ile kamu görevinden çıkarıldı.

01 Eyl 2016

Son iki ayda iki köprü açıldı. Köprülere Osmanlı padişahlarının isimleri verildi. İlkine Osmangazi ikincisine Yavuz Sultan Selim. İstanbul Boğazı’ndaki ikinci köprüye de Fatih Sultan Mehmet adı verilmişti. Alevi yurttaşların hassasiyetine rağmen üçüncü köprüye Yavuz adı verilmesi ve Atatürk Köprüsü önerisinin hükümet tarafından duymazdan gelinmesini not ederek geçelim. Öte yandan GATA Haydarpaşa Hastanesi’ne Sultan Abdülhamit adı verilmesinin ardından Üçüncü Havaalanına ve Kanal İstanbul’a da padişah isimleri verilirse şaşmayalım!

Köprülere, büyük kamu tesislerine, üniversitelere, spor salonlarına, stadyumlara kralların, padişahların, siyasilerin, zenginlerin adlarının verilmesi yaygın bir uygulama. Ya kimin ismi verilecekti? Köprüler, yollar, inşaatlar yapılırken kesilen ağaçların adı mı, yaşam alanları yok olan hayvanların adı mı, o bölgeye özgü bir kuşun adı mı? Yoksa o köprüleri yolları yaparken ölen işçilerin adı mı?

19 Ağu 2016

Sermaye hareketlerinin darbe girişiminden ve sonraki politik gerilimlerden etkilenmemesi mümkün değildir. “Yükselen piyasalar” lehine “risk iştahı”nın arttığı bu dönemde Türkiye bu ortamdan dışlanacak mı?

Burjuva iktisadı finansal krizi keşfediyor. “Merkez bankalarının bankası” diye de bilinen Bank of International Settlement (BIS), 2016 raporunda, Batı ekonomilerinde “finansal çevrim” kavramını tanımlamaya çalışıyor. “Finansal çevrim”… Kastedilen, hisse senetlerinde, tahvillerde, kıymetli kâğıtlarda her an gerçekleşen, olağan fiyat hareketleri değil; finansal sistemi tümüyle etkileyen büyük dalgalanmalardır. Artık anlaşılmıştır ki, yukarıya seyreden dalgalar, üretimden, istihdamdan, gelir akımlarından fazlasıyla koparsa, finansal sisten balonlaşır; hızla sönmesi kaçınılmaz hale gelir. Çevrimin “iniş” aşaması finansal çöküntü biçimini alır, yani “balon patlarsa”, kapitalist ekonomi tümüyle bunalıma sürüklenir.

19 Ağu 2016

Bu kadarını Türkiye’de fonların Özal bile hayal etmemişti. Özal 1980’li yıllarda kamu kaynaklarını ve harcamaları Bütçe dışına, Meclis ve Sayıştay denetimi dışına çekmek için fon uygulamalarını başlatmıştı. Fonlar u günden bugüne “mali esneklik” ve denetimsizliğin adı oldu. Şimdi süper esnek ve denetimsiz devasa bir fon, fonların fonu gündemde.

Kamu kaynaklarına, işçinin birikimine büyük darbeler indirebilecek düzenlemeler Meclis gündeminde. Hükümetin torba yasa inadı sürüyor. Yasama tekniğine aykırı ve yasama kalitesini yok eden torba yasalarla onlarca yasada birden değişiklik yapılıyor. Türkiye’de şimdiye kadar kurulmuş en büyük ve en denetimsiz fon olan Türkiye Varlık Fonu önce torba yasa içine kondu. Tepkiler üzerine ayrı bir yasa teklifi haline geldi.

29 Tem 2016

Sendikal hakların sınırlanması veya geçici olarak durdurulabilmesi için olağanüstü hâl (OHAL)ilanını gerektiren sebeplerle bağlantılı bir durumun varlığı gerekir. Darbe girişimi ile bağlantılı olmayan durumlarda sendikal hakların kısıtlanması ve durdurulması, Anayasa’ya aykırı olur.

Dernek faaliyetlerini, her dernek hakkında ayrı karar almak ve üç ayı geçmemek kaydıyla durdurmak, OHAL Kanunu 11. madde (o) bendine göre mümkün. Bu hüküm sendikaları kapsar mı? Dernekler Kanunu hükümleri sendikalara ancak 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nda hüküm bulunmayan hâllerde uygulanabilir. Oysa 6356 sayılı kanunun 31. maddesinde sendikaların ancak yargı kararı ile kapatılacağı hükmü getirilmiştir. Dolayısıyla OHAL döneminde valilik kararıyla sendikaların faaliyetleri durdurulamaz ve sendikalar kapatılamaz.

22 Tem 2016

Vahşice ve alçakça bir askeri darbe girişimine tanık olduk. Türkiye modern tarihinin en ağır travmalarından birini yaşıyor. İnanç/din temelli bir cemaatin ordudaki kanadının cinnetini ve terörünü yaşadık. Darbe girişimi atlatıldı ama darbe girişiminin ülkemize vereceği zararlar, 15 Temmuz gecesinden çok daha büyük olabilir.

15 Temmuz Darbe Girişimi laikliğin demokrasi ve özgürlükler açısından ne kadar önemli olduğu gösterdi. İnanç/din temelli bir cemaatin devleti ele geçirmesine seyirci kalınmasının sonuçlarını yaşıyoruz şimdi. Oysa laiklik bir inanç grubunun veya cemaatin devleti ele geçirmesinin panzehiri, kamuda liyakat ilkesinin güvencesidir. 15 Temmuz, hukuk devleti ilkesinin ayaklar altına alınmış olmasının da sonucudur.

Sayfalar