Kamu İhale Kanunu’nda (KİK) yer alan “davetli ihale”yöntemi”, olağanüstü durumlarda başvurulması gereken istisnai bir yöntem olmasına karşın, bilinçli bir siyasi tercihle adeta “kural” olarak kullanılıyor.
Ağırlıkla “duble yol” projelerinde yoğunlaşan davet yöntemi, son dört yıldır artan bir ivmeyle ciddi bir proje stoku ve mali büyüklüğe erişmiş durumda. Proje listesi ve bütçe kaynaklarından aktarılan ihale bedelleri, davet yönteminin, siyasi ve ekonomik bakımdan iç içe girmiş kilit rol oynadığını gösteriyor: AKP hükümeti ile belli müteahhitlik firmalarına karşılıklı olarak birbirlerinin ömür ve olanaklarını genişletme fonksiyonu. Davet yöntemine bu üstünlüğü kazandıran bir özellik, İdare’ye “istediğini çağırma” yetkisi ise, diğeri pazarlıkların ilansız olması nedeniyle gözlerden uzak yapılması.
Cumhuriyet
Gazete yönetimi Nuray Mert’in “işine” son verdi. Tabii liberal yandaşlık hemen harekete geçti. T-24 yazarlarından Hasan Cemal “kınadı”. Oya Baydar tek tipçilik adı altında neredeyse faşistlikte suçlama noktasına vardı.
Arka planda “yetmez ama evet”çilik mekanizması ve dayanışması işliyor. Bu cephenin ana figürleri Zaman ve şürekası ile tabii ki AKP iktidarıydı. Kısa sürede bu cephe parçalandı. Her biri bir yere savruldu. Bu savrulma Cumhuriyet’e de sıçradı. Mert’e vb yazarlık daveti bu savrulmanın işaretleriydi. Ama konum bu değil.
Meselem, Cumhuriyet’e bu kararı nedeniyle “tek tipçi”, “fikir özgürlüğüne tahammülsüzlük” hatta “faşist” gibi zırvalıklarla saldıranların fikir zavallılıkları üzerine.
Neden Türkiye ve dünyada bu kadar farklı görüşler savunan medya var? O zaman tüm medyayı tek bir noktada birleştirelim ve herkes görüşlerini orada yazsın. Böyle bir şey olabilir mi?
Değerli okurlar arasında sürekli izleyenler biliyor.
Kamu İhale Kanunu’nda (KİK) yer alan “davetli ihale” yöntemine belli aralıklarla değiniyorum. Bu yöntemin Karayolları Genel Müdürlüğü’nce (KGM) kötüye, kamu çıkarları aleyhine kullanıldığını belgeleriyle aktarıyorum.
“Davetli ihale”, yasadaki madde numarası nedeniyle, piyasada “21/b” olarak anılıyor.
Bu yöntemde ihale, ilan edilmiyor. Nerede kaç liralık nasıl bir iş yapılacağını herkes göremiyor.
Fiyatlar yarışamıyor.
Son birkaç yıldır Türkiye’nin dört bir yanındaki onlarca “duble yol” projesi 21/b ile verildi, Bugünkü uygulamasıyla “adrese teslim”e dönüştü. Bu ise bütçeden pervasızca, korkusuzca savrulan milyonlar, yüz milyonlar, milyarlar anlamına geliyor.
Bakınız; bir kamu kuruluşunun 21/b ile ihale verebilmesinin koşulları çok net:
- Doğal afet, salgın hastalık, can veya mal kaybı tehlikesi gibi ani,
- Veya idare tarafından önceden öngörülemeyen olay ortaya çıkacak,
Homo sapiens denen insan ırkı, gezegendeki yaklaşık iki yüz bin yıllık yaşantısında nelere, ne saçmalıklara inanmış.
Avcı-toplayıcı olarak Afrika’dan dünyaya yayılırken gördüğü her doğal engelden yeni bir hikâye, yepyeni bir inanç yaratmış.
Gök gürlediğinde tanrıların mesaj yolladığını, deprem olduğunda Zeus’un kızdığını düşünmüş. Ortaçağda asilzadelerin kendi üzerindeki ilahi otoritesine, eski Mısır’da firavunların Tanrı olduğuna inanmış. Kendinin başka birinin kölesi olarak doğduğuna bile inanabilmiş yüzyıllar boyunca.
Sümer tanrıları, Nors mitolojisi, Aztekler derken aradaki dönemde kâh dünyayı bir öküzün iki boynuzu arasında bir tepsi, kâh kızgın bir tanrının diğer tanrılar tarafından katledilmesi sonucu çıkan kütle olarak görmüş.
İdeoloji deseniz gırla... Ona tapınmış, buna inanmış, resimler asmış, resimleri yakmış, gülmeyi yasaklamış, dansı kaldırmış, sonra mecbur etmiş. Nazizme, komünizme, kapitalizme, liberalizme, demokrasiye inanmış.
2017 ÖSYS sonuçlarında tercih yapma oranının kimi belirlemelere göre neredeyse yüzde 50 gerilemesi gündeme bomba gibi düştü.
214 bin 430 boş kontenjan var. Bunun ilk yerleştirmede daha da artacağı, 350 binleri bulacağı öngörülüyor. Eğer öyle olursa toplam 910 bin kontenjanın üçte birinden fazlası boş kalacak yani.
“Uzmanlar” nedenler sıralamış:
1) Meslek lisesi öğrencileri, üniversiteye sınavsız geçişin kalkmasının ilk yılı olmasından dolayı ne yapacağını bilemedi.
2) Açık öğretim fakültelerindeki lisans programlarının YGS yerine LYS ile öğrenci alması boş kontenjan artışına etki etti.
3) Üniversitelerdeki kontenjan artışı karşılık bulmadı, hatta talep düştü ve boş kontenjan oranı arttı (Hürriyet, 10 Ağustos 2017).
“Neden” olarak önümüze konan bu “teknik” ve yüzeysel açıklamalar karşısında acı acı gülüyorum. Hele ki üçüncü maddenin bize bir sonucu nedenmiş gibi göstermesine diyecek söz bulamıyorum!
AVM açar gibi üniversite açarsanız sonuç bu olur!..
***
ABD’nin ‘çılgın’ Başkanı Donald Trump, son günlerde nükleer savaş kâbusu gördürecek tehditler savuruyor. Odağında dünyanın ‘kapalı kutusu’ veya ‘son komünist ülkesi’ diye anılan Kuzey Kore olduğu için çoğumuz ‘anlayışla’ karşılıyoruz. Ne de olsa ‘çılgın’ Kim Jong Un’un yönettiği diyar. Kuzey Koreliler liderleri ölünce histeri krizi geçiren tuhaf yaratıklar! İnsanlar kıtlıktan ölürken nükleer teknoloji geliştiriyorlar. Öyle biliyoruz.
Dünyanın her yerine dair ‘eğip bükülmüş’ enformasyonun mağduruyuz. Ne Venezuela’da yakılan 25 Chavistten haberimiz var, ne silahlı muhalefetin faşist saldırı taktiğinin tezahürü olan barikat terörüne kurban gitmiş 43 insandan. Her şey ‘demokrasi için’ zannetmekteyiz.
***
Müftülüklere nikâh kıyma yetkisinin verilmesi, laik Türkiye Cumhuriyeti’nin değiştirilemez temel ilkesinden vazgeçmek anlamına geldiği gibi ülkedeki gayrimüslimler aleyhine eşitlik ilkesini bozuyor ve ayrımcılık oluşturuyor.
Nüfus Hizmetleri Kanunu (NHK) m. 22’de yapılan değişiklikle il ve ilçe müftülüklerine evlenme memurluğu yetkisi veriliyor. NHK bir maddi hukuk düzenlemesi değil. Kişilerin şahsi statülerindeki değişikliklerin kaydının tutulmasını temin eder. Dolayısıyla evlenmenin hukuken geçerliliğini düzenleyen kurallar Türk Medeni Kanunu’nda (TMK) yer alır. NHK, TMK’yi değiştiremez.
1990’da Sovyetler Birliği dağılınca eski YeşilKuşak’ın hedeflerinden birinin liste başınaTürkiye oturtuldu.
1960’lı yıllarda Türkiye’de, “Komünizmle Mücadele Dernekleri” ve benzer radikal sağcı kurumlar, Yeşil Kuşak’ın modern araçları olarak Türkiye’de kurduruldular.
Türkiye o günlerde ön karakoldu; habersiz yerleştirilen füzelerden “mücadele derneklerine” kadar her zemine sızmışlardı. Bunlar o dönemin FETÖ’cüleri gibiydiler.
1990’da Sovyetler dağıldıktan sonra yeni Yeşil Kuşak’ın hedefleri değişti. Türkiye ve Arap dünyasındaki “din ve mezhep savaşları” için düğmeye basıldı. Sudan’dan Körfez’e ve Kuzey Afrika’ya kadar din, mezhep ve aşiret savaşları programlı bir biçimde pompalandı. Türkiye’yi asker ve sermaye ile ele geçiremeyenler bu defa dincileri öne çıkardılar.
Cumhurbaşkanı ve partisi ülkenin içinde bulunduğu feci durumu gözden ırak tutmak için, gündemi ‘din eksenli’ tartışmalar etrafında yoğunlaştırma başarısını sürdürüyor. Müfredatın ‘cihat’ kavramını içermesi ve müftülere nikâh kıyma yetkisi verilmesi bunlar arasında. Maalesef, muhalif çevreler de aynı değirmene su taşımak konusunda son derece hevesli.
Yok, din eksenli düzenlemeler hiç tartışılmasın demiyorum, itirazı olan bunları açıkça tartışmalı ama en azından muhalefetin bu konularda boğulma riskini dikkate almalı. Dahası, ekranlarda anlamsız bağırış çağırış yerine, itirazların makul bir çerçevede tutulmasına özen göstermeli. Aslında, insanlara dini görüş dayatmanın en ciddi örneği imam hatip liselerinin düz liselerin yerini alması yönündeki gayretler idi. Pek çok insan, istemediği halde çocuğunu, pek çok mahalde tek seçenek haline gelen imam hatip liselerine göndermek durumunda kalmaktan şikâyetçi ve bu sorun ciddiyetini koruyor.
Trump yönetimi ABD’nin yıllardır bölgedeki müttefikleriyle birlikte Suriye’de rejim değişikliği politikalarının ana aparatı olan ‘eğit-donat’ programına son vermiş. Eğer bu doğruysa, ABD’nin Suriye’de yürüttüğü vekâlet savaşında CIA üzerinden cihatçı grupları desteklemesinin üstünü örten resmî politikasının bir ayağının sonu manasına geliyor. Diğer ayağı baki. Baki olduğu için de bu kez ‘eğit-donat’ın hevesli alıcısı olan eski ortaklarla yeni gerilimin kaynağı.
* * *