Şekerpancarı çok yararlı bir bitkidir. Ürününden insanlar, artıklarından hayvanlar yararlanır. Yumrulu olduğu için toprağı gevşetir. Toprak havlanır. Toprağın içindeki mikroorganizmaların daha iyi çalışmasına ortam sağlar. Toprakta kalan parçaları toprağa besin olur. Toprağı besin bakımından zenginleştirir. Toprağın su tutma kapasitesini arttırır. Kendisinden sonra ekilen tahıla bu artıklar besin olur, verimliliği arttırır. Bir dekar şekerpancarı, bir dekar çam ormanın üç katı oksijen üretir. Havayı temizler. Şekerpancarı küçük aile çiftçileri için önemli geçim kaynağıdır. Kazandıklarıyla toprağa ve köye tutunur. Faydaları saymakla bitmez.
Abdullah Aysu
İklim değişikliğinin yaşattığı felaketlerin sıklığı, çeşitliliği, azmanlığı gezegenimizi içindekilerle birlikte her geçen gün kıyamete daha fazla yaklaştırıyor. Felaketler öyle ansızın gelmiyor. Haberli geliyor. İklimbilimciler, iklimsel değişiklikleri an be an izliyor ve ölçüyorlar. Saklamıyor; açıklıyorlar. Kıyametin yaklaşan ayak seslerinden dünyayı haberdar ediyorlar. Peki, iklimbilimciler ne diyorlar? Gelin önce ona bakalım. İklimbilimciler diyorlar ki; “deniz seviyesindeki artış gelecekte de devam edecek ve bu artışlar 10 santimlerden 10 metrelere yükselecek.[1] Antarktika ve Grönland buz kütlelerinin ne kadarının eriyip okyanusa karışacağının ya da nasıl davranacaklarının bilincinde değiliz. Bu buzulların erimesiyle tüm dünya çapındaki buzulların 0,4 metrelik yükselme katkısıyla kıyaslanamayacak 65 metrelik bir yükselme söz konusu olacak.”
Çiftçilerin tasfiye sürecine sokulduğu artık saklanamayan bir gerçekliktir. Tasfiyede etkili olan politikalardan birisi tarımda bazı sübvansiyonların kaldırılması ve desteklerin azaltılmasıdır. Aksini söyleyen ve iddia eden yok. AKP hariç.
Geçmişte tarım dünyanın bütün ülkelerinde desteklenirdi. Bu biliniyor. Şimdi gelişmiş ülkeler kendi tarımlarını destekliyorlar, geliş(e)memiş ülkelerin tarımlarını desteklemelerini köstekliyorlar.
Oysa tarım desteklenmese olmaz. Çünkü çiftçiler, ürettikleriyle insanların karnını doyurur, sırtını giydirirler. Bu nedenle çiftçilik mesleği kutsaldır. Saygıdeğerdir. Çiftçiler, insanlık için üretmeliler. Üretebilmeleri için de desteklenmeliler. Çiftçilerin bugüne değin desteklenmesinin bir başka nedeni de, elinde sermaye olmadan üretime devam edemiyor olmalarındandır.
Evvel zaman içinde çıkınında tohum olan kadınlara çıkınlı kadın denirmiş. Eskiden evlenen kadınların bir de çıkınları olurmuş. Öyle anlattılar. Dinledim.
Yine eskiden köylüler, tohumu toprağa; “bu kurda, bu kuşa, bu aşa” diye saçardı. Bunu babamla birlikte uygulayarak yaşadım. Kendim biliyorum. Köylüler, doğadaki kurdu, kuşu ailesinin aşından önde görür ve gözetirdi o zamanlar. Her avuç tohumun sadece üçüncüsünü ailesinin aşı niyetine toprağa atardı onlar.
Yakın zamana kadar köylüler, kendi aralarında tohumlarını değiştirirlerdi. Birbirlerine tohumlarını ödünç verirlerdi. Komşusuna verdiği tohumun karşılığında para almazdı. Tohum değerliydi. Değeri parayla ölçülemezdi. Borç olarak tohum veren karşılığında para değil yine tohum alırdı.
Şimdiki gibi köylüler tohumunu şirketlerden satın almaz, ürettiği ürününden ayırır üretime öyle devam ederdi.
Tütün, küçük aile çiftçileri tarafından yapılan bir faaliyettir: Tütüncü aile 14 aya yayılan zaman diliminde toprağı 3-4 kez işler. Fidesini hazırlar. Tütünü diker, çapalar, gene çapalar, dip sıyırır, 1 el, 2 el, 3 el, 4 el olmak üzere yaprakları toplar, kurutur, balyalar. Yoğun ve incelik isteyen bir emek sonucu ekonomik değeri yüksek ürün elde edilir. Tütünü tütün makinesi ve traktörü olmayan yoksul çiftçiler de ekebilir ve ailesi ile birlikte bir arada çalışabilir.
DSP-MHP-ANAP koalisyonu döneminde Tütün Yasası çıkarıldı. Tütün yasasından sonra TEKEL’e destekleme alımı yaptırılmadı ve TEKEL’in olmadığı bir piyasada tütün üreticileri çokuluslu tütün şirketlerinin ve onların temsilcilerinin insafına terk edildi.
Sözleşmeli üreticilik
Bilindiği gibi Türkiye II. Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika’ya yanaştı. Stratejik ortak oldu. Mayın döşeme amaçlı arazi istimlak etmeye 1954 yılında başladı. Amerika ile stratejik ortak olduktan sonra mayınlar döşenmeye başlandı. 1959 yılına gelindiğinde mayın döşeme işi bitti. Yani, 1959 yılından bu yana mayın döşenmiş arazilerde tarımsal üretim yapılmıyor.
Türkiye 1950’li yıllardan itibaren tarımsal üretiminde kimyasal (zehir) kullanmaya başladı. Mayınların döşenmesinin bittiği tarihten sonra mayın döşenen arazilerin dışındaki araziler kimyasallı tarımla tanışmaya başladı. Diğer bölgeler gibi bu yörelerde giderek kimyasal kullanımını arttırdı. Türkiye tarım arazilerinin hepsi endüstriyel tarıma boğazına kadar gömüldü. Mayınlı arazilerde tarım yapılmadığı için kimyasalla kirlenmedi, kirletilemedi. Bu araziler bu bakımdan değerli.
Yakın zamana kadar Suriye Devlet Başkanı Esad ile Başbakan kardeşti. Muhabbetleri gayet iyiydi. Samimiyet sınırlarını kardeşlik sınırlarına vardırmışlardı. Kameralar karşısında bütün halk beraber izledik.
Türkiye’nin Suriye sınırı şimdilerde çok sorunlu. Bilindiği üzere sorunların sebebi Esad diyenler kadar, Türkiye’nin tutum alışındaki aşırılık etkili oldu diyenler de var. Türkiye’nin komşularıyla sıfır sorun stratejisiyle başlayan politikaları Ön Asya’da sorunlar yumağına dönüştü ve sürüyor. Dışişleri Bakanı ile Başbakan tarafından gayet başarılı ve emin adımlarla ilerlendiği belirtilse de, içinden çıkılmaz bir hâl almış gibi gözüküyor. Neye göre başarılı, hangi konularda emin adımlarla ilerliyoruz onlar biliyor. Biz bilmiyoruz. Neyimiz ve nasılımıza yanıtlarımız farklı, belki de ondan.
Mevsimlik tarım işçileri -I Bu yılın azabını yaşamak için mevsimlik tarım işçi göçü yola koyuldu. 11-14 kişilik minibüslere 20’ye yakın insan tıkıştırıldı. Gittikleri yerlerde ekmeklerini yapmada kullanacakları un, bulgur ve diğer gıdalar istiflendi. Çocuklar ile birlikte birkaç tavuk da minibüse konuldu.
Gidecekleri yerlerde ikinci sınıf yurttaş olarak yaftalanacaklarını bile bile düştüler yollara, yollara... Vurdular dağlara, bayırlara... Kendilerini bekleyen hor görmelere, itilmelere, sömürülmelere...
Bu her yıl yaşanan bir tablo.