Ceyda Karan

24 Haz 2017

 

ABD’nin Irak işgali ile Ortadoğu’da başlattığı savaş 2003’te ‘tamtamlar’ eşliğinde gelmişti. Rejim değişikliği kotarılsa da arzulanan tasarım zaman gerektirdi. Bugün Obama’lı ‘vekâlet savaşı döneminin’ ardından, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetiminin tartışmalı bölgeleri de katarak 25 Eylül’e sabitlediği bağımsızlık referandumu ufukta. Irak’ta resmî bölünme kapıda. Umulan bunun ‘çatışmasız olabilmesi’. Peki bu mümkün mü? Hele de Washington’ın bölge tasarımlarının, sınırın ötesindeki Suriye’de artık ‘tamtam çalınmasına’ gerek bile duyulmayan bir işgali getirdiği düşünülürse? Doğrusu gerçekleşirse şaşırmak icap eder.

***

21 Haz 2017

Suriye’nin Stalingrad’ı Halep’ti.
İhvan’dan El Kaide’ye uzanan şeriatçı gruplar önce 2011 yazında silahlı isyanlarına katılmayan Haleplileri “hain” ilan etmişti. Haleplilerin bir kısmı bir sene sonra bu grupların mahallelerine yerleştiğini gördü. Şehir yıllarca Batı medyasında “Suriye ordusunun kuşatması altında” diye sunuldu. Aksine asla tümüyle cihatçı grupların eline düşmemişti. Ve yıllar süren ağır savaşın ardından Halep, doğu mahallelerinde sıkışan gruplardan ancak altı ay kadar önce özgürleştirilebildi.
Batı’daki medyacıların El Kaidecilere dayanarak yürüttüğü, çocukları meze yaptığı kampanyaları boşa çıktı. Bugün kurtarılmış ve eski haline dönmeye çalışan Halep’ten söz açmıyorlar. En son birinci sayfalarını süsledikleri “Ümran”la ilgili yalanları serilmişken, edecek kelamları yok.

***

02 Haz 2017

Geçen salı için planlıyordum, araya ABD’nin dış politika duayeni Zbigniew Brzezinski’nin ölümü girdi, yazamadım. Lakin Libya üzerinden yaşananlara dair not düşmeden olmaz. ‘Libya’ diye bir memleket kalmamış olsa bile… Esasında geçen haftaki Manchester Arena saldırısı, niçin kalmadığını da ortaya sermekte. Şimdilerde ‘emperyalizm’ denilince dudak bükenler için kör kör gözüne parmak misali...

***

31 May 2017

Sadece bizde değil Batı’da da ‘ölünün arkasından konuşulmaz’ deyişi vardır. Bizden daha iyisini yaparlar, eleştirel aklın tezahürü olarak, özellikle tarihe mal olmuş şahsiyetler hakkında yazarlar.

İşte onlardan birisi 1998’de Le Nouvel Observateur’la söyleşisinde, “Dünya tarihinde hangisi daha önemli? Taliban mı yoksa Sovyet İmparatorluğu’nun çöküşü mü? Bazı heyecanlı Müslümanlar mı, yoksa Orta Avrupa’nın kurtuluşu ve Soğuk Savaş’ın sonu mu” demişti. Söyleşiyi yapan, ‘İslamcı köktendinciliği besleyip bugünkü terörizmi yaratmış olmaktan pişmanlık duyup duymadığını’ ısrarla sorunca da, “Saçmalık! Batı’nın İslamla ilgili hep küresel bir politikası olduğu söylendi. Bu aptalca. Küresel İslam yoktur” yanıtını vermişti.

26 May 2017

Bizim buralarda ‘Olmayacak duaya amin denmez’ diye de ifade edilir. Artık ‘Arabistanlı Donald’ lakaplı ABD Başkanı Donald Trump’ın, Vahhabi/cihatçı Selefi ideolojinin menbaı Suudi Arabistan’a ballı silah satışları yaptığı ziyaretinde, ‘Arap (Sünni) NATO’su aşılama çabasının dumanı tüterken, Körfez’den başka dumanlar yükseldi. Suudilerin ‘karanlık prensiBandar’ın ifadesiyle ‘300 kişiyle bir TV kanalından ibaret’ Katar şeyhliği ‘hackleniverdi’.
Kim yaptı, nasıl etti bilinmiyor. Lakin Körfez’in ortaçağ kalıntısı şeyhliklerinden, bırakın NATO tipi askeri birlikteliği, ‘bir cacık olmayacağını’ ortaya serecek cinsten bir öykü.

***

17 May 2017

 

Türkiye’de okullarda artık okutuluyor mu, yahut okutuluyorsa nasıl, hakikaten bilmiyorum. Normalde söz etmeyi abes saymak icap eder. Maalesef sayamaz hâldeyiz.

Neredeyse tam 802 sene önce 15 Haziran 1215’te Ortaçağ İngilteresi’nin ‘kötü’ kralı ‘Yurtsuz’ John döneminde, dünya tarihinin en mühim belgelerinden birisi doğdu. Latincesi Magna Carta Libertatum. Türkçeye ‘Büyük Özgürlükler Sözleşmesi’.

***

Yurtsuz John, Fransızlarla savaştaki başarısızlıklarını soylu sınıfı ve tebasına baskılar ve vergi artırımı ile kapatmaya çalışınca çıkan iç isyanı ve siyasi krizi bu sözleşme ile ‘teskin’ edebilmişti.

05 May 2017

Türkiye’deki yeni rejimin ‘dış meşruiyeti’ açısından kritik önemdeki mayıs ayı diplomasi trafiğinin ilk mühim ayağı ‘atlatıldı’. Putin, Soçi’de Erdoğan’ı ağırladı. ‘Suriye’ temalı telefon görüşmesinde yaptığı ‘tebrikini’ bu kez yüz yüze iletti. Rusya Federasyonu (RF) ile bir yılı bulan ‘normalleşme’ sürecinde ekonomik ve ticari ilişkilerde ‘bir adım ileri, iki adım geri’ resminin sebeb-i hikmeti, elbette ‘siyasi uzlaşmazlıklar’, yani Suriye idi. Dolayısıyla Soçi’de RF-Türkiye ilişkilerinin ekonomik ve ticari ayağında ‘prensipte’ verilen ‘karşılıklı düzeltme’ mesajlarının ‘siyaseten sınanması’ icap edecek.

***

28 Nis 2017

Türkiye ahalisinin yarısının açıkça reddettiği rejim değişikliğinin ardından dikkatler bütün yetkileri elde toplamış bir liderin dış politika hamlelerine çevrildi. Ankara çelişkilerin keskinleştiği bir zeminde. “Dış meşruiyete” verilen ehemmiyet ortada. Mayıs ayı diplomasi ayı, Rusya- ABD-AB üçgeninde teşrik-i mesai, kartların yeniden nasıl karılacağını belirleyecek.
Mayıs başında Soçi’de Rusya lideri Putin’le başlayacak teşrik-i mesai mayıs ortasında ABD Başkanı Trump’la devam edecek. Ay sonu AB ile tamamlanacak. Öncelikle resmi anlayalım.

***

26 Nis 2017

Fransa’da cumhurbaşkanlığı seçimleri ilk bakışta ‘başka bir Le Pen’in başrol oynadığı 15 yıl öncesindeki gibi bir ‘deja vu’ hissi yaratıyor. 2002’de ırkçı ve aşırı sağcı Ulusal Cephe lideri Jean-Marie Le Pen, ‘silik ve etkisiz eleman’ Sosyalist Lionel Jospin’i ilk turda kazayla sollayıvermişti. Fransızlar önce yıkıldı, ardından derhal devrimin özgürlük, eşitlik, kardeşlik ilkeleri ile Cumhuriyet’in değerlerinin arkasında gruplaştılar ve ikinci turda Jacques Chirac karşısında Le Pen’e yüzde 17 ile hezimeti tattırdılar. Dünya 21. yüzyılın neoliberal peri masalında pupa yelken süzülmekteyken hiç olmazsa kendilerine yakışanı yapıp faşizme dur demişlerdi.

***

14 Nis 2017

Dünyanın jandarması ABD, ‘Çılgın Donald’ liderliğinde giderek ‘hakiki rotasını’ tutturuyor. Beklendiği gibi Donald Trump’ın dünyaya vaatlerinin 180 derece zıttına gitmesi 100 gün sürmedi. Trump, “Önceliğimiz IŞİD” demişti, şimdi IŞİD’le savaşan Esad için “Sonu geldi” buyuruyor. “Rusya ile işbirliği istiyorum” demişti, şimdi Moskova’ya “Tarafını seç” ültimatomu çekiyor. “NATO’nun modası geçti” demişti, şimdi “NATO’nun modası geçmedi” görüşünde. “Çin kur manipülatörü” demişti, şimdi “Çin kur manipülatörü değil” diyor. Ve bu sayede ABD müesses nizamının hiç hazzetmediği ‘Çılgın Donald’ ‘stratejik fırsata’ dönüşüveriyor.

***

Sayfalar