koronavirüs

diskten hükümete uyarı ve çağrı
DİSK, Covid-19 ile etkin mücadele için hükümeti uyarıyor ve çağrı yapıyor: “Halkın sağlığını, çalışanların işini ve hanelerin gelirini korumak devletin görevidir. Kamucu bir sosyal ve ekonomik program zorunludur. Covid-19’a karşı acilen bir sosyal devlet programı uygulanmalıdır” Ülkemizi giderek daha fazla etkisi altına alan Koronavirüs salgınının ekonomiye ve çalışma hayatına etkileriyle emekçilerin iş, aş ve can güvencesi açısından atılan adımları değerlendirmek, gelinen aşamada işçi sınıfının acil taleplerini hükümete, basına ve kamuoyuna duyurmak amacıyla DİSK Genel Merkezinde 30 Mart 2020 tarihinde “Zoom” uygulaması üzerinden online basın toplantısı gerçekleştirildi. DİSK Genel Başkanı ve DİSK Yönetim Kurulu'nun katılımı ile düzenlenen basın toplantısında Arzu Çerkezoğlu’nun DİSK adına yaptığı, Covid-19 salgınıyla etkin mücadele için alınması gereken önlemlere dair açıklaması şöyledir: Covid-19 salgını yurttaşlarımızın yaşamını ve sağlığını tehdit ederken, milyonlarca işçinin işini ve gelirini kaybetmesine yol açıyor. Türkiye tarihinin en büyük işsizlik dalgası ile yüz yüzeyiz. Başından beri Covid-19 ile mücadelenin sağlık boyutu kadar toplumsal ve ekonomik boyutunun da önemsenmesi gerektiğini ısrarla savunuyoruz. Türkiye’de ilk vakanın ortaya çıktığı 11 Mart 2020 tarihinden bu yana salgının toplumsal ve ekonomik etkilerine karşı Hükümet’i ve kamuoyunu uyardık. DİSK olarak uyarmakla kalmadık, çözüm önerilerini somut olarak açıkladık. DİSK olarak bu çerçevede 6 temel talebi kamuoyuna duyurduk, ülkeyi yönetenlerle paylaştık. 17 Mart’ta Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanına ayrıntılı olarak açıkladık. Bu temel taleplerimiz şunlardı: 1- İşten çıkarmalar yasaklanmalı 2- Zorunlu mal ve hizmet üretimi dışında ücretli izin uygulanmalı 3- Tüm çalışanların gelirleri güvence altına alınmalı 4- İşsizlik sigortası ödeneğinden yararlanma koşulları kolaylaştırılmalı 5- Fatura ve kredi borçları ertelenmeli 6- En düşük emekli aylığı asgari ücret düzeyine yükseltilmeli Bu öneriler bir yandan salgınla mücadelenin kolaylaştırılmasını, öte yandan salgının yarattığı toplumsal tahribatı gidermeyi amaçlıyor. Bu önerilerin kamuoyunda büyük destek bulduğunu gördük, görmeye devam ediyoruz Ancak 18 Mart’ta Hükümet tarafından açıklanan Ekonomik İstikrar Kalkanı adlı önlemler paketi ne kamuoyunun beklentilerini karşıladı ne de DİSK’in önerilerine yer verdi. Önerilerimiz dikkate alınmadığı gibi Covid-19’un tahribatına karşı başından beri öneri ve çözüm üreten DİSK, Çankaya Köşkü’nde düzenlenen zirveye çağrılmadı. DİSK ile birlikte konunun muhatabı sağlık meslek örgütleri de toplantıya davet edilmedi. Sonuçta açıklanan paket işçilerin, çalışanların Covid-19 ile mücadelede karşılaştıkları sorunlara çözüm getirmedi. Kalkan adı verilen paket için söylenecek tek şey: Dağ fare doğurdu! Zaman daralıyor. Covid-19 ile mücadele giderek yaşamsal hale geliyor. Salgının boyutu büyüyor. Salgının halk sağlığı ve insan yaşamı açısından daha da vahim sonuçlar yaratacağı açıktır. Hükümet’i konunun vahametine uygun, köklü adımlar atmaya; bir yandan halkın sağlığını ve canını öte yandan işini ve gelirini korumaya çağırıyoruz. Amasız, fakatsız köklü önlemler alınmalı ve Covid-19’a karşı kapsamlı bir sosyal paket ilan edilmelidir. Anayasa’nın sosyal devlet ilkesine uygun biçimde devlet, halkın sağlığını, işini ve gelirini korumak için gereken her şeyi yapmalıdır. Kamu ve özel, bütün kaynaklar Covid-19 ile mücadele için seferber edilmelidir. Eşi görülmemiş bir felaket ile yüz yüzeyiz. Tedbirler de buna uygun olmalıdır. Salgının yol açtığı toplumsal ve ekonomik kriz karşısında olağandışı bir kamu harcama programı gereklidir. Bu program sağlık harcamaları yanında, emekçilerin işini ve aşını korumaya dönük olmalıdır. Hükümet’in salgınla mücadelede üç temel ve acil görevi var: 1- Halkın sağlığını korumak 2- Çalışanların işini korumak 3- Hanelerin gelirini korumak Bu üç amacın sağlanması için köklü bir sosyal ve ekonomik programa ihtiyaç vardır. Bu programın temel taşları şunlar olmalıdır. - Temel, zorunlu ve acil mal ve hizmet üreten işler dışında bütün işlerde salgın süresince çalışma durdurulsun. Halkın sağlığının korunması için evden çıkmamak, fiziki teması en aza indirmek yaşamsal önem taşıyor. Ancak halka “evde kalın” çağrısı yapanlar çalışan milyonlarca emekçi için çözüm üretmiyor. Milyonlarca işçi Covid-19’a maruz kalacak şekilde işe gitmek zorunda kalıyor, sağlıklı olmayan koşullarda çalışıyor. İmalat sanayiinde üretim sürüyor, inşaatlarda işçiler çalışıyor, bankalarda, hizmet sektöründe ve belediye hizmetlerinde çalışma devam ediyor. Emekçilerin kendisi, çalışma arkadaşları ve ailesi salgın riski altında bulunuyor. Defalarca ifade ettik, uyardık: “Evde kal” çağrılarının anlamlı olması için, işten çıkarmaların yasaklanması, zorunlu ve acil mal ve hizmet üretimi dışında tüm işlerin durdurulması şarttır. Özelde ve kamuda çalışanların işlerini güvence altına almadan, işleri devlet kararı ile durdurmadan işçilere “evde kalın” demek nafiledir, halkla ilişkiler kampanyaları ile gerçek sorunlar çözülmez. Halkın, işçi sınıfının ihtiyacı nasihat değil icraattır. Bu ağır salgın sürecinde acil, gerekli ve zorunlu olan sağlık, temizlik, ilaç ve gıda gibi mal ve hizmet üretimi alanları dışındaki üretim birimlerinde iş derhal durdurulmalı ve çalışanlar ücretli izinli sayılmalıdır. Kamuda ve özel sektörde mümkün olduğu kadar uzaktan çalışma uygulanmalıdır. Zorunlu ve acil hizmetlerde çalışanlar Covid-19’a karşı ciddi şekilde korunmalıdır. Zorunlu çalışmanın devam ettiği işyerlerinde çalışma saatleri azaltılmalı ve düzenlenmeli, çalışanların birbirleriyle mesafeleri uygun biçimde olmalıdır. Dezenfeksiyon işlemleri, sağlık taramaları ve yaygın test gibi önlemlerin aksatılmaması gerekmektedir. Bu uygulamaların sadece işçilerin kendi sağlıklarını korumak için değil, hastalığın ailelerine taşınıp topluma yayılması riski için de gerekli olduğu unutulmamalıdır. Zorunlu çalışma yapacak işçilerin işyerleri ve çalışma alanlarında hastalığın bulaşma riskini tamamen ortadan kaldıracak önlemler alınmalı ve aralıklarla doktor kontrolleri yapılmalıdır. Salgının yayılmaması ve önlenmesi bakımından devam etmesi zorunlu olan hizmetlerde, bu görevleri yürütenlerin sağlıklı kalması gerekmektedir. Hastalığın bulaşma riskini sıfıra indirecek maskeden gözlüğe, eldivenden özel koruma tulumuna kadar koruyucu malzeme ve ekipman ile çalışılması hayati bir ihtiyaçtır. Bir kez daha altını çiziyoruz: Temel, zorunlu ve acil mal ve hizmet üretimi yapan işletme ve birimler dışında çalışma ACİLEN durdurulmalıdır. Aksi takdirde çalışanların hem kendi sağlıklarını hem de halk sağlığını korumak adına işe gitmeme, çalışmaktan kaçınma, yani evde kalma hakkı olduğunu hatırlatmak istiyoruz. Emekçiler açısından bu yaşamsal gereklilikler doğrultusunda hükümetin ACİLEN adım atmasını ve sektörlere göre düzenlemeleri yapmasını bekliyoruz. Söz konusu karar ve buna uygun yapılacak düzenlemelerin 48 saat içerisinde hayata geçirilmesi mümkün, dahası salgının yayılma hızı göz önüne alındığında zorunluluktur. Ülkeyi yönetenler bu adımı atmadığı takdirde temel, zorunlu ve acil işler dışındaki işlerde çalışan işçiler, yaşamlarını tehdit eden bu koşullarda 6331 sayılı yasanın 13. maddesinde de açıkça belirtildiği şekilde ciddi ve yakın bir tehlike nedeniyle çalışmaktan kaçınacak ve çalışmama hakkını kullanacaktır. Bu işçilerin yasal hakkıdır, dahası yaşam hakkıdır. Bu ülkenin tüm yurttaşlarının, işverenler ve ülkeyi yönetenler kadar emekçilerin de bu devasa salgından kendisini koruma hakkı vardır. DİSK olarak bu zaman zarfında süreci tüm emekçilerle birlikte izleyecek, değerlendirmeleri yapacak ve bu doğrultuda gerekli kararları alarak iş yerlerimizden başlayarak hayata geçireceğiz. - Salgın süresince işten çıkarmalar yasaklanmalı. Çalışanlara ücretli izin verilmeli ve işsizler için ise koşulsuz işsizlik maaşı ödenmelidir. Salgın için alınan önlemler ve salgının yarattığı ekonomik durgunluk nedeniyle yoğun işten çıkarmalar ve ücretsiz izin uygulamaları yaşanıyor. İşten çıkarmalar ve ücretsiz izin uygulamaları insanların gelir kaybına yol açıyor, yaşamlarını zorlaştırıyor ve onları virüse karşı korumasız hale getiriyor. Covid-19’un toplumsal tahribatını önlemek için İş Kanunu’nda acil değişiklik yapılmalı; salgın süresinde işten çıkarmalar yasaklanmalıdır. Bu, devletin sosyal yükümlülüğü ve görevidir. İşten çıkarma yasağı süresince çalışanların geliri, işveren, işsizlik sigortası fonu ve devlet tarafından karşılanmalıdır. - Salgın süresince bütün yurttaşların geliri garanti edilmelidir. Salgın işçileri, kayıtdışı çalışanları, çiftçileri, esnafı ve serbest çalışanları ciddi bir gelir kaybı ile karşı karşıya getirmektedir. Devletin temel yükümlüğü böylesi bir toplumsal afet karşısında toplumun ekonomik olarak güçsüz kesimlerini korumaktır. Anayasa’nın gereği budur. Salgın süresince çalışanların ve halkın gelirinin güvence altına alınması için bir dizi önlem alınmalıdır: İşsizlik sigortası işte kalma fonu olarak kullanılmalıdır İşsizlik sigortası kaynakları çalışanların iş ve gelir kaybını karşılamak için kullanılmalıdır. İşsizlik ve kısa çalışma ödeneği etkin biçimde uygulanmalıdır. Kısa çalışma ödeneği için yapılan yasa değişikliği son derece yetersizdir. Hükümet İşsizlik Sigortası Fonu kaynaklarını etkin kullanmaktan kaçınmaktadır. Bunun nedeni Fon kaynaklarının nakit ve likit olmamasıdır. Hükümet İşsizlik Sigortası Fonu kaynaklarını devlet tahvillerine yatırmıştır. Fon’un 131 milyar TL’lik kaynağının 122 milyar TL’si nakit değildir. İşsizlik Sigortası Fonu kaynakları hızla nakit hale getirilmeli ve çalışanların gelir kaybını karşılamak için kullanılmalıdır. Fon’daki kaynaklarla 10 ile 15 milyon işçiye üç ay boyunca asgari ücret düzeyinde bir destek rahatlıkla sağlanabilir. İşsizlik Sigortası Fonu işten çıkarma yasağı ile birlikte, işi ve işçinin gelirini koruma fonu olarak kullanılmalıdır. Derhal yasa değişikliği yapılarak işsizlik ödeneğinden ve kısa çalışma ödeneğinden yararlanma için var olan ağır koşullar kaldırılmalı, işçinin parası işçi için kullanılmalıdır. Hükümet çalışamayan ve gelir kaybına uğrayanların geçimini sağlamalıdır Salgın nedeniyle işe gitmeyenlerin, işten çıkarılan, gelir kabına uğrayan, karantina ve tedavi altında olanların kendilerinin ve ailelerinin geçimini sağlamak Hükümet’in görevidir. Bu hem Anayasa’nın sosyal devlet ilkesinin hem de Umumi Hıfzısıhha Kanunu’nun getirdiği bir yükümlülüktür. 1930 tarihli Umumi Hıfzısıhha Kanunu’nun 83. maddesi salgın hastalık nedeniyle uygulanacak tedbirler nedeniyle vatandaşlarının geçimlerinin Hükümet tarafından sağlanmasını öngörmektedir. Devlet bu yükümlülüğü yerine getirmek zorundadır. Yurttaşların kredi, fatura ve vergi borçları ertelenmelidir Salgın süresince konutlarda harcanan elektrik, doğal gaz, su ve iletişim ücretsiz hale getirilmelidir. Ücretlilerin ve dar gelirlilerin tüketici kredileri, kredi kartı borçları ile vergi borçları salgın süresince ertelenmelidir. Tüm temel gıda ve ihtiyaç maddelerinde KDV oranları sıfırlanmalı ve salgın süresince sıkı fiyat denetimi yapılmalı, karaborsa ve fırsatçılığa izin verilmemelidir. Bütün bunlar için kaynak vardır! Devlet halkın sağlığını, işini ve gelirini korumak için seferber olmalıdır. Mevcut kamu kaynakları etkin kullanılmalı ve yeni kaynaklar yaratılmalıdır. 1. Gereksiz ve acil olmayan kamu yatırımları durdurulmalıdır. Salgın döneminde Kanal İstanbul gibi üzerinde toplumsal uzlaşma sağlanmamış projelerden vazgeçilmeli, kamu ihaleleri ve kaynaklar sağlık sektörüne yönlendirilmelidir. 2. Araç garantili köprü ve yol ödemeleri ile hasta garantili şehir hastaneleri için şirketlere yapılan ödemeler durdurulmalıdır. Kamu-Özel Ortaklığı isimli projelerin kamulaştırılması hedeflenmeli, bu arada projelere dönük ödentiler TL’ye dönüştürülmeli ve garanti ödemeleri iptal edilmelidir. 3. Salgınla mücadele bütçe gelirlerini azaltacak ve giderlerini artıracaktır. Kamu gelirlerini artırmak için toplumun zengin ve varlıklı sınıflarından daha fazla kaynak toplanmalıdır. Türkiye’de toplam servetin yüzde 42’si sadece toplumun yüzde 1’inin elindedir. Covid-19 koşullarında bu eşitsizlik sürdürülemez. Bu nedenle büyük servetlere sahip küçük bir azınlığın çok daha fazla fedakârlık etmesi gerekiyor. Covid-19 ile mücadele için etkin bir servet vergisi uygulanmalıdır. 4. Salgın döneminde bütçe açığı ve enflasyon kaygısı geçerli olamaz. Ekonomide yaşanan daralmayı ve gelir kaybını önlemek için artan merkezi bütçe harcamalarını karşılamak için gerekirse Merkez Bankası avanslarına başvurma yoluna gidilmelidir. DİSK olarak toplumsal bir felaket olan Covid-19 ile mücadele için sosyal devlet ilkesine dayalı kamucu ve toplum yararını esas alan köklü bir sosyal paket öneriyoruz. Covid-19 ile mücadelenin köklü ve kamucu ekonomik politikalar ile yürütülmesini savunurken, günlük yaşama ilişkin getirilen kısıtlamaların salgınla mücadele amacı ile uyumlu olmasına ve salgınla mücadelenin yeni otoriter uygulamalara yol açmamasına dikkat çekmek istiyoruz. Salgınla mücadele, Meclis’in etkin çalışmasıyla, sendikaların, sağlık meslek örgütlerinin, yerel yönetimlerin katılımıyla şeffaf ve katılımcı bir şekilde yürütülmelidir. Hükümeti bir an önce halkın sağlığını, çalışanların işini ve hanelerin gelirini korumak için köklü ve kapsamlı bir sosyal devlet programını açıklamaya ve uygulamaya çağırıyoruz.
salgınla mücadelede doğru yöntem bilime uymaktır
Salgında başarı, bulaşı-hastalanmayı önlemektir; mücadelede doğru yöntem epidemiyoloji bilimine uymaktır Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi, COVID-19 salgının dünyaya ilan edilmesinden sonra, Türkiye’de salgına yönelik olarak pek çok hatalı ve eksik uygulama yapıldığını belirterek, gelinen aşamada hastalığın ülkenin her yerinde ve yaygın olduğu, bu nedenle de karantina uygulama fırsatının kaçırıldığını bildirdi. TTB’den 30 Mart 2020 tarihinde yapılan açıklamada, Türkiye’de ilk doğrulanmış olgunun duyurulduğu günden bu yana salgın eğrisi incelendiğinde, başlangıçta salgını baskılama stratejisi uygulanacakmış gibi gözlenirken, sonrasında İran’da salgın ortaya çıktığında sınırın etkin şekilde kapatılmaması ve gelenlere karantina uygulanmaması, salgının var olduğunun bilindiği dönemde sınır kapılarının açılarak mültecilerin sınıra gitmesine izin verilmesi, sonra da geri götürülmeleri, Umre’den dönenlerin karantinaya alınmaması gibi yaklaşımlar nedeniyle, Türkiye’nin göz göre göre enfekte hale getirildiği kaydedildi. Karantina ve tecrit uygulamalarının epidemiyolojik veriler ışığında yerel/bölgesel olarak halen hızla ve kararlılıkla uygulanabileceğine yer verilen açıklamada, ancak gelinen noktada risk grupları dışında ülke çapında tecrit uygulamasının da bir anlamı kalmadığı belirtilerek, “Bugün ve sonrasında yapılması gereken Dünya Sağlık Örgütü’nün de önerdiği gibi çok sayıda test yaparak, katı bir izolasyon uygulamaktır. Suriyeli sığınmacılarla birlikte 90 milyona yakın kişinin yaşadığı ülkemizde, günde 30 binin üzerinde test yapılarak, test sonuçları pozitif olan olgular ile temaslıları ivedi olarak sağlıklı kişilerden ayrılmalıdır. İzolasyon, kişilerin evlerinde yapılacağı gibi, evlerde yapılamayacağı durum ve koşullarda İzolasyon için seçilen yurtlar ve oteller gibi mekânlar da kullanılabilir” denildi. TTB Merkez Konseyi, gelinen noktada yapılabilecekleri şöyle sıraladı: - Geldiğimiz aşamada, epidemiyolojik veriler ışığında belirlenecek bir süre için toplum hareketliğinin kısıtlanması yaygınlaştırılarak sürdürülmeli, aktif sürveyans ve filyasyonun yanı sıra, endikasyonu olan herkese test uygulanabilmesi sağlanmalı, hastane tedavisi gerekmeyen hastaların izolasyonuna ağırlık verilmelidir. Ayrıca olgu sayıları ve sağlık hizmeti kapasitesi iller bazında değerlendirilerek, gerektiğinde, çalışma koşulları ve fizik mesafeyi korumayı sağlayacak önlemler il bazında alınmalıdır. - Düzenli geliri olmayanların, günlük kazanabilenlerin, yoksulların günlük zorunlu gereksinimlerinin karşılanmasının mümkün olmadığı koşulları değiştirilmeden; toplum hareketliliğinin kısıtlanması başta olmak üzere tek başına salgına karşı alınması gereken önlemleri tartışmak yeterli değildir. - Bugün yapılması gereken kamusal bir sağlık sisteminin gerekliliğini akıldan çıkarmadan; işçilerin, işsizlerin, yoksulların yaşamlarının ve sağlıklarının olumsuz etkilenmesini engelleyecek desteklerin (Ücretli izin, işsizlik ödeneğinin kapsamının genişletilmesi ve tutarının artırılması, önümüzdeki üç ay boyunca ücretsiz su-ısınma-elektrik verilmesi vb.) ivedi olarak sağlanmasıdır. Türkiye’nin kaynakları bu destekler için yeterlidir. Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi tarafından yapılan açıklama şöyledir:   Salgınla mücadelede doğru yöntem, epidemiyoloji bilimine uymaktır. Tedavi etmek önemli ama salgında başarı, bulaşı-hastalanmayı önlemektir Bugüne kadar 198 ülkede, 700 binden fazla insanı hastalandırdığı saptanan ve 33 bin insanın ölümüne yol açan SARS CoV-2 daha önce insanları hastalandırdığı bilinmeyen bir etken. Henüz, hastalığı (COVID-19) geçirip sağlığına kavuşanlarda kalıcı bağışıklığın gelişip gelişmediğinin tam olarak bilinmemesi bir yana, hastalığı geçirmemiş herkesin risk altında olduğu bir dönemdeyiz. Hastalığın benzerlerine göre bulaşıcılığı oldukça yüksek (RO=2-3), epidemiyolojik verilerle hazırlanan senaryolara göre herhangi bir kontrol yönteminin uygulanmaması halinde toplumun yarısından fazlasının enfekte olması, hastalığın üç ay içerisinde zirveye ulaşması ve çok sayıda ölümün gerçekleşmesi olasıdır. Etken, solunum ve ağız yoluyla ulaşıyor. Hasta kişilerin öksürmesi ve solunumu sırasında havaya yayılan küçük damlacıklarla, bunların düştüğü yüzeylere ve hasta elleriyle temas eden ellerin yüze, ağıza götürülmesiyle bulaşıyor. Bulaşmadan sonraki 2-14 gün içinde ateş, öksürük ve solunum sıkıntısı gibi belirtilerle hastalık ortaya çıkıyor. Hastalanan 100 kişiden 30’u belirti vermeden hastalığı geçirirken, yaklaşık 50’si hafif bulgularla ve herhangi bir sağlık kuruluşuna başvuru gereği duymaksızın hastalığı geçiriyor. Geriye kalan 20’si tıbbi bakım ve tedaviye gereksinim duymakla birlikte, yalnızca 4-7’sinin solunum desteği ve yoğun bakım tedavisi gerektiren bir tablo oluşturduğu biliniyor. Bununla birlikte, hemen tüm virüs hastalıklarında olduğu gibi, COVID-19’a özgün olan bir ilaç ve tedavi henüz mevcut değil. Bu durum göz önüne alındığında, hastalıktan korunma başka bir ifadeyle, sağlıklı kişilerin hastalanmasının önlenmesi öncelik ve büyük önem taşıyor. Bunun da yolu; SALGIN YÖNETİMİ’nin öncelikli ve bilimsel bilgiye dayalı olarak, Sağlık Bakanlığı’nın sorumluluğu ve koordinasyonunda sürecin tüm bileşenlerinin katılımıyla ve şeffaf olarak hayata geçirilmesidir. COVID-19 pandemisine karşı temel yaklaşım, insanların birbirleriyle temas oranlarını azaltarak virüsün hasta kişiden sağlıklı kişiye bulaşmasını azaltmak olmalıdır. Salgın yönetiminin birinci aşaması AKTİF SÜRVEYANS SİSTEMİNİN kurulması ve sistematik bir biçimde FİLYASYON (bilinen hastalarla temaslıları, hastaları bulma) uygulanmasıdır. Öte yandan, salgın yönetiminde birbirini tamamlayan, evrenselleşmiş hatta edebiyat dünyasının önemsediği romanlara da konu olmuş üç ayağının da doğru zamanda ve doğru içerikle uygulanması önemlidir. Bunlardan ilki, KARANTİNA (Quarantine)’dır. Hastalık şüphesi olanların, hastalarla temas etmiş olduğu bilinen ya da düşünülen kişilerin, o hastalığın etkeninin en uzun kuluçka süresi kadar bir zaman diliminde, uygun koşullarda, sağlıklı kişilerle temasının önlenmesi, onlardan ayrı yerlerde tutulmasıdır. Sağlık Bakanlığı’nın Çin’den özel uçakla getirip, muayene ve tetkiklerinde hastalık belirtisi bulunamamasına karşın, 62 yurttaşımızı Ankara’da Şehir Hastanesi nedeniyle hizmet sunmaya kapatılmış bir devlet hastanesinde 14 gün süresince misafir etmiş olması karantina uygulamasının bir örneğidir. Umre’den gelenlerin sadece son grubunun öğrenci yurdunda hep beraber misafir edilmesi ise karantina uygulanmasında bilimsel, sistematik ve bütünsel bir yaklaşımın olmadığını göstermiş, bununla birlikte, karantina uygulaması birçok durumda gerekli olmasına karşın, Bakanlık tarafından bir daha uygulanmamıştır. İkincisi İZOLASYON - AYIRMA (İsolation)’dur. Hastalık tanısı konanların, hastalığın bulaşıcılık süresi kadar bir zaman dilimi için ayrı tutulmasıdır. Böylece hasta kişinin etkeni sağlıklı kişilere doğrudan ya da dolaylı olarak bulaştırmasının engellenmesi sağlanmaya çalışılmış olur. COVID-19 tanısı konmasına karşın, hastanede tedavisi gerekmeyen olguların, uygun koşullar sağlanarak, ailenin diğer üyelerinin korunması için gerekenler yapıldıktan sonra evlerinde tutulmaları bir izolasyon uygulamasıdır. Evde izolasyon koşullarının sağlanamadığı durumlar için yerel yönetimlerle birlikte barınma olanakları sağlanmalıdır. Sonuncusu TECRİT - AYRI TUTMA (Segregation)’dır. Tecrit, izolasyonun tersidir. Hastalanmamış, sağlıklı olduğu ve hastalanma riski olduğu bilinen kişilerin ayrı tutulmasıdır. Amaç hastalık riski taşıyanların hastalanmasını önlemektir. Günümüzde COVID-19 hastalığı riski yüksek olduğu bilinen 65+ yaş grubu yurttaşlarımızın uygun koşullar sağlanarak, dışarı çıkmalarının istenmemesi bunun bir örneği olarak kabul edilebilir. Unutulmamalıdır ki çocukları ve torunlarıyla birlikte yaşamakta olanlar için, özel tedbirler alınmamışsa, bu uygulamanın gerçekliğinden-başarısından söz edilemez. Bunların dışında salgına karşı genel bir önlem olarak, toplumun hareketliliğinin sınırlanması (Community containment) söz konusu olabilir. Toplumun büyük bir çoğunluğunun uyması koşuluyla, kişisel etkileşimleri ve hareketliliği azaltmak için bütün toplantıların iptali, okulların kapatılması, evden çalışmanın benimsenmesi ve bakkaldan yiyecek almak gibi zorunlu karşılaşmalarda 2 metrelik fiziksel uzaklığın korunması gibi uygulamalar yürürlüğe konabilir. Ancak ülkemizde olduğu gibi özel sektörde çalışanların ücretli izin verilmeksizin çalışmaya devam etmek zorunda kaldığı koşullarda, bu uygulamanın etkili olması beklenemez. Salgının dünyaya ilân edilmesinden sonra Türkiye’de; 1. İran’da salgının olduğu öğrenilmesine karşın, sınır kapıları tedricen kapatıldı, gelenlere etkin karantina uygulanmadı. 2. Salgının varolduğu bilinen Avrupa ülkelerinden gelen 300 bini aşkın kişiye ateş taraması dışında herhangi bir kısıtlayıcı uygulama neredeyse yapılmadı. 3. AB ile ilişkiler gerginleştiğinde ülkenin çok farklı kentlerinde yaşamakta olan göçmenler-sığınmacılar-mülteciler araçlarla, kitlesel olarak Yunanistan sınırında olan illerimize taşındı. Yaklaşık bir hafta sonrasında yeniden, yine kitlesel olarak araçlarla eski ikametlerine taşındı. Böylece, yetkililer sorumluluklarının tam tersi bir uygulama ile etkenin yayılma riskini arttırmış oldu. 4. Suudi Arabistan’da da salgın olduğu ve Umre’de çok farklı ülke yurttaşlarıyla temas olacağı biliniyor olmasına karşın, Umre’den dönen milletvekilleri, bürokratlar başta olmak üzere, yirmi binin üzerindeki kişinin önemli bir bölümüne karantina uygulanmadı. Bu kişiler, ülkemizin hemen bütün illerinde bulunan evlerine gittiler. Olağan dönemlerde olduğu gibi akrabalarının, komşularının vb. kutlamalarını yakın temaslarla kabul ettiler. 5. Okullar ve üniversiteler tatil edilmesine karşın, eş zamanlı olarak askere alımlar/terhisler ile toplu ibadetler engellenmedi. Sağlık Bakanı tarafından yapılan açıklamaya göre 29 Mart 2020 tarihi itibariyle test yapılan olgu sayısı ancak 65 bine ulaştı. Hastalık belirtisi olanların büyük bölümüne, temaslılara, sağlık kurumlarında hasta ve olası COVID-19’lularla teması olan sağlık emekçilerine sistemli olarak test yapılmadı. Filyasyon için hâlâ hangi adımların atıldığını bilmiyoruz. Bu nedenlerle, BİLİNEN/TANISI KESİNLEŞMİŞ hasta sayımız gün itibariye yalnızca 9 bin 217 kişi olarak açıklanabiliyor. Oysa, etkenin bilinen özellikleri ve olası hastalar ve/veya temaslılarla ilgili uygulamalar göz önüne alındığında, sayılarını söyleme olanağımız olmasa da hastalığın ülkenin hemen her yerinde ve yaygın olduğunu söyleyebiliriz. İlk doğrulanmış olgunun duyurulduğu günden bu yana salgın eğrisi incelendiğinde, başlangıçta salgını baskılama stratejisi uygulanacakmış gibi gözlenirken, sonrasında yukarıda beş maddede açıklanan yaklaşımlar yüzünden fiili olarak salgının etkisini azaltma stratejisine dönülmüş olması nedeniyle, ülkemiz göz göre göre enfekte hale getirilmiştir. Olgular ve temaslılar neredeyse hemen her yerdedir. Bu aşamadan sonra ülke çapında karantina uygulaması fırsatı kaçırılmıştır. Karantina ve tecrit, epidemiyolojik veriler ışığında yerel/bölgesel olarak halen hızla ve kararlılıkla uygulanabilir. Ancak geldiğimiz noktada risk grupları (Çocukları ve torunlarıyla birlikte yaşamayan, çalışmak zorunda olmayan 65+ yaştakilerden yalnız ve/veya eşiyle yaşayanlarla, kanser, şeker, tansiyon, bağışıklık sistemi bozukluğu olan hastalar) dışında ülke çapında tecrit uygulamasının da bir anlamı kalmamıştır. Bugün ve sonrasında yapılması gereken Dünya Sağlık Örgütü’nün de önerdiği gibi çok sayıda test yaparak, katı bir izolasyon uygulamaktır. Suriyeli sığınmacılarla birlikte 90 milyona yakın kişinin yaşadığı ülkemizde, günde 30 binin üzerinde test yapılarak, test sonuçları pozitif olan olgular ile temaslıları ivedi olarak sağlıklı kişilerden ayrılmalıdır. İzolasyon, kişilerin evlerinde yapılacağı gibi, evlerde yapılamayacağı durum ve koşullarda İzolasyon için seçilen yurtlar ve oteller gibi mekânlar da kullanılabilir. Dünyada ve ülkemizdeki salgınlar tarihi incelendiğinde, salgın yönetiminde bilimsel bilginin yol göstericiliğine güven ve sürekli kullanımı ve bu alanın kavramlarıyla tanımlanmış uygulamalar kullanılarak salgınla mücadelede başarı kazanmak mümkündür. Geldiğimiz aşamada, epidemiyolojik veriler ışığında belirlenecek bir süre için toplum hareketliğinin kısıtlanması yaygınlaştırılarak sürdürülmeli, aktif sürveyans ve filyasyonun yanı sıra, endikasyonu olan herkese test uygulanabilmesi sağlanmalı, hastane tedavisi gerekmeyen hastaların izolasyonuna ağırlık verilmelidir. Ayrıca olgu sayıları ve sağlık hizmeti kapasitesi iller bazında değerlendirilerek, gerektiğinde, çalışma koşulları ve fizik mesafeyi korumayı sağlayacak önlemler il bazında alınmalıdır. Düzenli geliri olmayanların, günlük kazanabilenlerin, yoksulların günlük zorunlu gereksinimlerinin karşılanmasının mümkün olmadığı koşulları değiştirilmeden; toplum hareketliliğinin kısıtlanması başta olmak üzere tek başına salgına karşı alınması gereken önlemleri tartışmak yeterli değildir. Bugün yapılması gereken kamusal bir sağlık sisteminin gerekliliğini akıldan çıkarmadan; işçilerin, işsizlerin, yoksulların yaşamlarının ve sağlıklarının olumsuz etkilenmesini engelleyecek desteklerin (Ücretli izin, işsizlik ödeneğinin kapsamının genişletilmesi ve tutarının artırılması, önümüzdeki üç ay boyunca ücretsiz su-ısınma-elektrik verilmesi vb.) ivedi olarak sağlanmasıdır. Türkiye’nin kaynakları bu destekler için yeterlidir. Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi 30 Mart 2020  
korona salgını AB’de çatlak yarattı
Koronavirüs (Covid-19) salgınının en ağır kayıplara yol açtığı Avrupa ülkeleri olan İspanya, İtalya ve Fransa’dan Avrupa Birliği’ne (AB) sert eleştiriler geliyor. İtalya ve İspanya’nın geçtiğimiz hafta ortaya attığı ‘korona fonu’ talebi karşılık bulmazken, bazı İtalyanlar AB bayrağı yakarken görüntülendi. Son olarak Fransa Avrupa İşleri Bakanı Amelie de Montchalin’den Brüksel’e tepki geldi. Fransa Montchalin, birliğin geçtiğimiz hafta salgının yol açtığı ekonomik sorunlara karşı ortak önlem alamamasını eleştirdi. Fransız bakan, France Inter radyosuna demecinde “Eğer Avrupa sadece işler iyiyken tek bir pazar olacaksa, o zaman bunun bir anlamı yok” dedi. Montchalin, AB liderlerinin böylesine büyük bir krizde ortak hareket edememesinin popülist partilere oy kazandıracağı uyarısında bulundu. Montchalin, “Avrupa’nın diğer yerleri hasta kalırsa, Almanya ve Hollanda’nın da ekonomisi düzelmez. Korona virüsü krizi Avrupa için varoluşsal sorular yaratıyor” diye konuştu. İtalya İtalya Başbakanı Giuseppe Conte de dün yaptığı açıklamada, Brüksel’e korona virüsü salgınına karşı bir ‘iyileşme fonu’ kurma çağrısında bulundu. Conte, salgının yarattığı acil durumu ele almamanın AB için ‘trajik bir hata olacağını’ söyledi. Ölü sayısının 10 bini geçtiği İtalya’daysa, AB’ye tepki var. Sosyal medyada “Biz kendimizi kurtarırız” etiketiyle paylaşımlar yapılırken, bazı milliyetçi İtalyanlar ülkenin mili marşı eşliğinde Avrupa Birliği bayrağı yakarken görüntülendi. Zirveden uzlaşma çıkmadı Avrupa Birliği’nin perşembe günü video konferans yoluyla düzenlenen zirvesinde liderler ortak bir ekonomik plan üzerinde uzlaşamamıştı. Toplantı tam altı saat sürmüş, Fransız haber ajansı AFP’ye göre İtalya, Portekiz ve İspanya’nın oluşturduğu güney bloku, Almanya ile Hollanda’nın başı çektiği kuzey blokunu ortak ekonomik adımlara ikna edememişti. AFP’nin haberinde, tarafların liderleri arasında sert tartışmalar yaşandığı, İspanya Başbakanı Pedro Sanchez’in “Avrupa Birliği projesi risk altında” dediği, İtalya Başbakanı Conte’nin ise ‘AB’nin bir savaşa gerçekten hazır olup olmadığını sorguladığı’ belirtilmişti. Habere göre, Almanya Başbakanı Angela Merkel bile söz konusu anlaşmazlığın Avrupa’nın istikrarını tehdit ettiğini söylemişti. Ancak zirve bir bildiri yayınlanmadan son buluş, euro bölgesinin maliye bakanlarının iki hafta içinde bir çözüm bulmaya çalışacağı belirtilmişti. Kaynak: gazeteduvar.com.tr  
işçiler kaçınma hakkını kullanıyor
İstanbul'daki Sanel Elektronik şirketinde bir işçide Covid-19 testi pozitif çıktı. Ancak buna rağmen üretim durdurulmadı. Fabrikada örgütlü Birleşik Metal-İş, gerekli tedbirler alınmadığı için işçilerin yarından itibaren "kaçınma haklarını" kullanarak üretim yapmayacaklarını bildirdi. Sendikadan yapılan açıklamada, "30 Mart 2020 tarihi itibariyle hiçbir üyemiz iş yerine gelmeyecektir" denildi.  İstanbul Maltepe’de bulunan Sanel Elektronik’te bir işçide Covid-19 testi pozitif çıktı. Ancak buna rağmen üretim durdurulmadı. Fabrikada örgütlü Birleşik Metal-İş, gerekli tedbirler alınmadığı için kaçınma haklarını kullanarak üretim yapmayacaklarını bildirdi. “Kaçınma hakkını” kullanmada bir ilk Sendikadan yapılan açıklamada, 159 işçinin bulunduğu Sanel Elektronik’te çalışan ve Covid-19 testi pozitif çıkan S.G’nin Kartal Lütfü Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde tedavisinin devam ettiği belirtilerek, “Bununla beraber aynı lokasyonda çalışan farklı işçilerde de hastalığın belirtileri görülmektedir ve bir kısmı için evlerinde karantina uygulamasına başlanmıştır. Sendikamız işverenle bu konuyu müzakere etmiş fakat bu hayati önem arz eden durumda gerekli önleyici ve koruyucu tedbirlerin alınmadığını tespit etmiş ve Sanel İşçileri, önlemlerin hayata geçirilmemesi üzerine İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunun 13. Maddesinde belirtilen ciddi ve yakın tehlikenin önlenemez olduğu durumu ortaya çıkaracağından aynı madde uyarınca üyelerimize tanınan çalışmaktan kaçınma hakkını kullanacaktır” denildi. Sendikanın açıklamasında işçilerin “kaçınma hakkını” kullanmasının bir ilk olduğu kaydedilerek “İş yerindeki yetkili Sendika olan Birleşik Metal-İş üyelerinin tamamı, 30 Mart 2020 tarihi itibariyle çalışmaktan kaçınma hakkını kullanıyor” ifadelerine yer verildi.
şeker fabrikaları yeniden yapılandırılsın
Şeker-İş Sendikası Genel Başkanı İsa Gök, koronavirüs fırsatçı ve stokçularına şeker pancarının kalkan olduğunu söyledi. Kolonya ve dezenfektanların üretiminde kullanılan etil alkole olan ihtiyacın şeker üretiminin ve şeker sanayinin stratejik önemini bir kez daha gösterdiğini vurgulayan Gök, şeker fabrikalarının vakit kaybetmeden çalışan-üretici ve kamunun da içinde bulunduğu bir modelle yeninden yapılandırılması gerektiğinin altını çizdi. Şeker-İş Sendikası Genel Başkanı İsa Gök, koronavirüsle mücadele kapsamında şeker pancarının ve şeker sanayinin stratejik öneminin bir kez daha ortaya çıktığını belirterek, yanlış özelleştirme politikalarından vazgeçilmesini istedi. 2018 yılında yapılan özelleştirmelerde satılan şeker fabrikalarında alıcı firmaların pancar üretim kültürünün bulunmamasından dolayı 100 bin ton şeker üretiminin düştüğünü vurgulayan Gök, "Bu durum, hammaddeyi garanti altına almayan bir modelin hayata geçirilmesinin sonuçlarını görmemiz bakımından oldukça önemli olup, gereken kota aktarımının TÜRKŞEKER’e yapılması ve üretimin garanti altına alınması gerekiyor" dedi. Şeker-İş Sendikası Genel Başkanı İsa Gök, yaptığı yazılı açıklamada şunları kaydetti: "Ülkece yaşadığımız bu zorlu günlerde, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) ile mücadele kapsamında yabancı basında “Türkün gizli silahı” benzetmesiyle öne çıkan kolonya ve dezenfektanların ana bileşeni olan etanol (etil alkol) üretimi gereksinimine talebin son derece artması, benzin türlerine etanol harmanlanması zorunluluğunun askıya alınmasına neden olmuş, bu zorlu süreçte ülkemiz  şeker fabrikalarından milli çözüm reçetesi çok geçmeden devreye girmiştir. Etil alkoldeki arz açığına milli müdahale Ülkemiz kamu şeker fabrikaları TÜRKŞEKER ve kooperatif fabrikalarından Konya Şeker ile Amasya Şeker üretim kapasitelerini harekete geçirerek derinden hissedilen arz açığına milli bir girişimle müdahil olmuş, şeker pancarından şeker üretiminin önemi ve şeker sanayinin stratejik bir üretim alanı olduğu bir kez daha gözler önüne serilmiştir. Karaborsanın panzehiri oldu Geçtiğimiz günlerde Sanayi Bakanlığı’mızın da deklare ettiği gibi, etil alkol üreticisi TEZKİM ve TARKİM’le birlikle TÜRKŞEKER ve KONYAŞEKER, piyasada oluşan yüksek fiyatlardan indirime gitmiş, milli bir irade göstermiş, karaborsanın panzehiri vazifesi görmüşlerdir. Bu konjonktürde karaborsaya ve stokçuların piyasa fiyatlarını artırarak halkımıza fahiş fiyatlarla sundukları ürünlere geçit vermemişler, sahte üreticilerin zehirli maddelerinin halkımızla buluşmasının önüne geçmişlerdir. Milli bir pancar şekeri sanayine sahip olmamız bizi kurtardı Nitekim uluslararası pazardan etanolün temin edilmesinin mümkün olmadığı bu günlerde etanol üretiminin ham maddesi olan melas açığının yaşanmaması, ülkemizin milli bir pancar şekeri sanayine sahip olması avantajından ileri gelmiştir. Ülkemizin sahip olduğu büyük bir fırsat olarak nitelendirilebilecek şeker pancarından, yakıt etanolü için yeterli hammadde potansiyeli ve kurulu kapasitesi mevcuttur. Nitekim ülkemiz bu alanda ürün, yan ürün ve atıkların değerlendirilmesi suretiyle rekabet gücü yüksek entegre (küme) tesislere dönüşebilir bir altyapıya sahiptir. Fabrikalarda sadece şeker üretilmiyor Şeker fabrikalarının salt şeker üretimi yapan tesisler olmadığı, aynı zamanda sosyal işlevleriyle kırsal kalkınmadan, hayvancılıkta kaba yem ihtiyacının giderilmesine, et, süt, kozmetik, maya, taşımacılık ve diğer istihdam olanaklarına kadar geniş bir yelpazede hareket kabiliyeti olan kuruluşlar olduğu tüm dünyanın kabulü olarak stratejik sektörler içerisinde yerini almasına sebep olmuştur. Dahası pancar şekeri sanayinin, endüstriyel ihtiyaçlara uygun ve katma değeri yüksek şeker çeşitleri olan küp şeker, sıvı şeker, invert şeker, ilaç sanayi tarafından ithal edilen şekerlerden, her türlü şekerli mamul üretimine, kojen ve trijen sistemleri ile elektrik üretiminden yakıt etanolü üretimi atığı CO2’in sıvılaştırılarak gıda sanayi ihtiyaçlarına uygun olarak üretilmesine değin ülkemize birçok alanda hizmet etme olanağıyla büyük bir üretim sistemine ev sahipliği yapması, sanayimizin bilinmeyen katma değer sahalarını ortaya koymak bakımından son derece önemli görülmelidir. Pancar şekeri sanayisi güçlendirilmeli Bu bakış açısıyla Türkiye’de pancar şekeri sanayi güçlendirilmeli, hammaddeyi garanti altına alan “çalışan-üretici ve kamunun da içinde bulunduğu bir yeniden yapılanma modeli” ile birbirini denetleyen bir organizasyon yapısı zaman kaybedilmeden hayata geçirilmeli, imalatçı ve ihracatçılarımızın yerli C şekeri (ihraç şekeri) talepleri karşılanmalı, endüstrimiz dünya ülkeleriyle rekabet edebilmeli, milli menfaatlerimize hizmet etme imkan ve kabiliyetinden mahrum bırakılmamalı, sanayinin çözüm bekleyen sorunları milli önceliklerimiz dahilinde nihayete erdirilmelidir. Pancar kültürü olmadığı için şeker üretimi 100 bin ton düştü Nitekim bu zorlu süreçte oldukça önemli bir tespit daha vardır ki, o da son süreçte özelleşen şeker fabrikalarının pancar üretim kültürlerinin bulunmayışı ve birincil amaçlarının kar elde edimi olması nedeniyle takriben 100 bin ton kota altı gerçekleştirdikleri üretim ile şeker açığına meydan veriyor olmalarıdır. Kotalar Türkşeker'e devredilmeli Bu durum, hammaddeyi garanti altına almayan bir modelin hayata geçirilmesinin sonuçlarını görmemiz bakımından oldukça önemli olup, gereken kota aktarımının TÜRKŞEKER’e yapılması ve üretimin garanti altına alınmasının sağlanması noktasına işaret etmektedir. Bizler hep birlikte nice sorunların ve felaketlerin üstesinden gelmiş bir millet olarak, üretimden halk sağlığına ve gıda erişimine değin yeter ve gerek her türlü alan ve sektörde milli menfaatlerimizi muhafaza edebilmeyi başarabilecek güçteyiz. Bu vesileyle Kovid-19 salgın riskine karşı başta sağlık emekçilerimiz olmak üzere tüm kurumlarımızın olağanüstü çabaları ve milletimizin katkılarıyla ulusal bir mücadele yürüttüğümüz bu dönemde tüm yetkililerimize minnetlerimizi sunar, Şeker-İş olarak bu zorlu sürece verebileceğimiz tüm katkıları sunmaya devam edeceğimizi bildiririz."
tarımsal üretim seferberliği ilan edilmelidir
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası, koronavirüs salgını ile birlikte gıda üretimi ve tedarikinde yaşanacak risklere karşı bir açıklama yayınladı. “Sağlığımızı korumanın tıbbi yöntemler dışındaki en önemli etkenlerinden ikisi, her insanın temiz ve sağlıklı su ile gıdaya ulaşma hakkıdır. Su ve gıda, günümüzde ve gelecekte dünyadaki en stratejik iki üründür. Bir yandan su kaynaklarımızı korurken, diğer yandan tarımsal üretimimizi artırmamız mutlak bir zorunluluktur.“ vurgusunun yapıldığı açıklamada şunlar dile getirildi: “Tarımsal ürünlerde net dışa bağımlı hale gelen ülkemizde, tarım sektörünün ekonomideki ağırlığı her geçen yıl azalmaktadır. Tarımın milli gelire ve istihdama katkısı azalırken, çiftçinin yıllardır devletten alacağı büyümekte, desteklenmeyen çiftçi faizli kredilere başvurmakta, borç batağında tarlasını satmaktadır. Tarımsal örgüt enflasyonunda aslında örgütsüz olan çiftçilerimiz üretimden çekilirken, son yirmi yılda 3,5 milyon hektar işlenebilir tarım arazisini ekmekten vazgeçti. Çiftçi Kayıt Sistemi (ÇKS)`ye kayıtlı çiftçi sayısı 2003 yılında 2,8 milyon iken günümüzde 2,1 milyona düştü, yaklaşık 700 bin çiftçi son derece yetersiz olan tarım desteğini bile almayı bıraktı. Gerek üretim alanlarının daralması, gerekse çiftçi sayısındaki düşüş, tarımda bir üretim sorunu olduğunu açıkça göstermektedir. Tarım alanlarının, tarımsal üretimin, çiftçi sayısının, kırsal alan nüfusunun sürekli düştüğü bu süreçte, en büyük pay aracılara ve sözleşmeli tarımla çiftçiyi taşeronu olarak kullanan büyük şirketler ile ithalatçı firmalara gitmektedir. Tarımsal girdi fiyatları enflasyonun üstünde olurken, tarımsal ürünlerin tarladaki fiyatı enflasyonun altında, marketteki fiyatı enflasyonun üstünde kalmakta, üreten çiftçi para kazanamamakta, tüketiciler ise pahalı gıda tüketmektedir. Tarım sektörümüz yıllardır uygulanan yanlı ve yanlış tarım politikaları nedeniyle bu yapısal sorunlarını çözememiş iken, ülkemizi de yoğun olarak etkileyen koronavirüs salgınının sektöre yıkıcı etkilerinin olacağı açıktır.” TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası açıklamasına şu şekilde devam etti: “Cumhurbaşkanı tarafından açıklanan “Ekonomik İstikrar Kalkanı”ndaki önlemler arasında tarım sektörüne yer verilmedi. 25 Mart 2020 tarihli ekonomik destek paketinde de tarım sektörü yer almadı.” Ziraat Mühendisleri Odası, “Kıtlık ve açlık sorunu yaşamamak için ülkemizde derhal “Tarımsal Üretim Seferberliği” ilan edilmelidir” başlıklı açıklamasında şu önerilere yer verdi: - 5488 sayılı Tarım Kanunu gereği, bütçeden tarıma ayrılan kaynak, 2021 yılı bütçesi ve sonraki yıllar için gayrisafi millî hâsılanın en az %1’i düzeyine yükseltilmelidir.  - 2019 yılı destekleme ödemeleri tüm illerimiz için derhal ödenmeli, 2020 destekleme ödemeleri ise 2021 yılına sarkmadan ödenmelidir.  - Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından açıklanan üretici destekleme başvuru tarihleri, destekleme kapsamındaki diğer ürünler için de uygulanmalıdır.  - Bitkisel ve hayvansal ürünlerin destekleme kapsamı genişletilmeli, iyi tarım uygulamaları ve organik tarım destekleri sürdürülmeli, girdiler dahil ek ekonomik destek paketi açıklanmalıdır.  - Çiftçilerin Ziraat Bankası, özel bankalar ve Tarım Kredi Kooperatiflerine olan kredi borçları yapılandırılmalı, 2020 yılı için faiz alınmamalıdır. Borç ertelemesi, düşük faizli kredi yanında, çiftçi borçlarının silinmesi de gündeme gelmelidir. - Çiftçilerin BAĞKUR ve SSK borçları, 2020 yılı hasat sezonu sonuna ertelenmelidir.  - Kredi Garanti Fonu (KGF) kredileri tarım işletmelerini de kapsamalıdır.  - TMO, buğday başta olmak üzere 2020 yılı için alım garantisi vermeli, piyasa spekülasyonlarına karşı üretim maliyetlerinin üzerinde alım fiyatı açıklamalıdır.  - Üretim için gübre, tohum, ilaç, yem, mazot, elektrik gibi temel girdilerin maliyetleri düşürülmeli, tarımsal girdilere destek verilmeli, KDV indirimi dahil üreticiyi ve üretimi rahatlatıcı önlemler ivedilikle alınmalıdır.  - Covid-19 salgını sürecinde tüm yurttaşlarımızın içme suyu ve çiftçilerimizin tarımsal su kullanım borçları ertelenmeli, mümkünse su hizmetleri ücretsiz verilmelidir.  - İçişleri Bakanlığı Genelgesi ile getirilen 65 yaş üstü insanlarımızın sokağa çıkma yasağı; özellikle Mart-Nisan aylarının bitkisel ürünler için ekim, dikim ve bakım dönemi olması, süt gibi hayvansal ürünlerin günlük olarak alıcılara teslimi gerçeği göz önüne alınarak, tarım nüfusunun yaşadığı yerlerde kontrollü olarak kaldırılmalıdır. ÇKS’ye kayıtlı çiftçilere izin belgesi verilerek ekim, dikim, üretim bölgesinde seyahat etme ve üretim alanına ulaşma yasağı kaldırılmalıdır.  - Bitki koruma, gübre, tohum, tarım alet ve makinası gibi girdileri satan Tarımsal Bayilere yönelik halk sağlığının korunması ve haksız rekabet ortamı oluşmaması için Tarım ve Orman Bakanlığı’nca ülke düzeyinde ortak uygulama başlatılmalı ve süreç sıkı bir şekilde denetlemelidir. Üreticilerle kalabalık ortam oluşmasına izin verilmemesi ve bayiye gelen müşterilerle el sıkışma vb. temaslardan kaçınılmasına yönelik yayımlanan Genelge dışında, Bakanlığa ilettiğimiz ve yürürlüğe girmesini talep ettiğimiz diğer önerilerimiz şunlardır: Salgın sürecince bayilerin hafta sonları kapalı olması, hafta içi mesai saatlerinin temas mesafesi ve bulaşma riskini azaltma kurallarına uyularak 08.00-17.30 olarak düzenlemesi, bayilerde çalışan kişi sayısının azaltılması ve haftalık dönüşümlü çalışmaya geçilmesi, ortak uygulama için bu önlemlerin tüm illere Tarım ve Orman Bakanlığı resmi yazısıyla duyurulması, bayilik denetimlerinin artırılması, önlemlere uymayanlar ve kural ihlali yapan bayilere gerekli yaptırımların uygulanması.  - Sağlık Bakanlığı’nca yürürlüğe konulan Biyosidal Ürünler Yönetmeliği değişikliği yeniden değerlendirilmeli, biyosidal ürün veya aktif maddelerin imalinden sorumlu olacak meslek grupları içerisinde eskiden olduğu gibi yine Ziraat Mühendisleri de olmalı, halk sağlığı açısından biyosidal uygulaması yeterli eğitim almamış her meslek grubuna açılmamalıdır.  - Gıda egemenliği, gıda güvenliği ve gıda güvencesi ülke gündemindeki yerini almalı, olumlu resmi açıklamalara karşın, merdiven altı üretim, stokçuluk ve fahiş fiyatlar boyutu dahil uygulamalar doğru, etkin ve hızlı şekilde denetlenmelidir.  - Yaş sebze ve meyve pazarları ile Hallerde aracılık sistemi devreden çıkarılmalı, ürün sunumunda hijyenden ödün verilmemeli, etkin denetimler yapılmalıdır.  - Tarımsal ürünlerin dışalımında uygulanan koruyucu tedbirler, özellikle salgının yaygın olarak görüldüğü Çin, İran, AB, ABD gibi ülkelerden gelen ürünler için yeniden gözden geçirilmeli, salgını sınırlarımızda engelleyecek şekilde gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. - Tarımsal üretimde önemli bir işgücü konumunda bulunan geçici, gezici ve mevsimlik tarım işçilerin karşılaşacağı sorunlara yönelik kalıcı çözüm önerileri geliştirilmeli, şehirlerarası nakil ve barınma koşulları dahil üretim sezonu öncesi gerekli önlemler ivedilikle yürürlüğe konulmalıdır.  - Dezavantajlı kesim olan kırsal alanlarda yaşayan insanlarımıza yönelik olarak ek uyarıların yapılması ve yaygınlaştırılması, gezici sağlık ekipleriyle kırsaldaki özellikle 65 yaş üzerindeki yurttaşlarımızın sağlık taramasından geçirilmesi salgının yıkıcı etkilerinin önlenmesi açısından gereklidir.  - Öncelikle tarımsal ilaç, gübre, tohum olmak üzere yerli girdi üretimine ve ıslah çalışmalarına yönelik gerekli ar-ge çalışmaları hızlandırılmalı ve süreç koşulsuz desteklenmelidir.  - İklim değişikliğinin kısa ve uzun vadeli senaryoları dikkate alınarak mevcut tarım alanlarında kuraklığa dayanıklı bitki tür ve çeşitlerinin geliştirilmesi, ekim teknikleri ve toprak kullanım yönetimine yönelik araştırma çalışmalarına daha fazla kaynak ayırarak devam edilmelidir.  - Su havzaları ve su kaynakları korunmalı, bilinçsiz su tüketiminin önüne geçilmeli, atık sular arıtılarak yeniden kullanılabilir hale getirilmeli, doğal yaşamı tehdit eden HES’ler durdurulmalı, su ticarileştirilerek bir rant aracı haline getirilmemelidir.  - Büyük Ova Koruma Alanları dahil verimli tarım alanları korunmalı ve amacı dışında kullanılmamalı, mevcut Toprak Koruma Kurullarının amaç dışı kullanıma aracılık eden yapısı değiştirilmelidir. - Gıda arzının sürekliliği, verim ve üretici gelirinin artması için sulamaya uygun tarım alanları bütçeden yeterli kaynak ayrılarak ivedilikle sulu tarıma açılmalı, su tasarrufu sağlayan basınçlı/kontrollü sulama yöntemleri uygulanmalı, sulanan alanlarda eşgüdümlü olarak arazi toplulaştırma ve tarla içi geliştirme hizmetleri tamamlanmalıdır.  - Tarımsal üretimde çok sayıda, işlevsiz, benzer görevleri yürütmeye çalışan örgütlenme modelleri yerine, Kooperatifçilik modeli güçlendirilmeli, Birlik ile Kooperatiflerin görev alanı net olarak tanımlanmalıdır. Teşvikler örgütlülüğü desteklemeli, üretim planlamasında da önemli rol üstlenmesi gereken kooperatiflerin pazarlama işlevinin geliştirilmesi yoluyla aracılığın kaldırılması ya da en az düzeye indirilmesi sağlanmalıdır.  - Hayvancılığın gelişmesi sağlanarak, üreticinin gelir artışı yanında, vatandaşın sağlıklı et, süt ve süt ürünleri tüketmesi için kalıcı özel önlemler alınmalıdır. Beyaz et ve yumurta sektörü salgın boyunca desteklenmelidir. Kırmızı et sorununun giderilmesi için dönemsel olarak açılan tarife kontenjanlarıyla dışalım yolu tercih edilmemeli, devlet üretim çiftlikleri yoluyla üreticiye teknik destek sağlanmalı, yem, ilaç, aşı desteği verilmeli, meraların amaç dışı kullanımı önlenmelidir. Endüstriyel hayvancılık çok boyutlu değerlendirilmeli, agroekolojik hayvancılığa geçiş özendirilmelidir.  - Örtü altı tarım, seracılık özellikle salgın dönemi ve doğal afetlerde desteklenmelidir.  - Tarımsal Yayım ve Danışmanlık hizmetleri yaygın ve etkin olarak hızlı bir şekilde verilmelidir. - Ülkeyi yönetenlerin özellikle bu dönemde dışlayıcı değil, tarım ve gıda sektörünün tüm bileşenlerini sürece katarak bilimsel önlemlerle krizi yönetmeleri gerekmektedir. - Şu an işlevsiz ve dağınık olan kamu yönetimi yerine tarım, toprak ve su yönetiminde etkin bir kamu yönetimi kurulmalı, merkezi yönetim görev ve yetkilerine sahip çıkmalı, uzman kurumlar kapatılmamalı veya işlevsizleştirilmemelidir. DSİ Genel Müdürlüğü güçlendirilmeli, en ücra noktalara hizmet verecek şekilde Toprak Su Genel Müdürlüğü yeniden kurulmalıdır.  - Kamu hizmetinin yeterli ve etkin verilebilmesi amacıyla acilen Ziraat Mühendisleri için kamuda yeterince kadro açılmalı ve atanamayan mühendisler güvenceli çalışma koşullarında işe başlamalıdır.   
koronavirüs hastasına 4 bin liralık fatura
İstanbul’un Maltepe ilçesindeki özel bir hastanede, koronavirüs belirtileriyle tedavi altına alınan ve testi pozitif çıkan O.Ş’ye tedavinin ardından 4 bin TL’ye yakın fatura kesildi. Yetkililer, O.Ş’nin aile bireylerine de test yapılması gerektiğini belirtti ve anne ve babasına da test yapıldı. İleri yaştaki anne ve babanın da koronavirüs belirtileri gösterdiği ve testi pozitif çıktığı gerekçesiyle onlar da hastaneye yatırıldı. 3 hastanın da tedavisinin ardından, hastane yönetimi, hasta yakınlarına 3 bin 979 TL’lik fatura çıkardı. Özel hastane ayrıcalığı Sağlık Bakanlığı’nın Alo 184 hattına “özel hastanelerin pandemi hastanesi ilan edilmesine karşın tedaviyi parayla yaptığı” için şikâyette bulunan hastaya ise bakanlıktan, “Pandemi hastanelerine ilişkin genelgede, özel hastanelerden para alınmayacağına dair düzenleme yok” yanıtı verildi. Kaynak: Sena Yaşar/Cumhuriyet  
halkın enflasyonu durdurulamıyor
Gıda fiyatlarında Mart 2019’a bir yıllık artış yüzde 34,5 oldu. 12 aylık ortalama fiyatlara göre artış oranı yüzde 43,6 Birleşik Kamu-İş Konfederasyonun Ar-Ge birimi KAMUAR’ın, Ankara’daki pazar ve marketlerden fiyatlarını her ay düzenli olarak derlediği ve halkın en fazla tükettiği 77 gıda maddesinden oluşan bir sepeti esas alarak yaptığı “Halkın Enflasyonu” araştırmasının Mart ayı sonuçları açıklandı.  Araştırmaya göre söz konusu sepet için harcanan para son bir yılda Mart 2019’a göre yüzde 34,5 arttı. 12 aylık ortalama fiyatlara göre artış ise yüzde 43,6 olarak hesaplandı. - Koronavirüs salgınının Türkiye’ye de sıçradığı Mart ayında et, meyve, sebze ve meyve fiyatlarının etkisiyle gıda harcamaları bir önceki aya göre yüzde 2,9 oranında arttı. - Birleşik Kamu-İş’in, en çok tüketilen 77 gıda maddesini esas alarak yaptığı çalışmaya göre gıda fiyatlarında yılın ilk çeyreğindeki toplam artış yüzde 9,7’yi buldu. - Gıda fiyatlarında son bir yıllık artış ise yüzde 34,5 oldu. Halkın en yoksul kesiminin gelirinin büyük bölümünü ayırmak zorunda olduğu gıda harcamalarında, Koronavirüs salgınının Türkiye’ye sıçradığı Mart ayında bir önceki aya göre yüzde 2,9 oranında artış yaşandı. Ocak’ta ayında yüzde 4,2, Şubat’ta yüzde 1,9 oranında artan gıda fiyatlarında yılın ilk üç aylık dönemindeki toplam artış ise yüzde 9,7’yi buldu. Araştırmayla, gıda fiyatlarında yaşanan yükselişten en büyük zararı, gelirinin büyük bölümünü gıdaya ayırmak zorunda olan ve enflasyona karşı herhangi bir koruması bulunmayan ücretlilerin ve yoksulların yaşadığı gerçek enflasyonun boyutunun ortaya konulması amaçlanıyor. Gıda enflasyonu yoksulu daha çok etkiliyor TÜİK’in en son açıkladığı Hane Halkı Tüketim Harcaması araştırmasına göre 2018 yılında Türkiye’deki en yoksul yüzde 20’lik kesim harcamalarının yüzde 28,7’sini gıda için yaparken, en zengin yüzde 20’lik kesim ise gıdaya en yüzde 15,4 oranında pay ayırdı. Gıdanın harcamalar içerisindeki payı Türkiye genelinde ise yüzde 20,3 olarak ölçüldü. TÜİK ise tüketici fiyatları endeksini hesaplarken gıdanın harcamalar içerisindeki payını 2020 yılı için yüzde 22,77 olarak esas alıyor. Dolayısıyla gıda fiyatlarında yaşanan artış ve azalışlar, harcamalarının büyük bölümünü gıdaya ayırmak zorunda bulunan yoksulların enflasyonunu zenginlere göre çok daha fazla etkiliyor. Türkiye’deki aileler gıda için harcadıkları her 100 liranın 17,9 lirasını pirinç, ekmek, bulgur, buğday unu, makarna ve şehriye gibi ürünlere harcıyor. Diğer ülkelere göre miktar olarak çok az tüketilmesine rağmen, dünyanın belki de en yüksek fiyatlarının geçerli olması nedeniyle et ve balık için yapılan harcamalar ise gıda harcamalarının yüzde 22,4’ünü oluşturuyor. Süt, peynir, tereyağı ve diğer süt ürünleri ile yumurtanın gıda harcamaları içerisindeki payı ise yüzde 13,4’ü buluyor.  Türkiye’de gıda için harcanan her 100 liranın 5,5 lirası tereyağı dışındaki yağlara,10,8 lirası meyveye, 15,1 lirası sebzeye, 6,1 lirası şeker, reçel, bal gibi gıda ürünlerine, 3,1 lirası çay ve kahveye, 3,6 lirası alkolsüz içeceklere, 2,2 lirası ise diğer gıda maddelerine ayrılıyor. Bu arada araştırmalara göre yoksullar gıda harcamalarının büyük bölümünü ekmek, tahıl ve sebzeye ayırırken, zenginlerin gıda harcamalarının büyük bölümünü et balık ve deniz ürünleri meydana getiriyor. Aylık fiyat artışı Mart’ta, ekmek, un, bulgur, pirinç, makarna fiyatlarında bir önceki aya göre, buğday unu ve bulgur fiyatlarına bağlı olarak yüzde 1,14 oranında azalış yaşanırken, et-balık harcamalarında hem kırmızı hem de beyaz et fiyatlarındaki artışların etkisiyle yüzde 5,3 oranında artış kaydedildi. Mart’ta süt ve süt ürünleri ile yumurta harcamaları yoğurt fiyatlarında yapılan indirimler nedeniyle yüzde 1,27 oranında azalırken, katı ve sıvı yağ fiyatlarında ise 0,6 oranında yükseliş yaşandı. Meyve harcamalarının yüzde 12,2 oranında arttığı Mart’ta sebze harcamalarında ise bir önceki aya göre yüzde 6,8 oranında bir yükseliş kaydedildi. Şubat’ta yüzde 8,8 gibi yüksek bir oranda artan bakliyat fiyatlarında Mart’ta değişiklik yaşanmadı.  Salça, zeytin, bal, çay tuz ve benzeri gıda maddelerinden oluşan diğer gıda fiyatlarında yüzde 1,4 oranında artış oldu. TABLO-1 Böylece gıda fiyatlarında Mart ayında Şubat ayına göre yüzde 2,9 oranında bir yükseliş yaşanmış oldu. Aralık 2019’a göre değişim Yılın ilk üç aylık döneminde ise gıda harcamalarındaki artış yüzde 9,7 olarak hesaplandı.  Yılın ilk üç aylık döneminde ekmek, un, bulgur grubunda yüzde 1,7, et-balık harcamalarında yüzde 11,3 oranında artış kaydedilirken, süt ve süt ürünleri ile yumurta harcamalarında yüzde 2,6 gerileme yaşandı. Bu dönemde yağ fiyatları yüzde 7,8, meyve fiyatları yüzde 20, sebze fiyatları yüzde 37,7, bakliyat fiyatları yüzde 5,3, arttı. Diğer gıda maddelerine ilişkin harcamalarda ise yüzde 0,3 oranında artış yaşandı.  Son bir yıl Gıda harcamalarında yıllık olarak ise (Mart 2019’a göre) yüzde 34,5 oranında artış yaşandı. Mart ayı itibariyle son bir yılda yılında ekmek, un, bulgur, makarna ve benzerlerinin fiyatlarında yüzde 8,2, et-balık fiyatlarında 25,5, süt ve süt ürünleri ile yumurta fiyatlarında yüzde 26,4 oranında artış yaşandı. Bir yıl öncesine göre göre katı ve sıvı yağ fiyatları yüzde 21,8 oranında arttı. Meyve fiyatları yüzde 62,3 oranında, sebze fiyatları ise yüzde 59,2 oranında artış gösterdi. Bakliyat fiyatları son bir yılda yüzde 32,1, diğer gıda fiyatları ise yüzde 33,8 oranında arttı. Yıllık ortalama  Sepete dâhil edilen ürünlerin son 12 aylık ortalama fiyatlarının bir önceki 12 aylık ortalama fiyatlarla karşılaştırılmasıyla hesaplanan 12 aylık ortalamalara göre de gıda fiyatlarında yüzde 43,6 oranında artış yaşandı. Yıllık ortalamalara göre ekmek, un, bulgur, makarna fiyatları yüzde 17,5, et ve balık fiyatları yüzde 16, süt, süt ürünleri ve yumurta fiyatları yüzde 39,6, yağ fiyatları yüzde 19,4, meyve fiyatları yüzde 80,3, sebze fiyatları yüzde 78,9, bakliyat fiyatları yüzde 24,3, diğer gıda maddelerinin fiyatları da yüzde 43,6 oranında artış kaydetti.
işsizlik sigortası fonu işçilere ve işsizlere aittir
Fon’da bulunan 131 milyar TL’nin bir bölümünün kullanımıyla 3 ay boyunca 15 milyon işçiye asgari ücret düzeyinde bir destek sağlanabilir. Bu kaynaklar vakit geçirilmeksizin işçiler için kullanılmalıdır Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Merkezi (DİSK-AR) İşsizlik Sigortası Fonu’nun durumuna ve Covid-19 ile mücadelede neden etkin kullanılmadığına dair rapor hazırladı. Covid-19 ile mücadele boyunca, 15 milyon işçiye 3 ay süreyle sağlanacak asgari ücret düzeyinde ödenek için 104,7 milyar TL yeterli olacak ve bu kaynaklar İşsizlik Sigortası Fonu’nda var ancak Covid-19 ile mücadele etkin kullanılmıyor. DİSK-AR raporu aşağıdaki sorulara yanıt veriyor: İşsizlik Sigortası Fonu Kaynakları Nasıl Kullanılıyor? Fon Covid-19 ile Mücadele Kapsamında Neden Etkin Kullanılmıyor? Fon Kaynakları ile Kaç Milyon İşçiye Kaç Ay Süreyle Gelir Sağlanabilir? Fon Covid-19 ile Mücadelede Nasıl Etkin Kullanılabilir? İşsizlik Sigortası Fonu Covid-19 ile mücadelede etkin bir biçimde kullanılmıyor. Sendikaların, toplumsal örgütlerin ve muhalefetin ısrarlı taleplerine rağmen Hükümet, İşsizlik Sigortası Fonu’nu ve onun sağladığı araçları etkili ve sonuç alıcı biçimde kullanmıyor. Bu raporda ana hatlarıyla İşsizlik Sigortası Fonu’nun durumu ve neden etkin kullanılmadığı ele alınacaktır. Covid-19 salgını sağlık alanında olduğu kadar toplumsal alanda da ciddi tahribat yaratıyor. ILO’ya göre Covid-19 salgını nedeniyle dünya çapında 25 milyon insan işinden olabilir. Türkiye de büyük bir işsizlik dalgası ile yüz yüze. Kapanan ve üretime ara veren işletmeler nedeniyle işçiler işsiz kalıyor ve her geçen gün bu sayı artıyor. Bir yandan alınan sağlık önlemleri öte yandan talep daralması ve ekonomik durgunluk nedeniyle Türkiye, tarihinin en büyük işsizlik dalgası ile karşı karşıya. İşçiler ya ücretsiz izne çıkarılıyor ya da işten çıkarılıyor. İki durumda da ciddi bir gelir kaybı yaşanıyor. Covid-19 ile mücadele kapsamında artması muhtemel sağlık önlemleri çerçevesinde daha çok işin durması ve mal-hizmet üretimine ara verilmesi söz konusu olacak. Ekonomik durgunluğun artacağı, talebin düşeceği, on binlerce işletmenin kapanacağı veya üretimine ara vereceği; tüm bunların sonucunda milyonlarla ölçülebilecek iş ve gelir kaybı yaşanacağı sır değil. Covid-19 salgınının en büyük toplumsal tahribatı işsizlik ve gelir kaybı olacak. Covid-19’un yaratacağı büyük toplumsal tahribata karşı diğer kamusal tedbirlerle birlikte İşsizlik Sigortası Fonu önemli bir işlev görebilir. İşsizlik Sigortası Fonu’nda birikmiş kaynaklar Covid-19 ile mücadele sürecinde acil bir destek paketi olarak kullanılabilir. İşsizlik Sigortası Fonu kaynakları milyonlarca işçiye aylarca yetecek bir gelir desteği sağlayabilir. Fon’da bulunan 131 milyar TL’yi aşkın kaynakların bir bölümünün kullanımıyla 3 ay boyunca 15 milyon işçiye asgari ücret düzeyinde bir destek sağlanabilir. Ancak İşsizlik Sigortası Fonu kaynaklarının devasa bir bölümü kullanılabilir halde, nakit veya likit değil. Fon kaynakları Hükümet tarafından devlet tahvillerine yatırılmış durumda. Fon kaynakları uzunca bir süredir Hükümet tarafından keyfi olarak kullanılıyor. Yıllar önce Hükümet tarafından kullanılmak üzere Fon’dan 10 milyar TL kaynak çekildi ve bu para iade edilmedi. Daha sonra Fon kaynakları istihdam seferberliği gerekçesiyle teşvik olarak işverenlere aktarıldı. Bugün de en gerekli olduğu anda Fon kaynakları kullanılamıyor. İşsizlik Sigortası Fonu kaynakları işçilere ve işsizlere aittir. Bu kaynaklar vakit geçirilmeksizin işçiler için kullanılmalıdır. Covid-19 ile mücadele için zorunlu ve acil olmayan mal ve hizmet üretimi durdurulmalı ve işleri durdurulan işçilere İşsizlik Sigortası Fonu’ndan ve diğer kamu kaynaklarından gelir desteği sağlanmalıdır. Kaynak: DİSK-AR / 28 Mart 2020 Raporun tamamına erişmek için linke tıklayın: https://bit.ly/33PlINR  
Yurttaşlar karantinada can derdinde, hükümet Kanal İstanbul ihalesinde rant peşinde. Asgari ücret 2.324 TL, Açlık sınırı 2.292 TL, Yoksulluk sınırı 7.929 TL. Bugüne kadar “Asgari ücretin altında maaş alan emekli yok” diyorlardı. Şimdi ise, “en düşük emekli maaşını 1.500 TL yaptık” diye övünüyorlar. Oysa hala milyonlarca emekli yurttaşa, sadece asgari ücretin altında değil, açlık ve yoksulluk sınırının altında maaş ödenmeye devam ediliyor. Koronavirüs salgınına karşı önlem olarak emekçilere #EvdeKal #ElleriniYıka tavsiyesinde bulunulurken, sermayeye ‘Ekonomik İstikrar Kalkanı Paketi’ ile ‘100 Milyar Liralık Kaynak Seti’ ikram ediliyor. ‘Patronlar Dünyası’ ve 'Rıfatgiller' çok memnun oluyor, hepsinin yüzleri gülüyor. Devlet #EvdeKal, patronlar "işe gel" diyor. İtiraz eden işçiler, ya zorla ücretsiz izine çıkarılıyor, ya da işten atılıyor. Emekliler ve yaşlılar için ise “Kolonyalı - Maskeli Yardım Paketi’ ile sabır ve dua telkin ediliyor. Anlaşılan o ki AKP’nin ‘Adalet’ ve ‘Kalkınma’ anlayışı işçileri, memurları, emeklileri, işsizleri ve yoksul emekçi halkı değil; sermayeyi, yandaş patronları ve bir avuç zengini koruyor. AKP, zenginleri seviyor. Yazının devamı için tıklayınız

Sayfalar