DİSK/Birleşik Metal-İş Sendikası, sosyal medya hesabından “Sendikamızın kararı gereği koronavirüs vakası çıkan her yerde işçiler çalışmadan kaçınacaktır” açıklaması yaptı.
Birleşik Metal-İş, “Sendikamıza bağlı İstanbul Anadolu Yakası ve Gebze bölgesinde 9 işyerinde birçok işçide Covid-19 çıktı ve bu işyerlerinde işçiler sendikamızın kararı gereği çalışmaktan kaçınmışlardır.” dedi.
koronavirüs
İstanbul Tabip Odası (İTO) koronavirüs (Covid-19) salgını sürecinde İstanbul’daki sağlık hizmetlerinin durumuyla ilgili ikinci raporunu açıkladı. Raporda İstanbul’daki özel hastanelerin durumu incelendi.
Raporun başlangıcında, “bir önceki açıklamada da altını çizmeye çalıştığımız gibi, Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan açıklamalarda PCR testi pozitif çıkan “vaka”ların esas alındığı; hastanelerde yatan ya da ayaktan takip edilen “şüpheli/olası vaka” sayıları yer almadığı için gerçek tabloyu göstermekte çok eksik kaldığını ifade etmek isteriz.” denildi.
Rapor, koronavirüs salgınında, özel hastanelerin sisteminin de çöktüğünü tüm ayrıntıları ile göz önüne seriyor. Gerekli donanım yok, kaynağı bilinmeyen testler uygulanıyor, görev yapan sağlık çalışanı hastalanırsa ücretini kaybediyor...
Raporda şu konulara dikkat çekildi;
İstanbul Tabip Odası (İTO) olarak meslektaşlarımızdan topladığımız bilgilerle İstanbul’daki özel hastanelerle ilgili bu süreçte derlediğimiz bilgiler ve gözlemlerimiz:
1) 2 Nisan 2020 günü itibarı ile İstanbul’daki özel hastanelerde kesin ya da şüpheli/olası Covid-19 tanısıyla yatırılarak izlenen/tedavi edilen hasta sayısı binin üzerindedir.
2) 2 Nisan 2020 günü itibarı ile İstanbul’daki özel hastanelerde kesin ya da şüpheli/olası Covid-19 tanısıyla yoğun bakım ünitelerine yatırılan vaka sayısı yüz civarındadır.
3) İstanbul’daki özel hastanelerde bugüne kadar enfekte olan hekim sayısı yüzü, toplam sağlık çalışanı sayısı ise iki yüzü geçmiştir.
4) Covid-19 pandemisi sürecinde kadrosunda göğüs hastalıkları, iç hastalıkları ve enfeksiyon hastalıkları uzmanlarından ikisini bulunduran hastaneler pandemi hastanesi ilan edilmiştir. Ancak kamu hastanelerine benzer şekilde İstanbul’daki özel hastaneler de çoğunlukla pandemiye hazırlıksız yakalanmıştır.
5) Tıpkı kamu hastanelerinde olduğu gibi özel hastanelerde de görülen ve halen devam etmekte olan maske, önlük, eldiven, gözlük, vb. kişisel koruyucu malzeme eksikliği bu hazırlıksızlık durumunu ve organizasyon eksikliğini, bozukluğunu açık olarak göstermektedir.
6) İstanbul’daki pandemi hastanesi olarak ilan edilen özel hastanelerde COVİD-19 hastaları için ayrı katlar/servisler ayrılmıştır. Covid-19 hastalarıyla ilgili testler, normalde, Bakanlığın belirlediği merkezlere gönderilmektedir. Ancak test sonuçları geç gelmekte; hastalar daha çok klinik ve radyolojik olarak tanı almaktadır. Tanı konulan hastalar için ilaçlar Sağlık Müdürlüğü aracılığı ile temin edilmektedir.
7) Özel hastanelerde sadece Sağlık Bakanlığı’nın belirlediği merkezlere gönderilen testlerden ve yoğun bakım yatışlarından ücret alınmamaktadır. Bunun dışındaki tüm işlemlerden pandemi öncesindeki gibi ücret alınmaya devam edilmektedir. (Bazı özel sigortalar kesin tanı almayan vakaların ücretini karşılamaktadır.)
8) Bazı hastanelerde kaynağı bilinmeyen testler parası olan hastalara uygulanmaktadır.
9) Yurtdışı hasta işlemlerinin durdurulması, müracaat eden hasta sayıları ve elektif işlemlerin büyük ölçüde azalması özel hastane gelirlerinin önemli ölçüde düşmesine yol açmıştır.
10) Yıllardır bütün itirazlarımıza karşın özel hastanelerde uzunca bir süredir doktorlara şirket kurdurularak hizmet satın alma şeklinde iş gördürülmekte, doktorlar bu şekilde 4857 sayılı İş Kanununa tabi olmadan çalışmaya zorlanmaktadır. Bu nedenle sabit bir maaş alamayan, ancak baktığı hasta, yaptığı işlem sayısına göre özel hastaneye fatura veya serbest meslek makbuzu keserek “hak ediş” üzerinden gelir elde eden hekimlerin gelirleri bugünlerde hızla azalmakta, neredeyse ücretsiz olarak çalışmaya zorlanmaktadırlar.
11) Bu şekilde çalıştırılan hekimler hastalanmaları durumunda ise bütün gelirlerini kaybetmektedir.
12) 4857 sayılı İş Kanununa bağlı çalışan statüsü dışında şirket kurdurularak hizmet sözleşmesi ile çalışan hekimlerin bu durumda uğradığı hak kayıplarından birisi de COVİD-19 hastası olmaları durumunda iş kazası/meslek hastalığı olarak tanımlanmasının zorluğudur.
13) Sabit ücretle çalışan hekimlerin (ve diğer sağlık çalışanlarının) ise ücretsiz izne çıkarılması veya yarı zamanlı çalıştırılması söz konusudur.
14) Yıllardır hekimlerin, sağlık çalışanlarının emekleri üzerinden servetlerine servet, kârlarına kâr katan özel hastane patronları bu süreçte elini taşın altına sokmaktan kaçınmakta, “kriz”in bedelini gene emekçilere ödetmeye çalışmaktadır. Özel hastane patronlarından gelen “Devlet üç, beş ay özel hastanelere el koysun, sonra gene bize devretsin.” sözleri esasında “Bu sürecin mali yükü özel hastane bütçelerinden, öz sermayelerinden değil, büyük oranda emekçilerin ödediği vergilerden oluşan devlet bütçesinden karşılansın.” anlamına gelmektedir.
15) Bazı özel hastaneler ise salgını fırsata dönüştürmeye çalışmakta, COVİD-19’lu hasta bakmayıp, temiz hastane olduklarını belirten reklamlar yaparak diğer hastanelerin “müşteri”lerini kapmaya çalışmaktadır.
16) Covid-19 pandemisinin daha başlangıcında özel hastanelerin içine düştüğü bu yetmezlik ve acizlik durumu yıllardır kamu kaynaklarıyla beslenerek büyütülen özel hastanecilik sisteminin Türkiye’nin ihtiyaçlarına cevap vermekten ne kadar uzak olduğunu; bütün itirazlarımıza rağmen uygulanan sağlıkta özelleştirme politikalarının toplum sağlığı için ne kadar zararlı olduğunu açık olarak göstermektedir.
Özetle; 02 Nisan 2020 günü itibarı ile İstanbul’daki özel hastanelerde Covid-19 pandemisiyle mücadelede büyük bir kaos ve yetmezlik yaşanmaktadır ve bu durumdan çıkılabilmesi için aşağıdaki önlemlerin hızla hayata geçirilmesi gerekmektedir:
1- Dünyada ve Türkiye’de Covid-2019 pandemisine karşı yürütülen mücadelenin insanlık için ne kadar hayati olduğu, ister kamu ister özel hastane olsun her bir sağlık kurumuna ne kadar çok ihtiyaç duyulduğu açıktır. Bu süreçte özel hastanecilik sisteminden kaynaklanan zaaflar ve yetmezliklere tahammül edilemez.
2- Covid-19 pandemisiyle mücadele için bütün özel sağlık kuruluşları hızla kamu kontrolüne geçirilmeli, yurttaşların sağlık hizmetlerine erişimi istisnasız ve ön koşulsuz bütünüyle parasız olmalıdır.
3- Pandemi hastanesi olarak ilan edilen özel hastaneler pandemi süresince gerekli standartlara sahip olup olmadıkları ve organizasyon yönünden Sağlık Bakanlığı tarafından denetlenmelidir.
4- Özel hastanelerin yoğun bakım odaları, yatakları ve yoğun bakım ekipmanları gözden geçirilerek gerçek bir envanter çıkarılmalı, eksiklikler Sağlık Bakanlığı tarafından hızla giderilmelidir.
5- Özel hastanelerdeki hekimlerin, sağlık çalışanlarının kişisel koruyucu ekipman eksiklikleri Sağlık Bakanlığı tarafından hızla giderilmelidir.
6- Test yapılması ve sonuçlarının takibi için kaynakların doğru ve yerinde kullanılacağı gerçekçi ve bilimsel bir akış şeması hazırlanmalı, sonuçlar şeffaf olarak ve hızlı bir şekilde hastanın doktoruna iletilmelidir.
7- Sosyal Güvenlik Kurumu, Sağlık Uygulama Tebliğinde yapacağı bir ekleme ile bedeli gerçekçi biçimde belirlenecek COVİD-19 paketi oluşturmalı; 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda yapılacak değişiklikle olası/şüpheli vakalar da dahil olmak üzere COVİD-19’lu hastalardan özel hastaneler tarafından ilave ücret alınması engellenmelidir.
8- Hekimlerin özel hastanelerde muvazaalı şekilde, şirket üzerinden veya serbest meslek makbuz keserek çalışmaya zorlanması uygulamasından vazgeçilmeli, özel hastanelerde çalışan bütün hekimler 4857 sayılı İş Kanuna tabii 4-a çalışan olarak kadroya geçirilmelidir.
9- Bu süreçte özel hastane hekimlerinden isteyenlerin kamu sağlık kurumlarına geçişine izin verilmelidir.
10- Özel hastanelerde çalışan hekimlerin gelirleri kamuda çalışan hekimlere sağlandığına benzer şekilde ve düzeyde garanti altına alınmalıdır.
11- COVİD-19 dışı hastalıklar için hastaneye başvuruların azalması ve böylece elektif işlemlerin ertelenmesi nedeniyle yaşanan ciro kayıpları bahane edilerek hekimlerin, sağlık çalışanlarının ücretsiz izne çıkarılması, işten çıkarılması yasaklanmalıdır.
12- Ülkemizin bu süreçte ister kamu ister özel olsun her bir sağlık kurumuna, her bir hastane yatağına ne kadar çok ihtiyacı olduğu açıktır. Hiçbir özel hastanenin “batmasına” seyirci kalınmamalı, her ne sebeple olursa olsun kapanma durumuna gelecek özel hastaneler derhal Sağlık Bakanlığı tarafından devralınmalı, bütün çalışanları Bakanlık kadrosuna geçirilmelidir.
Sonuç olarak; dünyada ve Türkiye’de Covid-19 pandemisine karşı yürütülen mücadele sağlığın kamusal bir hizmet olmasının ne kadar hayati olduğu ve piyasanın vahşi koşullarına terk edilemeyeceğini bir kez daha bütün çıplaklığıyla göstermiştir.
Bu süreçte ülkemizin gerçekleriyle hiçbir şekilde bağdaşmadığı halde Dünya Bankası, IMF tarafından dayatılan ve tamamen ideolojik, politik saiklerle uygulanan özelleştirmeci “Sağlık Reformu” politikalarından vazgeçilerek kamucu sağlık politikalarına dönülmeli; Türkiye ve İstanbul’daki özel hastaneler de bu perspektifle değerlendirilip faydalanılmalıdır.
Son açıklanan sayılara göre, koronavirüs nedeniyle 277 kişinin hayatını kaybettiği, 15 bin 679 vakanın bulunduğu Türkiye’de görev yapan 300 hekim koronavirüse karşı iktidara “daha çok test”, “hayatın sürekliliğinin sağlanması” ve “toplumsal hareketliliğin azami ölçüde sınırlandırılması” çağrısında bulundu.
Çağrıda “Ülkemizdeki artışın hızı bilinen örnekler içinde. Ne yazık ki daha çok İtalya ve İspanya’ya benziyor. Hastalanma oranını yavaşlatabilmek, zaten normalde var olan hastalara ilave salgın hasta yükünü zamana yayabilmek çok ama çok yaşamsaldır. Hasta sayısı, hastanelerin ‘hasta bakabilme kapasitesi’nin içinde kaldığı ölçüde daha çok sayıda insan hayatı kurtarılabilecektir” denildi.
Türkiye’deki yayılma hızını Almanya, İtalya, İspanya gibi ülkeleri kıyaslayan hekimler, "Hastalanma oranını yavaşlatabilmek, zaten normalde var olan hastalara ilave salgın hasta yükünü zamana yayabilmek çok ama çok yaşamsaldır. Hasta sayısı, hastanelerin “hasta bakabilme kapasitesi”nin içinde kaldığı ölçüde daha çok sayıda insan hayatı kurtarılabilecektir." dedi.
Hekimlerin ortak çağrısı:
Covid-19 salgınında ülkemizde de hastalananların ve kaybettiklerimizin sayısı hızla artıyor.
Ülkemizdeki artışın hızı bilinen örnekler içinde -ne yazık ki- daha çok İtalya ve İspanya’ya benziyor. Almanya ise görece başarılı gözüken bir örnek oluşturuyor. Almanya, ülkesinde hastalığın ilk başladığı dönemde İtalya’dan 17, İspanya’dan 8 gün geride görünürken 29 Mart 2020 tarihinde ölüm oranı diğer iki ülkeye göre yavaşlamış durumda. Almanya’nın nüfusu çok daha fazla olmasına rağmen iki tedbir sayesinde İtalya’dan 17 gün sonra Almanya’daki ölüm sayısı 1016 yerine 541‘de kaldı, İspanya’da ise bu sayı 1381‘di.
Çünkü Almanya gecikmeden daha sıkı önlemlere başvurdu ve çok daha fazla insana test yaptı. Hem sağlıklı görünen ama virüsle enfekte kişilerin hem de testle hasta olduğu tespit edilenlerin diğer kişilerle temas riskini sıkı önlemler uygulayarak daha aza indirdi.
Hastalanma oranını yavaşlatabilmek, zaten normalde var olan hastalara ilave salgın hasta yükünü zamana yayabilmek çok ama çok yaşamsaldır. Hasta sayısı, hastanelerin “hasta bakabilme kapasitesi”nin içinde kaldığı ölçüde daha çok sayıda insan hayatı kurtarılabilecektir.
Türkiye, 29 Mart itibariyle kaybedilen hasta sayısı bakımından (131 kayıp); 23 Mart’taki Almanya’nın hizasındadır (123 ölüm). İtalya’dan 24 gün (5 Mart-148 ölüm), İspanyadan ise 16 gün (13 Mart- 133 ölüm) gerideyiz. Bu ülkelerle ülkemiz arasındaki “gün farkları” çok değerlidir.
Türkiye’de uzun yıllardır görev yapmış, halen yapmakta ve bundan sonra da yapacak olan hekimler olarak bizler, okuduğumuz tabloyu ve öncelikli önerilerimizi yetkililerle ve kamuoyuyla paylaşmayı yurttaşlarımızın esenliği için üzerimize düşen sorumluluğun bir gereği olarak görmekteyiz:
Salgınla mücadeleyi iyi yöneten ülkelerden alacağımız en önemli derslerden birinin mümkün olduğu kadar fazla sayıda test yaparak enfekte olanların ve temas ettiklerinin bulunması ve sağlıklı bireylerden ayrılması olduğu anlaşılmaktadır.
Özellikle ve başta hasta yoğunluğunun yüksek olduğu şehirlerimizde temas sıklığını, yani bulaş riskini azaltacak tedbirleri güçlendirmek gerekir. Salgının büyümesine yol açan en önemli faktör “dolaşan nüfus”tur. O nedenle, devletçe bugün ve gelecek güvencesi temin edilerek yaş grubu sınırlandırması olmaksızın bir süreliğine herkesin evde kalması sağlanmalıdır.
Ev içinde hayatı sürdürmek için gerekli temel ihtiyaçların üretiminde, dağıtımında çalışanlar veya kesintiye uğratılmasının mümkün olmadığı hizmetlerde çalışanların, birbirlerine ve ev halkına bulaş riskini asgariye indirecek tedbirler alınarak çalıştırılması sağlanmalıdır.
Herkesin salgından korunabilmesi ve bütün bireylere etkin bir tedavinin sağlanabilmesi bireyin olduğu kadar toplumun da ihtiyacıdır. Sağlık hizmetlerinin önündeki her türlü parasal engel kaldırılmalı, özel sağlık kuruluşları dahil her türlü sağlık hizmetinden katkı-katılım payı en azından pandemi döneminde alınmamalıdır.
Diğer taraftan; başka ülkelerin deneyimleri, salgında hastalanma ve kaybedilme riskinin en yüksek olduğu grubun sağlık çalışanları olduğunu göstermektedir. Henüz salgının yükselme eğrisinin başlarında bulunduğumuz halde bile sağlık çalışanlarımızın yükünün hızla artmakta olduğu ve birçok sağlık çalışanının hastalandığı bilinmektedir.
Önümüzdeki dönemde yoğunluk giderek artacaktır. Sağlık çalışanlarının bu bulaşıcı hastalıkla mücadele ederken kendilerini koruyabilmeleri, hasta bakarken bakılacak hasta olmamaları gerekir.
Sağlık çalışanlarının çalışma sırasında kendilerini bulaştan koruyabilmeleri için gerekli tıbbi malzemenin eksikliğini hissetmemeleri zorunludur. Bu malzemeler bulunamadıkça ya hasta hizmeti aksayacak ya da sağlık çalışanları kaybedilecektir. İkisinin de çok sayıda dünya örneğini acıyla görmüş bulunmaktayız.
Covid-19 salgınıyla sahada, masada aktif olarak mücadele eden herkese kuvvet diler, halkımızı bu çetin süreçte bulaşı en aza indirmek yönünde alınan tedbirlere, çağrılara uymaya davet ederiz."
Türkiye'de yaklaşık 17 milyon kişi devlet yardımına muhtaçken, milyoner sayısı ise son bir yılda yüzde 29 artışla 236 bin 370 kişiye yükseldi.
Korona günlerinde dar gelirlinin ayakta kalması daha da zor hale gelirken, milyonerler ise son bir yılda servetlerini 319 milyar 510 milyon TL yükselterek 1 trilyon 456 milyon liraya çıkardı.
Cumhuriyet’ten Şehriban Kılıç’ın haberine göre, açlık sınırının 2 bin 345 TL, yoksulluk sınırının ise 7 bin 639 TL'ye yükseldiği Türkiye'de yaklaşık 10 milyon çalışan aylık 2 bin 324 TL asgari ücretle geçimini sağlamak zorunda.
Cumhurbaşkanlığı 2020 Yıllık Programı’na göre, Türkiye’de yoksulluk oranı yüzde 21,2. Toplumun en zengin yüzde 20'sinin gelirinin, en yoksul yüzde 20'sinin gelirine oranı 7,8. Toplam 16 milyon 831 bin 210 kişi, aldığı sosyal yardımlarla ayakta durabiliyor. Buna karşın ülkenin milyoner sayısı da servetleri de hızla artıyor.
Milyoner sayısı 236 bin 370'e çıktı
Hesabında 1 milyon lira veya üzeri parası olan mudi sayısı, 2020 Şubat döneminde geçen yılın aynı dönemine göre 52 bin 763 kişilik artışla 236 bin 370 kişiye yükseldi.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) verilerine göre, yurt içinde ve yurtdışında yerleşik milyonerlerin toplam sayısı 2020 Şubat döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 29 arttı.
Söz konusu milyonerlerin toplam mevduatı son bir yılda 319 milyar 510 milyon TL yükselerek 1 trilyon 456 milyon 549 bin liraya çıktı.
Milyoner başına düşen ortalama mevduat tutarı, 2020 Şubat döneminde 6 milyon 161 bin lira seviyesinde gerçekleşti.
Mevduatın büyük kısmı dövizde
Yurt içinde yerleşik milyonerlerin sayısı 2020 Şubat'ta bir önceki yılın aynı dönemine kıyasla 46 bin 884 kişilik artışla 211 bin 754 kişiye fırladı. Aynı dönemde yurt içinde yerleşik milyonerlerin toplam mevduatları 1 trilyon 354 milyar liraya çıktı.
2020 Şubat ayı itibarıyla yurt içinde yerleşik milyonerlerin mevduatlarının 582 milyar 58 milyon lirası yerel para cinsi, 753 milyar 815 milyon lirası döviz tevdiat hesabı, 18 milyar 960 milyon lirası da kıymetli maden depo hesaplarından oluştu.
BDDK verilerine göre, yurt dışında yerleşik mudi sayısı 2020 Şubat sonu itibarıyla 24 bin 616'ya yükseldi. Yurt dışındaki milyonerlerin sayısı 2019 Şubat sonuna göre 5 bin 874 kişi artarken, bu kişilerin hesaplarındaki para miktarı 17 milyar 313 milyon TL artışla 101 milyar 717 milyon liraya yükseldi.
Yurt dışında yerleşik mudilerin bankalardaki mevduatlarının 11 milyon 160 milyon lirası yerel para, 89 milyar 919 milyon lirası yabancı para ve 638 milyon lirası da kıymetli maden depo hesaplarından oluştu.
İstanbul’daki laboratuvar, test sonuçlarını bakanlığa bildirmedi, önlem alınmasını engelledi.
Cumhuriyet’ten Seyhan Avşar’ın haberine göre, koronavirüs testi yapmaya yetkili olan İstanbul’daki Özel Haseki Gelişim Tıp Laboratuvarı’nın yaptığı test sonuçlarını Sağlık Bakanlığı ve kamu kurumlarıyla paylaşmadığı ortaya çıktı.
Bakanlık bu kuruma kaç hastaya test yaptıklarını, hasta isimlerini, adreslerini ve telefon numaralarını sordu. Ancak Özel Haseki Gelişim Tıp Laboratuvarı, “Kişisel Verileri Koruma Kanununu” gerekçe göstererek bu bilgiyi bakanlıkla paylaşmadı. “Bu sağlık kuruluşunun yaptığının çok vahim sonuçlar doğurduğunu” belirten İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü, konuya ilişkin çok acil işleme alınması talebiyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Yapılan tahlilleri gizleyen laboratuvarın bir başka şubesi hakkında da geçen günlerde suç duyurusunda bulunulduğu öğrenildi.
Karantinayı engelledi
“Çok acil işleme alınması taleplidir” yazılı suç duyurusu dilekçesinde laboratuvar yetkililerinin kayıtsız davranışlarının çok vahim sonuçlar doğurduğu, halkın sağlığını tehlikeye attığı belirtildi. Ayrıca dilekçede, laboratuvarın kayıtsızlık göstererek test sonuçlarını ilgili makamlara bildirmediği için hastaların başkalarıyla temas etmeden önce karantina altına alınması ve daha önce temas etmiş olabileceği kişilerin tespit edilerek aynı teste tabi tutulması sürecine engel olunduğu kaydedildi. Dilekçede, “Bakanlığın karantina tedbiri alması engellendi” denildi. Özel Haseki Gelişim Tıp Laboratuvarı yetkililerinin, “Bulaşıcı hastalıklara ilişkin tedbirlere aykırı davranma” suçundan cezalandırılması istendi. Ayrıca aynı sağlık kuruluşunun başka bir şubesi olan Özel Kızıltoprak Gelişim Tıp Laboratuvarı hakkında da Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulduğu öğrenildi.
Toplum sağlığı ile gereken özeni göstermeyen bu tür işletmelere savcılığın suç duyurusu yetmez, derhal kamulaştırılmalıdır. Koronavirüs (covid-19) salgını, Türkiye sağlık sisteminin toplumcu/kamucu sağlık sistemine geçişinin zorunlu olduğunu en acı şekliyle gösteriyor.
"Sokak sokak tarama yapılmalı"
Türk Tabipler Birliği Genel Sekreteri Bülent Nazım Yılmaz, Türkiye'de hızla yayılan koronavirüs (covid-19) salgını ile ilgili alınan tedbirlerin eksik olduğunu belirterek çarpıcı açıklamalarda bulundu. Salgının şu an uygulanan şekilde kontrol altına alınamayacağını belirten Yılmaz, sağlık çalışanlarının çalışma koşullarına da dikkat çekti. Yılmaz, koronavirüs testi pozitif çıkan ve hayatını kaybeden sağlık çalışanları ile ilgili de önümüzdeki günlerde açıklama yapacaklarını belirtti.
İşte Yılmaz’ın açıklamaları:
"Sokağa çıkma yasağına gerek var mı?"
“Sokağa çıkma yasağı bir salgın yönetimi biçimi değildir. Salgın yönetiminde karantina, izolasyon, toplumsal hareketlilik kısıtlaması, üretimin durdurulması, çalışanların evlerine gönderilmesi ve gerekli kişilere temel gıda ürünlerinin sağlanması uygulamaları vardır. Bu uygulamada katı bir izolasyon vardır ama daha da önemlisi doğru bir planlama yapılmalıdır. Önemli olan soru şu: Bu salgını nerede karşılamak, durdurmak istiyorsunuz? Eğer sağlık çalışanlarınızla beraber sokaklarda, mahallelerde bu salgını karşılarsanız doğru yaparsınız ancak katı bir izolasyon uygulamayıp salgını hastanelerde karşılamaya ve durdurmaya çalışıyorsanız yanlış yaparsınız.
"Sokak sokak tarama yapılmalı"
Sağlık Bakanlığı sokak sokak, ev ev hemşire, ebe ve hekimlere bölgelendirme yapmalı, tespit, tanı ve tedaviyi bölge bölge uygulamalı. Ancak şu an bir sağlık çalışanının düzenli olarak ilgilendiği bir hasta yok. Bir aile hekimi birçok yerden gelen hastayla ilgileniyor. Oysa ona verilmiş bir bölgesi, mahallesi olsa duruma hakimiyeti artar, hekim ebe ve hemşireleriyle ona verilen mahalleyi tarar. Salgını ancak bu şekilde yönetebilirsiniz.
"Dışarıda çok fazla taşıyıcı var"
Şu anki hareketlilik devam ettiği sürece salgın kontrol altına alınamayacak. Şu an hastalık çok yayıldı ve çok fazla taşıyıcı var dışarıda. Toplumsal hareketlilik kısıtlanmadığı sürece de daha çok yayılacak çünkü bu insanların birbirleriyle etkileşimi durmayacak. Bugünkü sağlık sistemi bu salgınla baş edemez. Corona virüsü biter diğeri başlar. Çünkü bu sistem yüzünü topluma dönmüyor, ilaca tedaviye dönüyor. Bu Avrupa’da da böyle. İstediğiniz kadar teknoloji geliştirin yüzünüzü topluma dönmek zorundasınız.
"Şehir hastaneleri hastalık yayıyor"
Türk Tabipler Birliği, bilgi birikimi, ekip anlayışı, halkçı hekimleriyle bu salgının önlenmesinde büyük bir kozdur. TTB neden göz ardı ediliyor? Pandemi kurulları oluşturuldu ama tabip odalarını, halk sağlıkçılarını bu kurullara neden almadılar? Örneğin biz daha önce şehir hastanelerine karşı çıkmıştık, çok büyük ve çağ dışı bir uygulama demiştik. Ancak dinlemediler. Şimdi şehir hastanelerinde hastalık çok fazla yayılıyor, çünkü insanlar oraya gidene kadar pek çok kişiyle temas ediyorlar.
Bizim, sözünü söylemekten çekinmeyen, halk sağlığını gözeten hekimlere ihtiyacımız var. Yöneticiler sağlık çalışanlarının taleplerini dinlemek istemiyorlar. Böyle bir mantık olabilir mi? Bu alışkanlıklar bırakılmalı. Bu mevkiye liyakatli kişiler getirilmeli. Sağlık sisteminin şeffaf bir şekilde yönetilmeye ihtiyacı var.
“Sağlık çalışanlarının çalışma koşulları düzeltilmeli”
Sağlık çalışanlarının sağlığını gözetmek çok önemli. Hala çalışma koşullarında çok büyük sorunlar var. Bu koşullara yönelik çalışmalar yapılmalı, sağlık çalışanlarına sürekli test yapılmalı, hasta olanlar tedavi altına alınmalı. Çünkü bizim çok fazla kişiyle temasımız var. Hastalığın temel yayıcı gruplarından biri de bizleriz. Kişisel koruyucu ekipmanlar eksik olmamalı ve özellikle de riskli bölgelerdeki çalışma koşulları iyileştirilmeli. Bunlar yapılmazsa bu sistemle salgını durduramayacağımız ortadadır.”
“Test negatif ama bulgular pozitif olabiliyor”
Son zamanlarda corona virüsünün sebep olduğu Covid-19 hastalığında ateş ve solunum yetmezliği dışında tek başına görülebilen bulgulardan bahsediliyor. Bazı hastalarda sadece ishal, koku ve tat alamama, yorgunluk gibi belirtiler görülürken bu hastalar nasıl değerlendiriliyor? Konu ile ilgili bilgiler veren Yılmaz şunları söyledi: “Başvurular sıralamasını hastada görülen semptoma göre yapmak zorundayız. Covid-19 hastalarını yüksek ateş, öksürük ve giderek artan solunum sıkıntısı bulgusuna göre sıralıyoruz. İshal, koku ve tat alamama gibi diğer belirtileri de değerlendirebiliriz ama şu anda bunlar ön plana çıkartılacak bulgular değil. Bu belirtileri yaşayan kişilerin evde sosyal izolasyon sağlamaları yeterli.”
“Tedaviden sonra da test uyguluyoruz”
Gelen hastaları ya direkt hastanede yatılı tedavi uyguluyoruz ya da sadece şüpheli bir durum varsa evine gönderiyoruz. Evine gönderdiğimiz hastalar tamamen kendini izole etmeli, kaldıkları oda, yemekleri ayrı olmalı. Eğer test sonuçları pozitif ise bu hastaları geri çağırıyoruz. Burada önemli olan test sonucu negatif ama aslında Covid-19’lu insanlar var. Örneğin Çin’deki vakaların yüzde 40’ı böyle oldu. Yapılan testlerin güvenilirliği yüzde 85-90 ki bu da az bir oran değil. Ancak testin alınış biçimi, süresi gibi etkenler sonucu etkiliyor. Bu nedenle hastayı ikinci kez PCR testine (Polimeraz Zincir Reaksiyonu) göndermek gerekiyor. Tedavi edilen hastalarımıza da tedavi sonrası bu işlemi uyguluyoruz.”
Dünya Sendikalar Federasyonu (DSF), tüm dünyayı etkisi altına alan koronavirüs pandemisi ile ilgili olarak işçi haklarının korunması konusunda bir açıklama yaptı.
DSF’nin açıklamasında; “Koronavirüs salgını bahanesiyle tüm dünyada işçi sınıfının kazanılmış haklarına karşı işverenler ve onların hükümetleri tarafından büyük bir saldırı başlatıldığı” belirtilerek, “bu saldırılara karşı emekçi insanlığın tümü işçi sınıfı ile omuz omuza mücadele etmeye” çağırıldı.
Dünya Sendikalar Federasyonu Genel Sekreteri George Mavrikos imzası ile 31 Mart 2020 tarihinde yapılan yazılı açıklama şöyledir:
Dünya Sendikalar Federasyonu (DSF) olarak; sizlere, dünyanın dört bir köşesine 100 milyon üyemiz ve yüreği işçi sınıfı davası adına atan milyonlar adına sesleniyoruz. Koronavirüs salgınından etkilenen tüm ülkelerin işçilerine ve halklarına uluslararası dayanışma ve desteğimizi ifade ediyoruz.
Hayat bir kez daha teyit etti ki; savaşlar, doğal afetler, salgınlar gibi zor zamanlarda, tehlikenin en ön saflarında olan işçiler ve yoksul insanlardır.
Tüm dünyada Koronavirüs Salgını yaşanırken tekeller, çok uluslu kapitalist şirketler karları için salgını bir fırsata çevirmekte işçilerin, emekçilerin, yaşlıların, yoksulların canlarını tehlikeye atmaktan çekinmemektedirler.
Koronavirüs salgınının yayılmaya başladığı ilk günlerden bugüne kadar dünyanın çoğu ülkesinde binlerce insan hayatını kaybetti. Yüzbinlerce insan salgının yol açtığı acılar içinde kıvranıyor. Tam da insanlığın yaşadığı bu büyük travma döneminde, tüm dünyada işverenler ve hükümetler işçilerin kazanılmış haklarına saldırmaktadır. Tüm dünyada yığınsal işten çıkarmalar, ücretsiz izinler, zorla yıllık izne çıkarmalar, ücretlerinden ve sigortalarından kesintiler, ücretsiz olarak evden çalışma vb. dayatılmaktadır.
Tüm dünyada sendikal faaliyetler fiili olarak askıya alınmış bulunmaktadır. İşverenler ve hükümetler koronavirüs salgınını işçi sınıfının kazanılmış haklarına karşı saldırıda silah olarak kullanmanın hesabını yapıyor.
Mart ayının ilk yarısında Yunanistan’da 41.000 işçi işten çıkarıldı. Mart ayında Avusturya'da, 74.000 işçi işini kaybetti, İsveç'te otomotiv endüstrisi 20.000 işçiyi ücretsiz izne gönderdiler. Fransa, Panama ve Venezuela gibi ülkelerde esnek çalışma saatleri tüm işletmelerde hayata geçiriliyor. Yine bu ülkelerde işçileri ücretsiz izne zorluyorlar. Türk Hava Yolları, Imperia, Lufthansa ve Emirates gibi havayolları, on binlerce işçiyi ücretsiz izne yolladı. Bu hava yolları ile iş ilişkisi olan seyahat acenteleri, turizm şirketleri, otellerde çalışan on binlerce işçi işini kaybetme korkusu yaşıyor.
Peru'da madencilik şirketleri, işçileri madenlerde herhangi bir güvenlik önlemi almadan çalışmaya zorlamaktadır. Sırbistan'da ve Türkiye'de başta metal olmak üzere ticaret, eğitim, taşımacılık ve diğer sektörlerdeki sendikalar, işverenlerden işyerlerinde salgına karşı gerekli sağlık ve güvenlik önlemlerinin alınmasını talep ediyorlar.
Dünyanın her ülkesinde süpermarketlerde, alışveriş merkezlerinde, ilaç depoları ve eczane gibi işletmelerde koronavirüs salgınına rağmen büyük oranda işçi çalışmaya devam etmektedirler. Bu işyerlerinde işçilerin bütünü, yorgunluk, stres ve mesleki kazaların yanı sıra kendileri ve aileleri bakımından koronavirüs salgını ile karşı karşıyadırlar.
Filistin’de işlerini kaybeden işçilerin her türlü hak talebi, İsrail devlet terörüyle karşılaşmaktadır. Onlarca Filistinli işçi İsrail silahlı güçleri tarafından öldürüldü. Ürdün ve birçok Kuzey Afrika ülkesinde güvencesiz ve kayıt dışı sektörde yüzbinlerce işçi işini kaybetti. Kuzey Afrika ülkelerinde işçiler, koronavirüs salgını endişesinin yanı sıra yaşanan açlık ve yoksulluğun toplumsal bir salgına dönüşmesiyle karşı karşıyadırlar.
Hindistan'daki sendikaların belirttiğine göre doktorların, hemşirelerin, laborantların ve sağlık işçilerinin koronavirüs ile başa çıkmak için gerekli tıbbi malzeme eksikliği trajik boyutlardadır. Binlerce sağlık emekçisi koronavirüs salgınına yakalanma ile yüz yüzedir. İşini kaybeden yüzbinlerce Hintli işçi, hükümetin ve işverenlerin işçi düşmanı tutumunu kınıyorlar.
ABD'de, sadece New York'ta, sadece bir günde hükümete 21.000 işsizlik başvurusu yapıldı. Bu, bir rekordur.
Dünyanın birçok ülkesinde işçiler hükümetlerin ve şirketlerin işçi düşmanı politikalarına karşı direnişler örgütlemektedir. Geçtiğimiz günlerde, İtalya’da sendikaların öncülüğünde işçiler gerekli sağlık önlemlerin alınması için ülkede bir günlük uyarı grevi gerçekleştirdiler.
Lizbon’da liman işçileri hükümetin ve şirketlerin gerekli sağlık önlemleri alması için greve gittiler.
Afrika'da, Covid-19 salgınları gittikçe daha fazla kıta ülkesine yayılıyor. Güney Afrika dünyada en çok etkilenen ülkelerin başında geliyor. Afrika Kıtasında işçiler, emekçiler ve yoksullar nüfusun en savunmasız gruplarını oluşturuyor. Kıtada salgının yanı sıra milyonlarca insan sağlık hizmetlerine erişememenin yanı sıra temel gıda maddelerine ve temiz suya muhtaç durumdadırlar. Kıta ülkelerindeki insanlar, on yıllardır, AIDS ve tüberküloz gibi diğer salgın hastalıkların pençesinde kıvranmaktadır. Tüm bunların sorumlusu Afrika hükümetleri, tekeller ve ulus ötesi şirketlerdir.
Tüm dünyada toplum sağlığı hizmetlerinin yetersizliği ortadayken, hastanelerde ve sağlık kuruluşlarında çalışan doktor, hemşire, laborant ve sağlık işçisi eksikliği salgının yarattığı kaosu bir kat daha artırmaktadır. Tüm bunların yanı sıra hastanelerde ve sağlık kuruluşlarında salgın ile mücadelede gerekli malzeme eksikliği insanlara hizmet vermenin önündeki en büyük engeli oluşturmaktadır. İtalya gibi ileri kapitalist bir ülkede bile 100.000 kişiye ancak 300 yatak düşmektedir. İtalya hükümeti hastanelerde çalışan doktorları hangi hastanın tedavi edileceği hangi hastanın ölüme terk edileceği gibi tıp etiğine aykırı bir seçime zorlamaktadır. Koronavirüs salgınına karşı insanüstü bir çaba ile çalışan sağlık işçilerinin kendilerinin yanı sıra aileleri de büyük bir risk altındadır. Kendileri hasta olsa bile çalışmak zorundalar. Sağlık çalışanlarının hastalığa maruz kalma riskleri çok yüksektir.
Bugün, salgın nedeniyle tüm dünyadaki hükümetler, büyük şirketlerin zararını tazmin etme yarışındalar. Oysa daha şimdiden milyonlarca işçi işini kaybetti. Salgın sonrasında da milyonlar işini kaybedecek.
Dünya Sendikaları Federasyonu işçi sınıfı ailesinin büyük bir bileşenidir. Beş kıtada milyonlarca üyesini temsil eden DSF üyesi sendikalarımız pasif gözlemciler değildir. Bizler işçi sınıfının yaşamını, çalışma koşullarını ve haklarını korumak için savaşmaya devam ediyoruz.
Bu zor koşullar altında, üyelerimizi ve işçi sınıfını bilgilendirmek için demokratik sınıf ve kitle sendikacılığının gereği olarak büyük bir çaba içindeyiz. Haklarımızı savunmak savaşımında ilke ve ülkülerimizden taviz vermeden, hayatın her alanında savaşım vermeye devam ediyoruz.
Burjuva hükümetleri, koronavirüsün yayılmasına karşı sadece kişisel sorumluluğu içeren önlemler açıklıyorlar. Burjuva hükümetleri bu politika ile insanların kişisel hijyen önlemlerinin uygulanması için gerekli hijyen maddelerine ulaşılmasının önündeki engelleri yığınlardan gizlemek istiyor. Burjuva hükümetleri tüm ülkelerde, koronavirüse bağlı olarak insanların hastanede yatış ve sağlık bakım gereksinimlerini karşılamak için toplum sağlığı sistemlerinin yetersizliğini gizlemek için ortak çaba içindeler. Tüm hükümetlerin son otuz yıldır uyguladığı neo-liberal sağlık politikaları çökmüştür. Bugün yaşananlardan burjuva hükümetleri sorumludur.
- Hükümetler öncelikli olarak topluma, açık-şeffaf, eşitlik temelinde insan onuruna yakışır toplum sağlığı hizmetleri sunmakla yükümlüdür;
- Hükümetler, tekellerin ve kapitalist firmaların vurguncu girişimlerini önlemek için her türlü yaptırımı uygulama sorumluluğuna sahiptir;
- Hükümetler, işten çıkarmalar, işçilerin ücretlerinde kısıtlanmaya gidilmesi, evden çalıştırma, tele çalışma, ücretsiz izne çıkarma, zorunlu izne çıkarma gibi işverenlerin saldırı politikalarını önlemekle sorumludur.
Bu zor zamanlarda, işçi sınıfı hükümetleri tüm dünyada enternasyonalist dayanışmanın en güzel örneklerini sergilemektedir. Geçtiğimiz günlerde, Koronavirüs salgının en yoğun yaşandığı İtalya’ya Küba hükümeti salgın konusunda uzman 52 doktoru gönderdi. İtalyan halkının yardımına koşan Küba Hükümetine ve Kübalı kahraman doktorlara Konfederasyonumuz adına teşekkür ederiz.
Kimse yalnız hissetmemeli!
Sağlığımızı ve haklarımızı savunmak için savaşıyoruz!
Bu salgın ve felaket koşullarında, kar hırsının körlüğünü değil; bilimin ışığında insanları, onların ihtiyaçlarını ve onurlarını temel alan eşit bir dünya yaratmak için savaşıyoruz!
Bu zor zamanlarda, kendi hayatını ve ailesinin hayatını tehlikeye atarak, toplumun ihtiyacı olan gıda, ilaç, sağlık, ulaşım, iletişim hizmeti üreten başta sağlık işçileri olmak üzere tüm işçi sınıfımıza bir kez daha teşekkür ediyoruz.
İşçi sınıfının elinde olan çarkları hareket ettirdikleri için bir kez daha tebrik ediyoruz.
Yaşasın işçi sınıfımızın enternasyonalist dayanışması ve savaşımı!
Dünya Sendikalar Federasyonu
Genel Sekreteri
George Mavrikos
31 Mart 2020
Kaynak: DİSK / Sosyal-İş
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi, Covid-19 pandemisinin sağlık sisteminin insanları mağdur eden yönlerini bir bir ortaya koyduğunu belirterek, bu süreçte özel hastaneler tarafından hastalardan talep edilen ücretlerde artış olduğuna dair yakınmaların yaygınlaştığını bildirdi.
TTB Merkez Konseyi, konuyla ilgili olarak Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ve Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Başkanlığı’na yazı göndererek, Covid-19 pandemisi süresince, Türkiye’de yaşayan herkesin herhangi bir ayrım gözetilmeksizin Genel Sağlık Sigortası (GSS) kapsamında kabul edilmesi ve prim, ilave ücret ve katılım payı da dahil hiçbir ücret ödemeden kamu-özel tüm sağlık kurumlarında sunulmakta olan bütün sağlık hizmetlerini, yapılacak planlama kapsamında kullanabiliyor olması gerektiğini belirtti. TTB Merkez Konseyi, bu bağlamda Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı’nın, Sağlık Uygulama Tebliğinde gerekli düzenlemeleri daha fazla zaman kaybetmeden gerçekleştirmesinin sağlanmasını istedi.
Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ve Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Başkanlığı’na gönderilen yazı:
“Sayın Bakan,
Ülkemiz de dahil 199 ülkeyi kapsayan Covid-19 pandemisi, sağlık sistemimizin insanımızı hastalandığında bile mağdur eden yönlerini bir bir ortaya çıkarmaya devam ediyor.
Bunlardan bir tanesi de bazı özel hastaneler tarafından talep edilmekte olan ücret ve hizmet bedelinin yüzde 200’üne kadar izin verilen ilave ücret talebidir. Sağlık Bakanı’nın açıklamalarına karşın, bazı özel hastanelerde Covid-19 hastalarından ücret ve ilave ücret talebinin yarattığı sorunlarla ilgili haberler ve tarafımıza ulaşan başvurular sorunun yaygınlaşmakta olduğunu göstermektedir.
Covid-19 pandemisi süresince, ülkemizde yaşamakta olan herkes herhangi bir ayrım gözetilmeksizin, Genel Sağlık Sigortası kapsamında kabul edilmeli, prim, ilave ücret ve katılım payı da dahil hiçbir ücret ödemeden kamu-özel tüm sağlık kurumlarında sunulmakta olan bütün sağlık hizmetlerini, yapılacak planlama kapsamında, kullanabiliyor olmalıdır.
Bu bağlamda, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı’nın, Sağlık Uygulama Tebliği’nde gerekli düzenlemeleri daha fazla zaman kaybetmeden gerçekleştirmesinin sağlanmasının gerekli ve uygun olacağını düşünüyoruz.”
Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, koronavirüs salgını için başlattığı bağış kampanyasının zorunlu dayatmaya dönüşmesi üzerine “Dayanışma dayatması kabul edilemez acilen sosyal devlet hayata geçmelidir” başlıklı bir açıklama yayınladı.
Açıklamada, dayatmanın sosyal devlet ilkeleriyle bağdaşmadığı, AKP iktidarının uygulamalarıyla sosyal devleti ortadan kaldırdığı vurgulandı.
Birleşik Kamu-İş Merkez Yönetim Kurulu’nun yaptığı 1 Nisan 2020 tarihli yazılı açıklaması şöyledir:
Koronavirüsü salgını dünya ve ülkemizde hızla yayılmakta ve can almaya devam etmektedir. Dünyanın her yerinde devletler, bu zor günleri atlatabilmek için kamu kaynaklarını yurttaşlarına vermek için planlar açıklarken Cumhurbaşkanın başlattığı “Milli Dayanışma Kampanyası” sosyal devlet ilkesiyle bağdaşmaz.
AKP iktidarı devletin varlığını yurttaşların zor olduğu bir dönemde göstermesi gerekirdi. Dayanışma sosyal devletin temel kuralıdır.
Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin evde kalan yurttaşlarının her türlü temel ihtiyacının devlet tarafından giderileceğini, çalışamayan ya da işten çıkarılan vatandaşlarının güvencede olduğunu göstermesi gerekmektedir.
Devletin tüm kaynaklarının bu olağanüstü dönemde özellikle emekçi, dar gelirli ve işsizlerin ihtiyaçlarını ayırması gereklidir.
Sosyal devlet olma sorumluluğunda olan ülkeler olağanüstü haller için ayırdıkları kaynakları yurttaşlarına karşılıksız sunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenler yurttaşlarına kamu bankalarından kredi alma yolunu göstererek ve dayanışma kampanyası başlatarak sosyal devleti yok saymaktadır. Sosyal devlet her şeyden önce Anayasal yükümlülüktür.
Türkiye Cumhuriyeti; demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Sosyal devlet anlayışı; eğitim, sağlık, sosyal yardım, sosyal hizmetler gibi politikaların doğru şekilde yönetilmesini gerektirmektedir.
AKP iktidarı sosyal devleti uzun süredir propaganda yöntemi olarak kullanmıştır. Bu nedenle AKP iktidarı devletin tüm sosyal işlevini aşındırmıştır. Sosyal yardımların eşit biçimde dağıtılması ilkesinin ihlal edildiği gibi yardım almanın ilk koşulunun “AKP’li olmak” olması bugün gelinen durumu özetlemektedir.
AKP’nin ayrımcı politikaları nedeniyle uzun süredir yurttaşlar bulundukları belediyelerde, mahallelerde, sokaklarda, köylerde dayanışmayı kendi aralarında sergilemektedirler. Buna rağmen AKP iktidarı; sosyal devleti, kamucu politikaları, tasfiye ederek milyonlarca emekçiyi yardıma muhtaç hale getirmiştir. Yurttaşlar gündelik ihtiyaçlarını karşılamakta zorluk çekmekte, insan onuruna yakışır bir yaşam sürdürmek ülkede imkansız hale gelmiştir.
Virüs; yurttaşların düşürüldüğü durumu anlatmaktadır. Bu olağanüstü dönem AKP hükümetinin yoksulluğu yaygınlaştırdığını, kurumsallaştırdığını ve sosyal devleti ortadan kaldırdığını göstermiştir.
Salgın nedeniyle yaşlıya kolonya, işçiye kölelik, evde çıkamayan ihtiyaç sahiplerine alay eder gibi düşük kredi ile konut ve THY ile ucuza seyahat vaatleri ve yardım kampanyaları beklenmesi AKP iktidarının kurduğu çarpık sistemi gözler önüne sermiştir.
Sağlık, eğitim, çalışma koşulları, işsizlik, alım gücü… Bugün Türkiye’de aklı başında hiçbir kişi bizim bu alanlarda iyi durumda olduğumuzu iddia edemez.
AKP iktidarı sermaye, patronlara, ihalelere kaynak ayırmaktan vazgeçmelidir. Buraya aktarılacak kaynaklar acilen çalışma yaşamına, asgari ücretlilere ayrılmalıdır. Yurttaşların mutfaklarına girecek temel gıda ürünleri ile doğalgaz, su ve elektrik gibi hizmetleri ücretsiz sağlanmalıdır.
Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu olarak; AKP iktidarının gönüllü ve zoraki yöntemlerle virüsle mücadele edemeyeceğini belirtiyoruz ve acilen güçlü bir sosyal devlet için kamucu politikalar hayata geçirilmesini istiyoruz.
DİSK/Genel-İş Sendikası, koronavirüs salgını ile birlikte, Türkiye’nin gündemine oturan 65 yaş üstü nüfusun durumunu irdeleyen bir rapor yayınladı.
AKP iktidarının salgın önlemleri çerçevesinde evde kalmaya zorladığı 65 yaş üstü nüfusun yüzde 17’si yoksulluk sınırı altında, yüzde 3 ise çalışmak zorunda, çalışanların yüzde 92’si kayıt dışı durumda.
DİSK/Genel-İş, raporunun giriş bölümü şöyle: “Son aylarda dünya genelinde pandemi olarak ilan edilen korona virüsüne karşı hem dünya geneli hem de Türkiye’de salgınla mücadele kapsamında birçok önlem alındı. Türkiye’de alınan önlemlerden birisi de riskli grup olarak adlandırılan 65 yaş ve üstü kişiler için sokağa çıkma yasağı oldu. Ancak bu nüfusun uzun yıllardır yaşadıkları sorunlar bulunmaktadır. Bu raporda, 65 yaş ve üzeri nüfusun genel durumu ve sorunları incelenmiştir.”
Öne çıkan başlıklar şöyledir:
Türkiye’de 65 yaş ve üstü nüfus artıyor
Türkiye’de 65 yaş ve üstü nüfus oranı yıldan yıla artmaktadır. 65 ve daha yukarı yaştaki nüfus, 2014 yılında 6 milyon 192 bin 962 kişi iken son beş yılda %21,9 artarak 2019 yılında 7 milyon 550 bin 727 kişi oldu. Bu nüfusun, toplam nüfus içindeki oranı ise 2014 yılında %8,0 iken, 2019 yılında %9,0’a yükseldi (1). Yaş grubuna göre dağılımı ise; yüzde 62,8’i 65-74 yaş arası, yüzde 28,2’si 75-84 yaş arası, yüzde 9,1’de 85 yaş ve üstüdür.
Türkiye’de 65 yaş ve üstü yurttaşların yaşam beklenti düzeyi birçok ülkeden düşüktür
Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 10’unu oluşturan bu kesimin yaşam yılı beklentisi Covid-19’la mücadele eden diğer ülkelere göre daha düşüktür. 65 yaş üstü yoksulluğun düşük olduğu ve 65 yaş üstüne yönelik uygulanan sosyal politikaların yaygın olduğu ülkelerde yaşam yıl beklentisi ülkemize göre daha yüksektir. 65 yaşından sonra yaşam yıl beklentilerine baktığımızda, Türkiye’de kadınların 65 yaşından sonra yaşam yıl beklentisi 19 iken İngiltere’de ve Almanya’da 21, İtalya’da 22, İspanya ve Fransa’da 23 yıldan fazladır. Erkekler için ise Türkiye’de 16, Amerika, İngiltere ve Almanya’da 18’den fazla, İtalya, İspanya ve Fransa’da ise 19 yıldan fazladır.
Türkiye’de 5 yaşlıdan 1'i tek başına yaşıyor
Toplam yaşlı sayısının 7,5 milyon olduğu dikkate alındığında Türkiye’deki yaşlıların yüzde 18,2’si evde tek başına yaşamaktadır. 65 yaş ve üzeri bu kesimin ihtiyaç ve gereksinimlerinin nasıl karşılanacağı belirlenmeden sokağa çıkma yasağı kararı alınarak büyük bir mağduriyet durumu yaratılmıştır.
Türkiye’de 65 yaş üstü nüfusun yoksulluk oranı yüzde 17
Türkiye’de 65 yaş üstü nüfusun yaşam beklentisinin Covid-19 ile mücadele eden ülkelere göre daha düşük olmasının en önemli nedeni yoksulluktur. Türkiye’de 65 yaş üstü nüfusun yoksulluk oranı (2) yüzde 17’dir. Covid-19’un en çok etkilediği ülkelerin başında olan İtalya’da yoksulluk oranı yüzde 9,7, Fransa’da yüzde 3,6, İspanya’da ise yüzde 10,2’dir. Türkiye’ye en yakın oran İngiltere’de yüzde 15,3, en fazla yaşlı yoksulluğu oranı ise yüzde 23 ile ABD’ye aittir.
Türkiye’de 65 yaş ve üstü çalışan kişi sayısı artıyor
Yoksulluk oranının diğer ülkelere göre yüksek olduğu ülkemizde, 65 yaş üstü nüfusun önemli bir kısmı geçinebilmek için çalışmak zorunda kalmaktadır. Bu nedenle 65 yaş üstü nüfus içerisinde çalışanların oranı yıldan yıla artmaktadır. 2014 yılında toplam 65 yaş ve üstü nüfus içerisinde çalışanların oranı yüzde 11,2 iken, 2019 yılında bu oran yüzde 11,6’ya yükselmiştir. İşsizlik oranı ise 2014’de yüzde 2,1 iken 2019 yılında yüzde 3’e yükselmiştir.
65 yaş üstü çalışanların yüzde 16,6’sı ücretlidir
Toplam 65 yaş üstü nüfusun yüzde 16,6’sı ücretli, maaşlı veya yevmiyeli çalışırken yüzde 56,9’u kendi hesabına, yüzde 20,2’si ücretsiz aile işçisi, yüzde 5,9’u da işverendir
65 yaş üstü çalışanların yüzde 92’si kayıt dışı çalıştırılıyor
65 yaş ve üstü çalışanların kayıt dışı çalıştırılma oranı da çok fazladır. 65 yaş üstü çalışanlarda kayıt dışı istihdamı 787 bin kişi ile yüzde 92’dir. 65 yaş üstü çalışanların sadece 64 bin kişi yani yüzde 8’i kayıtlıdır. Kadınların yüzde 3,5’i (8 bin kişi) kayıtlı iken yüzde 96,4’ü (218 bin kişi) kayıt dışı, erkeklerin ise yüzde 9’u (56 bin kişi) kayıtlı iken yüzde 91’i (569 bin kişi) kayıt dışıdır.
Rapor, TÜİK ve OECD verilerinden yararlanılarak hazırlanmıştır. Bu rapordaki veriler 2019 yılına aittir. 2020 yılı Ocak ayına ilişkin veriler henüz yayınlanmamıştır.
(1) 2019 yılı için Türkiye nüfusu; 83 milyon 154 bin 997. 0-14 yaş; 19 milyon 212 bin 345, 15-64 yaş; 56 milyon 391 bin 925, 65+ nüfus; 7 milyon 550 bin 727.
(2) Yoksulluk oranı, geliri yoksulluk sınırının altına düşen (belirli bir yaş grubunda) kişi sayısının oranıdır.