koronavirüs

https://yenidunya.org/sites/default/files/2007/aile-hekimlerine-ekipman-dagitimi-durduruldu.jpg
Aile hekimlerine ücretsiz olarak verilen kişisel koruyucu ekipman dağıtımı durduruldu. Sözcü'den Erdoğan Süzer'in haberine göre; Hekimlere “İhtiyacınız olan malzemeleri kendi cebinizden karşılayın” diye yazı gönderildiği de ortaya çıktı. Gerekçe olarak salgında normal döneme girildiği ifade edilirken, aile hekimlerinden koronavirüs tanısı konulan ve evlerinde karantinaya alınan hastalara her gün ev ziyaretleri yapmaları talimatı da verildi. Aile Hekimleri Federasyonu Başkanı Özlem Sezen pandemi sürecinin devam ettiğini, her gün binlerce hastaya koronavirüs tanısı koyduklarını belirterek “Doktorların hakkı ödenmez deyip maskeyi bile ödememek anlaşılır gibi değil. Bu düzelmeli” dedi.  
tek adam iktidarı ithalatı önceledi gıda krizi kapıda
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı Orhan Sarıbal, koronavirüs salgını nedeniyle bir gıda krizinin kapıda olduğunu söyleyerek bu krizin önüne geçilebilmesi için yapılması gerekenleri sıraladı. CHP Genel Başkan Yardımcısı Orhan Sarıbal, koronavirüs nedeniyle gıda krizi yaşanmaması için yapılması gerekenleri şöyle sıraladı: "Tarımda sanayiyi, üretimi, istihdamı teşvik etmek gerekir. Gıda dağıtımı yeterli ve dengeli sağlanmalı, ihracata dönük olunmalı. Ekolojik, kültürel, tarihsel birikimler önceleyerek halka ait bir strateji ortaya konmalıdır. Çiftçi, örgütlenmelidir." CHP Genel Merkezi'nde basın toplantısı düzenleyen Sarıbal, öncelikle halktan ve üreticiden yana bir tarım politikasının ortaya konulması gerektiğini söyledi. Bir Tarım ve Gıda Kurulu kurulması gerektiğini ifade eden Sarıbal "Bu kurul hükümeti yönlendirmeli. Acil durumlarda eylem planı gerçekleştirecek şekilde sürdürülebilir olmalı" dedi. İktidar ithalatı önceledi Türkiye'nin ciddi bir ekonomik kriz yaşadığını ifade eden Sarıbal, bu krizden çıkmanın yolunun ise tarımda atılım yapmak olduğunu belirterek şöyle konuştu: "Kırsal kalkınma, insanların beslenmesi ve sanayi sektörünün bir atılıma gitmesi gerekiyor. Ekolojik tarım gibi üretim biçimlerini hayata geçiren, çiftçiyi yeterli destekleyen bir mekanizma hayata geçirmek lazım. Türkiye ciddi bir ekonomik kriz içerisinde. Bu ekonomik krizden çıkmanın en önemli yolu da tarıma dair bir atılım yapmaktan geçmektedir. Tarımda sanayiyi, üretimi, istihdamı teşvik etmek gerekir. Küçücük ülkeler, Türkiye’nin toplam ihracatı kadar ihracat yaparken o ülkelerin üç katı tarım alanı olan bu ülke, Avrupa Birliği içerisinde tarım arazisi varlığı en büyük olan Türkiye ne yazık ki bu atılımı gerçekleştirebilme iradesinde değildir. Tek adam iktidarı ithalatı öncelemiştir." Gıda konusunda tarladan sofralara kadar demokratik bir kültürün oluşturulmasını gerektiğini söyleyen Sarıbal şu ifadeleri kullandı: "Üretim olmalı, gıda dağıtımı yeterli ve dengeli sağlanmalı, ihracata dönük olunmalı, doğal varlıkların korunması gerekir, tüm aktörlerin içerisinde olduğu bir tarım politikası yaratılmalı. Halkın, gıda güvenliği ve egemenliği sağlanmalıdır. Tarladan, çatala kadar her alan demokratik kültürün sağlanması gerekmektedir. Ekolojik, kültürel, tarihsel birikimler önceleyerek halka ait bir strateji ortaya konmalıdır. Çiftçi, örgütlenmelidir. Bu örgütlenme sürecinde kamu yer almalı. Devlet fiyatları çiftçisinin insanca yaşamını sağlayacak bir geliri sağlanmalı niteliğinde olacak bir yapılanmayı ortaya koymalıdır." Kaynak: Cumhuriyet  
salgında emekçiler zarar patronlar kar etti
Patronlar bir koydu iki aldı 2019 sonunda 131,5 milyar lira olan İşsizlik Sigortası Fonu’ndaki tutar, 9 Temmuz itibarıyla 114,6 milyar liraya geriledi. Fona yılın ilk altı ayında 5,3 milyar lira prim ödeyen işveren, bu sürede teşvik ve destekler ile işbaşı eğitim programları için fondan 11,2 milyar TL aldı. BirGün’den Nurcan Gökdemir’in haberine göre, istihdam sorunu Covid-19 salgını nedeniyle tarihi rekorlar kırarken, İşsizlik Sigortası Fonu’ndan istihdamı artıracağı iddiasıyla işverene yapılan ödemeler de artıyor. İşverenler yılın ilk altı ayında 5,3 milyar lira prim desteği verdiği fondan; teşvik, destek ve işbaşı eğitim programları için 11,2 milyar lira aldı. İşsizlik Sigortası Fonu’nun 2020’nin ilk altı ayına ilişkin istatistikleri açıklandı. İşsizliğin zirveye çıktığı bu dönemde işverenlere yapılan teşvik ve destekler de arttı. 2017’de 2,5 milyar TL, 2018’de 10,7 milyar TL, 2019’da 16 milyar TL tutarında olan teşvik ve destekler, bu yılın yalnızca ilk altı ayında 9,3 milyar TL’ye ulaştı. İŞKUR’un istihdam yaratmak amacıyla hayata geçirdiği işbaşı eğitim programları için 6 aylık sürede işverenlere verdiği tutar 1,4 milyar TL oldu. İşverene 2018’de bu programlar için 1,8 milyar, 2019’da 3 milyar TL aktarılmıştı. 2020’nin ilk altı ayında teşvik ve destek ödemeleri, işbaşı eğitim programları için fondan 11,2 milyar TL alan sermayenin fona sağladığı prim desteği ise 5,3 milyar TL’de kaldı. Gider gelirin altı katı Fonun aylık gelir gider farkı da haziran ayında rekor kırdı. Salgının etkisiyle sigortalı işçi sayısının daha da azaldığı haziran ayında, giderler gelirin altı katına ulaştı. 944 milyonluk işçi ve işveren primi, 314 milyonluk devlet katkısı, 1 milyar TL’lik faiz geliri ve 85 milyonluk diğer gelirlerle İşsizlik Sigortası Fonu’nun haziran ayı geliri 2,3 milyar TL oldu. Mart ayında 1,6 milyar TL olan işçi ve işveren primi Haziran ayında 944 milyon liraya geriledi. İşçi ve işveren priminin üçte biri oranındaki devlet katkısı da 555 milyon liradan 314 milyon liraya düştü. Ancak giderler Haziran ayında 12,1 milyar TL’ye çıktı. Fondan 8,1 milyar TL kısa çalışma ödeneği, 1,2 milyar TL işsizlik, 1,2 milyar TL nakdi ücret desteği ödemesi yapıldı. Fonda büyük gerileme 2018 yılında 127,6 milyar TL, 2019’da 131,5 milyar TL olan fondaki menkul kıymet ve nakit fon varlığı, Haziran ayı sonunda 117,6 milyon liraya düştü. Haziran ayına ilişkin kısa çalışma, işsizlik ödeneği ve nakdi ücret desteği ödemelerinin nakit çıkışları Temmuz ayında olduğu için bu ödemelerin de yansımasıyla 9 Temmuz itibarıyla fon varlığı 114,6 milyar TL oldu. Devletin, fonu “ucuz borçlanma” aracı olarak kullanma alışkanlığı krizde de değişmedi. Fon portföyünün yüzde 14,5’i mevduat, yüzde 85,4’ü ise tahvilden oluştu.    
salgının yarattığı açlık can alıyor
Günde 12 bin kişi açlıktan ölebilir İngiltere merkezli yardım kuruluşu Oxfam, korona virüsünün 'yan etkileri' konusunda karamsar bir rapor hazırladı. Oxfam'a göre, virüsün küresel çapta yol açtığı ekonomik sorunlar nedeniyle açlıktan ölen insanların sayısı Covid-19'dan ölenleri geçebilir. İngiltere merkezli yardım kuruluşu Oxfam, korona virüsüyle bağlantılı açlık nedeniyle bu yılın sonlarında günde 12 bin kişinin açlıktan ölebileceği uyarısında bulundu. Kurumun raporunda, Covid-19’la bağlantılı olarak artan küresel açlık nedeniyle ölenlerin sayısının, hastalıktan ölenleri geçebileceği belirtildi. Raporda salgın nedeniyle milyonlarca kişinin daha açlığa maruz kaldığı, kapatılan sınırların, sokağa çıkma yasaklarının ve seyahat kısıtlamalarının zaten zor durumda olan ülkelerde tedarik zincirlerini sekteye uğratıp gelirleri düşürdüğüne dikkat çekildi. Afganistan’da şimdiden 1 milyon kişi etkilendi Rapora göre salgın nedeniyle Afganistan’da şimdiden bir milyon kişi daha açlık sınırına itildi; ülkede açlık sınırında yaşayanların sayısı geçtiğimiz eylül ayından mayıs ayına dek 2.5 milyondan 3.5 milyona yükseldi. Nüfusun üçte ikisinin gıdaya erişiminin sınırlı olduğu Yemen’deki insani krizin de iyice derinleştiği belirtildi. Kurum, Afganistan ve Yemen’in yanı sıra Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Venezuela, Sahel, Etiyopya, Sudan, Güney Sudan, Suriye ve Haiti’yi giderek büyüyen bir açlık sorunuyla karşı karşıya kalacak ülkeler olarak sıraladı. ‘En yoksul insanların durumu daha da kötüleşti’ Kurumun Direktörü Danny Sriskandarajah, “Covid-19’un zincirleme etkileri, virüsün kendisinden daha yaygın. Dünyanın en yoksul insanlarının milyonlarcası, açlık ve yoksulluğa daha da fazla itiliyor. Hükümetlerin bu öldürücü hastalığın yayılmasını engellemesi hayati önemde aynı zamanda, belki de daha fazla insanın açlıktan ölmesini engellemek zorundalar” dedi. ‘Brezilya ve Hindistan için de endişeliyiz’ Oxfam raporunda, Güney Sudan ve Suriye gibi zaten açlıkla ilgili toplumsal sorunları bulunan ülkelerde durumun kötüleştiği, bununla birlikte, Hindistan ve Brezilya gibi orta gelirli ülkeler için de endişelerin başgösterdiği belirtildi. Raporda, kitlesel işsizliğin tüm ülkeleri etkilediğine, en çok etkilenenlerin ise kayıtsız işçiler olduğuna dikkat çekildi. Kaynak: Gazeteduvar  
salgın çalışma yaşamını nasıl etkiledi
Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Merkezi’nin (DİSK-AR) DİSK üyesi işçilere yönelik, “Covid-19 İşçileri Nasıl Etkiledi?” başlıklı alan araştırmasının sonuçları, 8 Temmuz 2020 Çarşamba günü İstanbul Tabip Odası’ndaki basın toplantısıyla paylaşıldı. DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, DİSK Genel Sekreteri Adnan Serdaroğlu, DİSK Yönetim Kurulu üyesi Seyit Aslan ve sendikalarımızın yöneticilerinin de katıldığı basın toplantısında Covid-19 döneminde işçilerin gelirlerinin azaldığı, borçlarının ve kaygılarının arttığı vurgulandı. DİSK Genel Sekreteri Adnan Serdaroğlu basın toplantısının açılışında yaptığı açıklamada, Covid-19’un etkileri sürerken işçilerin haklarına yönelik saldırıların sürdüğünü, önümüzdeki dönem gerek pandemiye gerekse bu saldırılara karşı önümüzde yoğun bir mücadele dönemi olduğunun altını çizdi. DİSK-AR’ın "Salgının çalışma yaşamına etkileri: Covid-19 işçileri nasıl etkiledi?” başlıklı araştırmasının özetini DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu sundu ve işçilerin salgın süresince gelirlerinin azaldığına, borçlarının ve kaygılarının arttığına dair verileri paylaştı. Çerkezoğlu konuşmasının sonunda hükümeti salgının etkilerine karşı hem sağlığı hem de diğer toplumsal tahribatlara karşı önlem almaya çağırdı. Tarihin en büyük istihdam kaybı ve işsizlik dalgası Covid-19 salgınının çalışma yaşamına etkilerine dair DİSK-AR’ın yaptığı saha araştırmasının sonuçlarını açıklandığı basın toplantısında DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu’nun yaptığı konuşma: Değerli basın emekçileri, Covid-19 salgını hem dünyada hem de ülkemizde halkın yaşamını derinden etkiliyor. Salgın işçilerin yaşamını, sağlığını, işini ve gelirini de tehdit ediyor, milyonlarca işçinin işini ve gelirini kaybetmesine yol açmaya devam ediyor. Türkiye tarihinin en büyük istihdam kaybı ve işsizlik dalgası ile karşı karşıyayız. Salgın nedeniyle istihdam ve iş kaybı 13 milyon düzeyine ulaştı. Geniş tanımlı işsizlik ve istihdam kaybı oranı yüzde 39’a ulaştı. Salgın büyük bir istihdam depremine yol açtı, yüzlerce işyeri kapandı. Salgın yalnızca işsizliği değil aynı zamanda gelir eşitsizliğini, toplumsal adaletsizliği ve yoksulluğu daha da artırdı ve artırmaya devam ediyor. DİSK, Türkiye’de ilk vakanın ortaya çıktığını günden bu yana salgının toplumsal ve ekonomik boyutuna ısrarla dikkat çekti. DİSK olarak, salgının hem halk sağlığı hem de insan yaşamı açısından yaratacağı vahim sonuçlara karşı hükümeti uyardık. Uyarmakla kalmadık, halkın sağlığını, işini ve gelirini korumaya yönelik çözüm önerileri de sunduk. Bilindiği gibi Sağlık Bakanlığı bütün taleplere rağmen salgının epidemiyolojisine, toplumsal boyutuna ilişkin verileri açıklamıyor. Oysa salgınla mücadelenin en önemli boyutu bilimsel verilere dayalı analizledir. Vakaların yaş, cinsiyet ve mesleki dağılımına dair veriler son derece büyük önem taşıyor. Biz ise salgınla mücadelede sadece politika önermekle kalmadık aynı zamanda salgının işçilere dönük etkileri konusunda bilimsel veri üretmeye çalıştık. Salgının işçiler üzerindeki etkisini ölçmek amacıyla bir dizi araştırma faaliyeti yürüttük. Nisan ayında Covid-19’un üyelerimiz üzerindeki etkisini ölçmek amacıyla DİSK üyesi sendikaların örgütlü olduğu işyerlerinden örgütümüz aracılığıyla veri topladık. Bu yönde hazırladığımız üç ayrı raporu kamuoyuna sunduk. Salgının üyelerimize etkisini ölçmek amacıyla Haziran ayında yeni bir araştırma yaptık. DİSK Araştırma Merkezi ile üye sendikalarımızın araştırma daireleri ve bağımsız araştırmacıların bir araya gelmesiyle oluşturulan DİSK Covid-19 Araştırma Grubu salgının üyelerimiz üzerindeki etkilerini ölçmek amacıyla bir alan araştırması yaptı. Covid-19 salgınının yaratmış olduğu etkiyi üyelerimizin gözünden görmeyi amaçlayan bu araştırma ilk kez DİSK bünyesinde bütün üyelerimize dönük bir araştırmayla gerçekleştirildi. DİSK-AR’ın hazırladığı “Covid-19 İşçileri Nasıl Etkiledi” başlıklı rapor Covid-19’un işçiler üzerindeki etkisini ortaya koymaktadır. Araştırma DİSK üyelerinin diğer işçiler gibi Covid-19’dan ciddi bir biçimde etkilendiğini göstermektedir. Araştırma DİSK üyelerinin yasadığı gelir kaybını ve karşılaştıkları ekonomik zorlukları ortaya koymaktadır. Araştırma Covid-19 döneminde yaşanan ücret kayıplarına rağmen İŞKUR ve diğer yardımların işçilerin gelir kaybını telafi etmediğini ortaya koymuştur. Öte yandan DİSK üyesi işçiler işleri ve geleceği ile ilgili kaygılı olduklarını beyan etmişlerdir. Rapor sendika çatısı altından olmanın sağlamış olduğu korumayı göstermesi açısından da dikkat çekmektedir. Sendikalılık Covid-19’un yarattığı tahribatını sınırlamıştır. Altını çizmek istediğim bir diğer husus ise örgütsüz ve kayıtsız işyerlerinin durumudur. Sendikalı işyerlerinde karşılaştığımız kayıplar ve zorluklar düşünüldüğünde Covid-19’un sendikasız ve kayıtsız işyerlerinde çalışan emekçiler üzerinde çok daha büyük tahribat yarattığını söylemek mümkündür. Araştırmanın ayrıntılı bulguları ve kapsamlı rapor önümüzdeki günlerde yayımlanacaktır. Bugün sizlerle araştırmanın ön bulgularını paylaşmak istiyoruz. Detayları basılı ve elektronik ortamda ulaşabileceğiniz raporda bulabilirsiniz. Rapordan başlıklar: Salgın işçilerin çalışma biçimlerinde ciddi değişikliklere neden oldu, Üyelerimizin ciddi ücret ve gelir kayıpları yaşadı, DİSK üyesi işçilerin yüzde 75’i ekonomik zorlukla karşılaştı, borçlar arttı, DİSK üyesi işçilerin yüzde 41’inin çalışma süresi azaldı, Kadın işçiler Covid-19 salgınından daha yoğun etkilendi, DİSK üyesi işçilerin yüzde 27’si İŞKUR’dan ödenek aldı, DİSK üyesi işçilerin yüzde 92’si İŞKUR dışında bir yardım almadı, DİSK üyesi işçilerin yüzde 63’ü gelir akışı kesilirse 1 aydan daha az süre geçinebiliyor, Covid-19 döneminde işçilerin yüzde 40’ı ucuz besinlere yöneldi, İşçilerin yüzde 29,4’ü kendilerinin veya arkadaşlarının Covid-19’a yakalandığını belirtti, Covid-19 vakası nedeniyle işyerlerinin yüzde 15’inde üretim durdu, İşçilerin yüzde 53’ü salgına karşı alınan önlemleri yeterli bulmuyor, İşçilerin yüzde 82’sini Covid-19 nedeniyle işini ve kendini tehlikede hissediyor, İşçilerin yüzde 53’ü salgının yayılma hızının artacağınnı düşünüyor, İşçilerin yüzde 84’ü Covid-19’u kişisel ekonomik durumu için büyük tehlike olarak görüyor, Sonuç olarak; saha verilerinde elde ettiğimiz bulgular daha önceki öngörülerimizi doğrular niteliktedir; “Covid-19 işçilerin sağlığı, geliri ve işini ciddi biçimde tehdit etmektedir. Alınan sağlık ve sosyo-ekonomik önlemlerin yetersizliği görülmektedir. Salgına karşı akıl ve bilimle mücadele edilmeli ve işçilerin ve çalışanların yaşadığı kayıpları giderecek sosyal ve ekonomik önlemler acilen alınmalıdır.” Raporun tamamına erişim için linke tıklayın: http://disk.org.tr/wp-content/uploads/2020/07/DISK-COVID-19-Alan-Arast%C4%B1rmas%C4%B1-Rapor-8-7-2020.pdf  
maske cezaları hukuksuz mu
Cezalar 15 gün içinde iptal edilebilir Koronavirüs salgını sürecinde takılması zorunlu olan maskenin takılmaması halinde uygulanan cezalara ilişkin avukat Remzi Kazmaz'tan çarpıcı bir yorum geldi. Kazmaz, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’na göre yurttaşlara uygulanacak idari yaptırımlarla ilgili olarak karar verici mercinin mülki amir olduğunu belirterek, polisin, jandarmanın kestiği koronavirüs cezaları geçersiz olabileceğini, 15 gün içinde iptal edilebileceğini dile getirdi. Devam eden koronavirüs sürecinde ağır para cezalarına maruz kalan vatandaşlara bir sevindirici haber de Av. Remzi Kazmaz’dan geldi. Av. Kazmaz’a göre; polisin, jandarmanın kestiği koronavirüs cezaları geçersiz; 15 gün içinde iptal edilebilir. Av. Kazmaz, kolluk kuvvetlerinin kestiği cezaların neden geçersiz olduğu ve nasıl iptal edilebileceği konusunda şu bilgileri verdi: Genelge ile kişisel hak ve hürriyetler yasaklanamaz “5326 sayılı Kabahatler Kanunu’na göre karar verme yetkisini kullanacak organlar tahdidi olarak sayılmıştır. Salgın döneminde İçişleri Bakanlığı genelge ile kişisel hak ve hürriyetleri yasaklayamayacağı gibi, bu yönde düzenleme de yapamayacaktır. Buna rağmen yasa ile düzenlenen ve dayanağını Anayasa’dan alan kabahat niteliğindeki fiiller ile ilgili idari yaptırımları ancak kanunda tahdidi olarak sayılan organlar alabilecektir. Mülki amir onaylamadan vatandaşa ceza tebliğ edilemez Bu kapsamda, yurttaşlara uygulanacak idari yaptırımlarla ilgili olarak karar verici mercii mülki amirdir. Mülki amir olarak illerde vali, ilçelerde ise kaymakam devleti temsil eden en yüksek kamu görevlileri olarak görev yapmaktadır. Polis veya diğer kolluk kuvvetleri yurttaşlara ceza yazıp mülki amirin onayını almadan ilgilisine tebliğ edemez. Polisin görevi yapılan ihlal ile ilgili olarak tutanak tutarak tespitlerini mülki amire iletmektir. Ancak ve ancak, mülki amirin, polisin tuttuğu tutanağa istinaden para cezası veya diğer idari yaptırımlar hususunda onay vermesi halinde ilgilisine ceza tebliğ edilebilecektir. Emsal karar Adana’dan Adana 5. Sulh Ceza Mahkemesi’nin kararı çok çarpıcı ve salgın döneminde kesilen ve mülki amirce onaylamadan tebliğ edilen tüm cezalar bakımından emsal oluşturabilecek bir karardır. Umumi Hıfzısıhha Kanunu doğrultusunda polis tarafından idari para cezası uygulanan bir yurttaş “Sulh Ceza Mahkemesi”nde itiraz ederek para cezasının iptalini talep etmiştir. İptal talebi üzerine yargılamayı yapan Sulh Ceza Mahkemesi kararında özetle; “Bu kanunun ihlali durumunda idari yaptırım kararının ancak mülki amir tarafından verilebileceği, polis tarafından sadece ihlale ilişkin ‘ihlal tespit tutanağı’ tutulabileceği, itiraz konusu yaptırım kararının ise kolluk tarafından verildiğinin anlaşıldığı, bu nedenle yaptırım kararının hukuka aykırı olduğu” yönünde karar vermiştir. Adana’daki olay, kolluk kuvvetlerinin kestiği maske cezaları için de emsal teşkil eder. Dolayısıyla polisin, jandarmanın kestiği maske cezaları da geçersizdir. 15 gün içinde mahkemeye başvurun Cezaların polis veya diğer kolluk kuvvetleri tarafından kesilerek ilgilisine tebliği halinde; idari para cezası kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç 15 gün içinde, Sulh Ceza Hakimliği’ne başvurularak idari para cezasının iptalinin talep edilmesi gerekmektedir. Anayasaya aykırı şekilde vatandaşlara idari para cezası verilmesinin; suçta ve cezada kanunilik ilkesine aykırılık teşkil edeceğinden “idari para cezasına itiraz doğrultusunda iptaline” imkân verecektir.” Kaynak: Cumhuriyet  
salgın sonrası işsizlik dalgası
Koronavirüsün ikinci dalgası 80 milyon kişiyi işsiz bırakabilir Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), koronavirüsün ikinci dalgasının işsizlik oranını yüzde 12'ye çıkarabileceğini bildirdi. Merkezi Paris'te bulunan 37 üyeli OECD salı günü açıkladığı son raporunda daha şimdiden koronavirüs krizinin istihdam piyasasını 2008 finansal krizinden 10 kat daha kötü vurduğunu aktardı. Kurum, 37 üyesindeki toplam işsizlik oranının Nisan'da 10 yılın zirvesine çıkarak yüzde 8,5 olduğunu, Mayıs ayında ise bu oranının 8,4'e indiğini duyurdu. 2020 yılının sonunda bu oranının yüzde 10'a varması bekleniyor. 2019 yılında işsizlik oranı yüzde 5,3 olmuştu. İkinci dalga ile bu oranının yüzde 12'ye kadar çıkabileceği tahmin ediliyor. En çok gençler ve kadınlar etkilendi Business Insider haber sitesi, OECD'ye üye ülkelerin nüfusunun yaklaşık 666 milyon olduğunu, bunun da işsiz kalacakların sayısının 80 milyonu bulması anlamına geldiğini vurguladı. Raporda aynı zamanda istihdam piyasasının 2021'den daha önce toparlanmasının beklenmediği belirtildi. Raporda işsizlikten en olumsuz etkilenenlerin gençler ve kadınlar olduğu ifade edildi. Büyük Buhran'dan beri görülen bu en büyük istihdam krizinin eşitsizlikleri ve yoksulluğu artırmasının beklendiği, bu krizin sosyal bir krize dönüşmemesi için ülkelerin bir an önce güçlü sosyoekonomik politikalar geliştirmesi gerektiği aktarıldı.  
salgın yoksulları vurdu
250 milyon insan açlık sınırında Birleşmiş Milletler Aşırı Yoksullukla Mücadele ve İnsan Hakları Özel Raportörü Schutter, Kovid-19 salgınının, dünya genelinde 250 milyon kişiyi açlık sınırına ittiğini belirtti. Birleşmiş Milletler (BM) Aşırı Yoksullukla Mücadele ve İnsan Hakları Özel Raportörü Olivier De Schutter, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınının, dünya genelinde 250 milyon kişiyi açlık sınırına ittiği, 2030'a kadar yoksulluğun sona erdirilmesi planının da zora girdiği uyarısında bulundu. Schutter, kendisinden önce görevde bulunan Özel Raportör Philip Alston'un küresel yoksulluğa ilişkin hazırladığı raporu, BM İnsan Hakları Konseyi'ne sundu. Yoksullukla etkili şekilde başa çıkabilmek için büyümenin tek başına yeterli olmayacağına işaret eden Schutter, yoksulluğa karşı mücadelede, servetin çok daha güçlü şekilde yeniden dağıtılması gerektiği görüşünü dile getirdi. 'En zenginler istifade etti' Schutter, Kovid-19 salgınının 250 milyondan fazla insanı açlığın eşiğine ittiği, salgının 176 milyon kişiyi daha aşırı yoksulluğa iteceği, kadınlar, göçmen işçiler ve mülteciler de dahil olmak üzere düşük gelirlilerin 'uzun süre ihmal edilmesine' neden olacağı uyarısında bulundu. Uluslararası toplumun yoksullukla mücadelede 'sicilinin bozuk' olduğunu belirten Schutter, "Küresel ekonomi, Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana ikiye katlandı ancak dünyanın yarısı günde 5.50 doların altında gelirle yaşıyor. Çünkü öncelikle büyümenin getirdiği faydalardan büyük ölçüde en zenginler istifade etti" ifadelerini kullandı.  
Kovid-19 için ilk iş kazası davası açıldı
İstanbul’da bulunan özel bir hastanede ameliyat ettiği hastadan koronavirüs bulaşan ve geçen ay yaşamını yitiren Genel Cerrahi Uzmanı Doktor Salih Cenap Çevli’nin ailesi, Covid-19’un iş kazası kapsamına alınması için harekete geçti. Sosyal medya hesabı üzerinden, “Hala koruyucu giysimiz yok. Alkolden ellerimiz hışır oldu. Bulaşma korkusuyla yemek yiyemez olduk. Evde çocuklarımıza sarılmaya korkuyoruz. Bizi kim koruyacak” sözleri ile isyan eden Doktor Çevli’nin hastanede kaptığı Covid-19 nedeniyle yaşamını yitirmesi büyük üzüntü yaratmıştı. Doktor Çevli’nin vefatının ardından, geriye eşi ve birisi engelli olan üç çocuğu kaldı. İş kazası kapsamına alınması ilk dava Ailenin avukatlığını üstlenen Sosyal Güvenlik Hukuku Uzmanı Dr. Sami Narter, İstanbul Bakırköy Adliyesi İş Mahkemesi’ne, Dr. Çevli’nin COVİD 19 virüsü nedeniyle yaşamını yitirmesinin iş kazası olduğunun tespiti ve manevi tazminat davası açtı. Aileler sosyal sigorta yardımlarından yararlanamıyor Narter’in verdiği bilgiye göre, Doktor Çevli’nin yaşamını yitirmesinin ardından, SGK tarafından yayınlanan genelge nedeniyle, hastalığı ve ölümü ile ilgili olarak işvereni tarafından iş kazası veya meslek hastalığı bildirimi yapılmadı. Doktor Çevli ve onun gibi Koronavirüs nedeniyle yaşamını yitiren çalışanların aileleri her hangi bir sosyal sigorta yardımından yararlanamıyorlar. Diğer çalışanlar için de emsal teşkil edecek Konuya ilişkin ANKA’nın sorularını yanıtlayan Avukat Narter, Doktor Çevli’nin ölümünün iş kazası ve iş hastalıkları kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini vurgularken, davanın kazanılması durumunda diğer çalışanlar ve ailelerinin haklarının verilmesi açısından emsal teşkil edeceğini bildirdi. Sami Narter dava gerekçesini ise şu sözlerle özetledi: “Bizim mevzuatımıza göre iş kazası; İşyerinde veya işin yürütümü nedeniyle meydana gelen, ölüme sebebiyet veren veya vücut bütünlüğünü ruhen ya da bedenen engelli hâle getiren olaydır. Yayınlanan genelgelerde burada bahsi geçen “olay” kavramı yanlış yorumlanarak aniden ortaya çıkan ve gözle görülebilir bir olay olması halinde kaza sayılabileceği iddia edilmektedir. Bu yorum hatalıdır. Örneğin, işyerindeki bir gaz sızıntısı kişiyi birkaç saat içerisinde zehirleyebilir. Bu zehirlenme ne çarpma, vurma, düşme türü aniden meydana gelen bir olaydır ne de gözle görülebilir bir olaydır. Fakat bu olay bir iş kazasıdır. Bizim açtığımız davada da doktorun ölümü bize göre iş kazasıdır. Orada da gözle görülemeyen ve çarpma, vurma, düşme türü aniden meydana gelmese de kişiye bulaşan bir virüs mevcuttur. Bu ve benzeri sağlık çalışanları açısından Covid-19 hastalığı iş kazasıdır. İş kazası olduğunu ispatlayacağız Biz açtığımız davada olayın iş kazası olduğunu ispatlayacağız. Böylece eş ve çocuklar iş kazası ve meslek hastalığı sigortası yardımlarından da faydalanacaktır. Kazanılacak tazminatlar kaybımızı geri getirmeyecektir fakat bir nebze de olsa çocuklarının ele güne muhtaç olmaması ve eğitimlerini sürdürebilmeleri bakımından rahatlatıcı olacaktır. Yaşananlar tam bir hukuk faciası SGK’nın Covid nedeniyle vefat eden sağlık çalışanlarının ölümünü iş kazası saymamasının hukuk faciası olduğunu vurgulayan Narter, sadece sağlık çalışanlarının değil Doktor Çevli ve ailesi gibi benzer durumdan mağdur olan bütün çalışanların ailelerinin de yargı yoluna başvurarak haklarını alabilecekleri uyarısında da bulundu. Narter, “Koronavirüs nedeniyle mağduriyet yaşayan çalışanlar ve aileleri bir kenara oturmasın, en yakın avukata gidip dava açmalarında fayda var. Bu dava ilk olsa da, son olmayacaktır. En fazla 2-3 yıl içinde sonuç alacaklardır” dedi. Şehitlik haklarını dava yoluyla kazanacağız Doktor Çevli’nin vefatının iş kazası kapsamında olduğuna ilişkin mahkemeye sağlam deliller sunduklarının altını çizen Avukat Narter, sağlık çalışanlarının ellerinde silah olmadan savaşa gider gibi Koronavirüs’le savaştıklarını belirterek, şehit sayılmaları için de dava açarak mücadele edeceklerini kaydetti. Narter, “Bu kadar özveriyle en ön cephede savaşan sağlık çalışanlarının bu virüs nedeniyle ölmeleri halinde kesinlikle şehit sayılmaları gerekir. İdari bir karar alınmaz ise bu konuda da yargı yoluna başvuracağız. Virüsle mücadele ederken vefat eden sağlık çalışanlarının şehit sayılması için bir an önce düzenleme yapılmalıdır. Ancak yapılmasa da bir takım hukuki yollarla dava açılarak, çalışırken Covid-19 nedeniyle vefat eden sağlık çalışanları için de şehitlik hakkı tanına bilir ” dedi. Kaynak: Meslek Hastalığı  
salgın sağlık çalışanlarının psikolojisini nasıl etkiledi
Koronavirüs salgınının başlamasıyla birlikte sağlık çalışanları çok yoğun bir tempo ile çalışmak zorunda kaldı. Bazıları aylarca eve gidemedi, sevdiklerinden uzak kaldı; bazıları da artan hasta sayısıyla başa çıkabilmek için çok az uyuyarak, tüm zamanını hastalara adadı. Peki, bu süreç onların psikolojilerini nasıl etkiledi? Normalleşmeyle birlikte çok sayıda insanın önlemlere dikkat etmemesi ve vaka sayısının artması, salgın nedeniyle neredeyse gece gündüz çalışmak zorunda kalan sağlık çalışanlarında ne gibi hislere yol açıyor? Bu soruları sağlık çalışanlarına psikolojik destek veren kişilere sorduk. Türkiye'de bu amaçla kurulan birden fazla telefon hattı oldu. Bunlardan bazıları şöyle: Travma İyileştirme Grubu'nun telefon hattı Sağlık Emekçileri Sendikası'nın (SES) Toplumsal Dayanışma için Psikologlar Derneği (TODAP) ile birlikte kurduğu hat Türkiye Psikiyatri Derneği'nin hattı İstanbul Psikodrama Enstitüsü'nün kurduğu hat Sağlık Bakanlığı hattı Bu hatlar üzerinden bugüne kadar yüzlerce sağlık emekçisine destek verildi. Türkiye Psikiyatri Derneği'nden Necip Çapraz, diğer ülkelerde yaşananları gözlemledikten sonra salgının Türkiye'de başlamasıyla birlikte sağlık sisteminin iş yüküyle karşı karşıya kalacağını tahmin ettiklerini ve bu yüzden bu hattı kurmaya karar verdiklerini anlatıyor: "Biz de onların ruh sağlığını korumak için bir şey yapmalıyız diye düşündük. Bir tür yurt dışındaki hotline sistemi gibi bir hat kurduk. Acil durum hattı, krize müdahaleyi hedefleyen bir hat olmasını istedik." 7/24 ulaşılabilen hatta 200 gönüllü psikiyatri uzmanının görev yaptığını aktaran Çapraz, salgının psikolojik boyutu hakkında şunları söylüyor: "Bu hastalık salgını, büyük bir afet gibi düşünmek lazım bunu. Deprem gibi, çığ gibi. Afet dediğiniz şey aslında yaşamı aniden ve derinden etkileyen, bütün olanakları bir anda yetersiz kılan ani bir durumla karşı karşıya olma hali. Bu durumda da sağlık çalışanları çok ciddi bir yükle ve bir afetle karşı karşıya kaldılar. Her zaman kaybettiklerinden daha fazla hasta kaybetmeye başladılar bu süreçte. Bu da ciddi bir stres getiriyor." Uyku sorunları, gerginlik, öfke Çapraz, bu stresin kendisini uyku sorunları, gerginlik ve öfke olarak gösterebildiğini söylüyor. SARS-Cov-2 yeni bir virüs olduğu için doktorların, özellikle de salgının başında, virüse dair yeterli bilgisi yoktu. Çapraz, bu yüzden hastalarını kaybeden doktorlarda yetersizlik duygusunun da ortaya çıkabildiğini söylüyor. Buna ek olarak bir de hastalanma riskiyle karşı karşıyalar: "Raporlara göre 3 bin 500'ün üzerinde sağlık çalışanı hastalandı bu süreçte. Bir kısmı da maalesef kaybedildi. Dolayısıyla bu kadar yoğun bir stresle çalışıyorlarken buna bağlı bir takım ruhsal yakınmaları oluyor." Derneğin hattını bugüne kadar 500'den fazla sağlık çalışanı aradı. Çapraz, hattın bir acil durum hattı olması nedeniyle tek seferlik görüşme yapıldığını, bir kişinin daha uzun terapiye ihtiyaç duyması durumunda yaşadığı yere yakın uzmanlara veya hastanelere yönlendirdiklerini söylüyor ve ekliyor: "Başvuranların çok büyük kısmının, yüzde 80'inden fazlasının tek aramayla sorunlarını çözdüklerini gördük." Bir diğer danışma hattını kuran Travma İyileştirme Grubu ise 20 yıldır Türkiye'de yaşanan travmatik olaylar sonra bu tür hizmetler veriyor. 'Travmalar ülkesi' EMDR (Göz Hareketleri ile Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme) Derneği altında faaliyet gösteren bu gruptan Şenel Karaman, Türkiye'yi bir "travmalar ülkesi" olarak tanımlıyor. Grupları 1999'daki Marmara Depremi'nde faaliyet göstermeye başladıktan sonra pek çok deprem ve afette psikolojik destek sunmuş. Salgınla birlikte yalnızca sağlık çalışanlarına değil, koronavirüse yakalananlar ve koronavirüsten hayatını kaybedenlerin yakınlarına da destek verdiklerini anlatan Karaman, 600 kişiye beşer seans hizmet verdiklerini söylüyor. Arayanların yüzde 48'i sağlık çalışanı. Bu da 294 sağlık çalışanına hizmet verdikleri anlamına geliyor. Karaman, aslında daha fazla sağlık çalışanının destek almak istediğini fakat yoğun tempolarından ötürü vakit ayıramadıklarını anlatıyor: "Belki şimdi biraz daha sakinleşti, vaka sayısı azaldı, belki bundan sonra o çalışmayı ertelemiş olanlar yararlanabilirler. Biz yardım almalarını kesinlikle öneriyoruz. Travma eğer proses olmamışsa, varlığını yıllar boyunca sürdürülüyor. Travmatik deneyimden etkilenmiş insanlar eğer bedenleri de buna tepki veriyor, alkol ve uyuşturucu madde kullanımı artıyor. Uykusuzluk, odaklanma sorunları ortaya çıkabiliyor. Bizim arkadaşlarımızın araştırması var, Marmara Depremi 20 yıl önce oldu, hâlâ ışığı söndürmeden uyuyamayan, yatamayan insanlar var. 20 yıl hâlâ onun etkisi devam ediyor." Sağlık çalışanlarının bu süreçte uykusuzluk, kaygı ve üzüntü gibi belirtilerin yanı sıra eski travmaların tetiklenmesiyle de karşı karşıya kalabileceğini belirten Karaman, "İnsanların en önemli özelliği, herhangi bir travmatik olay yaşadığımızda beynimiz bunu nötr olay, sıradan olay haline getirebiliyor, böyle bir yeteneği var beynimizin. Ancak bazı durumlarda bu gerçekleşmiyor ve kilitli kalıyor orada" diyor ve ekliyor: "EMDR tekniği o kilidi açmaya yarıyor. Biz insanın otomatik yaptığı bir işlemi hızlandırıyoruz veya devreye girmesini sağlıyoruz." Karaman, Türkiye'nin travmalar ülkesi olması nedeniyle çok sayıda travma çalışan uzman olduğunu söylüyor ve psikolojik yardıma ihtiyaç duyan insanları kendi hatlarından veya diğer hatlardan yardım aramaya davet ediyor. Karaman, bazen insanların ihtiyacı olması durumunda yardım aramadığını, böyle durumlarda da bu kişinin yakınlarının onu ikna etmesi gerektiğini söylüyor. İstanbul Psikodrama Enstitüsü'nden Deniz Altınay ise 100 kişilik bir ekiple bugüne kadar 140 sağlık çalışanına yardım ettiklerini söylüyor. En sık gördükleri şikayetler arasında tükenmişlik hali, anksiyete, depresyon, uyku sorunları, ilişkilere yansıyan problemler, çaresizlik ve yalnızlık duyguları, ölüm korkusu, yakınlarını kaybetme korkusu, yaşamın anlamını sorgulama ve öfke problemleri olduğunu anlatıyor. Önlemlere dikkat edilmemesinin etkisi Peki normalleşmeyle birlikte çok sayıda insanın önlemlere dikkat etmemesi ve vaka sayısının artması, salgın nedeniyle gece gündüz çalışmak zorunda kalan sağlık çalışanlarında nasıl hislere yol açıyor? Bu soruyu yönelttiğimiz Şenel Karaman, sağlık çalışanlarının bir yandan kuyuyla iğne kazarken diğer yandan basit önlemlerin alınmadığını gördüğünde hayal kırıklığı, öfke ve kızgınlık gibi duygulara kapılabileceklerini söylüyor ve ekliyor: "Aynı zamanda yetersizlik, çaresizlik duygularını da getirebilir yanında. 'Biz ne yaparsak yapalım, ne kadar çalışırsak çalışalım vaka sayısı yine artacak, hastalık yine çoğalacak' gibi daha olumsuz duygulara neden olabilir." Deniz Altınay da bazı sağlık çalışanlarının toplumun duyarsız kesimlerine karşı öfkeli olduğunu gözlediklerini fakat bunların oranının büyük olmadığını söylüyor. SES yönetiminden Aylin Akçay ise TODAP ve SES'in çağrı merkezine başvuranların şikayetleri arasında kaygı, tükenme, kendi hayatı üstündeki kontrolü yitirme hissi, öfke, çaresizlik ve yalnızlık hislerinin olduğunu söylüyor. Sağlık Bakanlığı'na eleştiriler Fakat Akçay, burada bazı problemlerin salgının kendisinden değil, Sağlık Bakanlığı'nın yanlış politikalarından oluştuğunu söylüyor: Sağlık Bakanlığı, sağlık emekçilerini buna hazırlamakta yetersiz kaldı. Kurumlarda ne önlemler alınacağı, neler yapılacağına dair birlikte karar aldığımız bir süreç işletilmedi. Bu belirsizlik ve bilinmeme hali, kaygıyı, endişeyi çok artırdı sağlık emekçileri arasında." Sürecin en başında hem bu sorunlarla hem de ekipman sıkıntısı nedeniyle sağlık çalışanlarının sisteme dair güvenini yitirdiğini söyleyen Akçay, bu belirsizlik ve kaygı hali nedeniyle emeklilik ve istifa yasaklanmış olsa da işe gitmeyi bırakan sağlık çalışanları olduğunu anlatıyor ve ekliyor: "Bizim sahada çalışanlardan anketlerle aldığımız bilgiler, Covid alanında çalışacak kişilere verilen kişilerin eğitimlerinin son derece kısıtlı olduğunu gösteriyor. Sağlık emekçilerinin sürekli kontrolden geçirilmesi gerekir. Bu hem kendilerinin hem etraflarının korunması açısından. Ama bu yapılmadı. Sağlık emekçileri kendilerinin taşıyıcı olup olmadığı konusunda sürekli bir şüphe taşıdı. Bu da iş dışındaki insan ilişkilerini zorlaştırdı. Bu devam ediyor. Halen rutin bir test yok sağlık emekçileri için ama sağlık hizmeti açıldı, poliklinikler açıldı. Bir yandan bu süreci yaşarken çalışma alanlarımızda baskıyla da karşılaştık. Güvenliğimiz için yapılması gereken bir şeyi idarelerden talep ederken, uğraş verirken bile baskıyla karşılaştık. Ekipman isteyen arkadaşlarımıza soruşturmalar açıldı, güvenlik önlemi alın diyen arkadaşlarımız yok sayıldı, baskı gördü, yerleri değiştirildi." Akçay sağlık çalışanları için başlattıkları bu çalışmayı işe gitmek zorunda kalan, işsiz kalan, zorla izne ayrılan, ekonomik sorun yaşayanlar ve şiddet gören kadınlara genişlettiklerini de ekliyor. Sağlık Bakanlığı'na eleştiri getiren tek kişi Akçay değil. Necip Çapraz pandeminin başlangıcında nöbet listelerinin çok hızlı değişmesinin stres ve sıkıntıyı artırdığını söylüyor. Çapraz, bazı sağlık çalışanlarının söz verilen ek ödemeleri alamadığını, hâlâ hastanelerde şiddete maruz kaldıklarını, çalışma koşullarının daha konforlu hâle getirilebileceğini de ekliyor. Deniz Altınay ise devletin yavaş işlediğini ve geciktiğini, kendileri gibi destek faaliyetleri yürüten örgütlerle organik ilişkiye geçmesi gerektiğini fakat kendileriyle yeteri kadar organik ilişki kurmadıklarını söylüyor. Hem bu eleştirilere yanıtlarını öğrenmek hem de kendi psikolojik destek hatlarındaki tespitlerini aktarmak için Sağlık Bakanlığı'yla iletişime geçtik. Ancak bakanlık BBC Türkçe'nin sorularına yanıt vermedi. Talepler BBC Türkçe'ye konuşan uzmanların önümüzdeki süreçte sağlık çalışanlarının psikolojilerinin korunması için getirdikleri önerilerden bazıları ise şöyle: Sağlık çalışanlarının çalışma koşullarının iyileştirilmesi, Çalışan sayısının artırılarak iş yükünün azaltılması, Ek ödemelerin herkese yapılması, Böylesi yoğun bir dönemden sonra yeterli izin imkanının sağlanması, Çalışanların psikolojik durumlarının kurum tarafından takip edilerek gerekli desteğin sağlanması, Sağlık çalışanlarının karar alma süreçlerine daha fazla dahil edilmesi, taleplerinin dinlenmesi. Kaynak: BBC Türkçe  

Sayfalar