İstanbul Eczacı Odası: “30 eczacı ve 40 çalışanın Covid-19 testi pozitif çıktı. Eczanelerde yaklaşık yüzde 30 küçülme söz konusu oldu”
Koronavirüs etkisiyle ayakta hasta sayısının azalmasına bağlı ilaç sektöründeki daralma hakkında konuşan İstanbul Eczacı Odası Başkanı Cenap Sarıalioğlu, "İstanbul'da 30 eczacı ve 40 çalışanın Covid-19 testi pozitif çıktı. Türkiye'de 5 eczacı Covid-19'dan öldü" dedi.
Tüm dünyayı etkisi altına alan yeni tip Koronavirüs salgını her sektörde olduğu gibi ilaç sektörünü de etkiledi. Birçok hastane pandemi hastanesi olarak ilan edilince ayakta hasta sayısında ciddi azalma yaşandı. Ayakta hasta sayısının azalması ile ilaç sektöründe de daralama yaşandı. Azalan ilaç piyasasına yönelik konuşan İstanbul Eczacı Odası Başkanı Cenap Sarıalioğlu, ilaç sektöründe yüzde 30 daralma olduğunu söyledi.
Eczaneler yüzde 30 küçüldü
Sarıalioğlu, "Mart ayı başından itibaren koronavirüs ile mücadele ediyoruz. Özellikle hastanelerin büyük bir kısmının pandemi hastanesine dönüştürülmesinden dolayı poliklinik hizmetleri yapılamaz hale geldi. Aile Sağlık Merkezleri'nde de poliklinik hizmetleri azaldı. Buna bağlı olarak eczanelerimizde ekonomik kayıplar söz konusu oldu. Bugün bizdeki verilere göre Mart ayından Nisan'a geçişte yüzde 15'lik bir düşüş, Nisan'dan Mayıs'a geçişte ikinci bir yüzde 15'lik küçülme söz konusu oldu. Yani eczane cirolarımızda yaklaşık yüzde 30 gibi bir küçülme söz konusu oldu" açıklamasını yaptı.
Eczanelerin giderlerinin aynı seviyede devam ettiğini açıklayan Sarıalioğlu, "Standart ödemelerimizle ilgili bildiğim kadarıyla öteleme yapıldı. Ama iptal edilen ya da ödenmemesi gereken hiçbir ödememiz olmadı. Ödemelerimizin hepsi aynı şekilde devam ediyor. Sağlık Bakanlığı'ndan ilaç fiyat kararnamesinde güncelleme talebimiz var. Bunu bizim kararnamede 4'ncü 5'nci kademe dediğimiz ilaçlar eczacıların neredeyse kar etmeden satış yaptığı ilaçlar oluyor. Bunlarla ilgili karlılıklarının düzeltilmesi eczacılar için şuan en ivedi sorundur. Hiç para kazanmadan bu ilaçları alıp satıyoruz" dedi.
Salgında 5 eczacı yaşamını yitirdi
İstanbul'da son 10 yılda bine yakın eczanenin açıldığı 200'e yakın eczanenin kapandığı bilgisini veren Sarıalioğlu, "Bize müracaat eden 30 civarı meslektaşımız ve 40'a yakın çalışanımızda Covid-19 tanısı pozitif çıktı. Maalesef Türkiye'de 5 meslektaşımız bu süreçte hayatını kaybetti. Bir de eczane çalışanımız kaybettik. İlk olarak Beyoğlu'nda bir eczanede hem eczacımızda hem de çalışanında pozitif çıktı. İkisi de vefat ettiler. Şu an o eczane kapalı durumda. Varisleri henüz bir karar vermedi.
Bir eczacıya koronavirüs pozitif teşhisi konulduğunda 15 gün eczanesini kapatması gerekiyor. Bu anlamda İstanbul'da 10'a yakın eczanemizde 15 gün faaliyetlerine ara verme işlemi uygulandı. Şimdi hepsi açık durumda. Son 10 yılda İstanbul'da yaklaşık bin civarı eczane açıldı. Kapanan eczane sayımızda 200 civarındadır" ifadelerini kullandı.
İlk zamanlar insanların daha yoğun geldiğini şuan bilinçlendikçe yoğunluğun azaldığını söyleyen Eczacı Esra Erzan, "Virüs ilk nüksettiği zamanlarda çok fazla bir yoğunluk vardı. Hastalarımız bilgi sahibi olmadığı için kalabalık bir şekilde geliyorlardı. Şu an neredeyse yarı yarıya eczanelerimizde azalma var. Hem daha bilinçliler hem daha ihtiyaçları doğrultusunda bir şeyleri almaya geliyorlar. İlk baştaki gibi bilinçsiz değiller. Eczaneler zaten şeritler çekti. Daha az sayıda, sosyal mesafeyi koruyarak giriyorlar" dedi.
İlk bulaşı noktası eczaneler
Eczacılarda bulaş riskinin yüksek olduğunu söyleyen İstanbul Eczacı Odası Genel Sekreteri Eczacı Pınar Özcan, "Eczacılar olarak bizim hem maddi anlamda hem de manevi anlamda çok büyük sıkıntılarımız oldu. Hastanın ilk ulaştığı nokta biziz. Vatandaşlarımız rahatsızlık hissettiği andan bize başvuru yaparak bizlerin yönlendirmesini bekliyor. Bu anlamda bulaş riskimiz çok fazla oldu. Ayakta tedavi edilen hastaların dönüşte de tedavilerini devam ettiği noktalarız. Artık kendimizi korumaktan ziyade ailelerimiz ve yakınlarımızı korumak bizim için ciddi bir stres kaynağı oldu. Eczanelerin maddi geliri açısından yaklaşık yüzde 30 civarında bir düşüş söz konusu oldu" ifadelerini kullandı.
koronavirüs
Uluslararası Çalışma Örgütü’ne (ILO) göre, Covid-19 küresel salgını başladığından beri, altı gençten biri işini kaybetti, işi devam edenlerin çalışma süreleri de %23 azaldı.
“ILO Gözlem: Covid-19 ve Çalışma Yaşamı 4’ncü Baskı”ya göre, küresel salgın gençleri orantısız biçimde etkiliyor; Şubat’tan bu yana genç işsizliğindeki hızlı artış, genç kadınları genç erkeklerden daha çok etkiliyor. Küresel salgın, gençlere üçlü darbe indiriyor. Yalnız işlerini yok etmekle kalmıyor, aynı zamanda öğrenim ve eğitimlerini aksatıyor, işgücü piyasasına girmeye veya bir işten diğerine geçmeye çalışanların önüne büyük engeller dikiyor.
2019 yılında %13,6 olan genç işsizliği, diğer gruplardan zaten yüksekti. Dünyada “Ne Eğitimde ne İstihdamda ne de Yetiştirmede” (NEİY) kategorisinde olan 267 milyon genç vardı. İstihdam edilen 15-24 yaş grubundaki insanlar çoğunlukla düşük ücretli işler, kayıtdışı sektörde çalışma veya göçmen işçilik gibi, onları kırılgan yapan çalışma biçimlerinde bulunuyordu.
“Covid-19 ekonomik krizi, başta genç kadınlar olmak üzere tüm gençleri diğer gruplardan daha fazla ve daha hızlı vuruyor. Durumu düzeltmek için derhal önemli önlemler almazsak, virüsün açtığı yaralar uzun yıllar devam edecek. Gençlerin yetenek ve enerjileri, fırsat veya beceri yokluğu nedeniyle bastırılırsa, hepimizin geleceği zarar görecek ve Covid-19 sonrasında daha iyi bir ekonomi inşa etmek çok daha zor olacak” diyor ILO Genel Direktörü Guy Ryder.
Gözlem Raporu, gençlerin desteklenmesi için acil, geniş kapsamlı ve hedefli politika önlemleri için çağrı yapıyor. Önlemler arasında, gelişmekte olan ülkelerde geniş tabanlı istihdam/eğitim garantili programlar, düşük ve orta gelirli ülkelerde ise istihdam yoğun programlar ve garantiler yer alıyor.
Test ve takip işe yarıyor
Gözlem Raporu’nun 4ncü baskısı, işe dönüş için güvenli ortam yaratmaya yönelik önlemleri de inceliyor. Covid-19 enfeksiyonları için titiz test ve takip, “işgücü piyasasında daha az aksama, kısıtlama ve genel tecrit önlemlerinde göre çok daha az sosyal aksama” yaratıyor.
Test ve takibin güçlü olduğu ülkelerde, çalışma saatlerinde ortalama düşüş, neredeyse %50 oranında daha az. Bunun üç nedeni var: Test ve takip, sıkı kısıtlama önlemlerine duyulan ihtiyacı azaltıyor; halkın güvenini artırıyor ve dolayısıyla tüketimi teşvik ediyor, istihdamı destekliyor ve işyerinde faaliyetlerin aksamasını asgariye indiriyor.
Bunlara ek olarak, test ve takip, geçici de olsa, yeni işler yaratabiliyor; bu işler gençleri ve diğer öncelikli grupları hedefleyebilir.
Monitör, veri gizliliği yönetiminin önemini de vurguluyor. Maliyet elbette bir faktör, ancak test ve takibin fayda/maliyet oranı “oldukça yüksek düzeyde”.
“İstihdam bakımından zengin olan ve aynı zamanda eşitliği ve sürdürülebilirliği destekleyen bir düze çıkışın gerçekleştirilmesi, insanların ve işletmelerin bir an önce ve güvenli koşullarda işe başlaması anlamına geliyor” diyor Ryder. “Korkuyu yenmek, riski azaltmak, ekonomilerimiz ve toplumlarımızı hızlı biçimde yeniden işler hale getirmek istiyorsak, test ve takip, politika paketinin önemli bir parçası olabilir.”
Çalışma süreleri azaldı
Monitör ayrıca, 2019’un son çeyreğine göre, 2020’nin ilk ve ikinci çeyreğinde çalışma süresinde azalışa ilişkin tahmini de güncelliyor. 2020’nin ilk çeyreğinde çalışma süresi kaybı %4,8 olarak tahmin ediliyor (haftada 48 saatlik çalışma süresi varsayımıyla, 135 milyon tam süreli işe eşdeğer). Bu rakam, Monitör’ün 3ncü Baskısı’ndan bu yana, yaklaşık 7 milyon iş düzeyinde yukarı doğru düzeltmeyi temsil ediyor. İkinci çeyrekte kaybedilen işlere ait tahmini rakam olan 305 milyon değişmedi.
Bölgesel olarak, ikinci çeyrekte çalışma süresinde en büyük kayıplar Amerika kıtaları (%13,1), Avrupa ve Orta Asya’da (%12,9) oldu.
Gözlem Raporu, ILO’nun dört sütunlu stratejisine dayalı olarak, işçiler ve işletmeleri destekleyecek acil önlemler alınması çağrısını yineliyor: Ekonomi ve istihdamın canlandırılması; işletmeler, işler ve gelirlerin desteklenmesi; işyerinde işçilerin korunması ve çözüm için sosyal diyalogun kullanılması.
ABD'de geçen hafta 2.1 milyon kişi işsizlik maaşı başvurusunda bulundu
ABD'de ilk defa işsizlik maaşı başvurusunda bulunanların sayısı, 23 Mayıs ile biten haftada 2 milyon 123 bin olurken, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınının etkisiyle son 10 haftada toplam 40 milyon 746 bine ulaştı.
ABD Çalışma Bakanlığı, haftalık işsizlik maaşı başvurularına ilişkin verileri açıkladı. Buna göre, ülkede ilk defa işsizlik maaşı talebinde bulunanların sayısı, 23 Mayıs ile biten haftada önceki haftaya kıyasla 323 bin kişi azalarak 2 milyon 123 bin oldu.
Önceki haftalara göre düşüş gösteren veriye ilişkin piyasa beklentisi, 2 milyon 100 bin olması yönündeydi.
İşsizlik maaşı başvurularının sayısına ilişkin önceki haftanın verisi ise 2 milyon 438 binden 2 milyon 446 bine revize edildi.
Böylece ABD'de ilk defa işsizlik maaşı başvurusunda bulunanların sayısı, Kovid-19 salgınının iş gücü piyasasını etkilemesiyle son 10 haftada toplam 40 milyon 746 bin olarak hesaplandı.
Geçen hafta itibarıyla 4 haftalık ortalama işsizlik maaşı başvuruları da bir önceki haftaya göre 436 bin kişi azalarak 2 milyon 608 bine geriledi.
Bu arada, süregelen işsizlik başvuruları, 16 Mayıs ile biten haftada bir önceki haftaya göre 3 milyon 860 bin kişi azalarak 21 milyon 52 bine düştü.
Kaynak: Sputniknews
Veriler gösterdi: Aralıklı sokağa çıkma yasağı öncesi toplum daha hareketsizdi
Koronavirüs salgını nedeniyle Nisan ayında ilki uygulanan aralıklı sokağa çıkma yasağının toplumsal hareketliliği engellemede ne kadar başarılı olduğu Google ve Apple verileri gösterdi. Ankara Üniversitesi’nden Prof. Dr. Fatih Tank ve Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Alpay Azap, verileri yorumladı.
Türkiye’de koronavirüs salgınının görülmesinin ardından ilki 11 Nisan’da uygulanan ve sadece hafta sonları ile tatil günlerini kapsayan aralıklı sokağa çıkma yasaklarının toplumun hareketliliğini ne ölçüde etkilediğine dair veriler dikkat çekiyor. Google’ın paylaştığı hareketlilik raporlarına göre aralıklı sokağa çıkma yasağı öncesi ve sonrasında yaşanan toplam hareketlilik, bu yasaklardan önceki hareketliliğin üzerinde. Yasak öncesi ve sonrasında özellikle market ve eczanelerdeki hareketlilik büyük ölçüde tırmanıyor.
Ankara Üniversitesi öğretim görevlilerinden, pandemi modelleri üzerine araştırmalar yapan Prof. Dr. Fatih Tank, kişisel sosyal medya hesabından Google’ın verilerini paylaşarak yorumda bulundu. Prof. Tank’ın paylaştığı 25 Şubat 2020 ile 16 Mayıs 2020 arasını kapsayan verilerde gruplandırılmış bazı hareketlilik verileri yer alıyor. Bu verilere göre ilki 10 Nisan’da uygulanan aralıklı sokağa çıkma yasakları sonrasında, yasaklar öncesinden daha büyük bir hareketlilik söz konusu olmuş.
Hemen bütün alanlarda yasak öncesi aşamaya göre ciddi bir yükseliş görülürken özellikle market ve eczanelerdeki hareketliliğin tırmanış yaşadığı göze çarpıyor. Bu verileri yorumlayan Prof. Tank, “Marketlerdeki hareketlilik her kısıtlama öncesi ve sonrasında çok yükseliyor. Sokağa çıkma kısıtlaması yokken bile bu kadar hareketlilik göze çarpmıyor” dedi.
Tank’ın yorumunu kişisel hesabından alıntılayarak paylaşan Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi Alpay Azap da, benzer bir yorum yaparak, “Ankara Üniversitesi'nde pandemi modelleri üzerine çalıştığımız istatistik profesörü Fatih Tank'ın hazırladığı grafik ilginç. Aralıklı sokağa çıkma yasağı sonrası serbest günlerde Mart başından bile daha hareketli oluyoruz. Mart sonu Nisan başında daha az hareketliymişiz” ifadelerini kullandı.
Tank’ın bir diğer paylaşımı ise Apple’ın İstanbul’daki araç ve yaya trafiğine dair verileri içeriyor. Apple’ın verilerinde de Mart ayında salgın ile birlikte büyük bir düşüş yaşayan araç ve yaya hareketliliği, aralıklı sokağa çıkma yasaklarının ardından ciddi bir yükselişe geçiyor. Ortalama veriler de aralıklı yasaklar öncesine göre daha yüksek.
İstanbul yaya hareketliliği:
İstanbul araç hareketliliği:
Prof. Tank’ın Apple verilerine dair yorumu ise, “Hem yaya olarak, hem araçla her sokağa çıkma kısıtlamasında bir öncekine göre daha fazla hareket gözleniyor” oldu.
Kaynak: BirGün
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi, Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) bir klinik araştırmasının hidroksiklorokin kolunu yan etkileri dikkate alarak durdurması dolayısıyla bir açıklama yaparak, Türkiye’de hidroksiklorokin kullanan binlerce hastaya ilişkin verilerin ne durumda olduğunu sordu.
TTB Merkez Konseyi'nden yapılan açıklamada, bu gelişmenin tüm Covid-19 olgularına hidroksiklorokin uygulanan Türkiye’de gerek hekimler gerekse vatandaşlar tarafından tedirginlikle karşılandığı belirtilerek, “Covid-19 pandemisini "başarılı" bir şekilde yönettiklerini her fırsatta ifade eden ve Covid-19 hastalarına ilişkin hastalık verilerinin paylaşılmasına izin vermeyen Sağlık Bakanlığı yetkililerinden ülkemizdeki Covid-19 olgularının yaş dağılımına, tedavi başarı oranlarına ve görülen yan etkilere vb. ilişkin bilgileri ivedilikle paylaşmalarını bekliyoruz” ifadelerine yer verildi.
Açıklama şöyle:
Dünya Sağlık Örgütü Bir Klinik Araştırmasının Hidroksiklorokin Kolunu Yan Etkileri Dikkate Alarak Durdurdu!
Türkiye’nin Hidroksiklorokin Kullanan Binlerce Hastaya İlişkin Verileri Ne Durumda?
Klorokin sıtma tedavisinde, profilaksisinde ve otoimmün bazı hastalıkların tedavisinde uzun yıllardır kullanılmakta olan bir ilaçtır. Klorokinin metaboliti olan hidroksiklorokin, daha potent olması ve daha az yan etkisi olması nedeniyle klorokinden daha sık kullanılmaktadır. Covid-19'un tedavisine yönelik olarak yapılan çalışmalarda klorokinin/hidroksiklorokinin SARS-CoV-2'yi etkisizleştirdiği (antiviral etki) ve bağışıklık sistemini de virüs ile daha iyi mücadele eder hale getirdiği (immünodülatör etki) gözlenmiştir. Bu ön bulgulardan sonra hidroksiklorokin, bazı ülkelerde Covid-19 tedavisinde kullanılmaya başlanmıştır. Bu kullanımlar sırasındaki gözlemler ve elde edilen veriler de hızlı bir şekilde yayımlanmıştır. Tedavinin etkisini göstermeye yönelik olarak yapılmış olan bu çalışmalar gerek olgu sayıları gerekse yöntemsel açıdan oldukça sınırlı olup bazılarının yayından geri çekilmesi bile gündeme gelmiştir.
Ülkemizde, Sağlık Bakanlığı’nın 14 Nisan 2020 tarihli Covid-19 Rehberi’nde olası/kesin Covid-19 hastalığı tanısı ile hastaneye yatırılan veya ayaktan takip edilen tüm olguların tedavisinde hidroksiklorokin önerilmektedir. Tedavi dozu ve süresi olarak ise; ilk gün 2x400 mg yüklemeyi takiben diğer günler 2x200 mg idame dozu ile devam edilmesi ve toplam 5 gün (toplam 12 tablet) verilmesi önerilmektedir. Bununla birlikte ayaktan tedavi edilen veya komplike olmayan vakalarda ise yükleme yapılmadan 5 gün boyunca 2x200 mg (toplam 10 tablet) verilebileceği belirtilmektedir. Ayrıca hidroksiklorokin tedavisi altında progresyon izlenen hastalarda tedavi süresinin 10 güne uzatılabileceği belirtilmiştir. Bu şema çerçevesinde izlenen olgularda tedavi başarı oranlarına, yan etkilere vb ilişkin herhangi bir veri veya bilgi henüz sağlık çalışanlarıyla veya kamuoyu ile paylaşılmamıştır. Türk Tabipleri Birliği tarafından da gündeme getirildiği gibi Sağlık Bakanlığı'nın veri/bilgi paylaşımı konusunda şeffaf olmaması, Dünya Sağlık Örgütü'nün hidroksiklorokin kullanımına ilişkin bir çalışmanın askıya alınması kararı ile daha da önem kazanmıştır.
DSÖ Genel Direktörü, iki ay önce, dört ilaç ve ilaç kombinasyonunun Covid-19'a karşı etkinliğini değerlendirmek için başlattıkları "Solidarity (Dayanışma)" Çalışması kapsamında 35 ülkeden 400'den fazla hastaneden veri akışının sağlanmasının planlandığını aktarmıştır. Ancak şimdiye kadar elde edilen verilere göre Lancet isimli tıp dergisinde yayımlanan bir makalede hidroksiklorokinin tek başına veya diğer ilaç (makrolid/azitromisin) ile birlikte kullanıldığında, daha yüksek bir yan etki ve ölüm oranı gözlendiğinin bildirilmesi üzerine Solidarity Çalışması'ndaki hidroksiklorokin kolunun "güvenlik endişeleri" nedeniyle geçici olarak askıya alındığını, ilacın potansiyel zarar ve yararlarının yeniden değerlendirileceğini kaydetmiştir. Yani hidroksiklorokinin, bu çalışma için, şimdilik, bir tedavi seçeneği olarak yer almayacağını açıklamıştır.
Hidroksiklorokin kalp ritminde bozulmalara (QT aralığının uzaması, ventriküler taşikardi) neden olabilmektedir. Bu yan etki özellikle ileri yaşta, kalp hastalığı olanlarda, bu tür yan etkiye yol açabilecek diğer ilaçları alanlarda, kanda elektrolit bozukluğu olanlarda daha sık görülebilmektedir. Bu nedenle, özellikle hastanede yatan hastalarda, kalp ritm bozukluğu riskini belirlemek için ilacı vermeden önce değerlendirmeler yapılmaktadır. Ayrıca bu ilaçları evdeki karantina sürecinde kombine kullanacak hastaların da kalp ritmi yönünden uyarılması gerektiği, hatta evde kombine kullanıma izin verilmemesinin daha doğru olduğu hatırlatılmaktadır.
Hidroksiklorokinin klinik kullanımına, mevcut çalışma verilerine ve yan etkilerine ilişkin geniş bilgi TTB'nin “Covid-19 Pandemisi İki Aylık Değerlendirme Raporu”nda yer almaktadır.
Bilindiği gibi dünyada Covid-19 tedavisi konusunda henüz standart öneriler bulunmamaktadır. Ülkelerde farklı uygulamalar olabilmektedir. Tüm Covid-19 olgularına değil de sadece kötüye gidiş olduğunda hidroksiklorokin veren, hafif seyir sırasında tedavi vermeyen ülkeler de vardır. Türkiye'de tüm olgulara hidroksiklorokin olabildiğince erken dönemde başlanarak verilmektedir.
Hekimler, sağlık çalışanları, hatta tüm dünya Covid-19 tedavisinde standart bir yaklaşım olmasını beklemektedir. Bu nedenle de olgu sayısında ve çalışmaların yöntemlerinde sıkıntılar olmasına rağmen paylaşılan her bilgi, makale ilgi uyandırmaktadır. Hidroksiklorokinin yan etkilerine ilişkin giderek yaygınlaşan bilgiler, tüm Covid-19 olgularına hidroksiklorokin uygulanan ülkemizde gerek hekimler gerekse toplumdaki bireyler açısından tedirginliğe yol açmaktadır.
Covid-19 pandemisini "başarılı" bir şekilde yönettiklerini her fırsatta ifade eden ve Covid-19 hastalarına ilişkin hastalık verilerinin paylaşılmasına izin vermeyen Sağlık Bakanlığı yetkililerinden ülkemizdeki Covid-19 olgularının yaş dağılımına, tedavi başarı oranlarına ve görülen yan etkilere vb. ilişkin bilgileri ivedilikle paylaşmalarını bekliyoruz.
TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, Covid-19 salgınıyla beraber Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından yapılacağı ilan edilen ve yapımına başlanan Atatürk Havalimanı Pandemi Hastanesi ile ilgili İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu.
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, Atatürk Havalimanı’nın (özellikle iki pistinin) kullanılamaz hale getirilerek kamu malına zarar verme, kamunun zarara uğratılmasına sebep olarak ve bunun yanı sıra bu zarar sonucunda oluşacak olanaklardan üçüncü kişilerin yararlanmasını temin eden ilgililer hakkında suç duyurusunda bulundu.
Covid-19 pandemisine ilişkin alınan önlemler kapsamında biri Sancaktepe’de diğeri Yeşilköy’de bulunan Atatürk Havalimanı’na kurulacağı açıklanan ve hızla inşasına başlanan hastane inşaatı süreci, kamuoyu ve ilgili çevreler tarafından tepki toplamıştı. İhalesiz olarak inşaat işlerinin Rönesans firmasına verilmesi ve mevcut havaalanı içerisinde bulunan binaları hastaneye dönüştürme imkanı varken iki pistin yok edilerek kullanılamaz hale gelmesine TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi sessiz kalmadı ve konuyu yargıya taşıdı.
Kamu malı zarar gördü
Pistlerin kullanılmaz duruma getirilerek kamu malına zarar verme, kamunun zarara uğratılmasına sebep olarak ve bunun yanı sıra bu zarar sonucunda oluşacak olanaklardan üçüncü kişilerin yararlanmasını temin eden ilgililer hakkında bulunulan suç duyurusunda şu ifadelere yer verildi:
“Uzun yıllar sadece İstanbul’a değil tüm Türkiye’ye hizmet eden Atatürk Havalimanı ‘Covid-19’ nedeni ile yaşanması muhtemel gereksinim nedeni ile “hastane binaları yapılmak” gerekçesi ile tahrip edilerek kullanılamaz hale getirilmiştir.”
“Atatürk Havalimanı’nın “hastane inşası” gerekçesi ile kullanılamaz hale getirilen iki adet pistinin hemen yakınında, karayolunun karşısında söz konusu inşaatın taban oturumu alanından daha da büyük bir “park alanı” bulunması ve bu alanın geçici hastane için uygun olmasına karşın, Atatürk Havalimanı’nın kuzey-güney istikametindeki 17/35 olarak tabir edilen iki adet pistinin tahrip edilerek anılan inşaatın yapılması suç işlenmesi niteliğindedir.”
Suç duyurusunda, inşaatın hem imar planlarına aykırı olduğu hem de ruhsatsız şekilde gerçekleştirildiği vurgulanırken, bu suçu işleyenlerin savcılık tarafından soruşturulması, saptaması ve ilgililer ile ilgili kovuşturma açılması için iddianame düzenlenmesi gerektiği belirtildi.
Cezalandırma talebi
TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, bu gerekçelerle faillerin eylemlerine uyan TCK madde 152/1 (a) (kamu malına zarar verme), TCK madde 250 (irtikap) ve TCK madde 251 (irtikap halinde denetim görevinin ihmali), TCK 184 (imar kirliliğine neden olma) ve/veya TCK madde 257 uyarınca cezalandırılmaları için kamu davası açılmasını talep etti.
Zonguldak'ın Alaplı ilçesindeki iplik fabrikasında 'Covid-19' testi pozitif çıkan işçi sayısı, 15'e yükseldi. 800 fabrika çalışanı ve ailesi karantinaya alındı…
Zonguldak'ın Alaplı ilçesindeki iplik fabrikasında 'Covid-19' testi pozitif çıkan işçi sayısı, 15'e yükseldi. İşçilerin ailelerinden 5 kişide de koronavirüs tespit edilince 800 çalışan ve aileleri, 1 Haziran'a kadar ev izolasyonuna alındı.
DHA'nın haberine göre, Alaplı Kaymakamı Vedat Yılmaz, İlçe Hıfzıssıhha Kurulu ve diğer ilgili kurum temsilcileriyle yaptıkları toplantıda bazı kararlar aldıklarını açıkladı.
Kaymakam Yılmaz, fabrikada çalışan işçi ve ailelerinin evlerinde izolasyona alındığını ve gözlem altında tutulduklarını belirterek, "İlçemizde faaliyet gösteren iplik fabrikasında ilk olarak 21 Mayıs'ta ortaya çıkan koronavirüs pozitif vaka sayısı, son alınan test sonuçlarıyla birlikte 15'i fabrika çalışanı, 5'i de ailelerinden olmak üzere 20'ye yükselmiştir" dedi.
Bu kişilerin, hastanedeki tedavileri ve 14 günlük karantina süreçlerinin devam ettiğini belirten Yılmaz, şunları ifade etti:
"Aldığımız karar doğrultusunda, ön tedbir olarak iplik fabrikasında çalışan toplam 800 kişiye, aynı evi paylaştıkları veya temas ettikleri aile fertleriyle birlikte, sosyal hayatta bulaş riskini önleyici bir tedbir olarak 1 Haziran tarihine kadar ev izolasyonu uygulayacağız. Kolluk kuvvetlerimizle ev izolasyonunun denetimini sağlayacağız. Sokağa çıkma yasağına uymayanlara 3 bin 200 TL para cezası uygulanacaktır."
Kaynak: BirGün
Sağlık Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından 7 Mayıs'ta yayımlanan genelgede, Covid-19 pozitif olan sigortalı çalışanların 'iş kazası ve meslek hastalığı sigortaları' kapsamında değerlendirilmeyeceği bildirildi. Ancak meslek örgütleri ve hukukçular, SGK'nın genelgesinin mevcut yasalara ve Yargıtay içtihatlarına aykırı olduğunu belirterek genelgeye karşı hukuki süreç başlattı.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın 29 Nisan tarihinde açıkladığı rakama göre Türkiye'de 7 bin 428 sağlık çalışanı koronavirüse yakalandı. Koca'nın ifadelerine göre, koronavirüse yakalanan tüm hastalar arasında sağlık çalışanlarının oranının yüzde 6,5 olduğu biliniyor.
Türkiye'de meslek örgütleri ve sendikalar, sadece sağlık çalışanları için değil, işi gereği bulaşa maruz kalan tüm sigortalı çalışanlar için koronavirüsün meslek hastalığı ve iş kazası olarak tanımlanması gerektiğini savunuyor.
Meslek hastalığı ve iş kazası olarak bildirilen Covid-19 vakalarında sağlık giderlerinin yüzde 100'ü karşılanıyor, geçici ya da kalıcı iş göremezlik durumunda tazminat alınıyor, vefat edenlerin ise yakınlara maaş bağlanıyor.
Koronavirüsün meslek hastalığı veya iş kazası olarak tanımlanmadığı durumlarda ise kişiler tazminat hakkını kaybediyor, hak ve alacakları ödenmiyor ve mirasçıları da herhangi bir hak talep edemiyor.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), koronavirüs enfeksiyonu geçiren bir sağlık çalışanının mesleki maruz kalma sonucunda enfekte olduğu ve koronavirüsün meslek hastalığı olarak değerlendirileceğini açıkladı.
Uzmanlar, Türkiye'deki mevcut yasalar ve Yargıtay içtihatları gereği koronavirüsün meslek hastalığı ve iş kazası olarak değerlendirilmesi gerektiğini, aksini belirten SGK genelgesinin hukuka aykırı olduğunu ve kabul edilemeyeceğini ifade ediyor.
Konuyla ilgili soruların iletildiği Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ise konuyla ilgili herhangi bir değerlendirmede bulunmadı.
Birçok ülke koronavirüsü meslek hastalığı olarak kabul etti
Aile Hekimliği Çalışanları Sendikası (AHESEN), Covid-19'un sağlık çalışanları için meslek hastalığı olarak tanımlanmasını talep ediyor. AHESEN Genel Başkanı Dr. Gürsel Özer yaptığı yazılı açıklamada, Türkiye'de olduğu gibi tüm dünyada sağlık çalışanları ve sağlık hizmet sektörü çalışanlarının salgından en fazla etkilenen grup olduğunu söylüyor: "Salgının kendisini en fazla hissettirdiği İtalya ve Fransa'da COVID-19 enfeksiyonları meslek hastalığı olarak sayılmıştır. Belçika, Güney Afrika, Kanada, Malezya gibi ülkeler de meslek hastalığı saymış ve yapılacak işlemleri detaylandırmıştır. ABD'de ise koronavirüs hastalığının iş ile ilişkili olduğu kabul edilmiştir."
Türk Tabipler Birliği de, 15 Mayıs tarihinde Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'na gönderdiği yazıda pek çok ülkenin koronavirüsü meslek hastalığı olarak kabul ettiğini hatırlatarak, bakanlık genelgesi için 'tüm dünyada koronavirüse yakalanan sağlık çalışanları ve yakınlarının sosyal haklarla desteklenmeleri yönündeki ortak insancıl tutumla çelişmektedir" ifadelerini kullandı.
Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu, 11 Mayıs'ta yayımladığı İş Sağlığı ve Güvenliği Değerlendirme Raporu'nda, koronavirüsün sağlık çalışanları için meslek hastalığı ve iş yerinde yakalananlar için de iş kazası olarak kabul edildiği bir yasal düzenlemeye ihtiyaç olduğunu belirtiyor. Raporda ayrıca, Yargıtay 21. Hukuk Dairesi tarafından bir tır şoförünün yurt dışı görevinde H1N1 virüsü (domuz gribi) kapması sonucu hayatını kaybetmesinin iş kazası sayıldığı karar anımsatılıyor.
Yasalar ne diyor?
Meslek hastalığı ve iş kazasının yasalardaki karşılığı birbirinden farklı. Meslek hastalığı 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nda, "Sigortalının çalıştığı veya yaptığı işin niteliğinden dolayı tekrarlanan bir sebeple veya işin yürütüm şartları yüzünden uğradığı geçici veya sürekli hastalık, bedensel veya ruhsal engellilik halleridir" şeklinde tanımlanıyor.
6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu'nda ise "Mesleki risklere maruziyet sonucu ortaya çıkan hastalık" olarak ifade ediliyor. Bir hastalığın meslek hastalığı olarak kabul edilebilmesi için, meslek hastalığı ve yapılan iş arasında uygun 'illiyet' yani 'nedensellik bağının' bulunması gerekiyor.
Yargıtay Haziran 2018 tarihli bir kararında, 'nedensellik bağını' şöyle tanımlanıyor: "Eğer işçinin çalıştığı işte çalışmaması halinde hastalığa yakalanmayacağı söylenebiliyorsa bu durumda meslek hastalığı ile yürütülen iş arasında uygun illiyet bağının bulunduğu kabul edilmelidir. Başka bir söyleyişle hizmet akdine göre işverenin işyerinde çalışan işçi, hastalığa, gördüğü işin özellik ve niteliği veya işin yürütüm şartları dolayısıyla tutulmuş ise uygun illiyet bağı mevcuttur."
İş kazası Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nda, 'sigortalı çalışanı hemen veya sonradan, bedenen ya da ruhen engelli hâle getiren olay' şeklinde tanımlanıyor.
6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu'nda ise, "İşyerinde veya işin yürütümü nedeniyle meydana gelen, ölüme sebebiyet veren veya vücut bütünlüğünü ruhen ya da bedenen engelli hâle getiren olay" hukuken 'iş kazası' kabul ediliyor.
SGK'nın genelgesine itiraz eden sendika ve meslek örgütleri, genelgenin tüm bu yasa maddelerine açıkça aykırılık teşkil ettiğini savunuyor.
Koronavirüs (Covid-19) salgınıyla mücadelede ön saflarda yer alan sağlık çalışanlarının da aralarında bulunduğu, 90 farklı ülkeyi temsilen bir araya gelen 40 milyondan fazla doktor, hemşire ve sağlık uzmanı, G20 liderlerine bir mektup gönderdi.
Mektup, gelecekte oluşabilecek krizlerden kaçınmak ve dayanıklılığı artırmaya yardımcı olmak için, halk sağlığının ekonomik toparlanma paketlerinin merkezine konulmasını talep ediyor.
2015’de Paris’te imzalanan iklim anlaşmasının öncesinde sağlık konusunda çalışan sivil toplum kuruluşlarının bir araya gelmesinden bu yana gerçekleşen bu en büyük seferberlikte, Dünya Tıp Birliği (World Medical Association), Uluslararası Hemşireler Konseyi (International Council of Nurses), İngiliz Milletler Topluluğu’ndaki Hemşireler ve Ebeler Federasyonu (Commonwealth Nurses and Midwives Federation), Dünya Aile Doktorları Birliği (World Organization of Family Doctors) ve Dünya Halk Sağlığı Dernekleri Federasyonu’nun (World Federation of Public Health Associations) da aralarında bulunduğu sağlık uzmanlarını temsil eden 200'den fazla tıbbi dernek ve kuruluş, üyeleri adına mektubu imzalarken, binlerce sağlık uzmanı da mektubu bireysel olarak imzaladı.
Mektup, Türkiye’den de Halk Sağlığı Uzmanları Derneği (HASUDER) ve Türk Tabipleri Birliği Halk Sağlığı Kolu’na ek olarak onlarca sağlık çalışanı tarafından da imzalandı.
Mektup, Dünya Sağlık Örgütü, Küresel İklim ve Sağlık İttifakı (Global Climate and Health Alliance) ve Her Nefes Önemlidir (Every Breathe Matters) tarafından destekleniyor.
Mektupta hükümetlerden, hali hazırda değerlendirilmekte olan ekonomik teşvik paketlerinde, halk sağlığı, temiz hava, temiz su ve istikrarlı iklim koşullarına yapılacak yatırımları öncelik vermeleri talep ediliyor. Bu yatırımların; gelecekte oluşabilecek küresel salgınlara karşı direnci artırmanın yanı sıra daha sürdürülebilir istihdam olanakları oluşmasını sağlayacağı söyleniyor.
Sağlık çalışanları mektupta, G-20 ülkelerinin liderlerinin, teşvik paketlerini geliştirme süreçlerine tıp ve bilim dünyasını dahil edilmesi gerektiğini söylüyorlar. Teşvik kararlarının ve alınan önlemlerin, kısa ve uzun vadede halk sağlığını ne şekilde etkileyeceğine ilişkin tıbbi ve bilimsel değerlendirmeleri göz önünde bulundurması gerektiğini açıklıyorlar.
Sağlık uzmanlarının temel talebi, koronavirüs salgını sonrası dönemi inşa ederken, bilim temelli bir yaklaşımla sağlığı önceliklendiren ekonomik toparlanma sürecinin gerçekleşmesi. Bu toparlanma programlarının, hem akciğer, kalp ve diğer organları zayıflatan hava kirliliğini önlemeye yönelik olması hem de kuraklığa, aşırı sıcaklığa, sele, yangına ve hayatı tehdit eden yıkımlara neden olan emisyon artışında önemli ölçüde azaltım sağlaması gerekiyor. Toparlanmanın sağlıklı şekilde gerçekleşmesi, hükümetlerin sürdürülebilir ve yenilikçi sanayilere, iş kollarına, gıda üretimine ve tedarik zincirlerine yatırım yapmasını gerektiriyor. Sağlık uzmanları, bu dönüşümün gerçekleşmesiyle, liderlerin sağlıklı beslenme, yenilenebilir enerji, yürüyüş, bisiklet ve sıfır emisyonlu toplu taşıma ile doğanın radikal şekilde yenilenmesini teşvik eden yatırımların yanı sıra insanların, ekonominin ve gezegenin sağlığını destekleyen diğer olumlu değişikliklere yol açacağını belirtiyor.
Mektupta şunlar vurgulandı:
"G20 ülkelerinin liderleri, teşvik paketlerini geliştirme süreçlerinde, toparlanmayı, ekonominin sağlığını göz önünde bulundurarak gerçekleştirmek için, tıp ve bilim dünyasını dahil etmelidir. Belirtilen teşvik kararları, önlemlerin kısa ve uzun vadede halk sağlığını ne şekilde etkileyeceğine ilişkin tıbbi ve bilimsel değerlendirmeleri göz önünde bulundurmalıdır."
"Covid-19 salgını doktorları, hemşireleri ve sağlık uzmanlarını onlarca yıldır görülmemiş seviyede ölüm, hastalık ve psikolojik baskıya maruz bıraktı. Gelecekte oluşabilecek küresel salgınlarla mücadele için halk sağlığına ve çevre yönetimine yatırım yapılması, yaşanan acının kısmen azaltılmasına yardımcı olabilir.
Sağlık uzmanları, liderleri bu hatalardan ders almaya ve dünyayı daha güçlü, sağlıklı ve dayanıklı hale getirecek adımlar atmaya çağırıyor. Hükûmetler, önümüzdeki 12 ila18 ay içerisinde, hangi alanlara ne miktarda yatırım sağlanacağını belirleyerek, belirtilen dönüşümü gerçekleştirme gücüne sahipler. Bu yıl gerçekleşecek uluslararası zirveler (10 Haziran'da gerçekleşecek G7 zirvesi, 18-19 Haziran'da gerçekleşecek Avrupa Konseyi toplantısı, 16-18 Ekim'deki IMF-Dünya Bankası toplantısı ve 21-22 Kasım'da gerçekleşecek G20 zirvesi), dünya liderlerine, ekonomik toparlanma programlarının, halk sağlığı üzerine inşa edilmesi için birlikte hareket etme fırsatı veriyor."
Kurumlar ne dedi?
Dünya Tıp Birliği Başkanı Miguel R. Jorge: "Sağlık sektörü çalışanları, bu krizde ön saflarda yer aldı ve harekete geçmekte geç kalındığı için çok fazla yaşam kaybına şahit oluyoruz. Artık yaşamı sağlıkla idame ettirmenin gezegenin sağlığına bağlı olduğunu her zamankinden daha açık şekilde görüyoruz. Toparlanma sürecine girerken, bizleri daha fazla zarar görmekten koruyan bir sistemi inşa etmemiz gerektiğini görmezden gelemeyiz. Bu sebeple hükümetlerin, kurtarma paketlerini değerlendirirken halk sağlığını dikkate almaları önem arz ediyor. Kapsamlı bir yaklaşımla hazırlanacak sağlıklı ve yeşil bir toparlanmaya hemen şimdi ihtiyaç duyuyoruz."
Halk Sağlığı Uzmanları Derneği (HASUDER) Başkanı Dr. Pınar Okyay: “Sağlık çalışanları olarak ülkelerin, ekonomilerin ve toplumların Covid-19 gibi ani salgınlara ne kadar kırılgan olduğunu anladığımız bir dönemden geçiyoruz. Bu kriz bize halk sağlığının önceliklendirilmemesi halinde tüm dünyaya ne kadar pahalıya mal olabileceğini gösterdi. 40 milyon meslektaşımızla birlikte bu mektuba imza atmanın çok önemli bir mesajı olduğunu düşünüyoruz: Salgın sonrasındaki ekonomik toparlanma çabalarını halk sağlığını merkeze koyarak planlamazsak, iklim değişikliği gibi yanı başımızda bekleyen sonraki bir krizde bu kadar şanslı olmayabiliriz.”
Türk Tabipler Birliği (TTB) Halk Sağlığı Kolu Üyesi Doç. Dr. Gamze Varol: “Sağlıklı bir çevrede yaşamak, sağlıklı olabilmek ve sağlıklı kalabilmenin ön koşulu. Covid-19 pandemisi insanlığa bir kez daha sınırların gerçekte var olmadığını ve adil bir dünya düzenine ne kadar çok gereksinimimiz olduğunu gösterdi. Hepimizin iklim, çevre ve insan sağlığı arasındaki bağı görmemizi sağladı. Bunu halk sağlığı için fırsata dönüştürebilmeliyiz. Ülkemizde hava kirliliği, sağlığımızı olumsuz etkileyen en önemli çevresel sorun, binlerce erken ölüm, hastalık ve sakatlığın nedeni. Bu nedenle hava kirliliğinin azaltılmasına yönelik politikaların ivedilikle hayata geçirilmesi yaşamsal önemde. Ülkemizde ve tüm Dünya’da politika belirleyicilerden halk sağlığını öncelemelerini, hava kirliliği önlemleri başta olmak üzere iklimi, havayı, suyu ve toprağı koruyacak kararlara imza atmalarını talep ediyoruz."
Uluslararası Hemşireler Konseyi Başkanı Annette Kennedy: “Covid-19 dünyayı durma noktasına getirerek, bizleri geçmişi yeniden değerlendirme zorunluluğunda bırakıyor. Bu durum, bizlere, gezegene ve üzerindeki tüm insanlara fayda sağlayacak değişiklikler yapmak için eşsiz bir fırsat sağlıyor. İklim değişikliği, dünya nüfusunun sağlığına şimdiden ve önemli ölçekte tehdit oluşturuyor. Hükümetleri, çocuklarımızın ve torunlarımızın yaşanabilir ve sürdürülebilir bir iklimde, sağlıkla büyüyebilmeleri için kirlilik seviyelerinin kriz öncesi seviyelere dönmemesini sağlamaya davet ediyoruz. Covid-19 küresel salgınından olumlu olarak değerlendirebilecek bu yegane fırsatın elimizden kaymasına izin vermek affedilemez. Uluslararası Hemşireler Konseyi üyeleri, gelecekte oluşabilecek krizlere hazırlıklı olmanın, sağlık hizmetlerine yatırım ve iklim değişikliğini önemsemekten geçtiğinin farkında. Sürdürülebilir bir geleceği ancak, sağlık hizmetlerine ve çevreye yatırım yaparak sağlayabiliriz."
Küresel İklim ve Sağlık İttifakı (Global Climate and Health Alliance, GCHA) Genel Müdürü Jeni Miller: “Ekonomik toparlanmanın sağlıklı şekilde gerçekleşmesi; insanların, ekonominin ve gezegenin sağlığının yakın ilişkisini gözetiyor. Yaşadığımız pandemi, ekonomik iyileşmenin küresel sağlık sisteminin dayanıklılığını güçlendirecek şekilde planlanması gerekliliğini gösteriyor. Ulusal toparlanma programları, büyük ölçekli kamu fonu yatırımları aracılığıyla tasarlanırken, hükümetlerin, bu önemli ilişkiyi göz önünde bulundurması gerekiyor. Bu kapsamda hükümetlerin, insan sağlığı üzerinde doğrudan etkileri bulunan çevre standartlarında esneklik sağlamak üzere şirketlerin baskılarına boyun eğmemeleri gerekiyor. Yaşanan kriz, işlerin her zamanki şekliyle yürütüldüğü düzene geri dönmek yerine, insanları ve gezegeni koruyan bir gelecek yaratmak için cesur adımlar atmanın zamanının geldiğine işaret ediyor."
Forbes dergisinin hazırladığı listeye göre dünyanın en zengin kişileri yeni tip koronavirüs salgını sırasında servetlerine toplam 255 milyar dolar kattılar.
Forbes dergisinin yaptığı sıralama, dünyanın başta gelen 25 zenginine ait servetin salgın döneminde nasıl değiştiğini ortaya koydu. Derginin değerlendirmesine göre milyarderler 23 Mart-22 Mayıs döneminde servetlerine toplamda 255 milyar dolar kattı.
Salgın döneminde en büyük kazancı sağlayan kişi, servetine 31.4 milyar dolar katan Facebook’un kurucusu ve CEO’su Mark Zuckerberg oldu. Zuckerberg’in serveti 2 aylık salgın döneminde 86.5 milyar dolara ulaştı. Aynı dönemde şirketin hisseleri yaklaşık yüzde 60 oranında değer kazandı.
36 yaşındaki milyarder böylece Berkshire Hathaway CEO'su Warren Buffett, Inditex'in kurucusu Amancio Ortega ve Oracle kurucu ortağı Larry Ellison gibi isimleri geride bıraktı.
Dünyanın en zengin adamı unvanına sahip olan Amazon'un kurucusu ve CEO'su Jeff Bezos ise aynı dönemde 29.9 milyar dolar kazanarak, servetini 146.9 milyar dolara yükseltti.
Dünyanın en zengin 25 iş adamının toplam serveti ise 1.5 trilyon dolara ulaştı. Makaledeki analize göre bu rakam, Forbes listesindeki tüm milyarderlerin ellerinde bulundurduğu servetin yüzde 16’sını oluşturuyor.
Kaynak: Sputniknews