ABC Gazetesi

22 Haz 2018

 

Halkın çok anlaşılır bir talebi var: 16 yıldır devam eden bu iktidarın artık son bulması. Giderek genişleyen kesimler bu talep etrafında birleşiyor.

Anımsanacağı gibi Haziran Ayaklanmasının temel talebi de buydu: “Hükümet istifa”. Referandum’daki “Hayır” da bu talebin o konjonktürdeki sloganıydı. Artık bu iki büyük toplumsal harekete katılmayanlar arasında dahi -çok çeşitli nedenlerle- bu talebe meyledenler bulunuyor. Yani talebin kitle tabanı gün geçtikçe genişliyor.

Bu talep sonuna kadar haklı ve meşrudur.

Peki, yeterli midir? Elbette değildir. En başta, gitmesi istenenin yerine neyin konulacağına ilişkin bir berraklık ve fikir birliği yoktur. Halk, “önce şunlardan bir kurtulalım” demektedir, “ötesine sonra bakarız”…

Politik öncü elbette “ötesini” de düşünecek. “Politik” olmanın ve “öncü” olmanın gereğidir bu. Fakat bu “ötesini düşünme” görevi, geniş kitlelerin söz konusu haklı ve meşru talebinin göz ardı edilmesine, küçümsenmesine yol açmamalı.

20 May 2018

 

Geçen hafta da yazdık: Türkiye’nin sosyalist olduğunu söyleyen örgütleri ne örgüt olarak parlamento seçimlerine girebilmeyi, ne de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sosyalist bir aday çıkarabilmeyi becerebildiler. Sonuç olarak bu kadar önemli bir dönemeçte sosyalistler ne yazık ki arenaya çıkamadılar.

Bu durumun geçerli hiçbir açıklaması ve özrü yok. Mecliste grupları bulunanları geçelim, yeni kurulan İP, VP, tarikat örgütlenmesi olan BTP, adı var kendi yok DP seçimlere parti olarak girebiliyor, ama yılların sosyalist örgütleri giremiyor. Sosyalistler 100.000 başvuru toplayıp topluma bir cumhurbaşkanı adayı sunamıyor. Bu hepimizin ayıbıdır; cesaretsizlik ve niyetsizlikten başka bir açıklaması yoktur.

Bu noktadan sonra yapacağımız tüm tartışmalar, getireceğimiz tüm öneriler, bu zaafın gölgesini taşıyacaktır ve içimizi rahatlatamayacaktır. Kısıtlı bölgelerde bağımsız aday çıkarmak, bazı sosyalist kişilikleri başka partilerin listesinden aday göstermek gibi taktikler, bu büyük ayıbı kapayacak nitelikte girişimler değil.

14 May 2018
Prof. Dr. Sait Yılmaz yazdı...

Orta Doğu’da ilginç bir Rus politikası izliyoruz. Rusya, Suriye konusunda İran, Esat rejimi ve Türkiye ile aynı koalisyonda ama ABD-İsrail-İngiltere ve Suudi Arabistan tarafı ile farklı ilişkiler geliştiriyor. Son bir ayda neler olduğuna bakalım;

- 7-8 Şubat’ta Amerikan uçakları Deyrizor’da Suriye rejim güçleri içindeki yüzlerce Rus vatandaşı savaşçıyı öldürdüler. Ruslar, Amerikan saldırılarına cevap vermediler, tepki bile göstermediler.

- 14 Nisan’da ABD, İngiltere ve Fransa üçlüsü, Rus koruması altındaki Esat rejimi hedeflerini kimyasal silah kullandığı bahanesi ile vuruyor ama Ruslar, sadece havadaki füzeleri vurmakla yetiniyor.

- İsrail, son bir ayda defalarca hem de Lübnan’ın hava sahasını ihlal ederek Suriye’yi havadan ve füze atışları ile vuruyor, Ruslardan gene ses yok.

- İsrail başbakanı Benyamin Netenyahu, Çarşamba günü Rusya’ya Putin ile görüşmeye gitti ve İran’ın Suriye’deki güçlerini çıkarması için yardım istedi.

07 May 2018

 

24 Haziran seçimlerine, 24 Haziran sonrası hesap edilerek gidilmeli. 24 Haziran gecesi başlayabilecek olan süreçlere hazırlıklı olmayan siyasal odaklar, seçimlerde hangi sonuçları alırlarsa alsınlar iktidar olamazlar.

Bugün Türkiye’nin başında, ülkenin rejimini değiştirmiş, ulusal ve uluslararası düzlemde sayısız suç işlemiş, iktidarını korumayı hayat memat meselesi olarak gören bir çete var. AKP-Erdoğan iktidarının “demokratik seçimler” sonucunda iktidarı devredeceğini sanmak kanımca safdillik olur.

Ya her türlü yolu (hileyi) kullanarak kendilerini galip ilan edecekler, ya da -eğer mızrak çuvala sığmazsa- sonucu kabul etmeyecekler. Ülkeyi bir kargaşaya sürükleme pahasına…

Bunu daha önce de yaptılar. İktidara geliş ve pekiştiriş süreçlerinde neler yaptıklarını söylemiyorum. İktidarlarının sarsıldığı son üç yıl içinde iki kez, 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında ve Başkanlık Referandumu sonrasında yaptılar ve muhalefetten ciddi bir tepki görmediler. Yeniden aynı yola başvurmamaları için bir neden yok.

12 Nis 2018

 

Dünyanın gözünün içine baka baka komplolar yapıp yalanlar üretip saldırabilirler. Suriye halkının üzerine bombalarını yağdırabilirler.

Fakat bütün bunlar, başta ABD olmak üzere emperyalist çakalların Suriye’de gerilemekte oldukları, duruma hakim olamadıkları gerçeğini tersine çeviremez.

Batılı emperyalistler 25 yıldır bir kan gölüne dönüştürdükleri Irak ve Suriye’de kendi düzenlerini kurma yeteneklerini yitirmişlerdir ve görünen o ki, böyle bir gücü tekrar elde etme olanakları bulunmuyor.

Becerebildikleri tek bir şey var: kan gölünü büyütmek ve kaos ortamının devamını sağlamak. İşte bunu yapıyorlar.

* * *

Bu aslında yeni bir olgu da değil. Batı kapitalizmi en az yüz yıldır yapıcılığı tükenmiş bir yıkıcılıktı. Fakat 21. yüzyılda bu olgu bütün berraklığıyla ortaya çıktı. Atlantik sistemi insanlığa bir gelecek sunma yetisini kaybetti, yani “yapabilme iktidarını”, kendini yenileme ve üretme gücünü yitirdi; sadece yıkabiliyor.

Irak ve Suriye’de on yıllardır yaşanan çıplak gerçek budur.

09 Nis 2018

 

İngiltere’nin Salisbury kasabasında 4 Mart 2018 tarihinde yaşanan suikast olayı Batı ve Rusya arasında devam eden Soğuk Savaş’ı ısındırma tehlikesi taşıyor...Suikast olayı, bir İngiliz ajanı olan eski Rus GRU Albayı Sergei Skripal ve kızının İngiltere’nin Sailsbury isimli küçük bir kasabasındaki bir pizzacıya yakın bir yerde sinir gazı kullanılarak zehirlenmesi ile meydana geldi. Daha önce de kaçak bir Rus iş insanı ve eski Rus özel kuvvetleri ajanı İngiltere’de ölmüş ve kesin bir kanıt olmadan İngilizler, Rusları suçlamışlardı.

22 Mar 2018

 

Dipteki insanı kazanan iktidar olur ('dipteki insan' derken başta işçi sınıfı olmak üzere emekçileri kastettiğimi baştan söyleyeyim ki, lümpen proletaryadan medet umuyor muhabbeti olmasın). Bunu herkes bilir ve iktidar olmak isteyen herkesin stratejisi budur.

Sağcısı-solcusu, gericisi-devrimcisi, faşisti-sosyalisti, burjuva örgütü-emekçi örgütü… Her kesimin iktidar yürüyüşü dipteki insanı bir şekilde kazanmaktan geçer. Dipteki insanı kaybeden de iktidardan düşer.

Mustafa Kemal, Menderes, 27 Mayıs, Demirel, Ecevit, 12 Eylül, Özal, Erdoğan, hatta Kürt illerinde PKK bile dipteki insanı kazanarak, ona bir kimlik vererek iktidara yürümüş ve almışlardır. Sonrası ayrı konu…

Devrim de, karşı-devrim de kimliksizlere bir kimlik kazandırarak (benimseterek), kimsesizlerin kimsesi olarak, çaresizlerin çaresi olarak gerçekleşir. Bu bağlamda, Mustafa Kemal, Lenin, Mao da böyle iktidara yürümüştür; Hitler ve Mussolini de… Yöntemler, araçlar, hedefler, gelecek perspektifleri ve en önemlisi sınıfsal konum tabii ki farklıdır; onu tartışmıyoruz.

19 Mar 2018
Yoksa ortada “eski” denilenden “önceki eskiliği” çağrıştıran, bir dışa bağımlılık ve yarı sömürgeleştirme döngüsü mü var?Özetle her alanda olduğu gibi şekerde de çare Kamuculuk.

Dr. Evren Haspolat – Siyaset Bilimci/Akademisyen

Gündemi bol memleketin bugünlerdeki en önemli konularından birisi, şeker fabrikalarının özelleştirilmesi. 
İktidar kararlı. Başbakanın ağzından “özelleştirmede geri adım atılmayacak” mesajı verildi. 
Kararlılar, satacaklar. 

“Eski Türkiye” kurdu, “Yeni Türkiye” satıyor.

Bugünün asli gündemi ve mücadele alanı bu. 

Mesele yalnızca kamusal olan şeker fabrikalarının özelleştirilmesini engellemek değil, aynı zamanda onun aracılığı ile tablonun tamamını görmek. 

Bize “yeni” diye sunulanın, aslında “eski” denilenden de önceki eskiliğini açığa çıkarma meselesi. 

“Yeni” Diye Pazarlanan “Eski”

23 Şub 2018

İzlem Gözükeleş’in “Teknoloji mitleri” başlıklı makalesini okuyorum. Bilim ve Gelecek dergisinin Mart sayısında yayınlanacak. Son 150 yıldır her teknolojik atılımın ilk başlarda büyük bir illüzyon yarattığından söz ediyor makale.

Elektrik, telgraf, telefon, radyo, televizyon… Bunların hepsi kitlelerin yaşamına ilk girdiklerinde, “yeni bir çağın başladığı”, “birçok şeyin sonunun geldiği”, “artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı”, “insanlığın barış, refah, özgürlük, eşitlik gibi çok temel sorunlarının çözüme kavuşacağı” gibi abartılı bir heyecanla karşılanmışlar. Hızla mitleştirilmişler.

19 Şub 2018

 

Bir hafta içinde, önce ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı H. R. McMaster, ardından ABD Savunma Bakanı James Mattis, son olarak da ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson ile Türk-Amerikan ilişkileri masaya yatırıldı.

Sonuç ne? Tam olarak bilmiyoruz. Zira iki taraftan yapılan açıklamalar da sınırlı.

Kuşkusuz devletlerarası ilişkilerde kamuoyunun her şeyi en ince ayrıntısına kadar bilmesi gerekmeyebilir, nasılsa “devlet” biliyordur!

Fakat bu bir haftalık önemli görüşmelerin ayrıntılarını devlet de bilmiyor. Çünkü kayıt tutulmadı!

Dışişleri yetkililerinin bu tür görüşmelerde kayıt tutmasına engel olmak, iktidarın BOP eşbaşkanlığı günlerinden beri süren bir alışkanlığı…

Kayıt tutulmayan 3.5 saatlik görüşmede Türk Cumhurbaşkanı ile ABD Dışişleri Bakanı’na Türk Dışişleri Bakanı’nın tercümanlık yapması da cabası…

 

TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİNİN 1 HAFTALIK SEYRİ

Sayfalar