ABC Gazetesi

30 Kas 2017

Baştan belirtelim: Son tahlilde ABD’de görülen Sarraf davası Türkiye’yi hedef alan bir şantaj davasıdır! Türkiye’nin komşusu İran ile ticaret yapması hakkıdır, ABD’nin İran’a ambargosu Türkiye’yi ilgilendirmemelidir, Sarraf’tan rüşvet alan siyasiler ABD’nin değil Türkiye’nin sorunudur, rüşvet davası Türkiye’de görülmelidir!

Peki AKP hükümeti neden ABD’ye en başından itibaren “İran’a ambargoyu delmemiz seni ilgilendirmez, Sarraf’ın canı cehenneme” dememiştir? Ve tersine Erdoğan neden Sarraf’a sahip çıkmıştır, neden Sarraf’ın ABD’li avukatlarıyla Türkiye’de görüşmüştür, neden başına çuval geçirilen Türk askerlerinden esirgediği “ABD’ye nota”yı Sarraf için hem de iki kere devreye sokmuştur? Kısacası Sarraf’ın ABD’de tutuklandığı Mart 2016’dan beri neden iktidar ABD’yle bu dosya için pazarlıklar yapmıştır?

İşte bizi ilgilendirmesi gereken asıl mesele budur!

AKP TÜRKİYE’Yİ GÖZETSE ABD’YE MALZEME VERMEZDİ!

Meseleyi madde madde inceleyelim:

26 Kas 2017

 

Özgürlük yaşam kadar önemliydi. Onurlu Suriye halkı özgür yaşamı seçti. Ve kazandı.

Soçi’de yapılan görüşmeler ve sonrasında yapılan açıklamalar, Suriye ordusunun ve müttefiklerinin sahadaki kazanımlarının diplomatik alanda tescil edilmesi anlamına gelmektedir...

Emperyalizmin ve gericiliğin Suriye devletini parçalama girişimi, tüm ahlaksız ve insanlık dışı yöntemlere rağmen başarısız olmuş, Suriye halkı onurluca direnerek özgürlüğünü kazanmıştır. AKP'nin gerici müttefiklerinin ve emperyalizmin kirli Suriye politikası 2 yıl kadar çökmüş, Suriye ulusu özgürlüğü için direnmeyi seçmiştir.

16 Kas 2017

 

Yeni bir “milli birlik bütünlük” operasyonu yapılıyor. Bu seferki hepsinden kapsamlı ve iddialı.

Dindarlar ve laikler barıştırılacak.

Muhafazakârlar ile Atatürkçüler barıştırılacak.

Osmanlı ile Türkiye Cumhuriyeti barıştırılacak.

Abdülhamit ile Atatürk barıştırılacak.

Milliyetçilik ile anti-emperyalizm barıştırılacak.

Herkes sivriliklerini törpüleyecek, çatışmalara son verilecek ve ortak noktalarda buluşulacak.

Büyük medya kuruluşları, televizyonlar operasyonun propagandasına başladılar bile.

Bu operasyonun direksiyonunda kim var? Tabii ki Erdoğan AKP’si.

15 yıldır laikliği, Atatürkçülüğü, cumhuriyetçiliği, Atatürk’ü yıkmaya çalışanlar, yıkım sürecinin bu aşamasında, artık balyoz yerine çelenk kullanmaya karar verdiler.

Çünkü artık balyoz uygun bir araç değil. Balyoz epey iş gördü, ama taş çatlasa yüzde 50’yi ufalayabildi. Fakat “yüzde 50 + 1” gerek. İşte balyoz bu “+1”e yetmiyor.

22 Kas 2017

 

Ekim Devrimi’nin 100. yıldönümü dolayısıyla çeşitli toplantılar yapılıyor ve tarihi önemdeki bu büyük sosyalist devrim tartışılıyor. Özellikle genç arkadaşlar, bu devrimin oluşum sürecinden çok, devrim ile kurulan sosyalist ülkenin 72 yıl sonra neden çöktüğüyle ilgililer. Bu yönde sorular soruyorlar ve haklılar da…

Öte yandan -biz Ekim Devrimi tartışmalarıyla meşgulken- Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) 19. Kongresi gerçekleşti ve bu kongrede öğrenebildiğimiz kadarıyla gerek dünya siyaseti gerekse sosyalizm anlayışları konusunda önemli açılımlar ve yönelimler yapıldı.

ÇKP’nin kongresi Türkiye solunda fazla yankı bulmadı ve tartışılmadı. Oysa bu kongre açık ara geçtiğimiz ayın dünyadaki en büyük olayıydı. İçeriği bir tarafa, dünya nüfusunun beşte birini (bu açıdan iki Avrupa veya dört ABD demektir) ve dünyanın en büyük ikinci (büyüme hızı bakımından ise birinci) ekonomisini yöneten bir partinin kongresinden söz ettiğimizi algılamamız bile bu olayın çapını kavramamız için yeterli.

12 Eki 2017

 

Bu memleket bizim!

John Reed’in “Dünyayı Sarsan On Gün” adlı eserinden Sergei Bondarçuk’un aynı adla uyarladığı filmin ünlü sahnesini herkes bilir. Bir Menşevik ile bir işçinin polemiğini canlandıran sahne. Menşevik uzun uzun anlatmaktadır, işçi ise sürekli sormaktadır: “Burjuvaziden mi yanasın, proletaryadan mı?” Menşevik yine bir araba laf etmekte ama bir türlü işçinin sorusuna yanıt verememektedir.

İşçi temel çelişmeyi (kalın çizgiyi) yakalamıştır, tavrını almıştır ve dünyanın en net insanıdır. Menşevik ise kalın çizginin etrafında dolanmakta ve bir türlü yakalayamamaktadır.

Şimdi, günümüzün en kalın çizgisini çekmeye çalışalım: ABD’den yana mısın Türkiye’den mi?

Bakın, “kapitalizm”, “Türk devleti”, “Türkiye emekçileri”, “sosyalizm” vb. demiyorum. En kalın, en kaba hattı çiziyorum ki, konum belirlemek çok daha kolay olsun...

11 Eki 2017

 

CHP Genel Başkan Yardımcısı Öztürk Yılmaz, Washington’da bir dizi resmî temasta bulundu.

Öztürk’ün daha önce programlanmış ziyareti, Ankara Washington ilişkilerinin sözde değil, özde en kötü dönemlerinden birine denk gelmesi açısından büyük önem taşıyor.

Her ne kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan birkaç hafta önce New York’ta Başkan Trump’tan sözde ‘yüksek not’ aldıysa da, gelişmeler ilişkilerin hiç de Trump’ın verdiği karnedeki notu göstermiyor.

Washington-Ankara ilişkileri artık tutuklamalar üzerinden gelişiyor.

Buna ikili hapishane ilişkisi de denebilir. (Sarraf-FETÖ-korumalar-Amerikalı, Türk papazlar-konsolosluk çalışanının tutuklanması vesaire)

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu on gün önce Washington’daydı.

ABD Dışişleri’nden alınan izinle hapishane ziyareti yaptı.

Son Erdoğan’ın korumalarıyla göstericiler arasında yaşanan arbedede tutuklanan iki kişiyi ziyaret etti.

Washington Büyükelçisi Serdar Kılıç, Trump Yönetimi’yle diplomasiyi bu konular üzerinden yürütüyor.

07 Eki 2017

Ülkemin bilumum liberali, özgürlükçülük budalası, vicdani kabulcüsü, polisten her dayak yiyenin yanında bitiveren andaval solcusu… bugünlerde Marksist-Leninist kesiliverdi. Kürdistan ve Katalonya referandumları sayesinde Marx’ı, Lenin’i hatırlayıverdiler. Ne güzel!

Marx’ın sözü dillerden (daha doğrusu klavyelerden) düşmüyor: “Bir başka ulusu ezen ulus özgür olamaz”. Lenin’in “Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı” adlı kitabı (daha doğrusu kapağının görseli) paylaşım rekorları kırıyor. Darısı aynı yazarın “Emperyalizm” ve “Devlet ve Devrim” gibi kitaplarının başına…

Ama bu “ulusların kaderlerini tayin hakkı” meselesi çok karmaşık bir denklem. Bir tane aforizma ile çözülebilseydi keşke…

Birincisi denklemin kendisi bile birçok -kavramsal/kuramsal- bilinmeyeni içeriyor: Ulus nedir? Ulusun kaderi kimin kaderidir? Kader nasıl tayin edilir? Hak nedir? Tabii bir de sınıflı toplumlarda ve emperyalizm çağında çözmeye çalışıyoruz denklemi. Şirazeyi bir kaçırdık mı, aşiretlerin/tarikatların/kabilelerin kaderlerini tayin hakkına kadar gideriz korkarım…

07 Eki 2017

 

Suudi Arabistan Kralı Selman’ın Moskova ziyareti, Rusya’nın Suriye sahasındaki ikinci büyük kazanımının işaretlerini verdi.

Birincisi Türkiye’ydi. Moskova sahada Atlantik kampı içinde Esad’a karşı konumlanan en önemli kuvvet olan Türkiye’yi, Türkiye’nin de manevraya ihtiyaç duyduğu bir zamanda yanına çekti.

Bu durum sahada üç ciddi sonuç yarattı:

1- Sahada ABD cephesini zayıflattı ve Türkiye-Suudi Arabistan-Katar üçlüsünü bozdu.

2- Cenevre sürecinin tam karşısına Astana sürecini koydu.

3- Esad’ın Halep’i almasını ve kuzeye doğru yönelebilmesini sağladı.

Kuşkusuz henüz Ankara-Şam anlaşmasının olmamasından kaynaklanan sıkıntılar sürmekte, AKP hükümetinin iki tarafla da iş tutmayı esas alan ikircikli çizgisi süreci geciktirmektedir. Bu ise en çok PYD’ye yaramaktadır!

RİYAD 3 CEPHEDE SIKIŞTI

28 Eyl 2017

Kâhin değiliz. İçinde yaşadığımız toplumsal ve politik süreçlerin yakın/orta/uzak gelecekte nasıl şekilleneceğini matematiksel kesinlikte bilemeyiz. Sadece yaptığımız analizlerin ışığında tahminlerde bulunabiliriz. Bunun başta gelen nedeni toplumsal gelişmenin motorunun sınıf mücadelesi olması ve sınıfların da kanlı-canlı öznel varlıklardan oluşmasıdır. Toplumbiliminin malzemesinin bu niteliğinin yanı sıra, daha pek çok etken de (örneğin büyük bir doğal afet) bu süreçlere etki yapabilir.

Fakat tüm bu kaotikliğine karşın, toplumsal süreçler de neden-sonuç ilişkisinden azade değildir; yoksa toplumbilim diye bir bilim dalı olmazdı. Mesele, içinde yaşadığımız dönemin, hangi tarihsel süreçlerin unsuru ve devamı olarak devindiğini mümkün olduğunca belirleyebilmektir. Yani kaosun hangi düzenin içinde seyrettiğini; yüzeyde yaşanan çırpıntıların derinlerdeki hangi yavaş akışın yansımaları olduğunu belirlemek… Bunun için de elimizde Marx’ın katkılarından sonra bir bilim haline gelmiş toplumbiliminin yasaları, yöntemleri ve kuramları var.

15 Eyl 2017

Erdoğan-AKP iktidarının devrilmesini istiyor musunuz, istemiyor musunuz?

Basit bir soru değil bu. Basit bir soru olsaydı çoktan devrilmiş olurdu.

Yakın geçmişten bir örnek verelim. Bence AKP iktidarının yıkılmaya en yakın olduğu, en fazla çatırdadığı zaman kesiti 2013 Haziran Direnişi günleriydi. Eğer HDP ve Kürt hareketi bu direnişe bütün gücüyle katılsaydı büyük olasılıkla mevcut hükümet devrilirdi. Fakat HDP bunu istemedi. “Ceberut cumhuriyet” güçlerinin ipleri yeniden ele almasından çekindikleri ve bu durumun kendileri açısından daha kötü olacağını düşündükleri için harekete destek vermediler. Çatırdayan iktidar kendini yeniden toparlayabildi.

Sayfalar