ABC Gazetesi

25 Oca 2019

Fazıl Say bir hain değil. Çünkü bir kahraman değil. Fazıl Say, tipik bir Türkiyeli muhalif aydın (Bu “tipik” ve “muhalif” sözcüklerinin açıklanmasına birazdan geleceğiz). Türkiye’nin aydınlarının çok büyük çoğunluğu gibi bir aydın. 

Militan bir aydın değil. Yani herhangi bir sınıfın ideologu, sınıf mücadelesinin neferi değil. Ne emekçi sınıfların ne de burjuvazinin ve emperyalizmin… 

Fazıl Say gibi aydınların sosyolojik niteliklerini kavrayabilirsek onlara karşı daha dengeli ve olgun tutumlar alabiliriz. 

Aydınların doğal toplumsal konumlarından kaynaklanan bir sınıfları yoktur. Bir burjuva veya işçi değildirler. Sınıflarını kendileri seçerler. Bir lüks gibi görülebilir bu: sınıfını seçme lüksü, ama öyle değildir. Aydını kahraman da yapan, kaypak da yapan, hatta aynı kişiyi bazen kahraman bazen kaypak yapan sosyolojik temel (daha doğrusu temelsizlik) budur. 

31 Ara 2018

Utanmasalar böyle söyleyecekler. Suriye meşru ordusunun Membiç kent merkezine girerek Suriye bayrağını dikmesi, Suriye üzerinden planlar yapanları neredeyse ters köşeye yatırdı. ABD’nin bölgeden çekilme kararı sonrasında, PYD gerekçesi ile kente girme hazırlıkları yapan TSK ve devşirme ÖSO Rusya’nın tavrı üzerine beklemek durumunda kalmış, görüşmelerle böylesi bir adımın yolunu açmaya yönelmişti. Bu gün Moskova’ya gitmesi beklenen Türk heyeti konuyu Rus askeri yetkililerle görüşecek ve Membiç’e giriş için onay almayı planlıyorlardı. Ancak ziyaret açıklandıktan sonra Rus yetkililerden ardarda Membiç konusunda açıklamalar geldi. Ruslar TSK ve ÖSO’nun Afrin benzeri gibi Membiç’e girilmesine onay vermiyor, Suriye ordusunun kasabaya girmesi konusundaki net tavrını koyuyordu.

28 Ara 2018

AKP iktidarı devlet olma sancısı içinde. Epey yol alınan bu süreci tamamladığında neler yapabileceğinin, nasıl bir rejim kurabileceğinin işaretlerini de veriyor. Müjdat Gezen, Metin Akpınar, Fatih Portakal gibi aydın ve sanatçılara yönelik tehdit ve baskıları münferit ve kişisel olaylar olarak değil, bu tablo içinde değerlendirmek gerekir. 

İktidar olmak ile devlet olmak arasında ciddi bir fark var. İktidara muhalefet edebilirsiniz; ama devlete muhalefet olmaz! İktidar karşıtı hatta düşmanı olabilirsiniz; ama devlet karşıtı ve devlet düşmanı olmak suç (hem de en ağır suç) kapsamına girer. 

Hani şu meşhur “gemi” vardır ya, “hepimizin” içinde bulunduğu iddia edilen gemi… O gemi devlettir. Sert siyasal mücadeleler verilebilir, farklı kanatlarına dahil olunabilir, çatışılabilir, vuruşulabilir, hatta içeri düşülebilir, hatta hatta ölünebilir; ama o gemi içinde… Çoğu kişinin (bazı “solcuların” da) siyasetten anladığı budur. Siyaset yapılacaksa “devlet katlarında” yapılacaktır. Devlete zeval gelmesin de, ister öldür ister öl…

29 Kas 2018

Zaman zaman yeni geliştirilen bir teknolojinin insanlığı “kurtaracağı” veya tersine “felakete sürükleyeceği” söylenir. İlk çıktıklarında elektrik, telgraf, telefon, nükleer enerji, televizyon, bilgisayar vb. hakkında da bu tür tartışmalar yapılmıştır. Günümüzde de özellikle genetik, bilişim teknolojileri ve yapay zekâya ilişkin benzer tartışmalar yapılıyor.

Aslında sadece bu tür etkili teknolojiler ve ürünleri hakkında değil, genel anlamda bilim için de aynı tartışma yapılır. Bilim insanlığı kurtaracaktır veya felakete sürükleyecektir. Gerçekten bilimin veya teknolojinin böyle bir gücü var mıdır?

17 Kas 2018

Kürt sorunu uzunca bir süredir uluslararası nitelikte; yani sorunun çözümünde inisiyatif sadece Türkiyeli odaklarda (hem iktidarları hem de ilerici unsurları kastediyorum) değil. Bu noktaya gelinmesinde Türkiye’nin gerici-milliyetçi iktidarlarının inkâra ve şiddete dayalı politikalarının belirleyici rolü var. Emperyalist müdahaleler bu zeminde etkili olabildi. 

Kürt sorununun uluslararasılaşması bir olgu; ama bu olgu Türkiyeli ilerici ve sosyalistlerin Türkiye’de -dışarıyı da etkileyecek ve örnek teşkil edecek- bir çözüm modeli oluşturmalarına engel değil. Biz bu yönde uğraş vermeliyiz. 

*** 

24 Eyl 2018

Astana sürecine ve Soçi mutabakatına rağmen AKP hükümeti neden Suriye yönetimiyle bir türlü anlaşmıyor? Saray, Suriye’nin ortakları Rusya ve İran’la birlikte hareket ederken neden Suriye’ye karşı konumlanmaya devam ediyor? Dahası, neden sürekli “katil Esad” diyerek olası bir anlaşma zeminini de baltalıyor?

Türkiye’nin özellikle ABD karşıtı muhalif kesimleri, haklı olarak AKP hükümetinin Esad’la anlaşması gerektiğini vurguluyor. Gayri resmi Cumhurbaşkanı Yardımcısı Devlet Bahçeli ise “Esad’la görüşülmeli” diyenleri tehdit ediyor: “Katil Esad’la görüşülmesinin zorunlu olduğunu söyleyenler akıllarını başlarına alsın!

Suriye cephesindeki gelişmeler nedeniyle uçağını düşürdüğü Rusya’yla ve “Pers yayılmacılığı” yapmakla suçladığı İran’la barışabilen ve birlikte hareket edebilen AKP hükümeti, neden Esad’la bunu yap(a)mıyor?

29 Ağu 2018

Sekiz yıldır devam eden Suriye savaşının sonuna yaklaşıldı. Emperyalist ve gerici güçlerin Suriye devletini yıkmak amacıyla cihatçı terör gurupları üzerinden başlattıkları savaşta Suriye halkı kazandı. Suriye devletinin yıkılamayacağını, savaşı kazandığını hemen herkes bugün kabul etmek durumunda kalmıştır. Ancak kimi gerici Arap ülkeleri ve Cihatçı güçlerle işbirliği yapan Ürdün ve Türkiye gibi kimi ülkeler “Cihatçı katiller”in sığındığı son noktaya dönük yapılacak operasyonu durdurmak için yoğun bir çabaya göstermeye başladılar. Bu amaçla pek çok yalanı seslendirerek dünya kamuoyunu İdlib operasyonunu engellenmesi yönünde hareketlendirmeye çalışıyorlar. Bir yandan kamuoyu oluşturmaya çalışırken diğer yandan da İsrail sınırından İdlib kentine taşınan “Beyaz miğferler” isimli istihbarat/provokasyon yapılanmasıyla kimyasal silah yalanına zemin oluşturmaya çalışıyorlar.

06 Ağu 2018

“Rahip Brunson krizi” olarak adlandırılan son krizdeki gibi somut olarak ABD ile Türkiye karşı karşıya geldiğinde devrimciler ve sosyalistler nasıl tutum almalı?

Bu AKP’nin sorunu deyip sessiz mi kalmalı, hatta neredeyse ABD ile aynı cepheye mi düşmeli? Yoksa ABD karşıtlığı nedeniyle AKP’ye kol kanat mı germeli?

Bu iki ucun arasında bir seçenek yok mu?

Elbette var. Bu yazıda bu seçeneği ele alacağız.

TÜRK DEVRİMCİSİ ANTİEMPERYALİSTTİR

Önce sosyalistler ve devrimciler için iki temel saptama yapalım:

1. ABD’nin Türkiye’ye karşı herhangi bir yaptırımı, tehdidi, uygulaması kesinlikle hiçbir şart altında kabul edilemez.

2. AKP’ye karşı olmak, hiçbir siyasi görüşü ABD emperyalizmi ile yan yana düşme yanlışlığına sürüklememelidir.

Bize göre meselenin iki yanı vardır:

20 Tem 2018

 

'Meşruiyet' sıkıntılı bir kavramdır. Örneğin, 'yasal' veya 'yasadışı' kavramları öyle değil. Bunlar nispeten teknik kavramlar. Yasalar vardır; uyarsanız yasal, uymazsanız yasadışı olursunuz. Elbette yasalar da farklı yorumlara açıktır, esnetilebilir, boşlukları bulunur; ama yine de daha belirgin bir çerçeve söz konusudur.

Meşruluk meselesinin ise çok farklı boyutları var. Mızrak gibi bir kavramdır, çuvala sığması mümkün değil. Üstüne üstlük sıkıntılı ve çalkantılı dönemlerde gündeme girer bu kavram. İşleri yürütmek için yasaların yetmediği dönemlerde, gerek iktidarlar gerekse muhalifler bu kavrama başvurmak zorunda kalırlar.

Yasallık tartışmasında hukukçular öne çıkar, meşruluk tartışmasında ise politikacılar, hatta savaşçılar. Dolayısıyla yasallık masa başında tartışılırken, meşruluk arenada tartışılır. Daha doğrusu meşruluk tartışılmaz; kabul ettirilir, dayatılır.

12 Tem 2018

 

Cumhuriyet kendini neden koruyamadı?

Cumhuriyetçiler birbirlerine bu soruyu sorup duruyorlar. Bir kısmı sorumlu olarak saptadıklarına veryansın ederken, diğer bir kısmı derin bir karamsarlığın içinde. Bir diğer kesim ise çoktan dümeni yeni başkanın iktidarına kırmış durumda ve bir yer edinmeye çalışıyor.

Oysa yüz yıllık cumhuriyet tarihimizin çeşitli aşamalarına ve kritik dönemeçlerine göz attığımızda böyle bir sorunun anlamsızlığı ortaya çıkar.

“Cumhuriyet kendini neden koruyamadı?” diye şaşkınlıkla sormak, aslında 100 yaşına gelmiş bir insan için “neden ölüyor?” diye sormak kadar anlamsızdır.

Cumhuriyet’in ölüm nedeni “çoklu organ yetmezliği”dir. Yani yaşlılık… Tedavisi olmayan bir hastalık… Hastalık diye de nitelememek gerekir; doğa (bu örnekte toplum) kanunudur bu.

Aslında Cumhuriyet fazla bile yaşamıştır. Bu kadar direnebilmesi, mayasının ne kadar sağlam olduğunu ve en önemlisi geniş sürecin (Modernite sürecinin) -en azından başlarda- niteliğine ne kadar uygun olduğunu gösterir.

Sayfalar