Açlık sınırı İstanbul’da 2.576, İzmir'de 2.655, Ankara'da 2.349 lira oldu…
DİSK/Birleşik Metal-İş Araştırma Merkezi (BİSAM) “Açlık ve Yoksulluk Sınırı Nisan 2020 Dönem Raporu” açıklandı.
BİSAM'ın araştırma sonuçlarına göre 4 kişilik bir ailenin sağlıklı bir biçimde beslenebilmesi için, günlük en az 80 TL, aylık 2 bin 407 TL’lik harcama yapması gerekiyor.
- Covid-19 Krizinde Açlık Sınırı 1 Ayda Yüzde 2.8 Arttı
- 17 Yılda Açlık Sınırı 5.36 Kat Arttı
- Günlük Beslenme Maliyeti 80 TL
- Sepette En Büyük Pay Süt ve Süt Ürünlerinin
- Açlık Sınırı İstanbul’da 2.576, İzmir'de 2.655, Ankara'da 2.349 TL
Sağlıklı beslenme uygun gelirle olur
Sağlıklı beslenmek için her aile ferdinin alması gereken kalori miktarı farklılık göstermektedir. Yetişkin bir erkeğin sağlıklı bir biçimde beslenmesi için tüketmesi gereken gıdaların aylık karşılığı 645 TL'dir. Bu değer yetişkin bir kadın için 625 TL, 15-18 yaş bir genç için 684 TL, 4-6 yaş arası bir çocuk için 453 TL'dir. Sağlıklı bir biçimde beslenmenin toplam aile bütçesine maliyeti ise 2 bin 407 TL olarak tespit edilmiştir. Bu tutar söz konusu ailenin sadece gıda harcamaları için yapması gereken zorunlu tutardır. Eğitim, sağlık, barınma, eğlence, ısınma, ulaşım gibi giderler ile birlikte bir ailenin yapması gereken harcama tutarı 8 bin 327 TL'ye ulaşmaktadır.
Buna göre yetişkin bir kadının sağlıklı beslenmesi için yapması gereken günlük harcama tutarı 20.28 TL, yetişkin bir erkeğin 21.51 TL, 15-18 yaş arası bir gencin 22.79 TL, 4-6 yaş arası bir çocuğun ise 15.10 TL'dir.
Et ve süt grubunun maliyeti yüksek
Günlük harcamalarda Nisan 2020’de en yüksek maliyet grubunu süt ve süt ürünleri grubu 28.30 TL’lik harcama gereksinimi ile oluşturmaktadır. Et, tavuk ve balık grubu için yapılması gereken minimum harcama tutarı ise 15.19 TL'dir. Sebze ve meyve için yapılması gereken harcama miktarı 13.21 TL, ekmek için yapılması gereken harcama tutarı günlük 4.88 TL’dir. Katı yağ ve sıvı yağ ise 5.35 TL’lik masraf yapılması gereken ürün gruplarıdır. Yumurta için 0.88, şeker, bal, reçel ve pekmez için ise 3.57 TL harcama yapılması gerekmektedir.
Daha dar bir gruplandırmaya göre harcamalarda süt ve süt ürünlerinin payı yüzde 35.4 ile en yüksek paya sahiptir. Et, yumurta ve kurubaklagil grubunun payı yüzde 26.9 ile ikinci sıradadır. Sebze ve meyvenin harcamalar içindeki payı yüzde 17.7 olmuştur. Ekmek, makarna vb. için ise pay yüzde 8.8'dur. Diğer gıda harcamalarının toplam içindeki payı ise yüzde 11.2'dir.
Beslenme gereksinimi yaşa ve cinsiyete göre değişir
Her bir aile ferdinin sağlıklı beslenmesi için gereksinim duyduğu gıda grubu ve alması gereken kalori miktarı farklılık göstermektedir. Örneğin tüketilmesi gereken ekmek miktarı kadın ve erkek açısından anlamlı düzeyde farklıdır. Süt ve süt ürünleri tüketiminde 15-18 yaş arasındaki bir gencin harcama gereksinimi, yetişkin erkek ve kadından fazlayken, yumurta 4-6 yaş grubu için daha önemlidir. Günlük 80.24 TL'lik harcama içinde en maliyetli tüketim 7,91 TL ile 15-18 yaş arası bir gencin tüketmesi gereken süt ve süt ürünleri miktarıdır. 4-6 yaş arası bir çocuğun tüketmesi gereken peynir miktarı yetişkinlerden fazladır.
İllere göre harcama değişiyor
Araştırma kapsamında üç büyük ile ait Nisan 2020 dönemi açlık ve yoksulluk sınırı verileri de hesaplanmıştır. Buna göre İzmir'de açlık sınırı 2 bin 655 TL olarak belirlenmiştir. İzmir'i, İstanbul 2 bin 576 TL'lik açlık sınırı ile takip etmektedir. Ankara'da ise açlık sınırı 2 bin 349 TL olarak tespit edilmiştir.
Araştırma kapsamında önemli sanayi merkezlerindeki açlık sınırları da belirlenmiştir. Buna göre Bursa, Eskişehir ve Bilecik bölgesinde açlık sınırı 2 bin 451 TL, Kocaeli, Sakarya, Düzce, Bolu ve Yalova bölgesinde açlık sınırı 2 bin 476 TL, Zonguldak, Bartın ve Karabük bölgesinde açlık sınırı 2 bin 434 TL, Adana ve Mersin bölgesinde açlık sınırı 2 bin 273 TL olarak belirlenmiştir. Ayrıca açlık sınırı Gaziantep, Kilis, Adıyaman bölgesinde 2 bin 168, Hatay, Kahramanmaraş, Osmaniye bölgesinde 2 bin 216, Diyarbakır ve Şanlıurfa bölgesinde 2 bin 212, Trabzon, Ordu, Rize, Artvin, Gümüşhane, Giresun bölgesinde 2389 TL'dir.
koronavirüs
TMMOB-İTO: “Sahra Hastaneleri Adı Altında Yapılmakta Olan Kentsel Rant Projelerine Hayır”
TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu ve İstanbul Tabip Odası, sahra hastaneleri adı altında kentsel rant projelerinin hayata geçirildiğini belirtti.
TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu ve İstanbul Tabip Odası, “Sahra Hastaneleri Adı Altında Yapılmakta Olan Kentsel Rant Projelerine Hayır!” adı altında ortak bir açıklama yaptılar.
Açıklamada, “ dünyanın pek çok ülkesinde, fuar alanları, alışveriş merkezleri, stadyumlar vb. yerler modüler sistemlerle dönüştürülerek hızla geçici hastaneler yapılmaktadır. Ancak iktidar, Atatürk Havalimanı terminal binalarını geçici hastaneye dönüştürmek yerine pistlerin üzerine hastane inşa ettirmeye başlamıştır.” denildi.
Ortak açıklamada, “Salgına karşı; yeni hastaneler yapmak yerine, sağlık hizmetinin en hızlı en güvenli en yaygın ve ekonomik şekilde ulaşabileceği, mevcut yapı stoklarını kullanarak bir “sistem” kurulmalıdır. Sadece salgın değil, deprem gibi ciddi bir sorunu da bulunan ülkemizde, afet-mekân ilişkisinin yeniden kurulması, kısa vadede yapılacak planlama ve organizasyonun mevcut yapıların dönüştürülmesi, modüler ve geçici sistemlerin tercih edilmesi ve şehir planlama ölçeğinde bu yapıların tespit edilerek, hızla sahra hastanelerine dönüştürülmesini öneriyoruz.” denildi.
Açıklama metni:
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 6 Nisan 2020 tarihinde, Covid-19 salgınına ilişkin alınacak önlemlere dair yaptığı açıklamada, Yeşilköy'de bulunan Atatürk Havalimanı ve Sancaktepe’de bulunan eski askeri havaalanı üzerine, iki bin yataklı sahra hastanelerinin yapılacağını duyurmuştu. Bu iki hastane inşaatı plansız ve projesiz olarak bir şirkete ihale edilmiş ancak kısa bir süre sonra bu hastanelerin geçici olarak değil kalıcı sağlık tesisi olarak kullanılacağı belirtilmiştir.
Pandemi, deprem, savaş, sel gibi afetler sürecinde kullanılmak üzere her ülkede kent planlarında toplanma alanları, mezarlıklar vb. alanlarda kurulacak sahra hastanelerinin kapasiteleri kararlaştırılır ve kent planlarında bu alanlar ayrılır. Ayrıca dünyanın pek çok ülkesinde, fuar alanları, alışveriş merkezleri, stadyumlar vb. yerler modüler sistemlerle dönüştürülerek hızla geçici hastaneler yapılmaktadır. Ancak iktidar, Atatürk Havalimanı terminal binalarını geçici hastaneye dönüştürmek yerine pistlerin üzerine hastane inşa ettirmeye başlamıştır.
Atatürk Havalimanı’nın 17/35 numaralı pistleri üzerinde yapılmakta olan bu çalışma, ülke ekonomisine çok büyük bir yük getirecektir. Hiçbir fizibilite çalışması yapılmadan 300 milyon dolara mal edilmiş iki pistin kırılması, hastane yapmaktan çok Atatürk Havalimanı’nı kapatmaya ve yok etmeye yönelik bir çalışmadır.
Mevcut terminal binalarının, ısıtma-soğutma, havalandırma, sıcak su, ve kanalizasyon altyapısı mevcuttur. Ayrıca bu binaların, 8.500 araçlık otoparkı ve 13.000 kişiye yemek çıkarabilecek kapasitede mutfağı, metroyla ulaşım imkanı olmasına rağmen yine de kullanılmaması, amacın salgın hastalıkla mücadele etmek olmadığının açık göstergesidir.
Sancaktepe ’deki hastane de maalesef aynı mantıkla inşa edilmektedir. Altyapısı ve toplu taşıma ulaşım bağlantısı bulunmayan alana ilişkin daha öncede benzer girişimlerde bulunulmuş yargı tarafından süreç engellenmiştir. Salgın fırsatçılığıyla bu alan da birilerine pay edilmek istenmektedir.
Yapılan bu çalışmalar gösteriyor ki, söz konusu arazilere çoktan göz konulmuş, pandemi koşulları bulunmaz bir fırsat olarak değerlendirilmiş ve yağma başlamıştır. Parça-parça yandaş kurum ve kişiler üzerinden bu arazilere iktidar tarafından el konulacağı kesinleşmiş görünmektedir.
Projeleri kamuoyuyla paylaşılmayan bu hastanelerin, ihalesiz bir şekilde bir firmaya verilmiş olması da, ülkemizde hukuksuzluğun, ulaşmış olduğu boyutları ayrıca gözler önüne sermektedir.
Yaşadığımız pandemi sürecine baktığımızda hükümetin; Kanal İstanbul projesi kapsamında iki tarihi köprünün taşınması ihalesi, Salda Gölü’nü yok etme girişimleri, Atatürk Havalimanı ve Sancaktepe askeri arazisinin gasp edilmesi, nitelikli doğal koruma alanları ve sürdürülebilir koruma ve kullanım alanlarının statülerinin değiştirilmesi gibi imar rantına yönelik çalışma hızı, salgının yayılma hızıyla adeta at başı gitmektedir.
Halkımıza evde kal çağrısını sürekli tekrarlayan ancak maske dağıtımını bile organize edemeyenler, kişisel çıkarları söz konusu olduğunda oldukça hızlı ve cömert davranmaktadır. İstanbul gibi yeşil alan yoksunu bir mega kentin akciğerleri olabilecek son alanların da halkımızın pandemi koşullarında can derdine düştüğü bir zamanda, rant amaçlı yapılaşmaya açmak, kabul edebileceğimiz bir durum değildir.
Yapılan bu yanlış ve art niyetli çalışmaların bir an önce durdurulmasını istiyor, hükümeti; rant ve kişisel çıkarlar gündemini bırakıp, pandemi süreciyle mücadele etme gündemine dönmeye davet ediyoruz.
Öncelikle pandemi süreci şeffaf bir şekilde, tüm istatistik sonuçlarıyla birlikte kamuoyuyla paylaşılmalıdır. Bu sonuçlar ışığında, mevcut sağlık kuruluşlarımızın doluluk oranları belirlenmeli ve yayılma hızına bağlı olarak, ne kadar bir kapasiteye daha ihtiyaç duyulacağı tespit edilmelidir. Bu veriler ışığında aşamalı bir şekilde eldeki yapı stokları dönüştürülerek değerlendirilmelidir.
Yerel ölçekte kamu binaları, gerekli teknik incelemelerden sonra uygun görülenler, mevcut durumuna, mekân planlamasına bağlı olarak pandemi-sahra hastaneleri, acil müdahale merkezlerine dönüştürülerek kullanılmalıdır. Kapatılmış boş ve atıl durumda bulunan hastaneler, fuar amaçlı kullanılan yapılar, kapalı spor salonları, modüler ve geçici sistemler gibi ihtiyaç duyulması halinde alternatif modeller çoğaltılabilir. Toplu taşıma ağıyla bağlantılı, mevcut sağlık birimlerine yakın, altyapısı uygun, iklimlendirme sistemlerine sahip veya bu sistemlerin alt yapısına sahip, yedek güç üniteleri olan veya bu güç ünitelerini bağlayabilecek alt yapısı olan, yeteri sayıda otopark ve sağlık çalışanını barındırabilecek mekanlara sahip her yapıyı kolaylıkla sahra hastanelerine dönüştürebiliriz. Üstelik daha ekonomik bir şekilde. Dahası elimizde hazır bulunan uluslararası standartlarda bir havaalanımızı yok etmeden.
Sonuç olarak;
Salgına karşı; yeni hastaneler yapmak yerine, sağlık hizmetinin en hızlı en güvenli en yaygın ve ekonomik şekilde ulaşabileceği, mevcut yapı stoklarını kullanarak bir “sistem” kurulmalıdır. Sadece salgın değil, deprem gibi ciddi bir sorunu da bulunan ülkemizde, afet-mekân ilişkisinin yeniden kurulması, kısa vadede yapılacak planlama ve organizasyonun mevcut yapıların dönüştürülmesi, modüler ve geçici sistemlerin tercih edilmesi ve şehir planlama ölçeğinde bu yapıların tespit edilerek, hızla sahra hastanelerine dönüştürülmesini öneriyoruz.
Bütün dünya pandemiyle mücadele ediyor, hepsi de belirtmiş olduğumuz önerilerin benzerlerini hayata geçiriyor. Dünyada geçici veya kalıcı bir hastane uğruna, milyar dolarlık havaalanını yok eden ve bunları dile getirdiği için de her dönem anti demokratik uygulamalara, rant ve talana karşı çıkmış, kamu ve toplum yararına çalışan meslek odalarının yasal mevzuatlarını değiştirerek, seslerinin kısılmaya çalışıldığı tek ülkeyiz.
TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu
İstanbul Tabip Odası
‘Amerikan rüyası’ kâbusa dönüşüyor!
Koronavirüs salgını ABD'de sağlık sistemini adeta çökme noktasına getirdi. ABD'li Nicole Sirotek adlı hemşire ülkede sağlık alanındaki ihmalleri gözyaşlarıyla anlatarak, "Ağır ihmal var, hastalar ölüyor. En ufak şeyde fiş çekiliyor. Artık yasal olarak ne yapacağımı bilmiyorum" dedi.
Koronavirüs salgınında merkez üssü haline gelen ABD'de sağlık sistemi iflasın eşiğine geldi. Asya'da koronavirüs salgını etkisini iyice azaltırken salgının merkezi halini alan ABD'de vakaların ve can kayıplarının önüne geçilemiyor.
ABD’nin Nevada eyaletinde görevli olan ve koronavirüs (Covid-19) salgıyla mücadeleye destek vermek için New York’a giden Nicole Sirotek adlı hemşire gözyaşlarıyla ABD'deki sağlık sistemindeki ihmalleri anlattı
En ufak olayda hastaların fişi çekiliyor
İtiraflarda bulunan hemşire koronavirüs tedavisi gören ve iyileşme ihtimaline şüphe ile bakılan koronavirüs hastalarının solunum cihazlarının fişlerinin en ufak bir durumda çekildiğini ifade etti.
Binlerce kişi ihmallerden dolayı ölüyor
Nicole Sirotek adlı ABD'li hemşire ülkede tıbbi ihmallerin olduğunu çektiği videoyla gözyaşlarına boğularak anlattı. Sirotek, ABD’de koronavirüs hastalarının “ağır ihmal ve kötü tıbbi yönetim” nedeniyle “öldürüldüğünü” iddia ederken “Artık yasal olarak ne yapacağımı bilmiyorum. Savunucu gruplar bile bu insanlar hakkında bir şey yapmıyor, siyahi insanların hayatları burada önemli değil. Durum çok vahim. Binlerce kişi ihmallerden dolayı ölüyor" dedi.
Taşıma sektöründe, kronik hastalardan bile taahhüt alındı
Kargo götüren çalışanlara potansiyel hasta olarak bakılıyor. Aynı kalemle imza atmak istemeyenler var. Milyarlarca liralık paket yalnız işverene yapıldı. İşçiye ücretsiz izin, telafi süresinin uzaması düştü. İşveren sanki kazandığında işçiye hakkını çok vermiş gibi işler azalınca hakların etrafından dönüyor.
Dünyayı etkisi altına alan salgın sürecinden en fazla etkilenen sektörlerinden birini nakliyat oluşturuyor. Ambarlarda işler yarıya yakın düşerken, özellikle kargo taşımacılığında olağanüstü bir artış yaşandı. Kargolarda online satışlarla beraber iş yükünün de artması sonucu işçiler, pandemi açısından da riskli bir ortamda çalışmaya zorlandı.
Sokağa çıkma yasağının uygulandığı günlerde dahi kargo işçileri çalışmaya sürdürüyor. Bu döneme ilişkin durumu değerlendiren DİSK’e bağlı Nakliyat İş Sendikası Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu, çalışma sürelerinin uzadığını, işçilerin günde 11-12 saat çalıştığını ancak karşılığını alamadığını anlattı.
Potansiyel taşıyıcı
Küçükosmanoğlu’nun sorularımıza verdiği yanıt ve bilgilerden ortaya çıkan tabloyu şöyle özetlemek mümkün:
- Kargo teslim etmek üzere adrese giden işçiye potansiyel korona taşıyıcısı olarak bakılıyor. İşçinin kullandığı kalemle imza atmaktan imtina ediliyor. Kargo işçisi hem bedenen daha fazla yoruluyor, hem ekonomik olarak sömürülüyor hem de psikolojik olarak yıpranıyor.
- Değişik ortamlarda farklı insanlarla karşı karşıya kaldığı için risk altında çalıştığı yetmezmiş gibi kargo işçisinden kronik rahatsızlığı olanlardan bile zorla “her türlü koşullarda çalışmayı kabul ettiğine ilişkin taahhüt” alınıyor. Vermeyenler işten çıkarılma ile tehdit ediliyor.
- Salgın döneminde bizlerin, sendikaların, konfederasyonların “acil, toplumsal hayatın devamı için gerekli mal ve hizmetlerin üretimi dışındaki alanlarda çalışan işyerlerinde üretim ve hizmet geçici olarak dursun, işçiler ücretli izinli olsun, işten çıkarmalar yasaklansın, işsizlik fonu amacına uygun olarak işsizler için kullanılsın, sermayenin çıkarları için kullanılmasın” çağrısı hedefine ulaşmadı.
- AKP iktidarının bu süreçte almış olduğu ekonomik önlemler, TOBB ve TİSK’in çıkarları, istemleri doğrultusunda oldu. 200 milyar olduğu açıklanan ekonomik paketin tamamına yakını, ücretsiz izin, sendika ve grev hakkının askıya alınması, denkleştirme süresinin 60 günden 120 güne çıkarılması da dahil sermaye sınıfının çıkarları doğrultusunda olduğu görüldü.
- Nakliyat İş, 900 işçinin çalıştığı TNT/Fedex’de uluslararası taşımacılık yapan kargoda örgütlü. Toplu iş sözleşmesi yetkisi dava konusu. Ancak yine de TNT/Fedex İşçileri, örgütlü olmanın kazanımını Ocak’ta yüzde 30 oranında aylık ücretlere zam alarak gördü.
- Salgının başladığı ilk günlerde örgütlü olunan araç muayene işletmeleri, kargolar, nakliyat ambarları, lojistik ve diğer taşımacılık yapan işyerleri ile ilgili girişimleri ve mücadele sonucu işçiler, haftada üç gün çalışmakta hafta tatili dışında ki günler ücretli/idari izinli sayılıyor.
Greve çıkılamadı
400 işçi adına Eskişehir Sarp Lojistik’te grev erteleme genelgesi ile greve başlanmadı. Genelgenin çıktığı gün sözleşme görüşmelerinin devam ettiği Sarp Lojistik Genel Müdürü bana mesaj gönderdi “sözleşme süreci durdu” diye.
Arabulucu aşaması da son erdi ve grev kararı alıp uygulama tarihi olarak da 1 Mayıs’ı Noter kanalı ile bildirildi. İşveren TÜİK’in enflasyonu oranında zam öneriyor. Sendika da yüzde 25 oranında artış istiyor.
Grev, işveren karşısında en etkili hak arama aracı, o nedenle grev kararı alınıyor. İşveren kapsam dışı beyaz yakalılardan imza toplayarak grev oylaması için Eskişehir İş Kurumu Çalışma Müdürlüğü’ne başvuru yaptırıyor.
Müdürlük de koronavirüs gerekçe ile çıkarılan genelgeyi gerekçe göstererek oylamanın yapılmayacağını ve dolayısı ile 1 Mayıs’ta greve çıkılamayacağını sendikaya bildiriyor.
Kaynak: Olcay Büyüktaş / Cumhuriyet
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Sözcüsü Murat Ongun, “Askıda Fatura” uygulamasının internet sayfasına yurt dışı kaynaklı bir siber saldırı düzenlendiğini duyurdu.
İBB Sözcüsü Murat Ongun, Twitter hesabından yaptığı açıklamada saldırının ardından sitenin yurtdışı erişime kapatıldığını duyurdu.
41 bin 883 aileye destek
Ödenen fatura miktarını da açıklayan, Ongun'un açıklaması şu şekilde:
“Askıda Fatura kampanya web sayfamıza dün gece yurtdışı kaynaklı saldırı olduğu için, yurtdışı erişime kapatmak zorunda kaldık. Son durum şu şekildedir; Toplam Ödenen Fatura: 41.883 Toplam Ödenen Miktar: 5.027.092 TL”
Askıda fatura uygulaması nedir?
İBB'nin yaşama geçirdiği Askıda Fatura uygulaması, bu zor günlerde ihtiyaç sahibi aileler ile hayırseverleri buluşturmayı hedefliyor.
https://askidafatura.ibb.gov.tr adresinden erişilebilen sisteme, İBB tarafından onaylanmış ihtiyaç sahibi aileler, ödeme güçlüğü çektikleri faturalarını bırakıyor.
Yine aynı adresten erişebilen herkes bu sisteme bırakılmış faturalardan istediklerini ödeyerek dayanışmaya katkı veriyor. Böylece veren elin alan eli görmediği bir dayanışma geliştiriliyor ve ihtiyaç sahibi alileler bir ölçüde rahatlatılmış oluyor.
Askıya sadece İBB tarafından sosyal yardım talebi onaylanmış kişiler fatura bırakabiliyor. Daha öncesinde sosyal yardım talebinde bulunmamış kişiler ise https://sosinc.ibb.gov.tr adresinden talepte bulunarak bu süreci başlatabiliyor.
İBB sosyal yardım incelemelerini oldukça hızlı sonuçlandırarak ihtiyaç sahiplerini onaylıyor. Askıya eklenecek faturaların, ihtiyaç sahibi olduğu onaylanmış kişilere ait olması gerekiyor.
İngiltere, Türkiye’den giden 84 tonluk 400 bin sağlık ekipmanını standartlara uymadığı için iade ediyor…
Türkiye'nin ihracat yasağını kaldırmasına neden olan İngiltere'nin Türkiye'den satın aldığı Covid-19'a karşı koruyucu kıyafetler (PPE) bir kez daha gündeme geldi. Türkiye'den askeri kargo uçağıyla teslim alınan malzemelerin İngiliz hükümetinin standartlarına uymadığı ortaya çıktı. Sağlık malzemeleri Türkiye'den askeri kargo uçağıyla teslim alınmıştı.
Eski bir AKP'li milletvekili aday adayına ait bir firmadan İngiltere tarafından satın alınan koruyucu önlüklerin standartları karşılamadığı bildirildi. Haberi teyit eden İngiliz hükümeti malzemelerin depoda bekletildiğini söyledi.
İngiliz basınında yer alan bilgilere göre, İngiliz Sağlık Bakanlığı Ulusal Sağlık Sistemi’nin ihtiyacı için Türkiye’den getirilen koruyucu kıyafetlerin İngiliz sağlık sistemi standartlarına uymadığını doğruladı.
Başkent Londra’daki Heathrow Havalimanı’na yakın bir bölgede tutulan malzemelerin geri ödeme talebiyle iadesi istenecek.
Türkiye’de üretilen benzer koruyucu kıyafetler Mart ayından beri Türkiye’deki sağlıkçılar tarafından kullanılıyor.
Sağlık çalışanları için 84 tonluk 400 bin adet kişisel koruyucu ekipman Selegna şirketinden satın alınmıştı. Selegna, 2015 seçimlerinde AKP’nin İstanbul Milletvekili aday adayı Mehmet Düzen'e ait.
Süreç nasıl gelişti?
İngiltere’deki koronavirüs salgını sırasında sağlık çalışanları yetersiz koruyucu malzeme nedeniyle isyan etmiş ve koruyu malzemeler olmadan çalışmayacaklarını açıklamıştı.
Ülkede yaşanan çok sayıda ölümün yanında yaşanan malzeme kıtlığı İngiliz hükümetini harekete geçirmiş ve İngilizler Türkiye’den koruyucu malzemelere karşı uygulanan ihracat yasağının gevşetilmesi talebinde bulunmuştu.
İngiliz basını Türkiye’den gelecek malzemeleri günlerce manşetlerine taşımış ve iki ülke arasında kısa süreli bir koruyucu ekipman diplomasisi yaşanmıştı.
Aşılan diplomatik sürecin ardından Türkiye’den yola çıkan 84 tonluk 400 bin ekipman 22 Nisan gecesi İngiltere’deki Brize Norton Havaalanı’na inmişti.
Selegna şirketi hakkında
Sloganı “beklenenden fazla” olan Selegna, yalnızca dört ay önce Düzen’in kız kardeşi tarafından hazır giyim modası ve elektronik üreticilerle çalışan bir şirket olma amacıyla kuruldu.
Ancak Çin’de başlayan ve küresel bir salgına dönüşen salgını Ocak ayında fark eden şirket, dikkatini tıbbi ekipmanlara çevirmeye başladı. Daha önce gömlek, takım elbise ve eşofman üreten fabrikalara tıbbi önlükler ve koruyucu giysiler üretmesi söylendi. Eski bir şekerleme fabrikası da maske üretmeye başladı.
2000'lerde Londra'da yaşamış olan Düzen, AKP’nin eski bir milletvekili adayı. Düzen, FT’ye yaptığı açıklamada, İngiltere’nin ihtiyaç listesini gördükten sonra İngiltere hükümetine e-posta gönderdiğini söyledi.
Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk, Türkiye'de ilk koronavirüs vakasının görüldüğü 11 Mart'tan Nisan ayı sonuna kadar olan süreçte Alo 170 hattına gelen çağrıların yüzde 160 artışla 4,8 milyona ulaştığını açıkladı.
Bakan Selçuk yaptığı yazılı açıklamada, Alo 170 Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler İletişim Merkezi'ne en çok kısa çalışma ödeneği konusunda çağrı geldiğini söyledi.
Yüzde 417 çağrı artışı
Yılın ilk aylarında kısa çalışma ödeneği ile ilgili bin 2 bine yakın çağrı gelirken koronavirüs ile mücadele tedbirleri kapsamında kısa çalışma ödeneğinin kullanılmaya başlanması ile bu rakam 372 bin 126'ya ulaştı.
ALO 170'e yapılan çağrılarda en fazla talebin İŞKUR'la ilgili olduğu görüldü. 11 Mart'tan Nisan ayının sonuna kadar İŞKUR'a gelen çağrı sayısı yüzde 417 artarak 1 milyon 623 bine yükseldi. Bu dönemde Sosyal Güvenlik Kurumu için de 1 milyon 311 bin 423 kez arama yapıldı.
Türkiye’de ilk koronavirüs vakasının görülmesinden önce 11 Ocak- 29 Şubat arasında, Bakanlığın iletişim merkezi ALO 170'e 1 milyon 857 bin 302 çağrı gelmişti.
AKP iktidarın maskede yaşattığı karmaşa en son ücretli satılacağı açıklanarak yeni bir duruma geldi. Maske ücretlerinde üst limit 1 TL olacak ve market ile eczanelerde satılacak.
Ücretsiz maske dağıtımını sık sık yöntem değiştirmesine rağmen bir türlü beceremeyen iktidar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, ücretli maske satışına başlayacağını açıklamasıyla bu karmaşayı şimdilik erteledi.
Açıklamanın ardından detaylar da netleşmeye başladı. Uygulamanın detaylarıyla ilgili bir genelge hazırlandığı bildirildi.
Üst fiyat 1 TL
Ticaret Bakanlığı ile medikal sektörün temsilcileri, yeni düzenlemeyle ilgili bir araya gelirken, genelgeyle market ve gross marketlerde de maske satılabilmesi için izin verileceği ifade edildi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın onayına sunulacak olan düzenlemenin yürürlüğe girmesinin ardından eczane, market ve gross marketlerde satışa sunulacak cerrahi maske ücretinde üst limitin ise 1 TL olması bekleniyor. Farklı türdeki maskeler için de farklı üst limitler belirlenecek.
Satış noktaları belli oldu
Eczane ya da marketler isterse belirlenen üst limitin altında satış yapabilecek; ancak, bu rakamın üstünde satışa izin verilmeyecek. Maske satışının başlamasıyla birlikte kurumlar da eczane ve marketleri sıkı bir şekilde denetleyecek. Denetimlerin Ticaret Bakanlığı ile Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu tarafından yapılacağı öğrenildi.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), ABD'nin, yeni tip koronavirüs salgınının kaynağının Çin'in Vuhan şehrindeki bir laboratuvar olduğuna dair iddiasını destekleyecek herhangi bir kanıt sunmadığını açıkladı.
DSÖ Acil Durum Programı Direktörü Dr. Michael Ryan, açıklamasında ABD hükümetinin söz konusu iddialarla ilgili hiçbir kanıt göstermediğini belirterek, “Bizim açımızdan mesele halen spekülatif” dedi.
Ryan sözlerine şöyle devam etti: “Olgulara dayalı çalışan her kurum gibi biz de virüsün kökenine ilişkin her türlü bilgiye açığız. Eğer ABD’nin elinde bu konuda bilgi veya veri varsa bunu paylaşıp paylaşmamaya ya da ne zaman paylaşacağına karar vermeli. DSÖ’nün bilgi olmadan hareket etme olanağı yok.”
Ryan, salgınla mücadele sürecinde Çin ile işbirliği ve bilgi alışverişinin kritik olduğunu ve konunun siyasallaştırılmaması gerektiğini belirterek "Eğer bu bir suistimal soruşturması gibi yürütülürse çözümü çok zor olur. Siyasal bir soruna dönüşür" görüşünü aktardı.
ABD sadece ısrar ediyor
“Korkunç bir hata yaptılar ve kabul etmek istemiyorlar” ifadelerini kullanan ABD Başkanı Donald Trump, yeni tip koronavirüsün Vuhan’daki bir laboratuvardan çıktığına ilişkin kanıtları gördüğünü ancak şu anda detay paylaşamayacağını açıklamıştı.
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ise: “Çin’in, yürüttükleri standartların altındaki laboratuvarlar ile dünyayı enfekte etme geçmişi var. Size bunun (Kovid-19) Vuhan’daki laboratuvardan çıktığına dair çok sayıda delil olduğunu söyleyebilirim.” açıklaması yapmıştı.
Bilim çevreleri reddediyor
Beyaz Saray Kovid-19 ile Mücadele Görev Gücünde yer alan ABD Ulusal Sağlık Enstitüsü (NIAID) Başkanı Dr. Anthony Fauci, “National Geographic” dergisine yaptığı açıklamada, bilimsel kanıtların virüsün yapay veya kasten manipüle edilemeyeceğine güçlü şekilde işaret ettiğini söylemişti.
ABD, İngiltere ve Avustralya’dan bilim insanları 17 Mart’ta “Nature” dergisinde yayımladıkları, “SARS-Cov-2’nin Köken Yakınlığı” başlıklı makalede, Kovid-19’un insan hücrelerine tutunduğu kısımlarında doğal seçilimin izleri olduğu, dolayısıyla laboratuvarda üretilmiş olamayacağı sonucuna varmıştı.
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi, Covid-19 salgını süreciyle ilgili olarak açıklanan “normalleştirme” adımlarını, 5 Mayıs 2020 tarihinde telekonferans ile düzenlenen basın toplantısıyla değerlendirdi.
Basın toplantısında TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Sinan Adıyaman ve TTB Etik Kurul Başkanı Prof. Dr. Feride Aksu Tanık katıldılar. Sağlık Bakanlığı’nca açıklanan veriler doğrultusunda Covid-19 salgın eğrisinde bir düşüş görülse de, salgının hâlâ devam ettiğine dikkat çekilen açıklamada, “normalleştirme” adımlarının epidemiyoloji biliminin gereklerine göre atılması ve rehavete kapılınmaması gerektiği vurgulandı.
“Normalleştirme” adımları epidemiyoloji biliminin gereklerine göre atılmalıdır, halkın ve sağlık çalışanlarının sağlığı korunmalıdır!” başlığıyla gerçekleştirilen açıklamada; “Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de herkes hayatı ileri derecede kısıtlayan bu salgının bir an önce bitmesini istiyor. Covid-19 hastalarının yanı sıra diğer hastalıklarla boğuşan yüzbinlerce hasta tedirgin ve mağdur durumda. Geçimini günlük sağlayanlar başta olmak üzere milyonlarca insan geçim derdi ile birlikte sosyal ve ruhsal sıkıntılarla baş etmeye çalışıyor. Tüm bu gerekçeler Covid-19 salgınına dair kısıtlamaların kalkması ve eski duruma geri dönülmesi yönünde büyük bir beklenti oluşturuyor.
Türk Tabipleri Birliği olarak bizler de herkes gibi bu salgının bir an önce bitmesini, sınırlayıcı ortamın sona ermesini istiyor ve bu beklentiyi anlıyoruz. Bununla birlikte, salgının her aşamasında olması gerektiği gibi bu döneminde de bilimsel verilere uygun adımlar atılmasını zorunlu görüyoruz.
TTB olarak, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) son olarak Avrupa bölgesi için yayımladığı “Covid-19 geçiş sürecinde halk sağlığı önlemlerinin güçlendirilmesi ve uyarlanması” rehberi ve TTB Covid-19 İzleme Grubu tarafından yapılan öneriler doğrultusunda bu aşamadaki değerlendirmemizi ve uyarılarımızı kamuoyu ile paylaşmak istiyoruz.
DSÖ’nün söz konusu “Rehberi” salgın sonrasına geçiş döneminde hareket kısıtlılığı uygulamalarını azaltıp, toplumları kalıcı bir biçimde yeniden açarken dikkatli, kararlı ve istikrarlı bir çıkış stratejisi izlenmesi gerektiğini vurguluyor. Kısıtlayıcı önlemlerin dönüşümünün dikkatle ve kanıta dayalı biçimde yürütülmesi gerektiğini ve kısıtlayıcı önlemlerin azaltılması ve geçişin yönetiminin dört temel bileşeni olduğunu belirtiyor:
(1) Karar süreçlerini halk sağlığı ve epidemiyolojik veriler yönlendirmelidir.
(2) Sağlık hizmetleri iki ana kulvarda sürdürülmelidir.
(3) Salgının sosyal ve davranışsal etkilerini, boyutunu önemsemek gerekir.
(4) Salgının bireyler, aileler ve topluluklar üzerindeki yıkıcı etkisini azaltmak için sosyal ve ekonomik destek verilmelidir.” denildi.
Basın açıklamasında öne çıkanlar şöyle:
1. ‘Normalleştirme’ adımları atılırken;
- Karar süreçlerini halk sağlığı ve epidemiyolojik veriler yönlendirmelidir.
- Sağlık hizmetleri iki ana kulvarda sürdürülmelidir.
- Salgının sosyal ve davranışsal etkileri, boyutu önemsenmelidir.
- Salgının bireyler, aileler ve topluluklar üzerindeki yıkıcı etkisini azaltmak için sosyal ve ekonomik destek verilmelidir.
2. Ne günlük hastalığa yakalanan insan sayımız, ne nüfusa oranla yapılan test sayımız, ne PCR testinden bağımsız Covid-19 tanısı alıp tedavi görenlerin sayısı ne de açıklanan resmi vefat sayısı salgının bittiğine ya da çok kısa sürede bitebileceğine dair veri sunuyor.
3. Açıklanan rakamlardaki azalma sevindirici ve umut vericidir. Ancak rehavete kapılınmaması gereklidir.
4. Covid-19 salgınında “normalleştirme” süreci piyasa baskısından uzak, epidemiyolojik veriler doğrultusunda, sürekliliği ve bütünlüğü olan bir bilimsel koordinasyonla uyumlu olmalıdır.
5. Salgın konusunda alınacak kararların popülizmden etkilenmemesi, ayrım yapılmadan insan odaklı olması ve toplumun sağlığı başta olmak üzere bütün insani ekonomik ve sosyal gereksinimlerinin sosyal devlet anlayışıyla karşılanacağı adımları içermesi gerekmektedir.
6. Yeniden bir yaygınlaşma olabileceği de dikkate alınarak, ülkedeki kamu özel bütün hastanelerde, ASM’lerde ve sağlık hizmeti sunulan bütün birimlerde Kişisel Koruyucu Donanım (KKD) bakımından hiçbir gevşeme ve eksiklik yaşanmaması sağlanmalıdır.
DSÖ ayrıca geçiş sürecinde altı temel ölçütün göz önünde bulundurulması gerektiğini belirtiyor:
1. Covid-19’un bulaşmasının kontrol altına alınmış olduğu kanıtlanmalı.
2. Sağlık sistemi her vakayı tespit edebilmeli, izole edebilmeli, test uygulayıp, tedavi etmeli ve her temaslı kişiyi izleyebilmeli ve karantinaya alabilmeli.
3. Huzurevleri, rehabilitasyon merkezleri, ruh ve sinir hastalıkları hastaneleri, cezaevleri gibi hassas nüfusun toplu olarak bulunduğu yerlerdeki ve mülteciler gibi dezavantajlı topluluklardaki salgın riski en düşük düzeye indirilmeli.
4. Okullar, fabrikalar, iş yerleri fiziksel mesafe, el yıkama olanakları, solunum hijyeni ve beden ısısı izlemleri vb. gerekli korunma önlemlerini oluşturmalı.
5. Bulaş riski yüksek topluluklara yeni vakaların girişi ve bu topluluklardan dışarıya vaka çıkışının riski yönetilebilir olmalı.
6. Toplumların da bir sesi vardır, geçiş süreci konusunda bilgilendirilmiş, bu sürece katılımları sağlanmış olmalı.
DSÖ salgının dinamiklerini tanımlamak için dört bulaş senaryosu açıklamıştı: Bildirilen vakanın bulunmaması, tek tük vakalar, vaka kümeleri ve toplum bulaşı.
1. Bir ülke ya da ülkenin farklı bölgeleri bu senaryolardan birine uyabilir, bu nedenle önlemler de bölgelerin özelliklerine göre belirlenmelidir. Her ülkeye uyan tek bir geçiş stratejisi olmadığını,
2. Tüm geçiş stratejilerinin halk sağlığı ilkelerini, sosyal ve ekonomik kaygıları gözeterek ve kimseyi dışarda bırakmadan yürütülmesi gerektiğini,
3. Geçiş döneminin aşamalı olması gerektiğini belirtiyor ve uyarıyor.
4. “Koruyucu” önlemlerin iptali savunmasız gruplarda ciddi sonuçlarla hastalığın yeniden dirilmesine yol açabileceğini hatırlatıyor.
Geçiş sürecinde sağlık çalışanları ve sağlık kurumları konusunda akıldan çıkarılmaması gereken:
“DSÖ hangi strateji uygulanırsa uygulansın sağlık çalışanlarının desteklenmesi ve korunmasının hem pandemiye yanıt hem de olağan sağlık hizmetlerinin yürütülmesi açısından çok gerekli olduğunu bir kez daha belirtiyor.”
Sağlık çalışanlarının koruyucu donanım kullanmaya devam etmesi gerektiğini belirterek, vakaların artma olasılığına karşılık hastanelerin hazırlıklı olmasını tavsiye ediyor.
Covid-19 salgınının her aşamasında; ancak bilimsel veriler ışığında, hekimlerin ve sağlık çalışanlarının büyük çabası ve toplum katılımı sağlanarak başarı sağlanabilir.