Prof. Dr. Özlem Karaırmak, salgının insanların psikolojisini nasıl etkilediğini araştırdı. Buna göre her 4 kişiden biri işini kaybetme korkusu yaşıyor, yarısından fazlası ise ekonomik açıdan kaygılı. Yoksul kesim başkalarından yardım ve destek geleceğine daha az inanıyor
Bahçeşehir Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi, Psikolojik Danışma ve Rehberlik Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Özlem Karaırmak koronavirüs sürecinde belirsizlik, kaygı ve stresin insanların üzerindeki etkilerini araştırdı.
25-65 yaş arası bin 458 kişi ile çevrimiçi yollardan görüşüldü. Katılımcıların yüzde 45’i evli ve yüzde 42’si çocuk sahibi. Yüzde 28’inin uzaktan eğitime devam eden çocuğu var.
Çalışma sonuçlarından en dikkat çekici olanları şöyle sıralanıyor:
* Yüzde 49’u kendisi, yüzde 79’u ise sevdikleri için salgını tehdit görüyor.
* Yüzde 85’i vaka sayısının artmasından, yüzde 60’ı günlük hayatındaki kısıtlamalardan, yüzde 80’i yaşam şartlarının ne zaman sona ereceğinin belirsizliğinden endişeli.
* Yüzde 62’si Covid-19 hakkında kendini yeteri kadar bilgi sahibi görüyor.
* Yüzde 68’i aile ve arkadaşlardan aldığı sosyal desteği yeterli buluyor.
* Yüzde 54’ü bu süreçte yeni uğraşlar (yeni yemekler, çok parçalı yap-bozlar, örgü vb.) edinmiş.
* Yüzde 80’i Covid-19 gündemini çok sık takip ediyor.
* Yüzde 58’i çok ciddi ekonomik kaygılar yaşıyor.
* Yüzde 25’i işini kaybetmekten korkuyor.
Kadınlar daha endişeli ama daha güvenli
Bazı özelliklere göre kaygı ve endişeler şöyle ayrılıyor:
Cinsiyet: Kadınlar belirsizlikten dolayı daha kaygılı, stresli ve üzüntülü. Ancak belirsizlik erkeklerin eyleme geçmesini daha fazla engelliyor. Kadınlar, virüsün kontrolünde bilim insanları, doktorlar gibi başkalarından gelecek yardıma daha fazla güveniyor. Erkeklere göre, stresle baş etme becerilerinde kendilerini daha fazla kaynağa ve desteğe sahip olarak algılıyor.
Evliler çaresiz bekârlar kaygılı
Medeni durum: Evli olanlar durumu daha çaresizlik verici ve kontrol edilemez görüyor. Ancak bekarlar daha kaygılı. Çocuğu olanlar halsizlik, titreme, mide problemleri gibi psikosomatik tepkileri çocuksuzlara göre daha az yaşamakta. Çocukla etkileşimin kaygının fiziksel belirtilerini azalttığı düşünülmekte.
65 yaş üstü yakını olmak: Çevresinde Covid-19 tanısı almış olanlar ile 65 yaş üstü yalnız yaşayan yakını bulunanlar daha kaygılı.
Ekonomik kaygılar: İşini kaybetme korkusu yaşayanlar belirsizlik ve kaygı içinde. Psikolojik dayanıklılıkları daha kırılgan. Durumu daha tehdit edici ve kontrol edilemez algılıyor ancak yardım aramakta zorlanıyor. Kaynakları etkili kullanamıyor.
Gelir düzeyi: Tüm gelir gruplarında virüse bağlı stres ve belirsizlik aynı derecede. Ancak gelir düzeyi (2 bin 324 TL ve altı) düşük olanlar gelir düzeyi yüksek olanlara (7 bin 500 TL ve üstü) göre daha fazla kaygılı. Psikolojik dayanıklılıkları daha düşük. Strese karşı kendilerini daha kontrolsüz hissediyor. Ama en önemlisi salgın konusunda başkalarından destek ve yardım geleceğine daha az inanmakta. Gelir düzeyi toplumsal düzeyde dikkate alınması gereken bir risk faktörü. Bahçeşehir Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi, Psikolojik Danışma ve Rehberlik Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Özlem Karaırmak koronavirüs sürecinde belirsizlik, kaygı ve stresin insanların üzerindeki etkilerini araştırdı.
Gündemi nasıl takip ediyorlar?
Televizyon Yüzde 80
İnternet siteleri Yüzde 64
Twitter Yüzde 56
Instagram Yüzde 51
Facebook Yüzde 26
Takip etmiyor Yüzde 7
En sık görülen korku ve tepkiler
* Toplu taşıma araçlarından korkma
* Vaka/Ölüm sayılarını takip etme
* Virüs ile ilgili sosyal medyayı sürekli takip etme
* Salgının daha da kötüye gideceği inancı
* Sürekli virüsle ilgili haberleri takip etme
* Önlemlere rağmen virüsün sürekli sevdiklerine bulaşacağı düşüncesi
* Fiziksel hareketin azalması
* Sevdiklerini kaybetme korkusunun artması
* Temizlik kurallarını abartılı ve aşırı bir şekilde uygulama
* Hastalık durumunda hastaneye gidememe korkusu
Ekonomik kaygı öne geçmiş durumda
Prof. Özlem Karaırmak araştırmanın sonuçlarını şu sözlerle değerlendirdi: Araştırmada en öne çıkan bulgu bence ekonomik kaygıların ön planda oluşuydu. Yarıdan fazlası bu noktada kaygılı. Bir diğer nokta gelir düzeyi düşük ya da yüksek olan gruplarda kaygı eşit olmasına rağmen gelir düzeyi düşük kesimin kırılgan oluşu. Kendini daha çaresiz hissediyor, daha umutsuz görünüyor. Ekonomik politikalar ve sosyal sistem açısından koruyucu sistemin bu grubu daha dikkate alması gerekiyor. Bu dönemin ortaya çıkardığı bir sonuç internet ve sosyal medyanın lüks değil ihtiyaç. Yoksulların bu imkanı yoksa görüntülü telefona da sahip değilse yakınlarıyla daha az bağ kurabiliyor. Eğitim çağında çocuğu varsa onun uzaktan eğitim şansı kalmıyor. Bu da umutsuzluğu körüklüyor olabilir.
Evde boş vaktini nasıl değerlendiriyor?
Sosyal medya Yüzde 72
Film izlemek Yüzde 68
Kitap okumak Yüzde 59
Temizlik ve ev düzenleme Yüzde 58
Dizi izlemek Yüzde 52
Televizyon izlemek Yüzde 49
Her zamankinden fazla yemek yapmak Yüzde 39
Çocuklarla oyun oynamak Yüzde 25
Çeşitli sanatsal etkinlikler Yüzde 19
El işi yapmak Yüzde 19
Kaynak: BirGün
koronavirüs
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2020 Nisan ayına ilişkin sektörel bazlı güven endekslerini açıkladı. Açıklanan rakamlara göre Nisan ayında güven endeksi hizmet sektöründe yüzde 50,1, perakende ticarette yüzde 26, inşaat sektöründe ise 42,2 düşüş gösterdi. Reel kesimdeki işletmelerin yüzde 61’i Mart’a göre daha kötü durumda...
Koronavirüs salgınının yarattığı ekonomik tahribat daha net hissedilmeye başladı. Salgın sürdükçe ekonomik yıkımın boyutları derinleşiyor. Tüm sektörlerde geleceğe dönük umutsuzluk artıyor.
Tüm sektörlerde büyük düşüş
Hizmet sektörü güven endeksi Nisan ayında bir önceki aya göre yüzde 50,1, perakende ticarette yüzde 26, inşaat sektöründe 42,2 azalış gösterdi.
Türkiye İstatistik Kurumu, Nisan ayına ilişkin sektörel güven endekslerini açıkladı. Buna göre, mevsim etkilerinden arındırılmış hizmet sektörü güven endeksi Mart ayında 92,5 iken bu ay yüzde 50,1 azalarak 46,1'e geriledi.
Hizmet sektöründe bir önceki aya göre, son 3 aylık dönemde iş durumu, son 3 aylık dönemde hizmetlere olan talep ve gelecek 3 aylık dönemde hizmetlere olan talep beklentisi endeksleri sırasıyla yüzde 45,9, yüzde 47,1 ve yüzde 56,8 düşerek, 48,3 ve 47,9 ve 42,2 değerlerini aldı. Mevsim etkilerinden arındırılmış perakende ticaret sektörü güven endeksi Nisan’da yüzde 26 azalarak 75,2'ye düştü.
Perakende ticaret sektöründe mevcut mal stok seviyesi endeksi bir önceki aya göre yüzde 9,7 artarak 118,5 oldu. Son 3 aylık dönemde iş hacmi-satışlar ve gelecek 3 aylık dönemde iş hacmi-satışlar beklentisi endeksleri sırayla yüzde 39,9 ve 50,8 düşerek, 56,7 ve 50,5 değerine geriledi. Mevsim etkilerinden arındırılmış inşaat sektörü güven endeksi de geçen ay 77,2 iken bu ay yüzde 42,2 azalarak 44,7'ye geriledi.
İnşaat sektöründe bir önceki aya göre alınan kayıtlı siparişlerin mevcut düzeyi ve gelecek 3 aylık dönemde toplam çalışan sayısı beklentisi endeksleri sırasıyla yüzde 44,1 ve yüzde 40,9 azalarak 34,2 ve 55,1 değerlerini aldı.
İnşaat sektöründe Nisan’da girişimlerin yüzde 17,2'si faaliyetleri kısıtlayan herhangi bir faktörün olmadığını, yüzde 82,8'i ise faaliyetlerini kısıtlayan en az bir temel faktör bulunduğunu belirtti.
İnşaat sektöründe faaliyetleri kısıtlayan en önemli temel faktörlerden "diğer faktörler" Mart’ta yüzde 1,9 iken Nisan’da yüzde 50,7, "talep yetersizliği" Mart’ta yüzde 31,1 iken Nisan ayında yüzde 42,4 ve "finansman sorunları" Mart’ta yüzde 42 iken Nisan’da yüzde 39 oldu.
Reel sektör umutsuz
Reel kesimde beklenti anketine cevap veren her 100 işletmeden 73,4’ü üretimlerini kısıtlayan nedenler olduğu söylüyor. Bunlar içinde başı çeken neden yüzde 25,4 ile talep yetersizliği. Öte yandan ‘Mart ayına göre daha iyi durumdayım’ diyen işletmelerin oranı sadece yüzde 3,2. Ankete göre işletmelerin yüzde 69,2’si Mart ayına göre daha kötü durumda olduğunu söylüyor.
Üç beş maskeyi bile dağıtamaz duruma düşmek hicap vericidir. Maskeler nerede?
Koronavirüs salgınına karşı alınan önlemler kapsamında maske satışının yasaklanması ve önce PTT tarafından daha sonra ise eczanelerde parasız olarak dağıtılacağının açıklanması ile ilgili olarak İstanbul Tabip Odası (İTO) bir açıklama yaptı.
İstanbul Tabip Odası’nın açıklamasında; “Üç beş maskeyi bile dağıtamaz duruma düşmek hicap vericidir, maskeler nerede” diye sorularak, “Eczanelerin yeterli olmadığı koşullarda başta belediyeler olmak üzere diğer kamu kurumlarının devreye sokulması” önerisinde bulunuldu.
İstanbul Tabip Odası’nın internet sitesinde 22 Nisan 2020 Çarşamba günü yazılı olarak yapılan açıklama şöyledir:
Üç beş maskeyi bile dağıtamaz duruma düşmek hicap vericidir. Maskeler nerede?
Koronavirüs pandemisi ülkemizde bütün hızıyla devam ediyor. Sağlık çalışanlarının yanı sıra yurttaşlar da korunmak için maske kullanıyor; maske “satışı” ise herhangi bir yasal dayanağı olmadığı halde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından “fiili olarak” yasaklandı. Önce PTT, daha sonra eczanelerden ücretsiz maske dağıtılacağı duyuruldu, ancak aradan geçen iki haftaya rağmen düzenli ve yeterli dağıtım yapılamıyor, eczanelerden maske alabilen yurttaşlar ise maskelerin kalitesizliğinden şikayet ediyor.
Üç, beş maskeyi bile dağıtamaz duruma düşmek hicap vericidir
Son olarak DA Sağlık Bakanlığı’nın yayımladığı “Tıbbi Maske İç İmkanlarla Üretim Kılavuzu”na göre Kamu hastanelerinin kendi ihtiyaçları için maske üretmeye başlatılacak olmaları stokların azaldığına göstermekte ve bu azalmanın yurtdışına yapılan yardımlar ve ihracattan kaynaklandığını düşündürtmektedir.
Devasa bir tekstil sektörüne sahip olan Türkiye’nin olanakları, sağlık çalışanlarının ve bütün vatandaşlarının maske ihtiyacını kolaylıkla karşılayabilmek için yeterli; doğru bir yönetimle “maske sorunu”nun rahatça çözümü mümkündür.
İstanbul Tabip Odası olarak konuyla ilgili birkaç basit çözüm önerimiz:
* Bugünlerde yoğun olarak Koronavirüs pandemisiyle mücadele yürüten hastanelerimizin maske üretimi ile uğraşması doğru değildir.
* Dünyanın başka ülkelerine kişisel koruyucu ekipman ve ilaç yardımı yapmak kuşkusuz halklar arası dayanışma açısından anlamlı, öte yandan da “siyaseten prestijli” bir iştir; ancak bunun için öncelikle sağlık çalışanlarımızın ve vatandaşlarımızın ihtiyaçlarının karşılanması gerekmektedir.
* Sosyal Güvenlik Kurumu Sağlık Uygulama Tebliğinde değişikliği yapılmalı, yurttaşlar ve sağlık çalışanlar için kişisel koruyucu ekipman ve hijyen malzeme paketi pandemi sona erene kadar kurumca bedeli karşılanacak tıbbi malzemeler listesine alınabilir.
* Maskelerin kullanım süreleri vatandaşların yaşlarına ve hastalıklarına göre belirlenmeli, yurttaşlar T.C Kimlik Numaraları ile eczanelerden SGK Medula girişi yapılarak maskelerin de içinde yer aldığı paketlerini alabilirler. (Bu şekilde maske dağıtımı takip edilebilir.)
* Eczanelerin yeterli olmadığı koşullarda başta belediyeler olmak üzere diğer kamu kurumları devreye sokulabilir.
Kamuoyunun bilgisine sunulur.
İstanbul Tabip Odası
Yönetim Kurulu
22 Nisan 2020
Metal Sektöründe Covid-19 Salgını Araştırması-2
DİSK/Birleşik Metal-İş Sendikası Araştırma Merkezi BİSAM tarafından otomotiv, metal eşya, elektrik-elektronik ve demir-çelik sektörlerinde işçiler ile yapılan “Metal Sektöründe Covid-19 Salgını Araştırması-2” kamuoyu ile paylaşıldı.
Koronavirüs salgını başladıktan kısa bir sonra yapılan araştırmanın birincisi üzerinden 1 ay geçti. Metal işçilerinin salgın süreci hakkında eğilimlerini inceleyen araştırmada şu başlıklar öne çıktı:
İşçiler tezgâhta dip dibe çalışıyor, her 5 kişiden 1'nin yakın çevresinde tanı konulmuş kişi var
Araştırma kapsamındaki işçilerin yüzde 61'i Mart 2020'de İşyerinizde üretim sürecinde iş arkadaşlarınızla aranızdaki mesafe ne kadar?" sorusuna 1 metreden az cevabını vermişti. Bu oran Nisan 2020'de alınan tedbirlerle yüzde 37'ye gerilemiştir. Buna karşın işçilerin yüzde 85'i iş arkadaşı ile 2 metreden daha az bir mesafede çalışmaktadır. İş arkadaşı ile çalışırken arasındaki mesafenin 2 metreden fazla olduğu işçilerin oranı ise sadece yüzde 14.9'dur. Bu oran Mart 2020'de yüzde 10 idi. Bu durum işyerlerinde virüsün yayılması açısından riskli bir durum yaratmaktadır. Araştırma kapsamındaki işçilerin yüzde 21'i yakın çevresinde korona virüs tanısı konmuş kişi olduğunu söylerken, yüzde 2.8'i virüs nedeni ile karantina altındadır
Alınan tedbirlere karşın işçilerin %87'si kendini işyerinde risk altında hissetmeye devam ediyor
Araştırma kapsamındaki işçilerin yüzde 60'ı işyerinden kaynaklı olarak (işe gidiş-geliş dahil) virüse karşı risk altında olduğunu, yüzde 27'si ise kısmen risk altında olduğunu düşünmektedir. Çalıştığı işyerinde kendini virüse karşı risk altında hissetmeyenlerin oranı yüzde 12.7'dir. Bu oran Mart 2020'de yüzde 6'ydı. Çalıştıkları iş yerlerinde virüse karşı yeterli tedbir alındığını düşünenlerin oranı yüzde 11'den yüzde 29'a yükselmiştir. Kısmen yeterli tedbir alındığını düşünenlerin oranı yüzde 40'tan yüzde 49'a çıkmıştır. Yeterli tedbirlerin alınmadığını söyleyenlerin oranı yüzde 29 olmuştur. İki veri değerlendirildiğinde işçiler işyeri temelinde alınan tedbirlerle sorunun çözüleceğine inanmamaktadır.
İşçi ücretli izinde ısrarlı, sokağa çıkma yasağı talebi %68'den %88'e yükseldi!
Araştırma kapsamındaki işçilere yaşadığımız süreç ile ilgili kimi değerlendirmelere ne kadar katılıp katılmadıkları sorulmuştur. İşçilerin yüzde 96'sı borç nedeniyle su ve doğalgaz kesintisi yapılmaması gerektiğini düşünmektedir. Yüzde 94 ise okulların tatili süresince çalışan anne babalardan en az birine ücretli korona izni verilmesi fikrine destek vermektedir. İşçiler arasında ücretli izin talebi yüzde 92 seviyesindedir. Salgın döneminde her eve belli bir miktar içme suyu ve doğalgaz parasız olarak sağlanması fikri de yüzde 96 oranında destek alan görüşlerden. Dikkat çeken verilerden biri ise işçilerin yüzde 86 ile "özel sağlık kuruluşları kamulaştırılması" fikrine verdiği destektir. İşçilerin yüzde 82'i "65 yaş üstü yaşlılık aylığı alan kişilere de ek korona desteği ödenmelidir" fikrini destekliyor. Yüzde 88 gibi yüksek bir kesim salgın nedeniyle sokağa çıkma yasağı ilan edilmesi taraftarıdır. Mart 2020'de bu oran yüzde 68 seviyesindeydi.
İşçilere göre Covid krizinin sorumlusu sistem ve para kazanma hırsı
Araştırma kapsamındaki işçilere Corona (COVID-19) virüsünün neden kaynaklandığı konusundaki görüşleri, kamuoyunda tespit edilen genel yargılara, ne ölçüde katılıp/katılmadıkları sorularak tespit edilmeye çalışılmıştır. Ankete katılan işçilerin her biri her yargıya dair görüşlerine ifade etmiştir. Buna göre Mart ayında işçilerin en çok katıldıkları yargı virüsün nedeninin "Çinlilerin beslenme alışkanlıkları" olduğu iken Nisan ayında "Kapitalizmin para kazanma hırsı ve sağlık sisteminin özelleştirilmesi"ne bağlayan görüş öne çıkmıştır. Bu yargıya katılıyorum/çok katılıyorum diyenlerin oranı yüzde 72'den, yüzde 76'ya yükselmiştir. Virüsün nedenini aynı zamanda "Doğaya ve diğer canlılara verdiğimiz zararın bir neticesi" olarak değerlerin oranı yüzde 71,5 iken, "ABD tarafından biyolojik silah olarak üretildi", "Çinlilerin beslenme alışkanlıkları" yargıları sert bir biçimde düştü.
Risk artacak algısı azaldı, ama hala 3 kişiden biri risk artacak diyor, virüsü ciddiye alanların oranı ise arttı
Araştırmaya katılan metal işçilerinin büyük bir kısmı virüs riskinin artacağını, meselenin ciddiye alınması gerektiğini düşünmektedir. Virüs riskinin artacağını düşünenlerin oranı yüzde 64 seviyesindedir. Geçen ay bu oran yüzde 78 seviyesindeydi. Virüsün azalacağını düşünenlerin oranı ise yüzde 18,7 düzeyindedir. Bu oran geçtiğimiz ay yüzde 8,4 düzeyindeydi. Söz konusu üyelerin hemen hemen tamamı virüsün ciddiye alınması gerektiğini düşünmektedir. Bunların, yüzde 83'ü kesinlikle ciddiye alınması gereğini vurgulamaktadır. Geçtiğimiz ay bu oran ise yüzde 75'ti.
İşçi "evde kal" çağrısına %96 ile uyuyor ama işe gitmek zorunda
Araştırma kapsamındaki metal işçilerinin yüzde 98'inin virüse karşı en çok başvurduğu kişisel tedbir ellerin daha çok yıkanması. İkinci sırada yüzde 98 ile maske kullanma geliyor. Bu tedbirleri yüzde 96 ile iş haricinde evden çıkmamaya çalışmak ve yüzde 93 ile aile gezmelerine son vermek ve yüzde 90 ile toplu ulaşım kullanmama gayreti izliyor. Yüzde 70 virüse karşı daha iyi beslenmeye çalıştığını söylerken, yüzde 89 sosyal etkinliklerini sınırlandırmıştır.
İktidarı virüs ile mücadelede başarılı bulanların oranı %48'den %31'e düşerken, başarısız bulanların oranı %15'ten %33'e yükseldi
Araştırma kapsamındaki işçilere hükümetin aldığı tedbirleri ne kadar başarılı buldukları sorulmuştur. Hükümeti başarılı bulanların oranında geçen aya göre sert bir düşüş yaşanmıştır. Mart 2020'de işçilerin yüzde 19'u hükümetin aldığı tedbirleri çok başarılı bulurken, bu oran Nisan 2020'de yüzde 8'e gerilemiştir. Hükümeti aldığı tedbirleri başarılı bulanların oranı ise yüzde 29'dan yüzde 23'e düşmüştür. Buna karşın başarısız bulanların oranı toplamda yüzde 15'ten, yüzde 33'e fırlamıştır. İşçilerin yüzde 34'lük önemli bir kesimi ise alınan tedbirleri ne başarılı ne de başarısız olarak değerlendirmektedir.
İşçilerin %75’i ücretsiz izin düzenlemesinin işçiler lehine olmadığını düşünüyor
Araştırma kapsamındaki işçilere hükümetin işverenlere ücretsiz izin hakkı tanıyan ve günlük 39,4 TL'lik ödeme öngören düzenlemenin iş lehine olup olmadığı sorulmuştur. İşçilerin dörtte üçü söz konusu düzenlemenin işçilerin lehine olmadığını düşünmektedir. Toplamda yüzde 67 söz konusu düzenlemenin kesinlikle işçi lehine olmadığı fikrindedir. Düzenlemeyi işçi lehine bulanların oranı yüzde 13'tür.
İşçilerin yaklaşık yarısı virüse karşı mücadelede Türkiye'yi Avrupa ülkelerine göre daha başarılı buluyor
Araştırma kapsamındaki işçilere hükümetin aldığı tedbirleri ne kadar başarılı buldukları sorulmuştur. İşçilerin yüzde 48 Türkiye'yi virüsle mücadelede Avrupa ülkelerine göre daha başarılı bulurken, yüzde 41 ne başarılı ne de başarısız bulmaktadır. Başarısız bulanların oranı ise yaklaşık yüzde 11'dir.
Araştırmanın tamamına erişim için linke tıklayın:
http://www.birlesikmetalis.org/index.php/tr/guncel/basin-aciklamasi/1472-convid2
23 Nisan’ın yüzüncü yılını kutladığımız bugün, çocuk işçi gerçeği tüm acı tablosu ile ortada...
Dünyada ilk kez çocuklara armağan edilen bir bayram ile çocukların gerçeği birbirine uymuyor.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verileri Türkiye’de 15-19 yaş grubuna mensup çocuklar arasında kayıt dışı çalışmanın arttığını gösterdi.
Son verilere göre Türkiye’de 5-17 yaş arası 720 bin çocuk çalışıyor. Onlardan bir kısmı bugün hastalık riskine rağmen yine çalışmak zorunda bırakılıyor. CHP Milletvekili Veli Ağbaba, çocukların durumunu bir rapor haline getirdi. Ağbaba, “Ne yazık ki Dünya genelinde 23 Nisan çocuklarımızın pençesine alan eşitsizliğin, yoksulluğun ve ölümün pençesinde kutlamakta. Dünya genelinde çocuk emeğinin sömürüsü ve istismarı her geçen yıl daha fazla artmakta” dedi.
Ağbaba, Türkiye’de özellikle mesleki eğitim adı altında çocuk işçiliğin yasal hale getirildiğini belirterek “2015’te çırak işçi sayısı 245 bin iken bu sayı bugün 1 milyon 300 bin civarında. Çırakları da dahil ettiğimizde çocuk işçi sayısı en az 2 milyon civarında” dedi.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Gamze Akkuş İlgezdi’nin hazırladığı bir diğer rapordaysa, Türkiye’de 15-17 yaş arasındaki 3 milyon 649 bin çocuğun 574 bininin çalışmak zorunda kaldığına dikkat çekildi. İlgezdi, “Covid-19 nedeniyle sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte çalışan çocuk işçiler daha görünür hale geldi” dedi. CHP’li İlgezdi, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı dolayısıyla Türkiye’de çocuk işçiliğiyle ilgili rapor hazırladı.
22,8 milyon çocuk
Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi’ne göre 2019 yılsonu itibarıyla, Türkiye’de 22 milyon 876 bin 798 çocuk yaşıyor. 5-17 yaş grubundaki çocuk sayısı 16 milyon 457 bin, 15-17 yaş grubundaki çocuk sayısı ise 3 milyon 649 bin olarak kayıtlara geçti.
100 çocuktan 16’sı çalışıyor
Resmi verilere göre, bir işte çalışan 5-17 yaş grubu çocuk sayısı 720 bin olarak kayıtlara geçti. Çalışmak zorunda olan çocukların yüzde 80’ini, 15-17 yaş grubuna mensup 574 bin çocuk oluşturdu. Buna göre Türkiye’de sayısı 3 milyon 649 bin olan 15-17 yaş grubundaki her 100 çocuktan 16’sı çalışmak zorunda.
Çocukların yüzde 32’si yoksul
2017’de 6 milyon 893 bin olan yoksul çocuk sayısına 2018’de 443 bin yeni çocuk eklendi. Buna göre bir önceki yıla göre artış yüzde 6 oldu. Veriler Türkiye’deki çocukların yüzde 32’sinin yoksul olduğunu gösterdi.
Çünkü aileler işsiz
Anne, babası ya da evi geçindirmekle yükümlü ebeveyni işsiz olan çocuk sayısı 2012-2018 yılları arasında yüzde 19 arttı. 2012 yılında aileye bakmakla yükümlü ebeveyni işsiz olan çocuk sayısı 1 milyon 210 bin iken, bu sayı 2018’de 1 milyon 434 bine yükseldi. Bu verilere göre Türkiye’de her 100 çocuktan 6’sının hanesinde işsizlik hakim.
Çocuk değil yetişkin
İlgezdi, ekonomik krizin çocuklara faturasının kalıcı hale geldiğini belirterek “Borçlu doğan çocukların her geçen yıl daha fazla yetişkinlerin sorumluluklarını üstlenmek zorunda kaldığını görüyoruz. Özellikle Covid-19 salgını nedeniyle sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte çalışan çocuk işçiler daha görünür hale geldiler” dedi. İlgezdi, çocukların tehlikeli koşullarda çalıştırıldığını da belirtti.
326 çocuk iş cinayetinde yaşamını yitirdi
Ağbaba tarafından hazırlanan raporda çocukların durumuna ilişkin kritik veriler şöyle;
► 5-14 yaş arası çalışan çocuk sayısı 146 bin. 15-17 yaş arası çalışan çocuk sayısı 574 bin.
► Çocukların 221 bini tarım sektöründe, 171 bini sanayii sektöründe geri kalan 328 bini hizmetler sektöründe.
► Çocukların 455 bini ücretli ve yevmiyeli. 261 bin çocuk ise ücretsiz aile işçisi olarak çalışmakta.
► Verilere göre 2015 ile 2019 yılları arasında en az 326 çocuk iş cinayetlerine kurban gitti.
Çocukların çalıştırılmasına son verilmeli
Ağbaba çocuk işçiliğine karşı alınması gereken önlemleri şöyle sıraladı:
► Türkiye’de çocukların stajyer ve çıraklık adı altında ucuz iş gücü olarak çalıştırılmalarına son verilmeli
► Çocukların maruz kaldığı her türlü sosyal ve psikolojik baskılara önlem olarak ‘’çocuk hakları’’ adı altında ülke genelinde yeni birimler kurulmalı
► 18 yaş altı çocukların çalıştırılmasının önüne geçilmesi için gerekli yasal düzenlemeler hayata geçirilmeli.
Türk Tabipleri Birliği (TTB), koronavirüs (covid-19) salgını sürecinde sağlık çalışanlarının durumunu açıkladı. Rapora göre, 14’ü hekim, 24 sağlık emekçisi hayatını kaybetti, 3474 sağlıkçı hasta...
TTB, “Türkiye’de COVID-19 tanısı almış sağlık çalışanlarının sayısı artıyor, daha fazla arkadaşımızı kaybetmemek için hükümeti önlem almaya davet ediyoruz” başlıklı bir açıklama yayınladı. Açıklamada, raporun 44 ildeki tabip odalarından alınabilen verilerle derlendiği, belli kısıtlıklar içerdiği vurgulandı.
Rapor:
Prof. Dr. Cemil Taşcıoğlu’nun yaşamını yitirdiği 1 Nisan 2020 tarihinden bugüne kadar, 24 sağlık çalışanı hayatını kaybetmiştir. Yaşamını kaybeden 14’ü hekim 24 arkadaşımızın yanı sıra, binlerce hekim ve sağlık çalışanı hastanelerde, ASM’lerde ve filyasyon sırasında enfekte olmaktadır.
Yaşananların esas sorumlusu, sağlık çalışanlarının zor çalışma koşullarını görmezden gelen, çalışma koşullarını ve çalışma düzenini salgınla mücadeleye uygun hale getirmeyen, gerekli önlemleri zamanında ve etkin olarak almayan, gerekli denetimleri yapmayan, kişisel koruyucu donanımları zamanında sağlamayan hükümet ve Sağlık Bakanlığı’dır.
Covid-19 salgınının başladığı ilk günden itibaren Türkiye’de sağlık çalışanlarının hastalanma durumuyla ilgili bilgiler, talep ediliyor olmasına karşın, Sağlık Bakanlığı tarafından meslek örgütlerine ve sendikalara bildirilmemektedir. Bu tutum, sağlık çalışanlarının yaşam ve sağlık haklarını yok sayan, önemsemeyen, siyasi bir tutumdur.
Bunun en son örneği Zonguldak Valisi’nin açıklamalarında net olarak görülmüştür. Hekimler ve diğer sağlık çalışanları kendilerini yok sayan, suçlayan bu tavra yabancı değildir. AKP iktidarı yıllardır sağlık alanındaki tüm olumsuzlukları hekimlere ve sağlık çalışanlarına yüklemiş, halkla hekimleri ve diğer sağlık çalışanlarını karşı karşıya getirmekten kaçınmamıştır. Bu politikanın, şiddeti meşrulaştırması sonucunda, onlarca arkadaşımızın ölümüne neden olduğu unutulmamalıdır. Bizleri yok sayan, görmezden gelen bu anlayış devam etmekte ve bizlerin ölümüne, hastalanmasına neden olmaktadır.
Ulaşılabilen sayılar
Tedavi gören bütün hekim ve sağlık çalışlarının bilgisine sahip olan Sağlık Bakanlığı veri açıklamayınca Türk Tabipleri Birliği olarak kendi sınırlı olanaklarımızla ve “en az sayı olarak açıklanabilecek” rakamları tespit etmeye çalıştık. Bu çalışmada Türk Tabipleri Birliği tarafından, Tabip Odaları aracılığıyla, illerde ulaşılabilen sağlık kurumlarından hasta sağlık çalışanı sayıları derlenerek, COVID-19 salgınında genel durum değerlendirilmeye çalışılmıştır. Çalışmanın sınırlılıkları yazının sonundaki notlar bölümünde belirtilmektedir.
Rapor, 44 ilde kamu ya da özel ayırt edilmeksizin tüm sağlık kurumlarını kapsamaktadır. Tanı almış hekim sayısına 37 ilde ulaşılmış, üç ilde sağlık çalışanlarının meslekleriyle ilgili ayırım yapılamamıştır. Toplam 3474 sağlık çalışanının COVID-19 tanısı aldığı bilgisine ulaşılabilmiştir. Bunların 38’ini hekimler oluşturmaktadır. (Şekil 1) Hekim dışı sağlık çalışanlarının meslekleri ebe, hemşire, sağlık teknisyeni, sağlık memuru, eczacı, diş hekimi, temizlik çalışanı, tıbbi sekreter, şoför ve mühendistir.
Tanı almış hekim sayısının en yüksek olduğu iller İstanbul, İzmir, Ankara, Eskişehir ve Adana’dır. (Şekil 2) İstanbul’da 960’ı hekim olmak üzere toplam 2005 sağlık çalışanının hastalığa yakalandığı bilgisine ulaşılmıştır. Bu illeri sırasıyla 12 sağlık çalışanı ile Diyarbakır, 11 ile Kırklareli, 11 ile Antalya, 10 ile Bursa, 9 çalışan ile Samsun izlemektedir.
Tablo’da bu beş ilde sağlık çalışanlarının yüzde kaçının bu sorunları yaşadığı paylaşılmıştır. Hasta sağlık çalışanı sayısının en fazla olduğu beş il ile KKD’ye erişim sorunlarının en fazla olduğu beş il örtüşmektedir.
Çalışmanın Sınırlılıkları:
1. İller arası standardizasyon bulunmamaktadır.
2. Üç ilde (Zonguldak, Uşak, Antep) hekimler diğer sağlık çalışanları içinde yer almıştır.
3. Veriler Tabip Odaları tarafından toplandığı için toplam sayılar içinde hekimler oransal olarak daha yüksek temsil ediliyor olabilir.
Bir insanın başına gelebilecek en büyük ekonomik felaket işsizliktir. İyi kötü bir işiniz ve geliriniz varsa örneğin enflasyon yüksek seyrediyor olsa bile buna ayak uydurmaya ve harcamanızı ona göre ayarlamaya çalışırsınız, ayarlarsınız da... Ama ya işiniz ve geliriniz yoksa enflasyon sıfır olsa ne fark eder ki...
* Mevcut 4.4 milyon işsize sokağa çıkmaları yasak olduğu için 1.4 milyon kişi daha eklendi.
* Kısa çalışma ödeneğinden yararlanacağı için kağıt üstünde işsiz sayılmayanların sayısı 3 milyon kişi.
* İşten atılmayacak ancak ücretsiz izne çıkarılacaklarla sayı daha da artacak.
* Şu dönem, kendi hesabına çalışmaktayken en az 300 bin kişi daha işsiz kaldı.
* Ve işsizlik oranı da görünürde değilse de gerçekte şimdiden yüzde 28'i buldu.
Türkiye diğer tüm ülkeler gibi işsizlik konusunda bir felakete gidiyor. Yaptığımız hesaplamalar, işsizlik oranının şimdiden yüzde 28’i bulduğunu gösteriyor. Ama hemen vurgulayalım; bu oranı oluşturan işsizlerin bir kısmı belirli ölçüde de olsa ücret almaya devam edecek.
TÜİK verilerine göre Ocak ayı itibarıyla toplam işsiz sayısı 4.4 milyon kişi. Ancak bu işsizlere hem korona önlemleri, hem de bu salgının yol açtığı ekonomik tahribat yüzünden yeni işsizler ekleniyor.
15-17 yaş grubunda olan ve sokağa çıkması yasaklandığı için çalışamayanların sayısı 574 bin kişi.
65 yaş üstünde bulunan ve yine sokağa çıkması yasak olduğu için çalışamayanların sayısı da 793 bin kişi.
Yani yaş kısıtlaması yüzünden iş yapamaz hale gelenlerin toplamı yaklaşık 1.4 milyon kişiyi buluyor. Bu 1.4 milyon kişi, kayıtlarda görülen çalışanlar. Bu yaş gruplarında bulunduğu halde kayıtlarda yer almayan ama çalışmakta olan, sokağa çıkma yasağı yüzünden işe gidemeyen kaç kişi daha vardır, orası meçhul.
Yine bu 1.4 milyon kişinin ne kadarı evden çalışma olanağına sahip kişilerdir, onu da bilme şansımız yok.
Yüzde 28’e nasıl ulaşıldı?
Girişte işsizlik oranının şimdiden yüzde 28’i bulduğunu söyledik. Bu oranı nasıl mı hesapladık, sayıları aktaralım.
TÜİK verilerine göre işsiz sayısını hatırlatalım, Ocak ayı itibarıyla (ki son veri) 4 milyon 362 bin kişi.
Sokağa çıkmaları yasaklandığı için işe gidemeyenlerin sayısı 1 milyon 367 bin kişi.
Kısa çalışma ödeneğinden yararlanmaları için adlarına başvuru yapılanların sayısı 3 milyon 44 bin kişi.
Buna göre toplam işsiz sayısı “şimdiden” 8 milyon 773 bin kişiyi buluyor.
TÜİK’in ocak ayı verilerine göre işgücü 31 milyon 629 bin kişi. Yani şu durumda 31.6 milyon kişinin 8.8 milyonu, bir başka ifadeyle 27.7’si işsiz durumda.
Tabii ki kısa çalışma ödeneğinden yararlananların işsiz olup olmadıkları tartışılabilir; ama bu kişilerin fiilen iş görmedikleri ortada.
Sırada ücretsiz izinliler var
Hani bir süre önce işten çıkarmalar üç ay süreyle yasaklanmış ve işçilerin ücretsiz izne çıkarılabilmelerine olanak tanınmıştı ya, şimdi bir süre sonra bu durumdaki işçilerin sayısını da öğrenmeye başlayacağız.
Bu şekilde kaç işçi ücretsiz izne çıkarılacak, şimdiden bir sayı tahmininde bulunmak pek mümkün değil.
Kısa çalışma ödeneğinden yararlanacak 3 milyon çalışan gibi ücretsiz izne gönderilerek günlük yaklaşık 40 lira ödeme yapılacak işçiler de tabii ki işsiz görünmeyecek.
Bir de kendi hesabına çalışmaktayken işsiz kalanlar var. Kapalı olan işyerlerinin sayısı 300 bine yaklaştı. Bu, en az 300 bin kişinin bir süreliğine de olsa işsiz kalması anlamına geliyor.
Gerçek işsizlik oranını bir süre göremeyeceğiz
Gelin önce TÜİK’in işsiz tanımına bir göz atalım:
“Referans dönemi içinde istihdam halinde olmayan (kar karşılığı, yevmiyeli, ücretli ya da ücretsiz olarak hiçbir işte çalışmamış ve böyle bir iş ile bağlantısı da olmayan) kişilerden iş aramak için son dört hafta içinde iş arama kanallarından en az birini kullanmış ve iki hafta içinde işbaşı yapabilecek durumda olan 15 ve daha yukarı yaştaki fertler işsiz nüfusa dahildirler. Ayrıca, üç ay içinde başlayabileceği bir iş bulmuş ya da kendi işini kurmuş ancak işe başlamak ya da işbaşı yapmak için çeşitli eksikliklerini tamamlamak amacıyla bekleyenler de işsiz nüfus kapsamına dahildir.”
Kısa çalışma ödeneğinden yararlanacak 3 milyon işçi bu dönemde işsiz sayılmayacak. Bu ödeneğin süresini de hatırlatalım; üç ay.
Ücretsiz izne çıkarılanlar ise tabii ki hiç işsiz sayılmayacak. Çünkü zaten onlar işten çıkarılmadılar ki, ücretsiz izindeler. Dolayısıyla bu işçileri de hiçbir zaman işsiz olarak görmeyeceğiz.
Oysa işten çıkarmayı yasaklayan ancak ücretsiz iznin yolunu açan bu uygulama sorunu yalnızca ötelemekten ibaret. Eğer koronanın ekonomik yıkımı öyle çok kısa sürede geride bırakılamazsa, ki bırakılabileceği hiç sanılmıyor, bu uygulamanın süresi üç ay daha uzatılsa bile bugünün ücretsiz izni, o dönemin işten çıkarması olacak.
Dolayısıyla işsizliğin gerçek boyutunu görmeyi yaz aylarına kadar ertelemiş oluyoruz, hepsi bu. Oysa resmi verilere tam olarak yansımasa bile işsizlik gerçeği ortada duruyor.
Kaynak: Alaattin Aktaş / Dünya
Kıyaslama yoluyla gönderilen faturalar yurttaşları çileden çıkarıyor
Salgın ile birlikte işlerini kaybeden veya ücretsiz izine çıkarılarak aylık 1.177 lira ile yaşamaya mahkum edilen binlerce emekçi faturalarını nasıl ödeyeceğini kara kara düşünüyor.
Elektrik, su ve doğalgaz faturaları diğer aylara göre iki katına çıktı. Kıyaslama usulüyle hesaplanan faturalara tepki gösteren vatandaşlar, seslerini sosyal medya üzerinden duyurmaya çalışıyor.
Sosyal medyada birçok vatandaş, elektrik, su ve doğalgaz faturalarının diğer aylara göre iki katına çıktığına vurgu yaptı.
Uzmanlar, belediye kararıyla faturasını ödeyemeyenlerde kesinti yapılmayacağını hatırlatıyor, ancak üç ay süreli bu kararın ardından biriken faturaların nasıl ödeneceği belli değil. Talep, pandemi sürecinde tüm faturaların devlet tarafından karşılanması.
Ancak, geçtiğimiz günlerde geçen torba yasada, elektrik, doğalgaz ve internet faturaları ile ilgili son iki yıllık ortalama tüketim değerlerinin alınarak kıyas faturası uygulanması kararı yer almamıştı. Yasada suyun 3 ay ertelenmesi de yer almış, ancak ertelemenin uygulama kararı belediyelere bırakılmıştı.
Sosyal devlet ilkesi uygulansın, fatura bedelini devlet ve şirketler karşılasın
Tüketici Dernekleri Federasyonu (TÜDEF) Genel Başkanı Aziz Koçal, üç ay sonra ödeme yapamayanların sayaçlarının mühürleneceğine dikkat çekti. Koçal, ilgili kuruma şikayette bulunan vatandaşların olumlu bir yanıt alamaması durumunda tüketici hakem heyetlerine başvurulabileceğini söyledi.
Koçal, üç ay sonra ödeme yapamayanların sayaçlarının mühürleneceğine dikkat çekerek, tüketicinin talebini şöyle dile getirdi: “Faturaların virüs ile mücadele bitene kadarki süreçte devlet ve dağıtım şirketleri ile operatörler tarafından ödenmesi bekleniyor. Faturaların belli bir kısmı vergilerden ve faturalara yansıtılması tartışma konusu olan kalemlerden oluşmaktadır, vergileri ve diğer yansıyan kalemleri kaldırdığınızda fatura yüzde ellinin altına düşecektir, onu dağıtım şirketleri ve devlet karşılayabilir. Bu sosyal devlet ilkesi gereğidir.”
Koçal, sözlerini şöyle sürdürdü: “EPDK’nın aldığı karar ile kıyaslama yolu ile düzenlenen faturaların hesaplamasının, her konuta veya her aboneye göre yapılmadığı anlaşılmaktadır. Dağıtım şirketleri kendilerine göre belirledikleri bir oranda faturaları yükselterek gönderiyorlar, EPDK, bu açıklamasıyla dağıtım şirketlerini korumuş, tüketiciyi her zaman olduğu gibi kendi kaderine terk etmiştir. Yüksek gelen faturalar için ilgili kuruma veya EPDK’ya şikayette bulunulabilir. Olumlu cevaplar gelmez ise tüketici hakem heyetlerine de başvurulabilir. Faturaların devlet tarafından ödenmesi sürecinde, dağıtım şirketleri sürece dahil edilmelidir. Sayaç okuma ücretine kadar tüketiciden alan dağıtım şirketleri bu süreçte ellerini taşın altına koymalıdırlar.”
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ortagus, Türkiye'nin S-400 alımıyla ilgili açıklamada bulundu. ABD, Türkiye’nin S-400 konusunda attığı adımları gün gün izliyor. Türkiye’nin, Rusya’dan S-400 almasını bir türlü hazmedemeyen ABD emperyalizmi, tüm dünya insanlığı canıyla uğraşırken açıklamada kullanılan dil açık bir tehdidi içeriyor: “"Yaptırımları en üst düzeyde değerlendiriyoruz. Erdoğan’ın anladığından eminiz."
Yine F-35 sopası
Konuyla ilgili açıklama ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Morgan Ortagus tarafından yapıldı. Ankara'nın S-400 alımı kararını yaptırım tehditleriyle karşılayan ABD, Türkiye ile yapılan F-35 anlaşmasına atıfla 'Türkiye'nin hem F-35'e hem de S-400'e sahip olamayacağı' görüşünde.
Ortagus, Reuters'a yaptığı yazılı açıklamada Türkiye'nin Rusya’dan S-400 alımının 'CAATSA yaptırımları kapsamında üst düzey değerlendirmeye tabi tutulduğunu' söyledi ve "S-400 alımının ikili ilişkilerde ve NATO'da önemli bir engel oluşturduğunu en üst seviyelerde vurgulamaya devam ediyoruz. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve üst düzey yetkililerin bu konudaki tutumumuzu anladığından eminiz" ifadelerini kullandı.
Aktive edilme ertelendi
Reuters'a daha önce açıklamalarda bulunan Türkiye'den bir yetkili ise, Türkiye'nin S-400'leri aktive etme konusunda bir plan değişikliği bulunmadığını belirtilmişti ve Nisan ayı için hazırlanan planın koronavirüs salgını nedeniyle ertelendiğini açıklamıştı.
Türkiye’de pandemi ilan edildiğinden bu yana iktidar sermayeyi korumak için elinden geleni ardına koymuyor. Toplum sağlığını değil, sermayenin çıkarlarını önceleyen bu adımlar, salgının uzama ve daha çok can alma riskini artırıyor.
İzmir Tabip Odası, özel hastane sağlık çalışanlarının ücretsiz izne gönderilmeleri üzerine konu ile ilgili olarak uygulamayı eleştiren yazılı bir açıklama yaptı.
“Pandemi Mücadelesi Sürerken Özel Sağlık Kuruluşlarında Çalışan Hekimler Ücretsiz İzine Gönderilemez!” başlıklı açıklamada; “Kamu ve özel bütün sağlık kurum ve kuruluşlarında görevli sağlık çalışanlarının üç ay süreyle görevlerinden ayrılmaları yasaklanmıştır. Özel sağlık kuruluşlarının bu dönemde “kâr etmediği” gerekçesiyle, sıkıntıya katlanma külfetinin bütünüyle sağlık çalışanlarına yüklenmesi kabul edilemez.” denildi.
İzmir Tabip Odası Yönetim Kurulu imzası ile yapılan açıklama metni şöyledir:
Tüm dünyada ve ülkemizde sağlık çalışanlarının, salgın hastalığa karşı toplumu korumak için yaşamlarını riske atarak, canla başla mücadele ettikleri bir dönemden geçiyoruz. Bu olağanüstü dönemde sağlık hizmetlerinin aksamaması ve artan sağlık çalışanı gereksiniminin karşılanması için özel düzenlemeler yapılmıştır. Bu kapsamda kamu ve özel bütün sağlık kurum ve kuruluşlarında görevli sağlık çalışanlarının üç ay süreyle görevlerinden ayrılmaları yasaklanmıştır. Sağlık Bakanlığının 27.03.2020 tarihli kararıyla, hiçbir sağlık personeli, çalışmasına engel olan bir sağlık tehlikesi bulunmadığı sürece izin alamamakta, görev yeri değiştirilmemekte, istifa edememekte veya emekliye ayrılamamaktadır. Ayrıca, yine aynı sebeple, sağlık çalışanlarının işten çıkartılması da bu üç ay boyunca kısıtlanmıştır. Bu tedbirlere ek olarak kamuya salgın nedeniyle 32 bin yeni sağlık çalışanı alınmıştır.
Kadrolarında, iç hastalıkları, göğüs hastalıkları ve enfeksiyon hastalıkları uzmanlarından ikisini bulunduran ve üçüncü basamak yoğun bakım hizmeti verebilen kamu ve özel tüm hastaneler pandemi hastanesi ilan edilmiştir.
Bu gelişmelere karşın 17.04.2020 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 7244 sayılı torba Yasa ile getirilen geçici bir maddeyle, işçi çıkartmak üç ay süreyle (17.07.2020’ye kadar) yasaklanmış, buna karşın işçilerin işveren tarafından bu üç aylık süreyi aşmayacak şekilde ücretsiz izne ayrılabilecekleri belirtilmiştir. İşçinin ücretsiz izne çıkartılmasında muvafakati aranmadığı gibi bu sebeple sözleşmeyi feshetmesi de yasaklanmıştır.
Ücretsiz izin uygulaması, hem sağlık çalışanlarının gelirini ortadan kaldırmakta hem de sağlık çalışanlarının sağlık hizmetlerinin dışına itilmesine neden olmaktadır. Sağlık çalışanına bu kadar gereksinim duyulan bir dönemde bu yasaya dayanarak ücretsiz izne çıkartılma uygulamalarının başlamış olması kabul edilemez.
Hekimlerin geçimlerini sağlayacak bir işte çalışma hakları, işverenlerin çıkarları doğrultusunda ve toplum sağlığına da aykırı olarak adaletsiz bir biçimde sınırlanmaktadır.
Pandemi sürecinde elektif hasta muayenesi ve ameliyatların azalmasına bağlı olarak bazı özel sağlık kuruluşlarının gelirlerinin azalmış olması ve özel sağlık kuruluşlarının bu dönemde “kâr etmediği” gerekçesiyle, sıkıntıya katlanma külfetinin bütünüyle sağlık çalışanlarına yüklenmesi kabul edilemez.
Pandemi sürecindeki uzamalar özel sağlık kuruluşlarından on binlerce sağlık çalışanın çok daha uzun süreli ücretsiz izne çıkarma hatta işten çıkarma girişimlerine sebep olabilecektir. Bu durumda derhal tedbirler alınmalıdır.
İzmir Tabip Odası olarak pandemi süresince sağlık hizmetlerinin aksamaması, artan sağlık çalışanı gereksiniminin karşılanması ve sağlık çalışanlarının geçimlerini sağlayacak bir işte çalışabilmelerinin sağlanması için çözüm önerilerimiz şunlardır;
1-Pandemi hastanesi ilan edilen özel hastane ve tıp merkezlerinin tüm çalışanlarının (hekimden güvenlik görevlisine kadar) tüm maaşlarının Sağlık Bakanlığı tarafından ödenmesi. Bu dönem içinde söz konusu hastanenin SGK faturalarındaki hizmet bölümünün bu ödeme içinde olması, bu faturaların sadece ilaç ve masraflarının hastaneye ödenmesi.
2- Bu süre içinde pandemi hastanelerinin geçici kamulaştırılması ve ikinci basamak kamu hastanesi gibi çalıştırılması, bu dönemde ücretlerin kamu hastaneleri ile paralel hale getirilmesi.
3- Pandemi hastanesi ilan edilen hastanelerde çalışan hekim ve diğer sağlık çalışanlarının 4857 sayılı kanuna eklenen ve üç aya kadar ücretsiz izne çıkarılmaya gerekçe oluşturacak geçici 10. maddeden, hastanenin pandemi mücadelesini zafiyete uğratacağı gerekçesiyle muaf tutulması.
4-İzne çıkarılmak zorunda kalınan sağlık çalışanlarının bordrolarında gösterilen ücret miktarının %60’ının devlet, %40’ının hastane tarafından ödenmesi.
5- Ücretsiz izne çıkarılan hekimlerin genelgede belirtilen duruma uymaması nedeniyle (istifa etmek üç ay süreyle yasaklandığından) başka bir özel hastanede ya da sözleşmeli olarak kamu hastanelerinde çalışmasının sağlanması.
6- Hastanelerin SGK prim, stopaj ödemelerinin, elektrik ve su giderlerinin bu dönemde alınmaması, kirada olan hastane ve kurumların kiralarının eylüle kadar ertelenmesi.
7- Pandemi hastanesi olmayan kamu-özel sağlık kuruluşlarının periyodik olarak güncellenerek kamuoyuna açıklanması, böylece salgın dışı hastalıkların tanı ve tedavisine yönelik işlemlerin gecikmeden yapılması.