ABD artık lider değil
Fransız Le Monde gazetesinde yayınlanan bir yazıya göre, yeni koronavirüs pandemisi İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan dünya düzeninin ve böylelikle ABD’nin liderliğinin sonunu getirdi.
Le Monde’a göre yeni dünya düzeninde bir rolü olabilmesi için, AB’nin de kendi yapısını elden geçirmesi gerekiyor.
Le Monde gazetesinin sayfalarında yer alan bir başyazıda İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan dünya düzeninin sarsılmasında, Çin’in yükselişinin etkili olduğu belirtiliyor.
Yazıda ayrıca, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) yeni koronavirüs salgınının tehlikeleri konusunda uluslararası toplumu uyarmakta gecikmiş olmasına, söz konusu örgütün Çin’e bağımlı oluşunun göstergesi olarak işaret ediliyor.
Koronavirüs pandemisi ABD’nin lider rolüne nihai darbeyi indirdi
Fransız gazetesinin yazısına göre ABD mevcut durumda artık 20. yüzyıldaki gibi dünya lideri rolü oynamıyor. Yazıda, “Washington son yıllarda bu rolden git gide uzaklaşmıştı, ABD’yi güçten düşüren mevcut kriz (koronavirüs pandemisi) ise ülkeyi bu rolden nihai olarak çıkardı” deniliyor.
AB salgından en çok etkilenen ülkelere yardım dahi edemedi
Le Monde yazısında yeni koronavirüs pandemisinin Avrupa’nın birliğine de ciddi bir darbe indirdiği söyleniyor. “Geldiğini önceden göremediği pandemi karşısında silahsız kalan AB, söz konusu salgından en çok etkilenen ülkelere yardım dahi edemedi” ifadelerine yer verilen yazıda, yeni dünya düzeninin oluşumunda bir etkisi olabilmesi için AB’nin kendi yapısını gözden geçirmesi gerektiği saptaması yapılıyor.
Kaynak: Sputnik Türkiye
koronavirüs
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nin duayen öğretim üyelerinden 78 yaşındaki Prof. Dr. Murat Dilmener yeni tip Koronavirüs (Covid-19) nedeniyle hayatını kaybetti.
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Tufan Tükek, sosyal paylaşım sitesi Twitter hesabından Prof. Dr. Murat Dilmener'in koronavirüs nedeniyle hayatını kaybettiğini duyurdu.
Tükek paylaşımında, "Bir değerli hocamızı daha koronavirüs enfeksiyonu nedeni ile kaybettik. Prof. Dr. Murat Dilmener hocamıza Allah’tan rahmet, yakınlarına ve camiamıza baş sağlığı diliyorum” dedi.
78 yaşındaki Prof. Dr. Murat Dilmener koronavirüs nedeniyle 1 aydır yoğun bakımda tedavi görüyordu.
Zorda kalan hastalara ücretsiz tedavi
Dilmener’e, 2004 yılında İstanbul Tıp Fakültesi Hastanesi’nde, yoksul hastaları hukuka aykırı şekilde ücretsiz tedavi ettiği gerekçesiyle 135 profesör ile birlikte Maliye Bakanlığı tarafından soruşturma açılmıştı.
Soruşturmada profesörlerden, toplam 3.5 milyon liralık tedavi masrafını ödemeleri istenmiş, Murat Dilmener’e de 500 bin liralık borç çıkarılmıştı. Hastanenin döner sermaye gelirleriyle zor durumda olan hastaları tedavi ettiğini söyleyen doktorlar konuyu yargıya taşımış, bunun üzerine mahkeme yürütmeyi durdurma kararı vermişti.
Maliye Bakanlığı konuyu Yargıtay’a taşımış, ancak Yargıtay, hocaların bu paraları fakir hastaların tedavisi için kullandıklarına kanaat getirerek davayı temyiz edip kapatmıştı.
Türkiye’de 58 ilde halk sağlığı başkanlığı var. 51’inin yöneticisi pratisyen hekim
Koronavirüs salgınıyla halk sağlığının önemi ortaya çıkarken 81 kentin il sağlık müdürlerinden hiçbirinin “halk sağlığı uzmanı” olmadığı belirlendi.
58 ilde bulunan halk sağlığı başkanlıklarının 51’inde başkanlar pratisyen hekim. Sadece 7 başkan ve 9 başkan yardımcısı halk sağlıkçısı. İstanbul, Ankara ve İzmir’de halk sağlığı hizmetleri başkanları pratisyen hekim.
İstanbul ve İzmir’in başkan yardımcılarının da pratisyen olduğu belirlendi. Halk sağlığı uzmanı Prof. Dr. Tuğrul Erbaydar, “Hizmet sürecine bizim bilimsel katkımız eksik kalıyor. Karşılıklı bir kayıp söz konusu. Organizasyonsuzluk, koruyucu hekimlik anlayışına zarar verdi” dedi.
Görev tanımı olmayan atamalar
Erbaydar, il sağlık müdürlükleri ve halk sağlığı birimlerine artık bir “görev tanımı” olmadan atamaların yapıldığına dikkat çekerek “Bir cerrahi kliniğinin yöneticisinin genel cerrah veya cerrahi uzman olması ne kadar doğal ise halk sağlığı ile ilgili hizmet yürütülen birimlerde de yöneticilerin halk sağlığı uzmanı olması gerekmez mi” diye sordu.
Erbaydar, atamalarda kişiye göre tercih yapıldığını belirterek “Sağlık Bakanlığı çevresinde ‘birlikte rahat çalışabileceğimiz arkadaşlar’ diye bir terminoloji var. Bu da seçilen kişinin mesleki gerekliliklere uygun davranmasından ziyade, kendisini oraya atayanlara göbek bağının oluşmasını doğuruyor. Oysa her yöneticinin, ulusal program çerçevesinde kendi alanında inisiyatif sahibi olarak çalışması gerekir. İnisiyatif yokluğu herkesi merkezden emir bekleyen memurlara dönüştürüyor” diye konuştu.
Aylar sonra ‘filyasyon’
Erbaydar, “Her şeyin merkezi karar mekanizmasıyla yürütüldüğünü görüyoruz. Bakanlık teknolojiden çok fazla yararlanıyor. Ama sahada, ilçede, yerel salgın yöneticilerinin aktif olarak yürütecekleri çalışmaların yerini o bilgi işlem sistemi tutmuyor. Ne kadar teknolojik sistem de kursanız, itfaiyenin merkez bürosundan yangını kontrol edemezsiniz. Aradan aylar geçtikten sonra sağlık bakanının ağzından ‘filyasyon’ sözcüğünü duymaya başladık. Oysaki halk sağlığı uzmanları olarak ocak ayında bunu söylemeye başlamıştık” dedi.
Başarı ortada
Halk sağlığı uzmanı Prof. Dr. Kayıhan Pala, “Yalnızca il sağlık müdürünün değil, bulaşıcı hastalıklar birimine bakan yöneticinin de mutlaka halk sağlığı uzmanı olması gerekir. Özellikle bulaşıcı hastalıklar şube müdürleri halk sağlığı uzmanı olan illerin pandemi yönetiminin daha başarılı olduğu çok açık bir gerçek” dedi.
Kaynak: Sena Yaşar / Cumhuriyet
Koronavirüs evimizdeki sebze ve meyveyi de tehdit ediyor
Boğaziçi Üniversitesi Uluslararası Ticaret Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Arzu Tektaş, "Ürünler tarlada ve yolda kalırken fiyatlar yükselebilir'' dedi.
Koronavirüs salgını tedarik zincirlerini de olumsuz etkiliyor. Boğaziçi Üniversitesi Uluslararası Ticaret Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Arzu Tektaş, yaşanan ulaşım kısıtlamaları nedeniyle lojistikte sorunların ortaya çıktığını vurguluyor. Prof. Tektaş, gecikmeler nedeniyle gıda ürünlerin bozulduğunu belirterek, “Her ne kadar gıda lojistiğine esneklikler tanınsa da, gecikmeler hem gıda ürünlerinin bozulmasına ve bununla beraber fiyat artışlarına sebep olabiliyor. Krizin ilerleyen aşamalarında üretimde de aksamalar olabilir ”diye konuşuyor. Bilim insanı bu süreçte Türkiye’nin sahip olduğu yüksek tarım potansiyelini kullanmasını gerektiği görüşünde.
Yolda kalan ürünler bozuluyor, fiyatlar artabilir
Türkiye’nin kendine yetebilecek üretim stratejilerine, bunları sürdürmek içinse teşvik ve destek mekanizmalarına ihtiyacı var. Prof. Dr. Tektaş yaşanan tedarik zinciri krizini ve önerilerini şöyle anlatıyor:
Ülkeler ve şehirler düzeyindeki kısıtlamalar lojistik sorunları yaratıyor. Kısıtlamaların yarattığı gecikmeler hem gıda ürünlerinin bozulmasına, israfa ve bununla beraber fiyat artışlarına sebep olabiliyor. Krizin ilerleyen aşamalarında üretimde de aksamalar olabilir.
Salgın, gıda tedarik zincirini hem arz hem talep açısından zorlayarak iki tarafta da belirsizlik ve riskler yaratıyor. Örneğin salgının başında un, makarna gibi dayanıklı ve zorunlu gıda ürünlerinde talep patlaması yaşanırken daha sonra evde kalmanın tetiklediği farklı tüketim eğilimleri belirmeye başladı. Arz ve talepteki belirsizlikler veya artan lojistik sorunları gibi nedenler, tarlada kalan ürünlerde artışlar ve ürün fiyatlarında oynaklıklar yaratabilir.
Özellikle talep görmeye devam eden gıda ürünlerinde fiyatların artması için de önemli gerekçeler mevcut. Örneğin Ebola salgınında belirsizlikler Gine’de yerli pirinç fiyatlarında yüzde 30’dan fazla artış yaratmıştı.
Kendine yetecek üretim stratejileri geliştirmeli
Bu ölçüde bir kriz deneyimi, işletmelerin tedarik zincirlerinin kırılganlıklarını ortaya koyarak orta vadede zincir yapılarında değişiklikler yaratabilir. Riski dağıtmak amacıyla zincirler çeşitlenebilir, coğrafi çeşitlilik yaratmaya gidilebilir.
Mümkün olan alanlarda yerel alternatifler oluşturmaya öncelik verilebilir, pazaryerleri gibi dijital kanallar zincirlere dahil edilebilir, zincirlerin kısalması ve verimliliklerinin artması öncelik kazanabilir. Türkiye de bu süreçte, sahip olduğu yüksek tarım potansiyelini dikkate alarak oluşturacağı politikalarda öncelikle kendine yetebilecek üretim stratejilerini geliştirmeli ve bunları sürdürülebilir teşvik ve destek mekanizmalar ile desteklemeli. Diğer yandan, dahil olduğu bölgesel ve küresel tarım gıda tedarik zincirlerini de gözden geçirerek oluşabilecek yeni fırsatlarla güçlendirmeli.
Kısa vadede özellikle küçük üreticiye yönelik destek paketleri açıklanmalı. Tarım ve Orman Bakanlığının, bitkisel üretimin devamlılığı ve gıda arz güvencesinin sağlanması amacıyla tohum hibe edileceğini açıklaması, Türkşeker’in sözleşmeli tarım uygulaması ile hububat üretimine destek vermesi gibi bazı destekler ilan edilse de kapsamın genişletilmesi ve bunların salgın sonrası dönem için sürdürülebilir destek modellerine dönüştürülmesi önemli. Talebin azaldığı ve üreticinin elinde kalan ürünler devlet alımları ile doğrudan veya işlenerek acil durum için stoklanabilir.
Küçük üreticiler için destek şart
Tarım tedarik zincirinin en kırılgan halkası, çoğunlukla aile işletmelerinden oluşan tarım üreticileri. Bu işletmelerin farklı tedarikçilere ve pazarlara erişim imkânları oldukça kısıtlı. Bu da tedariğin ve talebin sürdürülebilirliği açısından riski artırıyor. Bankalar kredi geri dönüş sürelerini uzatmalı, daha iyi finansman seçenekleri sunmalı.
Gıda bankaları, gıdanın toplanması ve dağıtımı konusunda daha etkin rol almalı, küçük işletmeleri kapsayıcı örgütlenme modelleri gelişmeli. Gereken durumlarda hükümetler küçük üreticilerin ürünlerini satın alarak acil önlem olarak stok seviyelerini yükseltebilir. Diğer yandan arz talep dengesi yaratabilir. Büyük gıda, perakende işletmeleri de tedarik zincirleri içindeki etkileşimi artırarak küçük üreticilere destek olacak mekanizmalar oluşturabilir. Ayrıca, 2007-2008 gıda krizi döneminde kurulan ‘The Global Agriculture and Food Security Programı’ gibi küçük çiftçilere yönelik destek programların yaygınlaştırılması da faydalı olacaktır.
Kaynak: Cumhuriyet
Küresel gıda düzeni şoklara karşı savunmasız
Sosyal Bilimci Dr. Tezcan Mert Çakal “Pandemi durumunun bize gösterdiği en büyük gerçek, küresel gıda düzeni dediğimiz bu sistemin ne kadar kırılgan ve şoklara karşı savunmasız olduğudur” diyor.
Koronavirüs ortaya çıktıktan ve dünya geneline yayıldıktan sonra gıdaya erişim konusu yeniden tartışmaya açıldı. Sosyal Bilimci Dr. Tezcan Mert Çakal, koronavirüs salgınının küresel gıda düzeni sisteminin ne kadar kırılgan ve şoklara karşı savunmasız olduğunu gösterdiğini söyledi. Dünyada 820 milyon insanın kronik açlık yaşadığını kaydeden Çakal, korona salgınının yiyeceğe erişim konusunda herkesin eşit olmadığı gerçeğini de gösterdiğini anlattı.
►Yeni koronavirüs pandemisi yaşamımızın tüm alanlarını kökten değiştirdi ve etkilemeye devam ediyor. Sizce gıda konusunda neler değişti? Yiyecek kıtlığı konusunda endişelenmeli miyiz?
Korona salgını, gıda konusunda çok boyutlu değişikliklere ve kaygılara yol açıyor. Bir yandan, virüse karşı güçlü olmak için sağlıklı beslenmenin önemi herkes için daha da arttı. Öte yandan, istediğimiz yiyecekleri bulamama konusunda ilk anda korku yaşandı ve insanlar, gıda istiflemeye başladılar. Korkulanın aksine, kısa vadede pek sorun yaşanmadı. Avrupa Gıda Güvenliği Ajansı’nın (EFSA), virüsün yiyecek yoluyla bulaşmadığını açıklaması da üreticileri ve tüketicileri rahatlattı ve sevindirdi. Fakat büyük bir kesimin eve kapanmasıyla, orta ve uzun vadede gıdayı kim üretip tedarik edecek endişeleri gündeme geldi. Yetkilileri ve uzmanları en çok kaygılandıran diğer husus ise, yeni bir gıda krizi olasılığıdır. Bu nedenle Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) Genel Direktörü Qu Dongyu, Mart sonunda konuşma yaparak geçmişteki hataların tekrar edilmemesi gerektiği, yanlış politikaların yeni bir krize yol açabileceği ve bunun özellikle fakir ülkelerde insani bir felakete dönüşebileceği konusunda uyardı.
►Geçmişte ne gibi hatalar yaşanmıştı?
2008 yılında küresel ekonomik krize paralel olarak, gıda krizi yaşanmıştı. Gıda stokları hızla azalmış ve fiyatlar çok yüksek seviyelere ulaşmış, birçok yerde kargaşa ve isyanlara yol açmıştı. Qu Dongyu’nun kastettiği ‘geçmişteki hatalar’ ise, tahıl ihracatı yapan bazı ülkelerin, ihraç ettikleri ürünlere kısıtlamalar getirmeleri ve bunları ithal eden ülkeleri zor durumda bırakmalarıydı. Mesela Çin, Hindistan, Brezilya ve Mısır gibi ülkeler, kendi halklarına kalsın diye başka ülkelere olan pirinç ihracatını yasakladılar. Arjantin, Rusya ve Ukrayna gibi buğday üretip ihraç eden diğer ülkeler ise buğdaya yüksek tarife getirdiler veya ihracatını durdurttular. Böylece, bir yandan zaten yüksek olan fiyatların daha da yükselmesine yol açtılar, diğer yandan da bu ürünlere muhtaç olan ülkeleri zor durumda bıraktılar. 1980 yılından beri insanların tahıllardan elde ettikleri kalorilerin %20 ila %50 arasındaki miktarının en az bir uluslararası sınırdan geçtiği düşünülürse, ani değişim etkilerinin ne kadar geniş kapsamlı olabileceğini anlamak mümkün.
►Peki, koronavirüs salgını nedeniyle orta ve uzun vadede ne gibi beklentiler var?
Yetkililer şu anda dünyadaki tahıl stoklarının yeterli olduğunu ve 2020 yılı için durumun istikrarlı olduğunu belirtiyor. Fakat pandemi durumu ve karantina bu ürünlerin ekimi sezonunda da devam ederse, önümüzdeki yılda ürün miktarlarında azalma olacağı kesin. Günümüzde gıda düzeni (veya sistemi) denilen olgu, çok karmaşık yapıda bir ağ olup, üreticiler, tüketiciler, tarım girdileri, bunların işlenmesi, saklanması, taşınması ve pazarlanması gibi birçok unsudan oluşmakta. Dolayısıyla, virüs salgını gibi toplumu ve yaşamın akışını kökten değiştiren büyük olaylar er veya geç bu unsurların tümünü etkiliyor. Meyve ve sebze gibi yüksek değerde sayılan gıda ürünlerinde de henüz azalma hissedilmiyor, fakat önümüzdeki aylarda sorunların çıkması bekleniyor. Fransa, İspanya ve İtalya’daki çiftçiler, meyve ve sebzelerin tarlalarda çürümeye başladığını ve Mayıs ayından itibaren kıtlık yaşanacağını açıkladılar. Sınırların kapatılması ile sokağa çıkma yasağı sebebiyle birçok ülkede meyve ve sebze hasadında çalışan işçi kıtlığı yaşanıyor. Aynı sebeplerle taşımacılığa getirilen kısıtlamalar ve çalışanların azalmasından dolayı, gıdanın bir yerden diğer bir yere taşınmasında ve çiftçilerle balıkçıların pazarlara ulaşımında sıkıntılar artabilir. Hayvancılık sektöründe yem, gübre ve ilaçların kıtlığı hayvansal gıdalarda azalmaya yol açabilir. Bu saydıklarım, arz konusundaki olası etkiler. Fakat talep yönünden de durum iç açıcı değil. Kafelerin, restoranların ve okul yemekhanelerinin kapatılması ve turizme kısıtlamaların getirilmesi, gıda ürünlerine olan talebi şimdiden azalttı ve üreticilerle tedarikçileri etkiledi bile. Tüm bunlara, hijyen standartlarının artırılması ve çalışma koşullarının değiştirilmesi de eklendi.
►Bu sorunlarla baş edebilmek için ne gibi çözümler ve çareler düşünülüyor?
Birçok ülkede, ‘tarım seferberliği’ çağrısı yapıldı ve özellikle salgın nedeniyle işsiz kalanlar sebze ve meyve hasadına katılmaları için teşvik edildi. Hatta devletten yardım alanlara bu yardımların kesilmeyeceği sözü dahi verildi. Aslında bu salgın, tarımın ne büyük ölçüde göçmen işçilere bağlı olduğunu gösterdi. Dünyadaki tarım işlerinin yüzde 25’ten fazlası göçmenler tarafından yapılmakta. Avrupa’nın sebze ve meyve yetiştiricileri, her yıl düşük gelirli ülkelerden mevsimlik göç yapan yüzbinlerce işçiye bağımlı. Mesela, Fransa’nın 200,000 işçiye ihtiyacı var. Almanya’da bu sayı 300,000, İngiltere’de ise 90,000. İşler zor olmasına rağmen, ücretler çok düşük. Bu ülkeler çözümü yine Doğu Avrupa’dan, özellikle de Romanya’dan gelecek işçilerde buldu. Hasatta çalışacak göçmenler için sınırı geçme yasağı kaldırıldı ve çiftçiler, bu işçiler için charter uçuş seferleri ayarladılar. Sağlık ve güvenlik önlemleri de hemen uygulanmaya kondu. Fakat dünyanın diğer yerlerinde de hasat konusunda sorunlar var. Örneğin, ABD’nin Meksika’dan gelecek işçilere verdiği vize sayısını azaltması nedeniyle oradaki çiftçiler zorluk yaşıyor. Hindistan’da ise sokağa çıkma yasağı nedeniyle şehirlerden her yıl hasat sırasında göç eden işçiler bu yıl henüz gidemedi.
►Salgın ortaya çıkmadan da dünyada açlık çeken veya yetersiz beslenen birçok insan vardı. Salgın nedeniyle bunların durumunda veya sayısında bir değişiklik oldu mu?
Korona’dan önce Gıda ve Tarım Örgütü’nün istatistiklerine göre dünyada 820 milyon insan, yani nüfusun yüzde 12’si kronik açlık yaşıyordu. Bunlara ek 113 milyon kişi ise savaş, çatışmalar veya iklim değişikliği gibi etkenler nedeniyle açlık tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Bu kişiler dışarıdan gelen gıda yardımına bağımlı durumdalar ve virüsün daha da yayılması, insani yardım kuruluşlarının çalışmasını etkilediğinden dolayı bu insanlar için bir felakete dönüşebilir. Korona salgını, yiyeceğe erişim konusunda herkesin eşit olmadığını ve var olan eşitsizliklerin daha da derinleşeceği gerçeğini de gösterdi. Açlık yaşayanların dışında, yiyecek bulamama riskiyle her an karşı karşıya olan veya yetersiz beslenen 2 milyara yakın insan var. Gelişmiş ülkelerde dahil, gıda bağışlarına ve bedava okul yemeklerine muhtaç olan insanlar salgın nedeniyle büyük risk altında. COVID-19 nedeniyle hareketin kısıtlanması, gelir kaybı veya yiyecek fiyatlarında en küçük artış bile bazı kesimler için koşulları zorlaştıracak etkenler olabilir. Örneğin, gelişmekte olan ülkelerdeki işçi kadınlar risk altında. Diğer mağdur kesim, mülteciler ve endüstriyel tarım nedeniyle yerinden edinmiş insanlar. Risk altında olanlar arasında tarım işçileri ve çiftçiler de var. Bunların çoğu düşük ücret karşılığında veya geçici işlerde çalışmakta. Gelişmemiş ülkelerde çiftçi ve köylülerin yarısından fazlası yokluk seviyesinin altında yaşıyor. Fakat daha da şaşırtıcı olan, Fransa’da bile çiftçilerin %30’unun, ülkedeki asgari ücretin üçte birinin altında kazanmaları. Çiftçiler için ürünlerini pazara ulaştıramamak, tohum ve diğer gerekli malzemeleri alamamak veya hayvanlarına bakamamak iflas anlamına gelebilir.
►Daha önce küresel gıda düzeninin uluslararası bir karaktere sahip olduğunu ve birbirine bağlı birçok unsurlardan oluştuğunu açıkladınız. Bu durum gelecekte de virüs salgını gibi olaylara karşı tehlike yaratmıyor mu?
Çok doğru bir tespit. Bu pandemi durumunun bize gösterdiği en büyük gerçek, küresel gıda düzeni dediğimiz bu sistemin ne kadar kırılgan ve şoklara karşı savunmasız olduğudur. Birçok ülkenin kıtlık yaşayıp yaşamaması bir ihracat yasağına bakıyor; tarladaki ürünün hasat edilip edilmemesi bir seyahat yasağına bağlı ve birçok insanın aç kalıp kalmaması bir bedava yemeğe bağlı. Bir yandan mağazalarda boş raflar varken diğer tarafta ürünün tarlada çürümesi, gıda düzeninde bir şeylerin yanlış olduğunu gösteriyor. 1970’lerde ‘Yeşil Devrim’ adı altında gıda üretiminin artırılmasına yönelik kimyasal gübre ve ilaçlar kullanılmaya başlandı ve tek ürüne dayalı büyük endüstriyel tarıma geçildi. Ardından maliyet etkinliği için gıda tedarik zincirleri büyütüldü ve büyük süpermarketler ortaya çıktı. Bu gelişmeden sonra, kalite kontrol politikaları ve üretimle ilgili standartlaştırma amaçlı birçok yasa çıkarıldı. Ve son olarak, biyolojik mühendislik adı altında genetiği değiştirilmiş tohum ve gıdalar üretilmeye başlandı. Sonuç; yiyeceğin meta haline gelmesi – hatta üzerinde fiyat bahisleri oynanması, insanların gıdanın kaynağından giderek uzaklaşmaları, toprağın kalitesinin ve verimliliğinin azalması, ekolojik yıkım ve kirlilik, küçük çiftçiler üzerinde baskılar, birçok sağlık sorunları, satın alınan gıdaya güvenin azalması ve farklı tatların kaybolması oldu. Sadece 30-40 yılda küresel gıda düzeni öyle bir boyuta ulaştı ki sadece 10 çok-uluslu şirket dünyadaki tüm yiyecek ve içecek endüstrisini kontrol ediyor ve sadece 4 çok-uluslu şirket, dünyadaki tohum piyasasını elinde tutuyor. Bu şirketler, devletleri ve hükümetleri etkileyebilecek güçtedir.
►Bu kadar büyük ölçeğe ulaşan ve bahsettiğiniz sorunları doğuran bir sistemin onarılması veya bu sorunlara çözüm bulmak mümkün mü?
Birçok kuruluş, uzman ve insan toplulukları sürdürülebilir bir gıda düzeninin nasıl olması gerektiği ve bu düzene geçişin nasıl yapılacağı konusunda çalışmalar yürütüyor. Birçok çözümler geliştirildi. ‘Alternatif gıda girişimleri’ adı altında toplum bahçeleri, toplum destekli tarım, köy pazarları, çiftlik mağazaları, tarım üreticisinden tüketiciye doğrudan satışlar ve kooperatifler gibi farklı yapılanmalar ve ‘gıda egemenliği’ gibi hareketler ortaya çıktı. Doğayı, toprağı ve insanları koruyan ekolojik ve sürdürülebilir tarım biçimleri yaygınlaşmaya başladı. Aynı zamanda, yerel yönetimlerle birlikte, toplumun tüm kesimlerinden temsilcilerin katılımıyla şehirlerde gıda meclisleri kuruldu ve yasa niteliğinde gıda stratejileri hazırlandı. Bunlar giderek yaygınlaşıyor.
►Gıda düzeni açısından bakıldığında Covid-19 bir sorun mu yoksa bir fırsat mı?
Yaşamı olumsuz etkilemesi bir yana, bu pandemiyi birçok uzman ve yetkili aslında bir fırsat olarak görmekte. İnsanların birbirlerine yardım etmesi, mahallelerin komşulara destek çıkmaları, aç olanlara yemek dağıtmak amacıyla aşevlerinin kurulması, bu zor dönemdeki güzel örnekler. Bundan sonra sürdürülebilir gıda düzenine geçiş yönündeki adımların atılıp atılamayacağını gelecek gösterecek.
Kaynak: Namık Alkan / BirGün
ABD'de son 6 haftada işsizlik maaşı başvurusunda bulunanların toplam sayısı 30 milyon 307 bine ulaştı.
Koronavirüs nedeniyle 1920’lerin Büyük Buhranı’ndan beri en büyük ekonomik krize sürüklendiği belirtilen ABD’de, geçen hafta 3 milyon 839 bin kişinin eklenmesiyle son 6 haftada işsizlik maaşı başvurusunda bulunanların toplam sayısı 30 milyon 307 bine ulaştı.
ABD’de, 21 Mart’tan beri ilk kez işsizlik maaşı başvurusunda bulunan her 5 işçiden 1’inin son 1.5 ayda işini kaybettiği anlamına geliyor. Bunlardan en az 10 milyonu henüz sosyal yardım alamadı.
Dünyanın en zengin 10 insanının serveti, yeni tip korona virüsün (Covid-19) ekonomide neden olduğu güven kaybına rağmen 76 milyar dolar arttı.
Amerikan dergisi Forbes'ın yayınladığı Milyarder Listesi'nin 5 Mart 2019 ile 22 Nisan 2020 arasındaki son verilerine göre dünyanın en zengin 10 insanının serveti, yeni tip koronavirüsün (Covid-19) ekonomide yarattığı güven kaybı ve işsizliğe rağmen artış gösterdi.
Dünyanın en zengin ismi 143 milyar dolarlık serveti ile Amazon Ceo’su Jeff Bezos oldu. Microsoft kurucusu Bill Gates'in serveti son bir yılda 7.1 milyar dolarlık artışla 104 milyar dolara yükselirken, serveti en çok artan ikinci isim oldu.
Covid-19 salgını kapsamında 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana en derin ekonomik kriz yaşanıyor.
Ocak-Mart dönemi dış ticaret açığı yüzde 181 arttı
Korona salgını döneminin büyük kısmını kapsamayan yılın ilk üç ayında, yurt dışına satılan mallar ile yurtdışından alınan mallar arasındaki dengede uçurum oluştu. Ocak-Mart döneminde dış ticaret açığı yüzde 117'lik artışla 5 milyar 938 milyon dolardan 12 milyar 906 milyon dolara yükseldi. Mart ayında ise dış ticaret açığı yüzde 181 arttı. Dolar 7 lira sınırındaki gezinirken, Türkiye'nin bir yıl içinde ödemesi gereken kısa vadeli borç miktarı da şubat ayı itibariyle 122 milyar dolar olmuştu.
Ekonomi verileri alarm vermeye devam ediyor. Henüz korona salgınının başlamadığı Şubat ayında cari açık (Bir ülkenin yurt dışından aldığı malların, sattığı mallardan fazla olma durumudur. Bir ülkenin ithal ettiği mallara ve hizmetlere ödediği miktar, ihraç ettiği mallar ve hizmetlere ödediği miktarı aşıyor ise cari açık oluşur. Cari açık mal ve hizmetlerin yanısıra yatırım gelirleri ve cari transferleri de kapsar) bir önceki yılın aynı ayına göre 10 kattan fazla artışla 117 milyon dolardan 1 milyar 230 milyon dolara yükselirken, benzer bir tablo da dış ticaret verilerinde görüldü.
Ürettiğini yurt dışına satma yani mali refah anlamına gelen ihracat rakamları çakıldı. Dış Ticaret İstatistikleri, Mart 2020 sonuçları açıklandı. Türkiye İstatistik Kurumu ile Ticaret Bakanlığı işbirliğiyle oluşturulan genel ticaret sistemi kapsamında üretilen geçici dış ticaret verilerine göre ihracat (yurt dışına satılan mallar) 2020 yılı mart ayında, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 17,8 azalarak 13 milyar 422 milyon dolar olurken, buna karşılık ithalat (yurt dışından alınan mallar) yüzde 3,1 artarak 18 milyar 813 milyon dolar olarak gerçekleşti.
Genel ticaret sistemine göre ihracat 2020 yılı Ocak-Mart döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 4,0 azalarak 42 milyar 749 milyon dolar, ithalat yüzde 10,3’lük artışla 55 milyar 655 milyon dolar olarak gerçekleşti.
Mart ayında dış ticaret açığı yüzde 181,6 artarak 1 milyar 915 milyon dolardan 5 milyar 391 milyon dolara yükseldi. İhracatın ithalatı karşılama oranı 2019 Mart ayında yüzde 89,5 iken, 2020 Mart ayında yüzde 71,3’e geriledi.
Ocak-Mart döneminde ise dış ticaret açığı yüzde 117,3 artarak 5 milyar 938 milyon dolardan 12 milyar 906 milyon dolara yükseldi. İhracatın ithalatı karşılama oranı 2019 Ocak-Mart döneminde yüzde 88,2 iken, 2020 yılının aynı döneminde yüzde 76,8’e geriledi.
İmalatın payı yüzde 94
Ekonomik faaliyetlere göre ihracatta, 2020 Mart ayında imalat sanayinin payı yüzde 94,7, tarım, ormancılık ve balıkçılık sektörünün payı yüzde 3,3, madencilik ve taş ocakçılığı sektörünün payı yüzde 1,5 oldu.
2020 Ocak-Mart döneminde ekonomik faaliyetlere göre ihracatta imalat sanayinin payı yüzde 94,6, tarım, ormancılık ve balıkçılık sektörünün payı yüzde 3,5, madencilik ve taş ocakçılığı sektörünün payı yüzde 1,5 oldu.
Geniş ekonomik gruplar sınıflamasına göre ithalatta, 2020 Mart ayında ara mallarının payı yüzde 75,3, sermaye mallarının payı yüzde 13,6 ve tüketim mallarının payı yüzde 11,0 oldu.
Geniş ekonomik gruplar sınıflamasına göre ithalatta, 2020 Ocak-Mart döneminde ise ara mallarının payı yüzde 76,5, sermaye mallarının payı yüzde 12,7 ve tüketim mallarının payı yüzde 10,5 oldu.
En fazla mal satılan ülkeler
Mart ayında ihracatta ilk sırayı Almanya aldı. Almanya’ya yapılan ihracat 1 milyar 282 milyon dolar olurken, bu ülkeyi sırasıyla; 880 milyon dolar ile ABD, 801 milyon dolar ile Birleşik Krallık, 541 milyon dolar ile İtalya ve 507 milyon dolar ile İspanya takip etti. İlk 5 ülkeye yapılan ihracat, toplam ihracatın yüzde 29,9’unu oluşturdu.
Ocak-Mart döneminde de ihracatta ilk sırayı Almanya aldı. Almanya’ya yapılan ihracat 4 milyar 36 milyon olurken, bu ülkeyi sırasıyla; 2 milyar 525 milyon dolar ile Birleşik Krallık, 2 milyar 366 milyon dolar ile ABD, 2 milyar 211 milyon dolar ile Irak ve 2 milyar 191 milyon dolar ile İtalya takip etti. İlk 5 ülkeye yapılan ihracat, toplam ihracatın %31,2’sini oluşturdu.
En fazla mal alınan ülkeler
İthalatta ise Almanya ilk sırayı aldı. Mart ayında Almanya’dan yapılan ithalat 1 milyar 950 milyon dolar olurken, bu ülkeyi sırasıyla; 1 milyar 420 milyon dolar ile Çin, 1 milyar 417 milyon dolar ile ABD, 1 milyar 378 milyon dolar ile Rusya Federasyonu ve 991 milyon dolar ile İsviçre izledi. İlk 5 ülkeden yapılan ithalat, toplam ithalatın %38,0’ını oluşturdu.
Ocak-Mart döneminde ithalatta ilk sırayı Rusya Federasyonu aldı. Bu dönemde, Rusya Federasyonu’ndan yapılan ithalat 5 milyar 176 milyon dolar olurken, bu ülkeyi sırasıyla; 5 milyar 19 milyon dolar ile Çin, 4 milyar 921 milyon dolar ile Almanya, 3 milyar 773 milyon dolar ile ABD ve 2 milyar 264 milyon dolar ile İtalya izledi. İlk 5 ülkeden yapılan ithalat, toplam ithalatın %38,0’ını oluşturdu.
Mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış seriye göre; 2020 yılı Mart ayında bir önceki aya göre ihracat yüzde 14,0, ithalat yüzde 2,9 azaldı. Takvim etkilerinden arındırılmış seriye göre ise; 2020 yılı Mart ayında bir önceki yılın aynı ayına göre ihracat yüzde 20,3 azalırken, ithalat yüzde 0,3 arttı.
Yüksek teknolojili ürünlerin imalat sanayi ihracatı içindeki payı yüzde 3,6 oldu. Mart ayında imalat sanayi ürünlerinin toplam ithalattaki payı ise yüzde 80,3 olarak gerçekleşti.
Özel ticaret sistemine göre ise ihracat, 2020 yılı Mart ayında, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 18,0 azalarak 12 milyar 676 milyon dolar, ithalat ise yüzde 1,9 artarak 17 milyar 955 milyon dolar olarak gerçekleşti.
Mart ayında dış ticaret açığı yüzde 143,8 artarak 2 milyar 166 milyon dolardan, 5 milyar 279 milyon dolara yükseldi. İhracatın ithalatı karşılama oranı 2019 Mart ayında yüzde 87,7 iken, 2020 Mart ayında yüzde 70,6’ya geriledi.
Özel ticaret sistemine göre ihracat, 2020 yılı Ocak-Mart döneminde, bir önceki yılın aynı dönemine yüzde 4,2 azalarak 40 milyar 421 milyon dolar, ithalat ise yüzde 9,1 artarak 53 milyar 485 milyon dolar olarak gerçekleşti.
Ocak-Mart döneminde dış ticaret açığı yüzde 91,7 artarak 6 milyar 814 milyon dolardan, 13 milyar 64 milyon dolara yükseldi. İhracatın ithalatı karşılama oranı 2019 Ocak-Mart döneminde yüzde 86,1 iken, 2020 yılının aynı döneminde yüzde 75,6’ya geriledi.
Ocak-Mart döneminde ise dış ticaret açığı yüzde 117,3 artarak 5 milyar 938 milyon dolardan 12 milyar 906 milyon dolara yükseldi. İhracatın ithalatı karşılama oranı 2019 Ocak-Mart döneminde yüzde 88,2 iken, 2020 yılının aynı döneminde yüzde 76,8’e geriledi.
Kaynak: Gazete Duvar
Prim ödeme gün sayısında 6 aylık boşluk doğabilir
Dünyayı etkisi alan virüs salgınının yol açtığı ekonomik daralmaya karşı önlem olarak uygulanmaya başlanan kısa çalışma ödeneğinin, emeklilik süresini uygulamanın süresine göre az ya da çok artıracağı ortaya çıktı.
Cumhuriyet’ten Olcay Büyüktaş’ın haberine göre, her ne kadar ortalığı saran bir yangında öncelikli olarak yangının söndürülmesi olsa da sonrasında, sıkılan su ve gazın neden olduğu kayıpların da bir envanteri yapılacak. İşte bu da tam o türden bir durum.
Gazeteye gelen telefonlar ve arkadaşların sorduğu soruları yönelttiğimiz çalışma hukuku uzmanı avukat Murat Özveri’nin verdiği bilgiye göre işin tamamen durduğu işyerlerinde, işçinin kısa çalışma ödeneği aldığı süre boyunca emekliliği gecikecek.
6 ay gecikme
Çalışma Bakanlığı verilerine göre şu ana kadar 3 milyonu aşkın başvuru. Uygulamadan yararlanmak isteyen şirket sayısı 270 bin civarı.
Kısa çalışma ödeneğinde iş tümüyle durmuşsa, kısa çalışma ödeneğinin dışında işçiye bir ödeme yapılmıyorsa, ödemelerde yaşlılık, ölüm, maluliyet kısaca uzun erimli sigorta kollarına ilişkin prim yatırılmadığı için prim ödeme gün sayısında dikkate alınmayacak. Dolayısıyla emeklilik aylığında, emeklilik için gerekli prim gün sayısının hesabında bu süreler dikkate alınmayacak. Ancak bu durumun emekli aylıklarını da önemli bir miktarda etkilemesi söz konusu olmayacak.
Emekli aylığı ödemelerinde çalışılan tüm yıllar hesaba katıldığından emekli aylıklarında üç ayın etkisi oldukça düşük kalacaktır. Açıklanan önlemler paketine göre, en fazla 6 ay uygulanacak olan kısa çalışma süresinde prim gün sayısında eksiklik 180 günden fazla olmayacak. Bu da emekliliğin altı ay gecikmesi anlamına gelecek.
Yaş nedeniyle uzayabilir
En az 450 gün prim ödemiş ve 60 günlük hizmet akdine tabi olanların yararlanacağı uygulamada, işçilere, son 12 aylık prim esas kazançlarının yüzde 60’ı İŞKUR tarafından ödeniyor. Bu dönemde çalışanlar genel sağlık sigortasından yararlanmaya devam edebilecekler. Eğer kısa çalışma ödeneği ile işçiye ödenen tutarla yani yüzde 60 ile işçinin ücreti arasındaki fark işverence ödeniyorsa bu durumda sigorta primleri de ödeneceği için prim gün sayısı eksiği olmaz. Ama ücret düşük olacağı için prime esas kazanç çok az düşer.
Örneğin ayda 10 gün çalışılıyor 20 gün için kısa çalışma ödeneği alınıyorsa prim gün sayısı üç ayda 60, altı ayda 120 gün eksilmiş olur. Yani en kötü durumda kısa çalışmanın 6 ay sürdüğü koşullarda emekliliğe etkisi 120 gün olacak.
Ancak Murat Özveri şu noktanın altını çiziyor: “506 sayılı yasanın geçici 81. maddesine göre geçiş döneminde olan sigortalıların sigorta gün sayıları eşik değerlerle örtüşürse, yaş dilimi ötelendiği için emeklilik için yaş nedeniyle emekli olma süresi uzayabilir.”
Ücretler yüzde 60 düştü
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), dünya genelindeki emekçilerin salgın nedeniyle gelirlerinin azaldığını ortaya koyan bir açıklama yaptı. Buna göre, dünyadaki 2 milyar kayıtdışı çalışanın ücretleri her bir bölgede koronavirüs krizinin ilk iki ayında ortalama yüzde 60 düştü.
Küresel işgücünün yaklaşık yarısı 1.6 milyar kayıtdışı çalışan salgın nedeniyle geçim kaynağını kaybetme riskiyle karşı karşıya. Dünya çapında 436 milyon işletme ve serbest çalışan firmaları için de ciddi aksama tehlikesi olduğu belirtildi. İŞKUR tarafından hazırlanan Toplum Yararına Programlar (TYP) kapsamında okullarda çalıştırılan işçiler, koronavirüs salgınında işsizlikle karşı karşıyalar. Salgın nedeniyle okullarda eğitime ara verilince 30 Haziran’a kadar sözleşmeleri olan TYP işçilerinden 700 iş gününü dolduranların işlerine nisan ve mayıs ayları itibarıyla son verildi.
Okullarda çalışan kadın işçilerden biri, evlerine giren paranın 1600, 1700 lira dolayında olduğunu, bu paranın ev kirasına ve faturalara gittiğini söyledi. Başka bir işçi, 2017’de hizmet alımından çalışanların kadroya alındığını hatırlatarak “Yıllardır okullarda çalışmamıza rağmen kadroya alınamadık” dedi.
200 milyarlık hokus pokus
Salgına karşı ekonomik paketin büyüklüğü muhalefetin diline düşünce 100 milyarlık paket hokus pokusla 200 milyar oldu. Milyarlar havada uçuşsa da hükümetin destek dediği paket 6 ay sonra faiziyle geri alınacak borçlardan ibaret. Paketin yüzde 73’ü İş’e Devam Kredisi, Temel İhtiyaç Kredisi, Paraf Esnaf Kart ve Esnaf Destek Kredisi’nden oluşuyor.
BirGün’den Ozan Gündoğdu’nun haberine göre; Türkiye'de ilk vakanın duyurulmasının ardından geçen 8’inci günde AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan kamuoyunun karşısına çıkarak adına “Ekonomik İstikrar Kalkanı” denen paketi açıkladı. Ancak Türkiye’de paketin içeriği kadar büyüklüğü gündem oldu. Zira merkez kapitalist ülkeler yüzlerce milyar dolarlık paketler açıklarken, üstelik bu paketlerde gelir destekleri sunarken Türkiye’nin paketinin büyüklüğü 100 milyar TL (yaklaşık 15 milyar Dolar) ile sınırlı kalmıştı.
Bu durum hükümetin de canını sıkmış olacak ki önceki gün Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak paketin büyüklüğünün bir anda 200 milyar TL’ye çıktığını iddia etti. Ancak farazi denebilecek bu tutarların içeriğinde gelir desteği neredeyse yok. Pakete göre hükümet salgının ekonomik etkilerinin 3 ay ile 6 ay arasında düzeleceğini esnafın, KOBİ’lerin ve ücretli kesimlerin gelirlerinin tuhaf biçimde eskisinden daha iyi olacağını düşünüyor. Çünkü 200 milyarlık paketin yüzde 73’ü 6 ay sonra geri ödemesi başlayacak borçlardan oluşuyor. Geri kalanlar ise borç ertelemeleri.
İşte 200 milyarlık hokus pokusun ayrıntıları:
1- İş’e devam kredisi: 107 milyar 412 milyon lira
200 milyar liralık paketin içinde yüzde 53,7 ile aslan payına sahip olan kalem “İş’e Devam Desteği”. Adı her ne kadar destek olsa da aslında kamu bankaları tarafından işletmelere dağıtılan kredilerden oluşuyor. Bu kapsamda çekilen kredilerin 6 aya kadar ödemesi bulunmuyor ancak 6 ay sonra 30 ay vadeli biçimde yıllık yüzde 7,5 faizle ödemeler başlayacak. Bunun dışında yüzde 0,75 oranında da dosya masrafı bulunuyor. Albayrak’ın açıklamasına göre bu krediden 119 bin 804 firma faydalandı. Böylece firma başına ortalama 896 bin lira borç verilmiş oldu.
2- Temel ihtiyaç kredisi: 22 milyar 295 milyon TL
Paketin içindeki yüzde 11,1’lik payla en büyük 2’inci kalem olan “Temel İhtiyaç Kredisi” yine gelir desteği değil. Bu kapsamda toplam 3 milyon 977 bin yurttaşa tıpkı İş’e Devam Kredisi gibi 6 ay geri ödemesiz kalanı 30 aya kadar taksitlendirilmiş toplam 22 milyar 295 milyon TL borç dağıtıldı. Krediden faydalanan yurttaşlar böylece kişi başı ortalama 5 bin 605 TL borçlanmış oldular. Yıllık yüzde 7,5 oranında faizi bulunan bu borcun kredi tahsis ücreti olarak da 50 lira masrafı bulunuyor. Bu kapsamda ücretli kesimler 6 ay sonra 2,5 yıl boyunca ortalama 198 lira taksit ödeyecekler. Bu süre içinde işsiz kalırlarsa 6 ay sonra ne olacağı meçhul.
3- Paraf kredi kartı: 8 milyar 471 milyon TL
Esnaflara Halkbank tarafından dağıtılan “Parafkart” uygulaması 200 milyarlık destek paketinin yüzde 4,2’sini oluşturuyor ve böylece paketin 3’üncü büyük kalemi haline geliyor. Bu kapsamda 303 bin 565 esnafa kredi kartı dağıtıldı. Bu uygulamada da gelir desteği yerine borç kullandırıldı. Böylece esnafa toplam 8 milyar 471 milyon liralık kredi kartı verilmiş oldu. Gelecekte esnafın bu ilave borcu hangi ilave gelirle ödeyeceği ise planlanmış değil.
4- Esnaf destek kredisi: 8 milyar 390 milyon TL
Paketin içindeki yüzde 4,2 ile 4’üncü en büyük kalem “Esnaf Destek Kredisi”. Kamu bankası olan HalkBank tarafından sunulan bu kredi de, esnaflara 25 bin liraya kadar nakit borç veriliyor. Krediden faydalanmak için kredi notunun 1300’den aşağı olmaması gerekiyor. Albayrak’ın açıklamasına göre bu krediyle toplam 448 bin 148 esnaf toplamda 8 milyar 390 milyon TL borçlandı. Esnaf başına ortalama borç tutarı ise 18 bin 722 TL. Tıpkı diğer borçlar gibi bunun da ödemesi 6 ay sonra başlayacak ve 30 ay boyunca devam edecek.
5- Gelir destekleri: Yaklaşık 7,5 milyar TL
Pakette daha sonra geri alınmak üzere dağıtılmayan ve böylece alım gücünü bir nebze koruyan desteklerin toplam büyüklüğü yaklaşık 5,5 milyar lira. Bu tutarın da önemli bir kısmı 4,3 milyon haneye verilen 1000 TL gelir desteği. Bu desteğin 200 milyarlık paketteki toplam ağırlığı yüzde 2,2’den ibaret. Ayrıca ücretsiz iznin yasalaşmasıyla ücretsiz izne çıkarılanlara 1177 lira aylık bağlanacak. Bu aylıktan kaç kişinin faydalanacağı bilinmiyor. Fakat ücretli istihdamın yüzde 10’u bu parayı alsa dahi toplam büyüklük aylık 2 milyar lirayı geçmiyor. Bunun dışında maaşı 1500 liranın altında olan 650 bin emeklinin, maaşının 1500 liraya çıkarılması, öğretmenlere ek ders ücretinin ödenmesi, sağlık çalışanlarına performans ödemesinin üst limitten yapılması da diğer gelir desteklerinden. Ancak tüm bu desteklerin toplam büyüklüğü en iyimser tahminle dahi 7,5 milyar lirayı geçmiyor.
6- Ertelemeler
Hükümet Covid-19’un yarattığı ekonomik tahribatı mümkün olduğunca ertelemeye çalışıyor. Borçluluk sorununa ilişkin aldığı temel önlem ise borçların ertelenmesi oluyor. Bu kapsamda belediye kesintileri ve nakit akışı bozulan firmaların bankalara olan kredi ve faiz ödemeleri 3 ay ertelendi. Ancak bu ertelemede dahi faiz işlemeye devam edecek. 3 ay sonra borçların hangi ilave gelirle ödeneceği meçhul. Ekonomik İstikrar Kalkanı sunumundaki iddiaya göre toplam 53,6 milyar liralık kamu alacağı 6 aylığına ertelenmiş oluyor. 6 ay sonra bu mükellefler hem cari dönem vergi borçlarını hem de geçmişten gelen vergi borçlarını ödeyecekler. Tüm bu veriler ışığında Ekim ayından itibaren bugün verildiği iddia edilen destekler taksit taksit toplanmaya başlanacak.