İstanbul Tabip Odası, “Korona Günlerinde İstanbul’da Sağlık-5 13-19 Nisan Haftası Raporu”nu yayınladı.
Raporda, İstanbul’da bugüne kadar enfekte olan sağlık çalışanı sayısının 2.000’e yaklaştığı vurgulandı.
Raporun tamamı;
“İlk olarak 31 Aralık 2019’da Çin’in Wuhan şehrinde tespit edilen Koronavirüs pandemisi dünyada ve ülkemizde bütün hızıyla devam ediyor.
Bu çerçevede İstanbul’daki sağlık kurumlarında 13-19 Nisan haftasında yaşananlara dair sahadaki meslektaşlarımızdan topladığımız bilgi ve gözlemlerimizden öne çıkanları paylaşmak istiyoruz:
11-12 Nisan günleri uygulanan iki günlük sokağa çıkma yasağının ertesinde İstanbul sokaklarının önceki günlere göre daha canlı olduğu; keza Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca’nın 14 Nisan akşamı salgının yayılma hızını kontrol altına aldıklarını açıklamasının ertesinde de sokağa çıkan insan sayısının arttığı görüldü.
Algoritma değişikliği nedeniyle hastaneye yatırılan hasta sayısı azalmakla birlikte İstanbul’da salgının başlangıcından bu yana COVİD-19 nedeniyle yatan/çıkan hasta sayısı 10.000’i aştı; hastaneler hekimlerin ve sağlık çalışanlarının büyük gayretleriyle ilk haftalarda yaşanan büyük kaosa göre genel olarak daha organize olmakla birlikte ciddi sorunlar devam ediyor.
Geçtiğimiz hafta içinde hayatını yitiren İstanbul Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Sedat Tellaloğlu ve Nişanca Aile Sağlığı Merkezi (ASM) Aile Hekimi Dr. Yavuz Kalaycı ile birlikte salgının başlamasından bu yana İstanbul’da kaybettiğimiz meslektaşlarımızın sayısı dokuza yükseldi. (Acılı ailelerine, mesai arkadaşlarına ve hekim camiasına bir kez daha başsağlığı diliyoruz.)
Sağlık kuruluşlarında maske, önlük, eldiven gibi koruyucu donanım eksikliği ilk haftalara göre azalmakla birlikte devam ediyor; birçok hastanede vardiyalı çalışmaya geçilmekle birlikte bazı hastanelerde özellikle asistanlar hala daha aralıksız 36 saat çalıştırılıyor.
Pandemi mücadelesinin en ön saflarında yer alan hekimler, sağlık çalışanları için testler, filyasyon çalışmaları düzenli ve yeterli ölçüde yapılmıyor; İstanbul’da bugüne kadar enfekte olan sağlık çalışanı sayısı 2.000’e yaklaştı.
Pandemiye karşı sahada filyasyon çalışmalarını yürüten İlçe Sağlık Müdürlüğü ekipleri ve rutin faaliyetlerini yürüten ASM çalışanları arasında enfekte sağlık çalışanı sayısında artış sürüyor.
Covid-19 dışı hastaların ertelenemez sağlık hizmeti ihtiyaçları için sıkıntılar giderek büyüyor, bu hastalar hizmet alacak sağlık kurumu bulmakta zorlanıyorlar.
Toplu bulunulan mekanlarda maske takma zorunluluğu getirilip maske satışı yasaklanmasına ve maskelerin eczanelerden temin edileceği duyurulmasına rağmen yeterli ve düzenli dağıtım yapılamıyor, vatandaşlar mağdur oluyor.
Dünya Sağlık Örgütü’nün önerdiği kodlama sistemine uyulmuyor; bütün klinik bulguları uymasına ve COVİD-19 olarak kabul edilip tedavi görmelerine rağmen PCR testi pozitif çıkmayan hastalara ve ölümlere Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca’nın açıklamalarında yer verilmiyor.
İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü 13 Nisan tarihli yazısıyla hastanelerde Müdürlükten izin alınmadan COVİD-19’la ilgili bilimsel araştırma yapılmasını yasakladı.
Özetle; Covid-19 pandemisinin altıncı haftasında da İstanbul’daki sağlık kurumlarında ciddi sıkıntılar yaşanmaya; yanlış politikaların ve organizasyon bozukluklarının bedelini hekimler, sağlık çalışanları ödemeye devam ediyor.
Kamuoyuna duyururuz.”
İstanbul Tabip Odası
koronavirüs
Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Merkezi DİSK-AR’ın hazırladığı ve ilki geçtiğimiz hafta yayınlanan COVID-19 DİSK Raporu’nun ikincisi yayınlandı. Rapora göre COVID-19 pozitif vaka oranı işçiler arasında en az üç kat daha yaygın!
İşçiler arasında Covid-19 pozitif vaka oranı Türkiye ortalamasının en az 3 katı!
60 binden fazla DİSK üyesi salgından doğrudan etkilendi
En az 378 DİSK üyesi Covid-19 pozitif
DİSK, Covid-19 salgınının işçilerin sağlığı, işi ve geliri üzerindeki etkisini ölçmek amacıyla hazırladığı raporların ikincisini yayımladı. Covid-19 DİSK Raporu-2’de yer alan bulgular Covid-19 salgınının DİSK üyeleri üzerindeki etkilerini ölçmek amacıyla DİSK üyesi sendikalar tarafından derlenen bilgilere dayanıyor. Rapordaki bilgiler 17 Nisan 2020 tarihli.
Covid-19 salgını çalışma yaşamında ciddi sonuçlar doğuruyor. Zorunlu ve acil işler dışında üretim devam ediyor. Bu durum işçileri salgınla karşı karşıya bırakıyor, işçiler sağlıkları ile işleri arasında tercih yapmaya zorlanıyor. İşçilerin çalışmaya zorlanması salgının işçiler arasındaki etkisini artırıyor.
Araştırma bulguları DİSK üyesi işçiler arasında Covid-19 pozitif vakalarının Türkiye ortalamasının 3 katı olduğunu gösteriyor.
Covid-19 çalışma yaşamını doğrudan etkilemektedir. Sadece tıbbi açıdan ve halk sağlığı açısından değil, virüsle mücadele kapsamında sosyal açıdan bir dizi ciddi tedbirlerin alınması zorunludur. Salgın ekonomide ciddi daralmalara, işçiler için iş ve gelir kaybına yol açmakta, salgın işçilerin hem sağlığını hem de iş ve gelirini tehdit etmektedir.
Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Merkezi (DİSK-AR) tarafından hazırlanan raporda yer alan bulguların özeti aşağıda yer almaktadır:
Salgının DİSK Üyeleri Arasında Etkileri
Covid-19 pozitif vaka oranı DİSK üyesi işçiler arasında Türkiye’nin 3 katıdır!
DİSK üyesi işçiler arasında Covid-19 pozitif oranı Türkiye genelindeki Covid-19 vaka oranının 3 katı düzeyinde seyretmektedir. 10 Nisan ve 17 Nisan 2020 tarihli Sağlık Bakanlığı Türkiye toplam Covid-19 pozitif vaka sayıları ve DİSK üyeleri arasındaki toplam Covid-19 vaka sayısını esas alarak yaptığımız hesaplamalara göre 17 Nisan 2020 itibariyle toplam vaka sayısının Türkiye nüfusuna oranı binde 0,9 iken, 15+ yaş içinde vaka oranı binde 1,2 DİSK üyeleri arasında binde 2,8’dir. İşçiler arasında Covid-19 pozitif oranı gerek genel nüfusa göre gerekse çalışma çağındaki nüfusa göre oldukça yüksektir. Öte yandan DİSK verileri sendikalı işyerlerini yansıtmaktadır. Sendikasız ve kayıtsız işyerlerinde Covid-19 pozitif oranının çok daha yüksek olduğunu söylemek mümkündür.
DİSK üyesi en az 378 işçi Covid-19 testi pozitiftir
DİSK üyesi sendikalardan derlenen bilgilere göre DİSK üyesi işçilerin en az 378’inin Covid-19 testi pozitif çıkmıştır. Covid-19 sebebiyle karantina altında olan DİSK üye sayısı ise en az 646 kişidir. DİSK üyeleri arasında pozitif vaka sayılarının en yüksek olduğu işkolu metal ve genel işlerdir. Üretimin devam ettirilmesi ısrarı işçiler arasında vaka sayısını artırmaktadır. Bugüne kadar 4 DİSK üyesi Covid-19 nedeniyle yaşamını yitirdi.
DİSK üyesi sendikaların örgütlü olduğu 48 işyerinde üretime ara verildi, en az 12 bin DİSK üyesi etkilendi
Covid-19 görülmeye başladığından beri Birleşik Metal-İş’in 8, Dev Turizm-İş’in 14, Dev Yapı-İş’in 2, Güvenlik-Sen’in 1, Lastik-İş’in 12 ve Tekstil’in 11 olmak üzere toplam olarak üye sendikaların örgütlü olduğu 48 işyerinde üretime ara verildi veya üretim durdurdu. En az 12 bin DİSK üyesi etkilendi.
En az 1.249 DİSK üyesi işçi çalışmaktan kaçınma hakkını kullandı
DİSK üyesi sendikaların örgütlü olduğu 11 işyerinde Covid-19’un yarattığı tehlikeler ve riskler nedeniyle çalışmaktan kaçınma hakkı kullanıldı. Çalışmaktan kaçınma hakkını kullanan üye sayısı en az bin 249 oldu. Çalışmaktan kaçınma hakkını kullanan 11 işyerinin 8’i Birleşik Metal-İş sendikasının örgütlü olduğu işyerleridir.
Covid-19 sebebiyle 112 işyeri kısa çalışma ödeneğine başvurdu. Başvuru kapsamdaki DİSK üye sayısı 30 bini aştı
DİSK’in örgütlü olduğu işyerleri ve fabrikalar arasında kısa çalışma ödeneğine başvuran işyeri sayısı 112’ye, kapsadığı işçi sayısı ise 30 bin 785’e ulaştı. 17 Nisan itibariyle başvurusu onaylanan işyeri sayısı 49, kısa çalışma ödeneğinden yararlanacak DİSK üye sayısı ise 11 bin 21’dir.
Covid-19 nedeniyle 80 işyerinde işçiler ücretli izin kullandı
DİSK üyesi sendikaların örgütlü olduğu işyerlerinde ücretsiz izin kullanımı sınırlı düzeyde kalırken, ücretli izin ve yıllık izin uygulaması daha yaygın olarak kullanılmaktadır. DİSK üyesi sendikaların örgütlü olduğu 39 işyerinde işçilere ücretsiz izin kullandırılırken, 66’sında işçilere yıllık ücretli izinleri kullandırıldı ve 80’inde ise işçiler Covid-19 nedeniyle ücretli izne ayrıldılar. Yıllık izinler 4 bin 787, ücretli izinler 3 bin169 DİSK üyesini kapsamaktadır.
Covid-19 sebebiyle evden çalışmaya geçen DİSK üye sayısı 6 bine yaklaştı
Covid-19 salgını nedeniyle uzaktan çalışmaya geçen DİSK üyesi işyeri sayısı 66, kapsadığı işçi sayısı ise 5 bin 981 olmuştur. Uzaktan çalışmaya geçen DİSK üyelerinin büyük bölümü Sosyal-İş’te örgütlüdür. 53 işyerinden 2 bin 67’si kadın 5 bin 906 Sosyal-İş üyesi evden çalışmaya geçmiştir.
Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk, 268 bin 717 firmanın, 3 milyon 44 bin 420 çalışanı için Kısa Çalışma Ödeneği'ne başvurduğunu açıkladı.
Kısa Çalışma Ödeneği başvurularının yüzde 40'ı imalat, yüzde 15'i toptan ve perakende ticaret sektöründen yapıldı.
‘Her firma başvurabilir’
Sosyal medya hesabından açıklama yapan Bakan Selçuk, “Kısa Çalışma Ödeneği’nde sektörel kısıt yoktur, her sektörden firmamız başvurabilir” ifadelerini kullandı. Selçuk, Kısa Çalışma Ödeneği’nin sektörel ve çalışan sayısına göre dağılımını ilk kez paylaşarak şunları söyledi:
"Kısa Çalışma Ödeneğine en çok başvuru yapan sektör yüzde 40 ile imalat. İkinci en çok başvuru yapan sektörün; yüzde 15 ile toptan ve perakende ticaret, üçüncünün yüzde 12 ile konaklama ve yiyecek hizmeti faaliyetleri, dördüncünün yüzde 6 ile eğitim sektörü olduğunu görüyoruz. Firmalarımızın çalışan sayısına göre dağılımına baktığımızda da, en çok başvuru aldığımız firmalarımızdan ilkini; yüzde 51,3 ile 3’ten az çalışanı olan, ikincisini yüzde 28,3 ile 4-9 çalışanı olan, üçüncüsünü yüzde 10,8 ile 10-19 çalışanı olan, dördüncüsünü de yüzde 6,4 ile 20-49 arası çalışanı olan firmalarımız oluşturmakta. Böylece görüyoruz ki 50’den az çalışanı olan firmalarımız toplam başvuru yapan firmalarımızın yüzde 90’ından fazlasını oluşturuyor."
Kamu hastaneleri maske üretecek
Sağlık Bakanlığı’nın yayımladığı Tıbbi Maske İç İmkânlarla Üretim Kılavuzu’na göre kamu hastaneleri tıbbi maskelerini kendi imkânları ile üretecek. Sağlık Bakanlığı Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu tarafından 17 Mart’ta Tıbbi Maske İç İmkânlarla Üretim Kılavuzu yayımlandı. Kılavuza göre; “Kamu Hastaneleri Genel Müdürlüğüne bağlı tüm sağlık tesislerinde KKE (Kişisel Koruyucu Ekipmanı) ihtiyaçları doğrultusunda sadece kurum içi kullanımı esas olmak üzere pandemi durumu ortadan kalkıncaya kadar geçecek süre zarfında standartlara uygun, sağlık tesislerimizde acil durumlarda görevlendirilen ilgili personel tarafından tıbbi maske üretilebilecektir. Tıbbi maskelerin yapımından ve kullanımından doğabilecek tıbbi ve hukuki sorumluluklar nedeniyle sağlık tesisi Enfeksiyon Kontrol Komiteleri’nin uygun görüşünün alınması önem arz etmektedir. Maske yapım işleminin gerçekleştirilmesi için sağlık tesislerinde sağlanması gereken asgari koşullar kılavuzda detaylı bir şekilde açıklanmıştır.”
Böyle bir tedbire neden ihtiyaç duyuldu? Türkiye’de üretilen maskeler ve diğer kişisel koruyucu ekipman yurtdışına mı ihraç edilmekte? Maske satışı bütçe açıklarını kapatabilir mi?
Bu durum gereken önlemlerin gerektiği zamanda alınmadığını gösteriyor. Mevcut kişisel koruyucu ekipmanı yurtdışına ‘bağış olarak gönderme’ ve ihraç etme sonucunda stokların azalması mı hastanelerin kendi tıbbi maskelerini kendilerinin dikmesine yol açtı? Öyle görüyor ki iktidar ülkenin iç ihtiyacını karşılamadan ekonomik nedenlerle yurtdışına kişisel koruyucu ekipman satışını öncelemiş görünüyor.
Plansız, programsız adımlar
Dr. Ergün Demir ve Dr. Güray Kılıç, Sağlık Bakanı ve AKP’li yöneticilerin “kişisel koruyucu ekipman stoku ve yönetimi, dağıtımı açısından sorun yoktur” yönündeki açıklamalarının gerçeklikle uyuşmadığını belirterek “Kamu hastanelerinin kendi ihtiyaçları için maske üretmeye başlatılacak olmaları stokların azaldığına işaret etmektedir” dediler.
Açıklamada özetle şu ifadelere yer verildi:
“Kılavuza göre tıbbi maskelerin yapımından ve kullanımından doğabilecek tıbbi ve hukuki sorumluluklar nedeniyle sağlık tesisi Enfeksiyon Kontrol Komitelerinin uygun görüşünün alınması önem arz etmektedir. Maske yapım işleminin gerçekleştirilmesi için sağlık tesislerinde sağlanması gereken asgari koşullar kılavuzda detaylı bir şekilde açıklanmıştır. Böyle bir tedbire neden ihtiyaç duyulmuştur? Plansız, programsız, aceleyle ve zoraki adımlar atılarak başlatılan, vatandaşlara ücretsiz maske sağlanmasının yarattığı sorunlar hâlâ çözülememiştir. Dağıtımda yaşanan organizasyonsuzluk hala devam etmektedir. Nitekim kamu hastanelerinin kendi ihtiyaçları için maske üretmeye başlatılacak olmaları stokların azaldığına işaret etmektedir. Stokların bu denli azalmasının yurtdışına yapılan yardımlardan çok ihracata bağlı olduğu düşünülmektedir. Dünyanın birçok ülkesine kişisel koruyucu ekipman ve ilaç yardımı yapmak şüphesiz olumludur. Ancak bunun için öncelikle vatandaşlarımızın ve sağlık çalışanlarımızın sorununun giderilmiş olması gerekmektedir.”
“Sümerbank basma fabrikasını devlet bez mi diker diye kapatan zihniyet şimdi kamu hastanelerine maske mi diktirecek” diyen Dr. Ergün Demir ve Dr. Güray Kılıç, yaptığı açıklamada hastanelerde tıbbi maske üretme döneminin başlayacağını söyledi. “Hani, kişisel koruyucu ekipman stoku, yönetimi ve dağıtımı açısından sorun gözükmüyordu? Maskeler nerede?” diye sorun Demir ve Kılıç “Hastaneler Covid-19 hastalığı ile mi; yoksa maske dikme işlemi ile mi uğraşsın?” dediler.
Eczacıların yeni derdi: Maske
Plansız, programsız, aceleyle ve zoraki adımlar atılarak başlatılan vatandaşlara ücretsiz maske sağlanmasının yarattığı sorunlar ise hâlâ çözülemedi. Dağıtımında yaşanan organizasyonsuzluk hâlâ devam ediyor. Maske dağıtımını yapan eczacıların kamuoyuna yansıyan açıklamalarına bakıldığında, halının altına süpürülen gerçeklik görülüyor.
Eczacılar, ücretsiz dağıtılan maskelerle ilgili olarak;
►Belli bir standardın olmadığını ve her maskenin kalitesinin birbirinden farklı olduğunu,
►Maskelerin bazıları tek tek ambalajlı olarak gelirken, bazılarının açık halde geldiği, bazı maskelerde burun kısmını korumaya yarayan tel bulunurken bazılarında tel bulunmadığını,
►Nerede ve nasıl üretildiği bilinmeden dağıtımlarının yapıldığını ifade etmekte,
►Kaçak, merdiven altı maske üreten atölyelere yapılan baskınlarda toplanan maskelerin hali hazırda dağıtılan maskelerin bir kısmını oluşturduğu kuşkusunu belirtmekte ve haklı olarak pandemi sürecinden önce de sertifikalı tıbbi maske üretimi yapan şirketlerin ürettiği maskeler nerededir diye soruyor. Ayrıca eczanelerin bulaş kaynağı olduğunu söyleyerek, tüm çalışanlarının risk altında ve bu kadar özveriyle çalışmasına karşın Bakanlığın neden hâlâ kişisel koruyucu ekipmanları sağlamadığından şikâyet ediyorlar.
Sorun yok söylemi gerçek değil
Sağlık Bakanı’nın ve AKP yöneticilerinin “kişisel koruyucu ekipman stoku ve yönetimi, dağıtımı açısından sorun yoktur” açıklaması sahada yaşanan gerçeklikle uyuşmuyor. Nitekim kamu hastanelerin kendi ihtiyaçları için maske üretmeye başlatılacak olması stokların azaldığına işaret ediyor. Stokların bu denli azalmasının yurtdışına yapılan yardımlardan çok ihracata bağlı olduğu düşünülmekte.
Vatandaşlara ücretsiz verilmesi kararlaştırılan tıbbi maskelerin temini ve dağıtımında koordinasyon bozukluğuna bağlı eksiklik ve aksaklıklar yaşanıyor. Ayrıca bu maskelerin kullanıma verilmeden önce kontaminasyona karşı steril edilmediği, sterilizasyon yöntemine uygun paketleme malzemesi kullanılmadığı, sterilizasyon işlemi tamamlanmadan hazır hale getirildiği ve uygun malzemeden yapılmamış olduğu görülüyor. Bu durum eczacıların belirttiği gibi kaçak maske üretimi yapan yerlere yaptığı baskınlarda topladığı maskelerin mi ilk önce dağıtıldığı sorusunu akla getiriyor. Dünyanın birçok ülkesine kişisel koruyucu ekipman ve ilaç yardımı yapmak şüphesiz olumlu. Ancak bunun için öncelikle vatandaşlarımızın ve sağlık çalışanlarımızın sorununun giderilmiş olması gerekiyor.
Bakanlık sermayeyi üzmedi: “Telafi çalışmasını uygun buldu”
DİSK/Birleşik Metal-İş, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ve Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) arasında geçen bir yazıyı sosyal medya hesabından paylaştı.
Bakanlık, TİSK’e yazdığı yanıt yazısında, “11-12 Nisan tarihlerinde uygulanan sokağa çıkma yasağı sonucu kapalı kalan işyerlerinde telafi çalışması yaptırılabileceği” belirtildi.
Sendikanın hesabında, “İşveren örgütlerinin her talebini emir kabul eden hükümetten yasaya uygun olmayan yeni bir işlem daha. Sokağa çıkma yasağında çalışmayan fabrikalar için 4 ay içinde işçiye telafi çalışması yaptırın diyor. Zorunlu nedenlerle işçinin çalışmadığı zamanlarda telafi yaptıramazsınız.” eleştirisi yer aldı.
Bakanlık ve TİSK arasında geçen yazışmada ise şunlar yer aldı: “4857 Sayılı İş Kanunu’nda yer alan telafi çalışma maddesi hatırlatıldı ve ilgili maddede işverenin dört ay içinde çalışılmayan süreler için telafi çalışması yaptırabileceği, cumhurbaşkanının bu süreyi iki katına kadar artırmaya yetkili olduğu belirtildi.”
Yazıda, “Bu kapsamda anılan yasal düzenlemede aranan şartların oluşması halinde telafi çalışması yaptırılabileceği değerlendirilmektedir” denildi.
Her şey patronların kârı için! Sokağa çıkmak sadece işçilere yasak değil
AKP’nin geçen hafta sonu büyük bir skandala dönen sokağa çıkma yasağı kararı bu hafta sonu yeniden uygulamaya konulurken, on binlerce işçi yasaktan muaf tutuldu. 30 büyükşehri ve Zonguldak’ı kapsayan yasak genelgesinde, çalışanları şantiyede konaklayan büyük inşaatlar bile kapsam dışında bırakıldı. Genelgeye göre istisna kapsamında olan ya da olmayan yüzlerce fabrika Valiliklerden özel izin alarak çalışmayı sürdürdü. İşçiler ve sendikalar tepkili.
BirGün’de yer alan Sevgim Denizaltı’nın haberine göre; Kocaeli Darıca’da faaliyet gösteren Kroman Çelik ve Sarkuysan adlı fabrikaların sahiplerine Valilik ve Kaymakamlık tarafından hafta sonu işçileri çalıştırabilmeleri için özel izin verildi. Karara itiraz eden Birleşik Metal-İş Sendikası, İçişleri Bakanlığı’nın genelgesinde yalnızca demir-çelik eritme bölümleri gibi çalıştırılması zorunlu bölümlerin istisna kapsamına alındığına dikkat çekti. Sokağa çıkma yasağı kapsamında fabrikaların tamamının açık tutulamayacağı belirtilen itirazda, işyerlerinde kapsam dışında kalan işçilerin çalıştırılamayacağı vurgulandı.
Sermayenin talepleri doğrultusunda karar alıyorlar
Öte yandan ‘özel izin’ alan fabrikalar yalnızca Sarkuysan ve Kroman ile sınırlı değil. Birleşik Metal-İş Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu; Kocaeli, Gebze, Sakarya ve Bursa’da metal fabrikaları başta olmak üzere çoğu fabrikada çalışmanın sürdüğünü söyledi. Bu duruma itiraz etmek için fabrikalardan resmi belge istediklerini ancak alamadıklarını belirten Serdaroğlu, “Sarkuysan ve Kroman için bu belgeleri aldık, itirazımızı yaptık. Ama halen cevap gelmedi” dedi.
Sokağa çıkma yasağının tamamen göstermelik olduğunu ifade eden Serdaroğlu, “Bakın durak yerlerine, sabah vardiyasına gitmek için onlarca işçi servis bekliyor. Salgın fabrikalarda hızla yayılırken zorunlu olmayan yerlerde çalışmayı durdurmayarak işçilerin hayatıyla oynuyorlar” diye konuştu. Fabrika sahiplerinin sanayi ve ticaret odalarında valilerle toplantılar yaptığını ve bu toplantılarda istedikleri kararı aldırdıklarını kaydeden Serdaroğlu, şöyle devam etti: “Biliyorsunuz, birçok vali aynı zamanda organize sanayi bölgesi (OSB) başkanı, bu görevden maaş alıyorlar. Dolayısıyla sermayenin talepleri doğrultusunda hareket ediyor, isteyene özel izin veriyorlar. Bu durum sendikaları da zora sokuyor. Ne yapacağımızı bilemiyoruz. Hukuki yoldan itirazda bulunuyoruz, yanıt alamıyoruz. Hükümetin sıkı bir karantina kararı alması gerekiyor. Ama en tepedekiler ‘Çarklar dönecek’ derse işte sonuç bu oluyor.”
Salgın yayılıyor test yapılmıyor
Birleşik Metal-İş Başkanı Serdaroğlu, fabrikalarda salgının hızla yayıldığını, vaka sayısının arttığını vurguladı. Serdaroğlu, “Sendikasız işyerlerinde durum daha da kötü. Bazı fabrikalarda 50 vaka var, üretim sürüyor. Birçok yerde vakalar gizleniyor. Biz hemen öğrendiğimiz vakaları deşifre ediyoruz. Ama tabii tespit edemediğimiz, taşıyıcı durumunda olan çok sayıda işçi var. Örneğin Dudullu’daki ABB fabrikasında 2 vaka çıktı, biz tüm işçilere test yapılmasını istedik. Test sonucunda 7 işçide virüs olduğu anlaşıldı. Diğer yandan pek çok fabrikada işçilere test yapılmasını sağlayamıyoruz, aslında patronlar da istiyor ama Sağlık Bakanlığı engelliyor. ‘Belirti yoksa test yok’ diyorlar. Fabrikalarda yaygın test yapılması gerekiyor” ifadelerini kullandı.
Antep’te on binlerce işçi çalıştırılıyor
Antep’te Organize Sanayi Bölgesi’nde (OSB) bulunan bin 500 fabrikanın da neredeyse yarısı ‘özel izin’le çalışmayı sürdürüyor. Bu fabrikalar arasında halı, iplik, pantolon kumaşı, branda, kontrplak üreten fabrikalar da var. DİSK Tekstil Antep Bölge Temsilcisi Mehmet Türkmen, üretime devam eden fabrikaların çoğunun aslında genelgede yer alan istisna kapsamında olmadığını, ama bir şekilde kılıfına uydurarak valilik ve OSB yönetiminden izin aldığını söyledi.
Geçen hafta sonu uygulanan yasakta da Antep’teki pek çok fabrikanın özel izin alarak çalıştığını hatırlatan Türkmen, “Geçen haftaki yasakta, genelgede olmamasına rağmen plastik, ambalaj, çuval, çikolata fabrikalarına Antep’te özel izin verdiler. ‘Biz gıda için de poşet üretiyoruz’ gibi bahanelerle izin aldılar; ancak bu fabrikalar arasında kömür çuvalı üreten bile vardı. Bu hafta genelgedeki istisnalar kapsamına ambalaj, poşet üreten fabrikalar da girdi. Ancak bu kez de son genelgede olmayan halı, iplik, kumaş fabrikaları özel izin aldı. Bade Halı, Koza Halı, pantolon kumaşı üreten Burteks, bunların hepsi çalışıyor” dedi.
Bahaneleri ihracat için sipariş yetiştirmek
OSB yönetimini aradığını ve bu konuda bilgi istediğini belirten Türkmen, “ihracat için acil sipariş yetiştirmesi gerekenlere izin verdiklerini, bunun genelge kapsamında olduğunu söylüyorlar; ama bu doğru değil. Genelgede yalnızca ihracat için taşımacılık ve lojistik işi yapan firmalar istisna kapsamında yer alıyor. Yoksa Antep’te zaten tüm firmalar ihracat yapıyor. Valilik ve OSB yönetimi keyfi biçimde genelgedeki istisna kapsamını genişletiyor” diye konuştu.
Yasak varken sabaha kadar mesai
Türkmen’in verdiği bilgilere göre, Antep’teki keyfi uygulamalar bunlarla da sınırlı değil. OSB’de yer alan tüm fabrikaların sokağa çıkma yasağının başladığı gece boyunca, sabah 8’e kadar işçileri çalıştırmasına izin verildi. Hafta sonu çalışmayan fabrikalarda ise yasaya aykırı olmasına rağmen, işçilerin ya ücreti kesildi ya da çalışmadıkları süre senelik izinlerinden düşüldü. Bu hukuksuz uygulamaya imza atan firmalar arasında Sanko Holding ve Merinos gibi tanınmış firmalar da var. Türkmen, “Bu yasağın ne kadar işe yaradığı ayrı bir tartışma konusu; ancak yasağın uygulanma biçimi bile iktidarın, sermayenin sömürü çarkının dönmesine, işçilerin ve halkın sağlığından daha fazla değer verdiğini açıkça gösteriyor” ifadelerini kullandı.
Tersaneye bile izin verdiler
İstanbul Tuzla’daki Sedef Tersanesi de hafta sonu işçileri çalıştırabilmek için özel izin aldı. Tuzla İlçe Kaymakamlığı’na başvuran Sedef Gemi İnşaatı AŞ, “Tuzla ve Orhanlı tesislerinde yurt dışına ihraç edilmek üzere taahhütte bulunulmuş ticari gemilerin inşasına devam edilebilmesi ve sözleşmelerde yer alan sürelerde teslim edilebilmesi” için kendilerine hafta sonu çalışma izni verilmesini istedi. Tuzla Kaymakamlığı da firmanın bu talebini kabul etti. Tüm Çalışanlar için Sağlık Platformu, “Sedef Tersanesi’nde cinayet işleniyor!” diyerek duruma tepki gösterdi. Platform, birçok tersane patronunun aynı şekilde izin aldığı bilgisini de paylaştı.
İşverene 3 ay süreyle işçiyi ücretsiz izne çıkarma yetkisi veren yasa yürürlüğe girdi. Cumhurbaşkanı bu süreyi 6 aya kadar uzatabilecek. Yasanın yürürlüğe girmesi ile birlikte yeni bir soru da gündeme geldi. İşveren kısa çalışma ödeneği yerine ücretsiz izni tercih ederse ne olacak?
Cumhuriyet’ten Mustafa Çakır’ın haberine göre, işveren salgın nedeniyle işyerindeki haftalık çalışma sürelerinin geçici olarak en az üçte bir oranında azaltılması veya süreklilik koşulu aranmaksızın işyerinde faaliyetin tamamen veya kısmen en az 4 hafta süreyle durdurulması hallerinde kısa çalışma ödeneği için başvuru yapabiliyordu.
Bu durumda son 3 yılda 450 prim günü bulunan ve son 60 gündür hizmet sözleşmesi bulunan işçi kısa çalışma ödeneği alabiliyor. Bu kapsamda önceki gün itibarıyla 232 bin firma başvuruda bulundu. 2 milyon 700 bin çalışan ödenekten yararlanmak istiyor. 1 milyon 180 bin işçinin ödeneklerinin onaylandığı bilgisi var. Yeni başvurular da devam ediyor.
Ancak hükümetin çıkardığı yasa ile birlikte işveren artık kısa çalışma ödeneği ile uğraşmak yerine işçiyi ücretsiz izne çıkarırsa ne olacak? Kısa çalışma ödeneğinde bin 750 lira ile 4 bin 380 lira arasında ücret alabilecek olan işçi, ücretsiz izinde bin 177 lira ile yetinmek zorunda kalacak.
Bu durumda işverene nasıl bir yaptırım uygulanacağı da belirsiz. Sendikalarda, işverenin bu hakkı “kötüye kullanabileceği” değerlendirmesi yapılıyor. İşverenin bunu “işçiyi ücretsiz izne çıkarmak için fırsat olarak görmesinden” endişe ediliyor.
İnanıyoruz…
Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk, “İşverenlerin kısa çalışma ödeneği yerine ücretsiz izni daha öncelikli tercih etmesi gibi bir durum söz konusu olabilir mi?” sorusuna, şöyle yanıt verdi: “Kısa çalışma ödeneği yerine ücretsiz izin tercih etme durumları olamaz çünkü burada çalışanlarımız kaç prim günlerini tamamladıklarını biliyorlar. Dolayısıyla 450 gün prim ödeme ve 60 gün hizmet akdi şartını tamamlamışsa işverenin onun adına kısa çalışma ödeneği başvurusu yapacaklarını çalışanlarımız da biliyorlar. İşverenlerimizin mümkün olduğu sürece bu şartları sağlayan bütün çalışanlar için öncelikli olarak kısa çalışma ödeneğine başvuracaklarına, bu şartları taşımayan çalışanları için de ücretsiz izine nakdi destek modelini uygulayacaklarına inanıyoruz. Biz de bunu kontrol edeceğiz zaten. Prim günlerini SGK olarak biz görebiliyoruz. Dolayısıyla buna uyacaklarına biz tamamen inanıyoruz.”
Uzaktan çalışma farklı değil
Altınbaş Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Berrin Ceylan Ataman, koronavirüs salgınıyla mücadele için hükümetlerin esnek çalışma yöntemleri arasında yer alan evden çalışmayı teşvik etmeye yöneldiğini hatırlattı.
4857 sayılı İş Yasası’na göre evden çalışma ile fiili çalışma arasında bir fark bulunmadığını belirten Ataman, “Daha açık bir ifadeyle uzaktan çalışanlar farklı bir işleme tabi tutulamaz. Prensip olarak, işverenler personelini evden çalışmaya zorlayamaz ancak istisnai dönemlerde bu tür önlemlere başvurulabilir” diye konuştu. “Covid-19 salgınına karşı hükümetin aldığı önlemler çerçevesinde uygulanan evden çalışmanın bir zorunluluktan doğduğu göz ardı edilmemeli” dedi.
İnternet üzerinden satış yapan perakende devi Amazon çalışanları, 24 Nisan'da 'kötü çalışma koşullarına' tepki göstermek amacıyla grev yapmaya hazırlanıyor.
Covid-19 salgını devam ederken kimi Amazon çalışanları şirket yöneticilerinin, çalışanların taleplerini duymazlıktan geldiğini savunuyor, sağlık önlemlerinin yeterince alınmadığı, işten çıkarılanların olduğu ifade ediliyor.
400 Amazon çalışanına internet üzerinden seslenen eski şirket çalışanı Maren Costa, "İşten çıkarmalardan bıktık, bizi susturmaya çalışıyorlar, ırkçılıktan, hava kirliliğinden bıktık artık" şeklinde konuştu.
Daha önce Amazon'da çalışan Maren Costa ve Emily Cunningham geçtiğimiz haftalarda 'Şirket kurallarına birçok kez uymadıkları' gerekçesi ile işten çıkarıldı.
Binlerce kişiyi işe almaya hazırlanan Amazon, çalışanlarını sağlık açısından yeterince koruma altına almamakla suçlanıyor.
Bir Polonyalı çalışan, "Amazon gerekli bir iş yaptığımızı söylüyor ancak ben burada hayatımı riske atarak saç düzleştirici ve ping-pong toplarını paketliyorum" dedi.
Türkiye koronavirüsle mücadelesini sürdürürken fırsatçılar meydanı boş bırakmıyor
Virüs nedeniyle pazarlara sosyal mesafe kuralının gelmesi, pazarcı girişinin de sınırlandırılmasıyla birlikte vatandaşların ağırlıklı olarak alım yaptığı marketlerde meyve sebze fiyatları ikiye katladı. Halde 4 lira olan domates markette 10 TL’ye çıktı. Ürünler koronavirüs nedeniyle poşete girince seç-al da kalktı. Marketler, bozuk ürünü poşete koyup fiyatı da şişirince tepki yağdı.
Bunun adı virüs fırsatçılığı
Ulusal zincir marketlerden yerel marketlere kadar hemen hepsinin meyve-sebze fiyatlarını iki katına çıkarmasına isyan eden vatandaşlar, "Bunun adı virüs fırsatçılığı" diyor. Koronavirüs nedeniyle meyve-sebzede 'Seç-Al' sisteminin de kalktığı marketlerde paketlenen ürünlerin ezik ya da bozuk çıkması ise vatandaşı hepten çileden çıkarıyor.
4 katı fiyat
Meyve-sebzenin hal fiyatına oranla ortalama iki katına satıldığı görülürken, bazı ürünlerde bu oran 4 kata kadar çıkabiliyor. Öyle ki hal fiyatı 4 TL olan salkım domates markette 9.95 TL'den, halde 2 lira olan salatalık markette 4 TL'den, halde 2 TL olan ıspanak markette 5.95 liradan satılıyor. 2 liralık patatesi ortalama 5 liradan satan marketler, 2 lira olan soğanı da 4 liranın altında vermiyor.
Benzer durum meyvede de yaşanıyor. Vatandaş halde 2 lira olan greyfurta 5 lira öderken, 3 TL olan mandalinayı da 10 liranın altında alamıyor. Meyvede en büyük fırsatçılık ise narda yapılıyor. Halde 4 liradan satılan nar markete gelince 13 liraya çıkıyor. Nisan-Mayıs aylarının gözdesi olan çilek ise halde 5 liradan markette ise iki katı fiyatla 10 liradan satılıyor. Bazı marketlerde bu fiyat 15-20 liraya kadar çıkıyor.
Yeterli denetim yok
Ticaret Bakanlığı tarafından marketlerin meyve-sebze satışlarında künye yazma zorunluluğu bulunuyor. Özellikle uluslararası marketlerin harfiyen uyguladığı künyedeki oyun ise dikkat çekiyor. Öyle ki, künyede domatesin 4 TL'den alındığı bildirilirken, işletme giderlerine 95 kuruş, mağaza giderlerine 1.55 lira yazılması, toplamda bir kilo domates için 2,5 TL gider yansıtıldığı görülüyor. Marketlere künye zorunluluğunun geldiğini ancak yeterli denetimin yapılmadığını belirten sektör temsilcileri, "Marketler künyede istediği gibi oynayıp, gider göstererek fiyatı şişiriyor. İşletme gideri ayrı, mağaza gideri ayrı kalem gösterilip her birini maliyet yazıyor. Vatandaşların künyeleri okuyup fiyatları sorgulaması gerekiyor" diyor.
Fırsatçılık yapılıyor
Türkiye Halciler Federasyonu Başkanı Yüksel Tavşan, meyve- sebzenin hal fiyatının iki katına satılmasının fırsatçılık olduğunu belirtti. Tavşan, "Meyve-sebzede nakliye, işletme, depo, işçilik, KDV giderleri dahil tüm maliyet kalemleri eklendiğinde maksimum yüzde 50 fark olur. Market bu farkla kâr elde eder. Yani halde 4 TL olan bir ürün 6-6.50'ye satıldığında kâr edilir. Ancak 10 TL'ye satış işi fırsatçılığa dökmektir" dedi. Marketlerin en büyük gider kalemi olarak 'Seç-Al'ı gösterdiğine dikkat çeken Tavşan, "Market sahipleri Seç-Al nedeniyle ürünlerin zayi olduğunu, bu şekilde minimum yüzde 30'unun çöpe gittiğini iddia ediyorlardı. Virüs nedeniyle bu sistem kalktı; poşetleyerek veriyorlar. Bu neyin zammı?" şeklinde konuştu.
Üretici fiyatları normal
Antalya Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Üyesi Cüneyt Doğan, Türkiye'nin koronavirüsle mücadeleyi çok başarılı bir şekilde yürüttüğünü belirterek, "Dünyanın birçok ülkesinde virüs nedeniyle üretim sistemi aksadı. Türkiye'de ise bu çok başarılı bir şekilde yürütülüyor. Meyve-sebzede üretici tarafında en ufak bir aksama yok. Fiyatlar da zaten üreticide yüksek değil" dedi. Doğan, her sıkıntılı dönemde bu tür fırsatçıların ortaya çıktığını sözlerine ekledi.
Elektrik ve doğalgaz faturaları ortalama olacaktı, ikiye katlandı
TÜKODER yetkilisi Avukat Onur Cingil, yeni faturalandırma yapılmayıp ortalama tüketim değerleri üzerinden hesaplanacak denilen faturaların önceki aylara göre ikiye katlanarak geldiğini iddia etti. Faturalara sosyal medyada da tepki var
Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınıyla birlikte alınan önlemler kapsamında Türkiye'de de insanların evlerinde kalması teşvik ediliyor. 65 yaş üstü ve riskli gruplar ile 20 yaş altının sokağa çıkması yasak. Sokağa çıkma yasakları hafta sonları 30 büyükşehir ve Zonguldak'ta halkın tamamı için uygulanıyor.
Sosyal medyada tepki
Tedbirler ekonomiye de yansıdı. Birçok çalışan işsiz kaldı ya da ücretsiz izine çıkartıldı. Bu durum ödenmesi gereken elektrik doğalgaz ve su faturalarının devlet tarafından ödenmesi, indirim yapılması hiç değilse ertelenmesi beklentisini oluşturdu.
Faturaların devlet tarafından ödenmesi veya ertelenmesi taleplerine karşın Enerji Piyasası Denetleme ve Düzenleme Kurumu (EPDK) yaptığı açıklamada karantina uygulaması olan yerlerde yeni fatura kesilmeyip ortalama tüketim değerleri üzerinden önümüzdeki üç ay elektrik ve doğal gaz faturası kesileceğini açıklamıştı.
Sosyal medyada yapılan paylaşımlarda Nisan başında yapılan bu açıklamanın ardından gelen ilk elektrik ve doğal gaz faturalarının önceki aylara göre daha yüksek olduğu belirtildi. Yurttaşlar, özelleştirilen elektrik ve doğalgaz faturalarının daha yüksek geldiğini, su faturalarının ise ‘insaflı’ olduğunu söylediler. Tepkilerini gösterenler, boş evler de yüksek faturaların gönderildiğini dillendirdiler.
"Faturaların doğruluğu şüphelidir"
"Vatandaşlara “evde kal” dedik, tabii ki evde kalınca faturalar da yükselecekti. Her haneye faturalar gelmeye başlaması ile hanelerden yükselen yüksek fatura çığlıkları beraberinde gelmektedir" diye söze başlayan Tüketici Dernekleri Federasyonu (TÜDEF) Genel Başkanı Aziz Koçal, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Tüketicilerin büyük bir çoğunluğu bu ay gelen faturaların yüksekliğinden şikayetçi. Sayaçların okunmadan geçmiş iki yılın ilgili ayının ortalamasının alınarak kıyasen düzenlenen faturaların doğruluğu şüphelidir. Kıyasen fatura düzenlemesi korona virüsü ile mücadele kapsamında bulaşma riskine karşı alınan bir önlem çerçevesinde EPDK'nın kararı ile düzenleniyor, düzenleme EPDK’nın kararında karantinaya alınan bölgelerde, idari kararlar sebebiyle sayaç okumalarının durdurulduğu bölgelerde, sosyal mesafenin korunmasının mümkün olmadığı bölgelerde, uygulanıyor. Buradan da gördüğünüz üzere hemen hemen tüm bölgeleri kapsıyor.”
"Dağıtım şirketlerinin lehine bir uygulama var"
Koçal, iddialarını şöyle sürdürdü: “Kıyaslama yolu ile kesilen faturalar konutlara şirketlerin personeli tarafından dağıtılıyor, dağıtım yapan kişi konuta girişine kadar gelebiliyor ise sayacı da okuyabilir. Burada dağıtım şirketlerinin lehine onlara maddi menfaat sağlayacak bir uygulama olduğu kanaatindeyiz. Bu uygulama ile güçsüz olan tüketici yerine güçlü olan şirketler korunmaktadır.”
"Faturaların yüksek geleceğini söylemiştik"
Kıyaslama yolu ile fatura gönderileceği açıklanınca faturaların yüksek geleceğini söylediklerini, bunun bir çözüm olmadığını belirttiklerini kaydeden Koçal sözlerini şöyle tamamladı:
“Vatandaşlarımız, kıyaslama yolu ile okuma ya da erteleme istemiyor, vatandaşın talebi mücbir sebep bitene kadar, elektrik, doğalgaz, su ve haberleşme faturalarının devlet tarafından dağıtım şirketleri ve operatörler tarafından birlikte ödenmesini istiyor. Devamında ise KDV’nin sıfırlanması talebidir. Anayasanın 172'ci maddesi devlete tüketicileri koruyup kollama görevi vermiştir.
"Tüketiciler itiraz etsinler"
Koçal, tüketicilere itiraz yollarını şöyle anlattı: “Tüketiciler diğer aylara göre kıyasladıklarında faturaları yüksek geldi ise, mutlaka ilgili kuruma itiraz etsinler, bu itirazlarını ilgili kurumun web sayfası üzerinden veya e-posta ile ya da kuruma giderek şahsen yapabilirler. İtirazları sonucu ret gelen tüketiciler ise, yüksek olduğundan emin olduğu faturalarda, itirazını Tüketici Hakem Heyetlerine yapabilirler. Tüketici hakem heyetleri büyükşehir statüsünde olan illerde Kaymakamlık binalarında, diğer illerde ise Ticaret İl Müdürlüklerinde bulunmaktadır. Tüketici Hakem Heyetlerine müracaat E-Devlet üzerinden yapılabileceği gibi, şahsen de yapılabilmektedir, şikayet ekine mevcut fatura ve geçmiş dönem faturalarında konulmasın gerekir.”
"Faturalar iki misli gönderildi. EPDK açıklama yapmalı"
Independent Türkçe'nin sorularını yanıtlayan TÜKODER Genel Sekreteri Onur Cingil, çok sayıda tüketiciden gelen elektrik ve doğal gaz faturalarının önceki aylara göre yüksek olduğuna dair şikayetler aldıklarını belirterek, şöyle konuştu:
“Bir tüketici olarak benim de faturam önceki ayın neredeyse iki misli geldi. Yapılan açıklamalarda bir önceki aylara göre faturalandırma yapılacağı söylenmişti. Ancak zaten on farklı ücretlendirme ve beş ayrı vergi kalemi ile kullanımın iki katı oranında gelen fatura bu sefer gelen rakamın da iki misliyle gönderildi. EPDK’nın bir an önce bu konuyla ilgili olarak açıklama yapması gerekiyor.”
"Kongo bile vatandaşının faturasını ödüyorsa Türkiye'de öder"
"Koronavirüsle mücadele nedeniyle evde kalan insanların faturalarını devletin ödemesini talep ettiğimiz bu ortamda gelen bu yüksek faturalar kabul edilemez" diyen Cingil sözlerini şöyle tamamladı:
“Kongo bile vatandaşının faturasını ödüyorsa Türkiye, Kongo'dan büyüktür. Türkiye'de vatandaşının faturasını ödesin mağduriyetini gidersin.”
Kaynak: İndependent Türkçe