Bilindiği gibi Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Aralık 2018’den bu yana, altı aya yakın bir süredir aylık sosyal güvenlik verilerini açıklamıyor. SGK aylık sosyal güvenlik verileri, sigortalı sayısından sağlık istatistiklerine ve SGK’nin mali durumuna ilişkin pek çok detaylı bilgiyi içeriyor. SGK verileri Türkiye’de kayıtlı istihdama ilişkin en önemli ve net kaynak. Özellikle TÜİK verilerinin ortaya koyduğu büyük işsizlik artışı ve istihdamda yaşanan büyük gerileme SGK istatistiklerinden kayıtlı istihdam açısından daha net görülebilir. Sigortalı sayısında azalmayı aybeay izlemek mümkün. SGK’nin prim tahsilat durumunu da bu verilerden izleyebilmek mümkün.
Birgün
Yatırım Ortamının İyileştirilmesi Koordinasyon Kurulu (YOİKK), patronların çalışma hayatında yeni bir kölelik düzeni yaratacak önerilerini kabul etti. Bu öneriler yasalaşırsa çalışma hayatı işçiler için iyice güvencesiz ve esnek hale gelecek. İşçi sendikaları önerileri bertaraf etmek için zaman kaybetmeden harekete geçmeli.
İşçi haklarına yönelik kapsamlı bir budama girişimi gündemde. Bu girişim yasalaşırsa çalışma hayatı işçiler için iyice güvencesiz ve esnek hale gelecek.
İşveren örgütlerinin yıllardır tekrarlayıp durdukları esnekliği ve güvencesizliği artırmaya ve iş mevzuatında kalan son kırıntıları ortadan kaldırmaya dönük öneriler, Türkiye’nin en büyük işveren örgütü olan Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) tarafından güdeme getirildi ve 16 Mayıs 2019’da toplanan Yatırım Ortamının İyileştirilmesi Koordinasyon Kurulu (YOİKK) Yönlendirme Komitesi toplantısında kabul edilerek hızla hazırlıklara başlandı. Çalışma hayatında yeni bir kölelik düzeni yaratacak öneriler kısaca şunlar:
Siyasetimizde öteden beri çok da sorgulanmadan benimsenen bir tespit var: Mağduriyet kazandırır!
Ölçülmüş ya da bilimsel olarak temellendirilmiş bir tespit olduğunu sanmıyorum. İktidar ilişkilerini ve tarihin motoru olan toplumsal çelişkileri ikincilleştiren bir yaklaşım… İnsanın bilinçli eylemi ile ve mücadele ederek değiştirebileceği statüleri ancak rastlantısal ya da bireysel durumlara bağlayan bir safsata.
Mağduriyet yaratan eylem zorunlu olarak iktidardan kaynaklandığına, iktidar da kendisine tehdit olarak gördüğüne saldıracağına göre zaten uzak/yakın alternatif haline gelmiş kişi ya da yapının “mağduriyetler” yaşaması kaçınılmaz. Dolayısı ile mağduriyet ilk ve belirleyici etken değil ancak bir sonuç olabilir.
Geçen günlerde Türkiye sendikal hareketi açısından tarihi bir gelişme yaşandı. Metal işkolundaki iki büyük sendika olan Birleşik Metal-İş (DİSK) ile Türk Metal (Türk-İş) arasında tarihi bir anlaşma imzalandı.
Türkiye Metal İşkolunda Faaliyet Gösteren Sendikalar Arasında Diyalog ve İşbirliğine Dair Ortak Anlaşma adını taşıyan anlaşma metni, metal işkolunda uzun bir tarihe geçmişe dayalı sendikal uyuşmazlıklar ve rekabete son vermeyi, işverenlere ve hükümet baskılarına karşı ortak hareket etmeyi ve işçilerin sendikal tercihinin özgür biçimde oluşmasını öngörüyor. Anlaşmanın en önemli ve yaşamsal düzenlemesi referandumun sendika seçme özgürlüğünün bir parçası olarak kabul edilmesi oldu.
1 Mayıs 2019’da Türkiye çapında çok sayıda yürüyüş ve miting düzenlendi; coşkulu, kitlesel ve “olaysız” bir 1 Mayıs yaşandı. Ekonomik krizle birlikte yakıcı hale gelen geçim sıkıntısı, kıdem tazminatının fona devri, 3600 ek gösterge gibi emekçilerin ortak yakıcı sorunlarına rağmen sendikalar, 1 Mayıs 2019’da parçalı ve dağınık bir görünüm sergiledi. 1990’lardan 2012’ye kadar 1 Mayıs’ı ortak kutlayan farklı sendikal örgütler bir süredir yan yana gel(e)miyor.
Çoktan hazır ettiğin valizini gözden geçir; “aman ilaçlar tamam mı, yetmişine girdin orda burda efelenme ilaçlarını zamanında al” diye öğütler veren eşinle, çocuklarınla, arkadaşlarınla vedalaş artık. Bir vakit yazı da yazamazsın; harflere, kelimelere, cümlelere şöyle alıcı gözle bir bak, “bundan sonra mektup kılığında anlatırsınız artık meramınızı” de ki onlar da alışsınlar kapalıya...
2023’e giderken yerel seçim sonuçlarının doğru analizi her politik aktör için hayati önemde olacaktır. Yerel seçimlerin kendine özgü dinamikleri, değişen rejimin iktidara sunduğu yeni olanaklar, belediyelerin içine düşürüldükleri zorluklar ve ekonomik kriz koşulları, en önemlisi de merkezi iktidarı elinde bulunduranların (AKP ve MHP seçkinleri ve sermaye) cüreti ve kırılganlıkları göz ardı edilmeden yapılmalı bu analiz.
İktidar bloğuna kaybettirme stratejisi bu süreçte kazanma stratejisine ve kalıcı bir oy desteğine evirtilmezse bu sonuçlar, Gezi gibi, 7 Haziran gibi, Adalet Yürüyüşü gibi, politik aktörlerin iç siyasetlerine hizmetten ve nostaljik bir övünçten başka bir işe yaramayacaktır.
Önümüzdeki günler, can yakan dönemin yolsuzluklarının su yüzüne çıkacağı günler olabilir. Kesin “olacaktır” demek isterdim, diyemiyorum. İstanbul Belediye Başkanlığı’nı elinde tutmak için her yolu deneyen, olmadık işler yapan yeminli bir kesimin, yolsuzlukların, hukuksuzlukların ortaya çıkmasından ürktüğü anlaşılıyor. Örneğin kaleminden kan damlayan “Pelikan grubu”ndan söz ediliyor. Bu kesimin canını dişine taktığı, şu meşhur mazbatayı dipsiz kuyulara atmak istediği, “suhulet” tavsiye edenlerin ise kurtuluşu “arazi olmakta” bulduğu, “aman maraza çıkamayalım daha kötü olur” dediği söyleniyor.
* * *
AKP-MHP koalisyonu altında birleşen elitler, izledikleri politikalar nedeniyle memleketi çıkmaz yola soktular. Ağırlıklı olarak AKP’li elitlerin “malı götürdüğü” yağma döneminin altın çağı sona ererken, zayıflayan halk desteği MHP’nin takviyesi ile telafi edilmek isteniyor.
Tabiri caiz ise MHP’li elitler “yemedikleri bir yemeğin faturasına ortak” oldular ama “bir parti iki genel başkan” konumdaki İYİ Parti tarafından “yutulmaktan” kurtuldular. Ellerindeki belediyelerin korunması için AKP desteği ile bürokrasiden pay almak da bonus oldu!
İşte bu kadroların benimsediği, dış borç ve özelleştirmelerle finanse edilen, inşaat ve ranta dayanan kof büyüme halkın üzerinde büyük bir borç yükü oluştururken, sermaye sınıfı gelirini sürekli katladı. 12 Eylül’le başlayan “kompradorlaşma” ise zirve yaptı.
Malum, İslamcı ve milliyetçi elitler koalisyon halinde memleketin dümenindeler. Hepimizin her gün çok çeşitli biçimlerde deneyimlediğimiz üzere, işler uzun süredir hiç de iyi gitmiyor. Kapitalizmin “neoliberal rüyasının” kriziyle birlikte dağıtacak “rant”, inandıracak “hedef” yaratmakta zorlanan iktidar bloğu, hepimizin bugününü ve geleceğini tüketmeye devam ediyor. Tercih ettikleri ekonomi politikalarının sorumluluğuyla yüzleşmemek için “hakikatin” üstünü örtecek “hikâyelere” sarılıyorlar. Hakikati gözlerimizin önünden kaçırmaya çalışırken, arkalarında onarılması zor “toplumsal yaralar” bırakmayı göze alacak kadar da çaresizler. Kendilerine oy vermeyen bütün yurttaşları “terörist” ve “cehennemlik” ilan etmekten imtina etmiyorlar. Öyle anlaşılıyor ki İçişleri Bakanı’nın tek görevi ülke yurttaşlarını “keyfince” terörist ilan etmek!