‘Başbakan anlamadı’ lafları bir ara çok konuşuldu, yazıldı, çizildi; ben hiçbir zaman öyle düşünmedim. Başbakan ve yakın çevresi, Gezi Parkı’na baktıklarında bir çeşit ‘siyasi ayaklanma’ gördüler ve ona göre hareket ettiler. Ben dahil pek çok kişi de, Gezi’de bir ‘siyasi ayaklanma olmadığını’ anlatmaya çalıştık. Ahmet İnsel’in isimlendirmesiyle bu bir ‘haysiyet isyanı’ idi. Geçen gün, Gezi Parkı’nın da boşaltılmasından sonra geldiğimiz noktayı yazdım: Başbakan Erdoğan ve Ak Parti, muhalefet partilerinin Gezi sebebiyle sokağa çıkanları temsil edemiyor olmasının da verdiği rahatlıkla tek taraflı hareket etmeye, kimseye hesap vermeden ülke yönetmeye başlayacaklardı.
Hürriyet
TÜRKİYE’de adı tıp çevreleri dışında kamuoyunda çok fazla bilinmeyen önemli bir uzmanlık derneği var: Türk Toraks Derneği (TTD)... Göğüs bölgesi hastalıkları alanında uzmanlaşmış doktorların oluşturduğu meslek kuruluşundan söz ediyoruz.
Bu derneğin biber gazının akciğere, genelde solunum sistemine dönük olumsuz etkileri konusunda ne söylediği, bilimsel açıdan değer taşıyan en geçerli mesajı oluşturuyor.
Gelir vergisi rekortmenleri ile ilgili tartışmaları, gelir vergisini asıl ödeyenlerle yani gelir vergisinin yüzde 90’ını stopaj (vergi kesintisi) yoluyla ödeyenlerle devam ettiriyoruz.
2012 yılında yapılan gelir vergisi kesintilerinin de dağılımı belli oldu. Dağılıma baktığımızda, ücretler, mevduat faizi ve işyeri kiralarından kesilen vergiler dikkati çekiyor...
Muhtasar beyanname ile bildirilen toplam gelir vergisi kesintisinin, yıllardır yaklaşık üçte ikisini ödeyen ücretliler bu yıl da lider.
KESİNTİLERİN DAĞILIMI
Kesintilerin, dağılımı tabloda gösterilmiştir.
Buna göre;
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın önümüzdeki hafta Washington’a yapacağı ziyaret öncesinde ABD’nin kalbur üstü düşünce-araştırma kuruluşları (think tank) tarafından geride bıraktığımız günlerde açıklanan raporlar, Türkiye ile Obama yönetimi arasında Suriye konusunda özellikle El Kaide yanlısı “cihatçı” unsurlara verilen destek konusunda belirgin görüş ayrılıkları bulunduğunu ortaya koyuyor.
Önceki akşam, bir grup yabancı dost ile sohbet ederken, aralarından biri, “Kerry Türkiye’ye niçin geliyor?” diye soruverdi.
Hayli uzun zamandır iç konularımıza dalmış, dış politikayı da, içerden dışarıya uzanarak yorumlamaya alışmış olduğumuz için olsa gerek, böyle bir sorunun sorulabileceği aklıma hiç gelmemişti.
Oysa, yakın geçmişe dek ABD dışişleri bakanlarının Türkiye ziyaretlerine özel bir önem verilir, öncesinde ve sonrasında ziyaretin amacı ve sonuçları üzerinde kafa yorulurdu.
Gerek, Türkiye’nin bir “uluslararası aktör” olarak yükselen profilinden, gerekse ABD’nin “tek süperdevlet” olarak kalmakla birlikte, Obama dönemiyle birlikte –özellikle Ortadoğu’da- düşen uluslararası profilinden ötürü, ABD dışişleri bakanlarının ziyaretleri o kadar ilgi uyandırmaz oldu.
Türkiye’de yeni yılın ilk çeyreğinde yaşanan, 21 Mart yani Newroz’la birlikte hızlanan gelişmeleri, bir “bölgesel denklem”in oluşmasıyla ilgili daha geniş boyutları yakalayıp, daha büyük bir çerçeve içine yerleştirerek okumaya çalışmakta yarar var.
ABDULLAH Öcalan’ın Nevruzda verdiği mesaj içerisinde yer alan “Misak-ı Milli” vurgusu üzerinde durulmuş, bunun ne anlama geldiği yoğun olarak tartışılmıştı. Yorumlardan biri de, “Türkiye’nin barış süreciyle birlikte parçalanması iddialarının aksine büyümesinin amaçlandığı” şeklinde idi.
Siyasi olarak ne anlama geliyor, bu vurgu asıl ne için yapıldı bilmiyorum ama ekonomik anlamda Misak-ı Milli sınırlarının anlamı, Türkiye’nin bu sınırlar içerisindeki doğal kaynakları kullanması anlamında kabul edilebilir.
Türkiye zaten bir süredir bu kaynakların kullanımı için adımlar atıyordu ve sağlanan barış ortamıyla birlikte, diğer dış koşulları da uygun hale getirerek, bu kaynakların kullanımı konusunda çok daha somut adımlar atma noktasına geldi.
HÜKÜMET, ‘Çözüm süreci’ni üç aşamalı bir yolculuk olarak görüyor. Henüz birinci aşamadayız ve bu aşama da kısmen tamamlandı.
İsterseniz aşamaları sayayım:
1. Silahların susması ve PKK’nın ülkeden çıkması;
2. Sürecin yönetilmesi;
3. Normalleşme.
Şu anda birinci aşamanın ilk yarısındayız. Silahlar sustu. PKK’nın silahlı unsurlarının ülke dışına nasıl çıkacağı konusunda alttan alta pazarlıklar yürüyor.
Son olarak Kandil’den Murat Karayılan Hasan Cemal’e, çekilmenin olabilmesi için ‘Meclis’in yapması gereken şeyler’ olduğunu söyledi. Ankara kaynakları ise çekilmenin düzenlenmesinin Meclis’in değil hükümetin işi olduğunu söylüyor. Hükümete yakın bir kaynak, ‘Olacak şey değil ya diyelim yasa çıktı, e bu PKK’nın aleyhine olur. Çünkü o zaman yurt dışına çıkacakları kayda almamız gerekir. Gelirlerken bize mi sordular ki giderlerken soracaklar’ dedi.
Kürt meselesinin çözümünde milliyetçilerin tavrı sonucu etkileyecek önemli bir unsur. Çözüm ‘Türklerin iknası, Kürtlerin tatmini’ prensibi üzerinden ilerleyecekse MHP ve BDP vazgeçilmez iki parti… BDP, Öcalan’ın telkinleriyle düne nazaran görece daha olumlu bir noktada. MHP ise Bursa mitingiyle süreçteki potansiyel riskleri bir kez daha ortaya koydu. 90’lı yıllarda kullanılan ‘vur de vuralım, öl de ölelim’ sloganın yeniden tedavüle sokulması gözleri bir anda bu partiye çevirdi. ‘Ya sev, ya terk et’ aforizmasıyla birlikte kullanılan bu slogan uzun zamandır duyulmuyordu.
ÇOCUKLUK yıllarımızın en büyük “milli mücadele” cephelerinden biriydi “Geceyarısı Ekspresi” filmi.
ABD’li turist Bill Hayes’in “cehennemi” Türkiye hapishaneleri anılarını kaleme aldığı kitaptan hareketle yönetmen Alan Parker tarafından çekilen filme “haklı olarak” büyük tepki göstermiştik. Film 1978 yapımıydı. Cezaevlerimiz herhalde 1978’de bir “İsveç ceza infaz kurumu” değildi ama gururumuzu kırmıştı işte, çok kızdık, kınadık, filmi yasakladık filan. Yıllar sonra hem Bill Hayes hem de Alan Parker filmin abartılı olduğunu açıklayıp nedamet getirdiler, milletçe rahatladık.