birleşik metal iş

Birleşik Metal-İş servet vergisi gündeme alınmalıdır
DİSK/Birleşik Metal-İş, Bilim ve Danışma Kurulu üyesi Prof. Dr. Aziz Konukman’ın gündeme taşıdığı ek bütçe talebini sahiplenen bir açıklama yayınladı. Açıklamada, “Çünkü salgın ek bütçeyi zorunlu kılıyor. Bütçe işçi ve emekçiler lehine yeniden şekillendirilmelidir. Sermayenin ve devletin değil halkın ihtiyaçlarına göre bir bütçe oluşturulmalıdır.” denildi. Açıklama metni: Bütçe hakkımızı sahipleniyoruz, İşçiler ve emekçiler için ek bütçe istiyoruz - Bütçe açığı artacak kaygısı, salgın sürdükçe geçerli olamaz. - Mevcut paket ve torba yasa ile sonrasında açıklanacak yeni düzenlemelerin bütçeyle ilişkisi mutlaka kurulmalıdır.  - Bütçe hakkımızı sahipleniyoruz; çünkü salgın ek bütçeyi zorunlu kılıyor!  - Servet vergisi mutlaka gündeme alınmalı!  Ek Bütçe ile 1. Bütçe öncelikleri değiştirilebilir.  2. Kamu Özel Ortaklığı isimli projelerin kriz kaynaklı düşük performanslar nedeniyle oluşabilecek garanti ödemeleri için ayrılmış ödenekleri iptal edilebilir.  3. Yerel yönetimlerin dış borçlanmaları konusunda ihtiyaç duyacakları Hazine garantileri verilebilir.  4. Kanal İstanbul gibi üzerinde toplumsal uzlaşma sağlanmamış projelere bütçeden kaynak sağlanmasının önüne geçilebilir.  5. “Doğal Afet Giderlerini Karşılama Ödeneği” benzeri “Salgın Giderlerini Karşılama Ödeneği” adı altında yeni bir ödenek kalemi ihdas edilebilir.  6. Büyük ölçüde sermaye kesimlerine tanınan teşviklerin bu yıla mahsus olmak üzere geçersiz kılınması, vergi kaynaklarının emekçiler için kullanılması.  7. 2006 tarihli Tarım Kanunu'nun "tarımsal destekler Milli Gelirin yüzde 1'inden az olamaz" hükmünün bütçe hükmüne dönüştürülmesi ve böylece yıllık ortalaması yüzde yarımı geçemeyen bu desteklerin yüzde 1’e taşınmasının sağlanması.  Sendikamız Bilim ve Danışma Kurulu üyesi Prof. Dr. Aziz Konukman’ın gündeme taşıdığı ek bütçe talebini sahipleniyoruz. Çünkü salgın ek bütçeyi zorunlu kılıyor. Bütçe işçi ve emekçiler lehine yeniden şekillendirilmelidir. Sermayenin ve devletin değil halkın ihtiyaçlarına göre bir bütçe oluşturulmalıdır. Koronavirüs salgınından kaynaklanan bir ekonomik ve toplumsal krizin içinde yaşıyoruz. Böyle bir ortamda bütçe gelirleri azalırken giderlerinde büyük sıçramalar ortaya çıkması kaçınılmazdır. Çünkü 2020 bütçe büyüklüklerinin dayandığı 2020-2022 dönemini kapsayan Yeni Ekonomi Programı (YEP) şimdiden geçerliliğini yitirmiştir. 2020 yılında OECD’ye göre büyümenin yüzde 2,7 olacağı tahmin ediliyor. Dünya Bankası tahmininde ise bu oran yüzde 0,5, IMF tahmininde ise yüzde 5’lik bir küçülme öngörülüyor. TCMB 2020 yılı Nisan ayı Beklenti Anketi’nde de yüzde 0,6’lık küçülme bekleniyor. Dolayısıyla YEP’in yüzde 5’lik öngörüsünün geçerli olamayacağı çok açıktır. Türkiye ekonomisi hızla istihdamın ve talebin çöktüğü, işsizliğin arttığı bir döneme doğru sürükleniyor. Yüzde 5’lik küçülme öngörüsünün gerçekleşmesi durumunda çöküntünün boyutları daha da artacaktır. Kaldı ki, çift hanelere varan küçülme tahminleri de gündemdedir. Koronavirüsün ekonomiye etkileriyle ilgili TEPAV çalışmasında virüs salgınının 6 ay sürmesi halinde küçülmenin yüzde 20’ye bir yıl sürmesi halinde de yüzde 38’e varabileceği bekleniyor. Bütçe açığı artacak kaygısı, salgın sürdükçe geçerli olamaz Böyle bir ortamda hiç kuşkusuz büyümenin YEP’te öngörülenden ne kadar saptığına bağlı olarak 2020 bütçesinde öngörülen bütçe gelirlerinde ciddi kayıplar oluşacaktır. Öte yandan, aynı süreçte salgının ekonomide yaratacağı olası olumsuz etkileri önlemeye yönelik paket ve torba yasanın bütçeyle ilişkilendirilebilecek düzenlemeleri nedeniyle bütçe giderlerinde olağandışı artışlar olacaktır. (Ancak hemen belirtelim, 100 milyar TL’lik paketin önemli bölümleri kamu bankalarına yıkılan kredi taleplerinden oluşuyor ve bu nedenle doğrudan bütçe maliyeti bu toplamın çok altında kalacaktır). Böylece başlangıçta öngörülen bütçe açığının çok ötesine gidilecektir. Olması gereken de budur ve bundan endişe duymamak gerekiyor. Bütçe açığı artacak kaygısı, salgın sürdükçe geçerli olamaz. Halkın ihtiyaçlarını karşılamaya dönük önlemler ne kadar harcama gerektiriyorsa o harcamalar derhal yapılmalıdır. Mevcut paket ve son çıkarılan torba yasa kifayetsizse –ki öyledir, örneğin açıklanan pakette doğrudan emekçileri gözeten kalemlerin ek maliyeti (emeklilerin en düşük aylığının 1500 TL’ye çıkarılması ve ihtiyaç sahibi ailelere yapılan yardımlara 2 milyar TL’lik ek kaynak ayrılması) toplam paketin yüzde 3-4’ünü aşamıyor- açıklanacak yeni bir paketle bu eksiklik giderilerek yeni toplumsal talepler karşılanabilir. Yeni paket, sadece sağlık harcamalarından ve salgın ortamında sade yurttaşlara, emekçilere dönük doğrudan ayni ve nakdi desteklerden oluşmalıdır. Mevcut paket ve torba yasa ile sonrasında açıklanacak yeni düzenlemelerin bütçeyle ilişkisi mutlaka kurulmalıdır Ancak halihazır uygulamadan farklı olarak bu tür destekleri içeren paket ve torba yasa teklifleri mutlaka bütçeleştirilmelidir. Bu yapılmadığında kaynak tahsisi ve aktarımı keyfiliğe açık hale gelmektedir. Örneğin paket açıklandığında yardım almakta olan 2 milyon aileye aile başına 1000 TL tahsis edileceği öngörülmüşken daha sonra aile sayısı 2,3 milyon daha artırılmıştır. Son yapılan açıklamayla bu rakama bir 2,3 milyon daha ekleneceği duyurulmuştur. Bu açıklamaların sağlam dayanakları olup olmadığı kuşkuları bir yana, eklemeler yapılırken yardımdan yararlanmaya yönelik nesnel ölçütlerin kamuoyuna açıklanmaması, siyasal kayırmacılığa açık bir tahsis yapılacağı kuşkusunu doğurmuştur. Paketi mevcut haliyle kabul edip tartışmak “ne kadar, nereye?” sorusunu gündemden düşüren, keyfiliğe, kapkaççılığa sonuna kadar açılan şimdiki eğilime teslim olmak anlamına gelir. Bundan ısrarla kaçınmak gerekiyor. Benzer bir kuşku, halktan yapılan bağışlara dayanan “Milli Dayanışma Kampanyası’’ için de geçerlidir. Toplanacak bağış tutarının nereye ve hangi nesnel ölçütle aktarılacağı belirsizliğini korumaktadır. Bütçe hakkını sahiplenmek gerekiyor İktidar bu doğrultuda adımlar attığında “ihtiyaç duyulacak ek ödenek nereye tahsis edilecek ve kaynağı kimlerden nasıl alınacak?” soruları haklı sorular olup mutlaka gündeme taşınmalı ve yanıtı alınmalıdır. Bu tür bir müdahale ve sorgulama bütçe hakkına sahiplenmek anlamına geliyor.  Bilindiği üzere, kamu gider ve gelirlerinin belirlenmesinde halkın söz sahibi olmasına Bütçe Hakkı deniliyor. Bu hak, halkın yüzyıllar süren demokrasi mücadelesinin aşama aşama kaydettiği kazanımlarının ürünüdür.  1215’de Magna Carta Sözleşmesiyle gündeme gelen bütçe hakkı, 19. ve 20. yüzyılda bir dizi bütçe ilkesinin benimsenmesi ve yerleşmesiyle tüm dünyada evrensel bir değer haline gelerek kurumsallaşmıştır. Benzer şekilde, Türkiye’de de bu hak, mevzuata girmiş ve bütçe sürecinin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Gerçi bütçe hakkı, yeni Anayasa ile birlikte çok ciddi bir şekilde zedelenmiş ve adı var kendisi yok konumuna getirilmiştir ama bu durum yine de bütçe hakkı açısından her şeyin bittiği anlamına gelmiyor.  Çünkü 5018 sayılı Bütçe Mali Kontrol Yasası’nın başlangıcından beri var olan 5’inci maddesinde sıralanan, kamu maliyesinin temel ilkeleri arasında yer alan ‘d’ bendinde açıklanan “Kamu malî yönetimi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bütçe hakkına uygun şekilde yürütülür” ilkesi, Meclis açısından önemli bir teminattır. Salgına karşı nerelere ne kadar harcanacağı, kaynağın kimlerden alınacağı, kaynak yetmediğinde ortaya çıkacak bütçe açığının nasıl finanse edileceği, kamuoyunun önünde tartışılıp kararlaştırılmalı ve mutlaka bütçeye bağlanmalıdır. Bütçeye bağlama sürecinde kesinlikle harcama öğeleri için bütçe hakkından ödün verilmemelidir. Zira kamu bütçeleri bütçe hakkının olmazsa olmaz koşulu olan ‘giderlerin önceliği’ ilkesine dayanmaktadır. Bu ilkeye göre; önce toplumsal tercihlere göre harcama tutarı ve kalemleri saptanmakta, ardından bu harcamaların gerektirdiği kamusal gelir sağlanmaktadır. Bu ilke, kamu bütçesini özel bütçeden -özel sektörün yaptığı bütçeden- ayıran temel bir özelliktir. Bu ilkenin temel mantığı, gelir sağlama konusunda devletin egemenlik hakkının önemli bir güç kaynağı olduğudur. Devletin bu gücü bireylerin üzerinde bir güçtür. Devlet bu gücü toplum / kamu yararına kullanmak durumundadır. Ama maalesef Türkiye’de bu bütçe ilkesi, hem demokratik işleyişin geriliği, hem de IMF-DB dayatmasıyla bütçe yapma alışkanlığı nedeniyle ters yüz edilerek, bütçeler özel sektör mantığıyla hazırlanır hale gelmiştir.  Ayağa göre yorgan dikmekle görevli devlet bu görevini IMF-DB’nin meşhur faiz dışı fazla (FDF) dayatması nedeniyle savsaklayarak ayağını yorganına göre uzat felsefesine sarılmıştır. Kaldı ki, IMF- DB temelli bütçe anlayışında bile bütçenin açık vermesi kabul görmüştür. Burada mali disiplin sağlanması açısından titizlenilen nokta, açığın mutlak büyüklüğünden ziyade ekonomideki göreli boyutudur.  Örneğin bu anlayışın hâkim olduğu Maastricht Kriterlerinde bütçe açığının -genel devlet açığı kastediliyor- milli gelire oranı yüzde 3 ile sınırlandırılmıştır. Ayrıca bu kritere uyulmaması Mali Anlaşma adı verilen bir sözleşme ile ciddi yaptırımlara bağlanmıştır.  AKP bu felsefeyi önceleri IMF-DB ikilisinin dayatmasıyla uygulamış, sonrasında ise kendi iradesiyle sürdürmeye devam etmiştir. Salgının derinleştirdiği bu kriz ortamında bugüne kadar dayatılmış olan gelirlere öncelik tanıyan neoliberal ezberin terkedilerek giderlerin önceliği ilkesine yeniden sahiplenmek gerekiyor. Salgın ek bütçeyi zorunlu kılıyor Giderlerin önceliği ilkesini hayata geçirmenin yolu ek bütçeden geçiyor. Ek bütçe 5018 sayılı Yasa’nın Merkezi Yönetim bütçe kanun teklifinin görüşülmesi başlıklı 19’uncu Maddenin son fıkrasında düzenleniyor. Bu fıkrada, Merkezî yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin bütçelerindeki ödeneklerin yetersiz kalması halinde veya öngörülmeyen hizmetlerin yerine getirilmesi amacıyla, karşılığı gelir gösterilmek kaydıyla, kanunla ek bütçe yapılabilir deniliyor. Bu yasal bir zorunluktur. Salgın nedeniyle kamu idarelerinin bütçelerindeki ödeneklerin öngörülmeyen hizmetlerin yerine getirilecek olması nedeniyle yetersiz kalacağı açıktır. Bu durumda mevcut yasa, ek bütçeye gidilmesini zorunlu kılmaktadır. Bütçeye yeni yük oluşturacak paketlerle ve torba yasalarıyla yetinerek bu yasal zorunluktan kaçınmak mümkün değildir. Kamu idarelerine 2020 bütçesi bağlanırken verilen ödeneklerle öngörülmeyen hizmetlerin yerine getirilmesi için ek ödeneğe olanak tanıyan ek bütçenin çıkarılması gerekiyor. Ek bütçenin çıkarılmaması durumunda öngörülmeyen hizmetlerin karşılanması sonucu ödenek üstü harcama yapılması kaçınılmaz hale gelecektir. Yani siyasal iktidar TBMM’nin yetki verdiği ödeneğin ötesinde harcama yapmış olacaktır Servet vergisi mutlaka gündeme alınmalı Ek bütçeyle hem ödenek üstü harcamanın önü kesilmiş oluyor hem de denk bağlanması mecburiyeti -ek ödenek karşılığı gelir gösterilmek kaydıyla getirilebiliyor- nedeniyle 2020 Bütçesi’nde öngörülen bütçe açığı korunmuş oluyor. Ek ödenek karşılığı gelir gösterilirken, geçinmekte sıkıntı çeken ve salgın nedeniyle bu sıkıntısı daha da ağırlaşacak olan başta emekçiler olmak üzere geniş halk yığınlarına yeni bir vergi yükü getirmekten kesinlikle kaçınılmalıdır.  Yaratılacak bütçe gelirinin vergi ayağı ağırlıklı olarak servet vergisine dayalı olmalıdır. Bunun için hedef grup olarak, özellikle son 20 yılda rant gelirleriyle palazlananlar belirlenmelidir.  Servet vergisiyle birlikte vergi tarifesinin üst gelir dilimindekilerin daha yüksek vergi vermesini sağlayacak bir tarife düzenlemesine de gidilebilir. Ayrıca vergi dışı gelirlerde -teşebbüs ve mülkiyet gelirleri, alınan bağışlar ve yardımlar ile özel gelirler, faizler, paylar ve cezalar, sermaye gelirleri ve alacaklardan tahsilat- ve Merkezi Yönetim Bütçesi’nin bir parçası olan özel bütçeli idareler ile düzenleyici ve denetleyici kurumların gelirlerinde artış sağlayıcı düzenlemeler de öngörülebilir. Örneğin “Milli Dayanışma Kampanyası’’ ile toplanacak bağış tutarı ek bütçede vergi dışı bir gelir kalemi olarak gösterilecektir. Böylece bu kaynağın ödenek olarak tahsis edilmesi bütçe prosedürünün teminatı altında olacaktır. Üstelik bu bağışların kullanım alanlarının da belirlenmesine yol açacaktır. Ek bütçe önemli olanaklar sunuyor  Ek bütçeye gidilmesinin bir diğer avantajı, resmi adı 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ve Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi olan Ek Bütçe Teklifinin mevcut bütçede değişiklik yapılmasına olanak tanımış olmasıdır. Bu olanaklar şöyle sıralanabilir: - Bütçe önceliklerin değiştirilmesi (düşman tanımlamasındaki değişikliğe paralel olarak savunma hizmetlerine ayrılan ödeneklerde kısıntıya giderek bunların yeni bir bütçe kalemi olarak ortaya çıkan salgını önlemeye yönelik hizmetlere kaydırılması,  - Kamu idarelerinin yıl içinde salgın nedeniyle ortaya çıkabilecek ihtiyaç fazlası ödeneklerinin salgınla mücadelede aktif rol alma konumunda olan diğer kamu idarelerinin ödenek ihtiyacının karşılanmasında kullanılması vb. yollarla),  - Kamu Özel Ortaklığı isimli projelerin kriz kaynaklı düşük performanslar nedeniyle oluşabilecek garanti ödemeleri için ayrılmış ödeneklerin iptal edilmesi (geçmiş ek bütçe uygulamalarından 2003 ve 2004 ek bütçe kanunlarında ek ödeneği aşan miktarda ödenek iptaline gidilmiştir),  - 2006 tarihli Tarım Kanunu'nun "tarımsal destekler Milli Gelirin yüzde 1'inden az olamaz" hükmünün bütçe hükmüne dönüştürülmesi ve böylece yıllık ortalaması yüzde yarımı geçemeyen bu desteklerin yüzde 1’e taşınmasının sağlanması,  - Büyük ölçüde sermaye kesimlerine tanınan vergi istisnası ve muafiyetler nedeniyle 2020 yılı için 195,6 milyar TL tutarında bir vergi kaybına yol açması öngörülen bu teşvikin çok küçük bir kısmını oluşturan emekçiye yönelik olan kısmı hariç tutularak salgın nedeniyle bu yıla mahsus olmak üzere geçersiz kılınması,  - “Doğal Afet Giderlerini Karşılama Ödeneği” benzeri “Salgın Giderlerini Karşılama Ödeneği” adı altında yeni bir ödenek kalemi ihdas edilmesi,  - Savunma Sanayii Destekleme Fonundan Hazineye yatırılacak mevcut tutarın artırılmasıyla bir yandan genel bütçeye bu tutar kadar gelir kaydı yapılabilmesi ve diğer yandan Sağlık Bakanlığı bütçesinin ilgili tertiplerine bu tutar kadar ödenek kaydedilmesinin sağlanması,  - Ödeneklerin ihtiyacı karşılayamadığı durumlarda devreye sokulacak yedek ödenek tutarının otomatikman yükselecek olması (genel bütçe ödeneklerinin yüzde 2’sine kadar yedek ödenek konulması zorunluluğu nedeniyle, ek bütçeyle genel bütçe ödeneğinin artırması sonucunda yedek ödenek tutarı artmış olacak),  - Yerel yönetimlerin temiz ve atık su başta olmak üzere yatırım ve hizmetlerinin aksamaması (büyükşehirlerin en önemli yatırım kalemi temiz ve atıksu alanındadır), belde sakinlerine indirimli veya ücretsiz su kullanımı olanağı sağlayabilmeleri için onlara merkezi bütçeden gerektiği kadar kaynak aktarılması,  - Yerel yönetimlerin dış borçlanmaları konusunda ihtiyaç duyacakları Hazine garantilerinin verilmesi, Kanal İstanbul gibi üzerinde toplumsal uzlaşma sağlanmamış projelere bütçeden kaynak sağlanmasının önüne geçilmesi (hatırlanacaktır, gerekirse Kanal İstanbul projesinin bütçeden finanse edilebileceği ifade edilmişti),  - Genel bütçe ödeneğinin ek bütçeyle artacak olması nedeniyle kamu sermayeli bankalar ile kamu kurum ve kuruluşlarına finansmanına yönelik olarak daha fazla ikrazen karşılığında herhangi bir nakit girişi sağlanmayan özel tertip Devlet iç borçlanma senedi ihraç edilebilmesi (çünkü yıl içinde ihtiyaç duyulması halinde kamu sermayeli bankalar ile kamu kurum ve kuruluşlarına finansman sağlanması amacıyla, genel bütçe ödeneğinin yüzde üçüne kadar ikrazen özel tertip Devlet iç borçlanma senedi ihraç edilebiliyor).  İhtiyaca göre olanaklar daha da genişletilebilir. Ek bütçe kanunuyla mevcut bütçe kanununda yapılacak bu tür değişikliklerle, gerekli sağlık harcamalarının ve salgın ortamında ihtiyaç sahibi sade yurttaşlara ve emekçilere dönük doğrudan ayni ve nakdi desteklerin yapılabilmesi mümkün hale gelecektir. Bu tür destekler gelir aktarımı ve bazı temel harcamaların (elektrik, su vb.) devlet tarafından üstlenilmesi şeklinde planlanmalıdır. Borçlanmayla bütçe açığının finansmanı eskisi kadar kolay değil  Ek bütçeyle salgının yarattığı ekonomik ve toplumsal tahribatı telafi edici harcamaların önü ödenek üstü harcamaya başvurmaksızın açılabilir. Ancak bu yeterli değildir. Ek bütçeyle değişikliğe uğratılan 2020 Bütçesi’nin öngörülenin üzerinde bütçe açığı vereceği gerçeğinden hareketle -nedeni yukarıda açıklanmıştı- bu açığın nasıl finanse edileceği bugünden planlanmalıdır. Bunun bir yolu, bugüne kadar sıkça başvurulduğu gibi 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un 5. Maddesi’nde tanımlanan borçlanma limitini hiçe sayarak ve ödenek üstü harcamaya yol vererek borçlanmaya gidilmesi, yani fiili bir durum yaratılarak, ilgili yasaya aykırı davranılması (torba yasalarla ilgili yasaya 5’inci maddeyi işlevsiz hale getiren geçici maddeler ekleyerek bu limit aşımına yasallık kazandırılmaya çalışılıyor) ve bütçe hakkının ihlal edilmesidir. Bu yol fiilen yaratıldığı için 5018’in yürürlüğe girdiği 2015 yılından buyana ek bütçe uygulamasına gidilme gereği duyulmamıştır. İstenilse de bu yoldan gidilmesi, bu kriz koşullarında eskisi kadar kolay olmayacaktır. Dış borçlanmanın maliyetini gösteren risk primi CDS’in giderek yükselmesi ve içeride borçlanmanın piyasa aktörlerinin nakit sıkıntısı nedeniyle zorlaşması bu kanıyı güçlenmektedir. Ayrıca bu kanıyı destekleyen bir diğer gelişme, iç borç çevirme oranının (iç borç tutarı-iç borç servisi oranı) daha şimdiden Ocak-Şubat’ta gerçekleşen değerinin (116,4) yılın bütünü için öngörülen değeri (104,4) bir hayli aşmış olmasıdır. Bu oran, Hazine’nin 100 TL’lik bir borç ödeme yapabilmesi için bu tutardan daha fazla, 116,4 TL’lik borçlanma yapması gereğine işaret ediyor. Yani Hazine piyasaya ödediğinden daha fazlasını borçlanma durumundadır. Bu tutumda ısrarcı olunduğunda, nakit sıkıntısı çekmekte olan özel sektörün borçlanma piyasasından dışlanması eninde sonunda kaçınılmaz hale gelecektir. Nitekim geçtiğimiz günlerde TÜSİAD Başkanı tarafından örtük bir şekilde bunun tercih edilen bir seçenek olamayacağına dikkat çekilmiştir. Yani sermaye çevreleri kaynak ihtiyacının Hazine'nin iç borçlanması üzerinden çözülmesine sıcak bakmıyorlar. Çözüm Hazine’ye kısa vadeli avansta ancak geri ödeme yükümlülüğünün salgın dönemi boyunca askıya alınması koşuluyla iç borçlanmanın yetersiz kalacağı böylesi durumda, geriye bir seçenek daha kalıyor. Bu seçenek, Merkez Bankası tarafından Hazine’ye kısa vadeli avans açılmasıdır.  Bilindiği üzere, Hazine’ye kısa vadeli avans, yıl içinde bütçenin gelir-gider kalemleri arasında ortaya çıkan dengesizliği ortadan kaldırmak amacıyla her yıl cari yıl bütçe giderlerinin yüzde 15’ini geçmemek üzere kullanılan bir Merkez Bankası kaynaklı iç finansman kaynağıdır. Bu, Hazine’nin doğrudan Merkez Bankası kaynaklarına başvurarak nakit olarak borçlanması anlamına geliyor.  Bu avans, vadesi bir yılı aşmayan kredi niteliğindedir. Hazine, kullandığı avans miktarını yılsonuna yasal faiziyle birlikte Merkez Bankası’na ödemekle yükümlüdür. Ancak uygulamada bu tutarın mali yılsonunda Merkez Bankası’na geri ödenmesi mümkün olamamıştır. Bu tutum nedeniyle avans uygulaması, Hazine’nin dönemlik ihtiyacını karşılamaktan çıkıp bütçe açıklarının finansmanına hizmet eden ve enflasyonist etkiler yaratan bir niteliğe bürünmüştü. Böyle bir gerekçe ileri sürülerek, önce yüzde 15’lik oran yüzde 5’e çekilmiş, daha sonra başka bir kriter getirilmiş ardından 1998’den itibaren de avans verilmesi fiilen durdurulmuştur. Şubat 2001 Krizi’nin hemen ardından 25 Nisan 2001 Tarih ve 4651 Sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 1940’larda başlayan ve 1998’e değin sıklıkla kullanılan ve Hazine’nin temel finansman kaynaklarından biri olan kısa vadeli avansın yasal dayanağı ortadan kaldırılmıştır.  Bu olanak, Hazine’nin kullandığı avans miktarını yılsonuna yasal faiziyle birlikte Merkez Bankası’na ödemekle yükümlü tutulmasını bir yaptırıma bağlayarak yeniden getirilmelidir. Ancak TCMB’ye yılsonunda geri ödeme yükümlülüğü salgın dönemi boyunca askıya alınmalıdır. Avans tutarının genel bütçe ödeneklerinin belli bir yüzdesiyle sınırlandırılacak olması, para basılacak ve enflasyon kontrolden çıkacak endişesi tümüyle giderilmiş olacaktır.  Şurası unutulmamalıdır, Hazine’ye nakit sağlanması önerisi, aynı zamanda, ekonomik krizin en sert vurduğu alan olan talep daralmasının aşılabilmesi açısından da tamamlayıcı niteliktedir. Esasen talep çöküntüsü sürerken parasal genişlemenin enflasyonist olması beklenemez. Dolaylı finansmana devam edilmeli  Merkez Bankası’nın Hazine’ye katkısı doğrudan nakit finansmanıyla sınırlı kalmamalıdır. Ayrıca, Merkez Bankası’nın Hazine’ye sağladığı mevcut dolaylı finansman olanağı daha da genişletilmelidir.  Bilindiği üzere, Merkez Bankası Hazine’nin borçlanmak amacıyla ihraç ettiği kamu kâğıtlarını (DİBS) açık piyasa işlemleri yoluyla veya doğrudan Hazine’den almak suretiyle dolaylı bir finansman sağlamaktadır. Bu yola daha fazla başvurulması, iç borçlanmanın bir kısmının Merkez Bankası’nın katkısıyla hayata geçirilmesini olanaklı hale getirirken aynı zamanda Hazine’den avansa yönelecek talebin baskılanmasına da önemli bir katkı sunmuş olacaktır.  Ancak açık piyasa işlemleriyle fonlamada Merkez Bankası ihtiyatlı davranmalıdır. Çünkü dış borç stokunun üçte ikisine sahip özel sektörün eline geçen bu nakit parayı döviz taahhüdü nedeniyle döviz alımına yönelerek kuru yükseltmesi riski söz konusudur. Dolayısıyla bu seçenekte ağırlık doğrudan Hazine’den alıma verilmelidir. Merkez Bankası İSF’ye mevcut katkısını artırmalı  Benzer şekilde Merkez Bankası, Hazine örneğinde olduğu gibi, İşsizlik Sigortası Fonu’nun (İSF) portföyünde bulunan DİBS’leri alma yoluyla Fon’un ihtiyaç sahiplerine ödeme yapabilmesini kolaylaştırmalıdır. Çünkü gerek açıklanan paketin gerekse son torba yasanın bazı unsurları ve düzenlemeleri İSF kaynaklarına ciddi boyutlarda başvurulmayı gerektiriyor. Bu taleplerin karşılanabilmesi için Fon’a taze nakit girişinin gerçekleşmesi zorunluluk haline gelmiştir. Ve Merkez Bankası’nın yapacağı katkı çok önemlidir. Ayrıca fon kaynaklarının düşük faizlerle nemalandırılmasına izin verilmemelidir. Cumhurbaşkanı ve TBMM göreve...  Yukarıda ayrıntısıyla açıkladığımız gerekçelerle, hiç geciktirilmeksizin resmi adı 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ve Bağlı Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi olan Ek Bütçe Teklifinin Cumhurbaşkanı tarafından TBMM’ye sunulması gerekmektedir. TBMM ise gerçek anlamda bütçe hakkına sahip çıkmak istiyorsa, Ek Bütçe Teklifinin bir an evvel TBMM’ye gelmesi yönünde ısrarcı olmalıdır. Biz Birleşik Metal-İş Sendikası olarak bu talebin arkasındayız!  
metal işçisi ne düşünüyor
Metal Sektöründe Covid-19 Salgını Araştırması-2 DİSK/Birleşik Metal-İş Sendikası Araştırma Merkezi BİSAM tarafından otomotiv, metal eşya, elektrik-elektronik ve demir-çelik sektörlerinde işçiler ile yapılan  “Metal Sektöründe Covid-19 Salgını Araştırması-2” kamuoyu ile paylaşıldı. Koronavirüs salgını başladıktan kısa bir sonra yapılan araştırmanın birincisi üzerinden 1 ay geçti. Metal işçilerinin salgın süreci hakkında eğilimlerini inceleyen araştırmada şu başlıklar öne çıktı: İşçiler tezgâhta dip dibe çalışıyor, her 5 kişiden 1'nin yakın çevresinde tanı konulmuş kişi var Araştırma kapsamındaki işçilerin yüzde 61'i Mart 2020'de İşyerinizde üretim sürecinde iş arkadaşlarınızla aranızdaki mesafe ne kadar?" sorusuna 1 metreden az cevabını vermişti. Bu oran Nisan 2020'de alınan tedbirlerle yüzde 37'ye gerilemiştir. Buna karşın işçilerin yüzde 85'i iş arkadaşı ile 2 metreden daha az bir mesafede çalışmaktadır. İş arkadaşı ile çalışırken arasındaki mesafenin 2 metreden fazla olduğu işçilerin oranı ise sadece yüzde 14.9'dur. Bu oran Mart 2020'de yüzde 10 idi. Bu durum işyerlerinde virüsün yayılması açısından riskli bir durum yaratmaktadır. Araştırma kapsamındaki işçilerin yüzde 21'i yakın çevresinde korona virüs tanısı konmuş kişi olduğunu söylerken, yüzde 2.8'i virüs nedeni ile karantina altındadır  Alınan tedbirlere karşın işçilerin %87'si kendini işyerinde risk altında hissetmeye devam ediyor Araştırma kapsamındaki işçilerin yüzde 60'ı işyerinden kaynaklı olarak (işe gidiş-geliş dahil) virüse karşı risk altında olduğunu, yüzde 27'si ise kısmen risk altında olduğunu düşünmektedir. Çalıştığı işyerinde kendini virüse karşı risk altında hissetmeyenlerin oranı yüzde 12.7'dir. Bu oran Mart 2020'de yüzde 6'ydı. Çalıştıkları iş yerlerinde virüse karşı yeterli tedbir alındığını düşünenlerin oranı yüzde 11'den yüzde 29'a yükselmiştir. Kısmen yeterli tedbir alındığını düşünenlerin oranı yüzde 40'tan yüzde 49'a çıkmıştır. Yeterli tedbirlerin alınmadığını söyleyenlerin oranı yüzde 29 olmuştur. İki veri değerlendirildiğinde işçiler işyeri temelinde alınan tedbirlerle sorunun çözüleceğine inanmamaktadır.  İşçi ücretli izinde ısrarlı, sokağa çıkma yasağı talebi %68'den %88'e yükseldi! Araştırma kapsamındaki işçilere yaşadığımız süreç ile ilgili kimi değerlendirmelere ne kadar katılıp katılmadıkları sorulmuştur. İşçilerin yüzde 96'sı borç nedeniyle su ve doğalgaz kesintisi yapılmaması gerektiğini düşünmektedir. Yüzde 94 ise okulların tatili süresince çalışan anne babalardan en az birine ücretli korona izni verilmesi fikrine destek vermektedir. İşçiler arasında ücretli izin talebi yüzde 92 seviyesindedir. Salgın döneminde her eve belli bir miktar içme suyu ve doğalgaz parasız olarak sağlanması fikri de yüzde 96 oranında destek alan görüşlerden. Dikkat çeken verilerden biri ise işçilerin yüzde 86 ile "özel sağlık kuruluşları kamulaştırılması" fikrine verdiği destektir. İşçilerin yüzde 82'i "65 yaş üstü yaşlılık aylığı alan kişilere de ek korona desteği ödenmelidir" fikrini destekliyor. Yüzde 88 gibi yüksek bir kesim salgın nedeniyle sokağa çıkma yasağı ilan edilmesi taraftarıdır. Mart 2020'de bu oran yüzde 68 seviyesindeydi.  İşçilere göre Covid krizinin sorumlusu sistem ve para kazanma hırsı  Araştırma kapsamındaki işçilere Corona (COVID-19) virüsünün neden kaynaklandığı konusundaki görüşleri, kamuoyunda tespit edilen genel yargılara, ne ölçüde katılıp/katılmadıkları sorularak tespit edilmeye çalışılmıştır. Ankete katılan işçilerin her biri her yargıya dair görüşlerine ifade etmiştir. Buna göre Mart ayında işçilerin en çok katıldıkları yargı virüsün nedeninin "Çinlilerin beslenme alışkanlıkları" olduğu iken Nisan ayında "Kapitalizmin para kazanma hırsı ve sağlık sisteminin özelleştirilmesi"ne bağlayan görüş öne çıkmıştır. Bu yargıya katılıyorum/çok katılıyorum diyenlerin oranı yüzde 72'den, yüzde 76'ya yükselmiştir. Virüsün nedenini aynı zamanda "Doğaya ve diğer canlılara verdiğimiz zararın bir neticesi" olarak değerlerin oranı yüzde 71,5 iken, "ABD tarafından biyolojik silah olarak üretildi", "Çinlilerin beslenme alışkanlıkları" yargıları sert bir biçimde düştü.  Risk artacak algısı azaldı, ama hala 3 kişiden biri risk artacak diyor, virüsü ciddiye alanların oranı ise arttı Araştırmaya katılan metal işçilerinin büyük bir kısmı virüs riskinin artacağını, meselenin ciddiye alınması gerektiğini düşünmektedir. Virüs riskinin artacağını düşünenlerin oranı yüzde 64 seviyesindedir. Geçen ay bu oran yüzde 78 seviyesindeydi. Virüsün azalacağını düşünenlerin oranı ise yüzde 18,7 düzeyindedir. Bu oran geçtiğimiz ay yüzde 8,4 düzeyindeydi. Söz konusu üyelerin hemen hemen tamamı virüsün ciddiye alınması gerektiğini düşünmektedir. Bunların, yüzde 83'ü kesinlikle ciddiye alınması gereğini vurgulamaktadır. Geçtiğimiz ay bu oran ise yüzde 75'ti.  İşçi "evde kal" çağrısına %96 ile uyuyor ama işe gitmek zorunda Araştırma kapsamındaki metal işçilerinin yüzde 98'inin virüse karşı en çok başvurduğu kişisel tedbir ellerin daha çok yıkanması. İkinci sırada yüzde 98 ile maske kullanma geliyor. Bu tedbirleri yüzde 96 ile iş haricinde evden çıkmamaya çalışmak ve yüzde 93 ile aile gezmelerine son vermek ve yüzde 90 ile toplu ulaşım kullanmama gayreti izliyor. Yüzde 70 virüse karşı daha iyi beslenmeye çalıştığını söylerken, yüzde 89 sosyal etkinliklerini sınırlandırmıştır.  İktidarı virüs ile mücadelede başarılı bulanların oranı %48'den %31'e düşerken, başarısız bulanların oranı %15'ten %33'e yükseldi Araştırma kapsamındaki işçilere hükümetin aldığı tedbirleri ne kadar başarılı buldukları sorulmuştur. Hükümeti başarılı bulanların oranında geçen aya göre sert bir düşüş yaşanmıştır. Mart 2020'de işçilerin yüzde 19'u hükümetin aldığı tedbirleri çok başarılı bulurken, bu oran Nisan 2020'de yüzde 8'e gerilemiştir. Hükümeti aldığı tedbirleri başarılı bulanların oranı ise yüzde 29'dan yüzde 23'e düşmüştür. Buna karşın başarısız bulanların oranı toplamda yüzde 15'ten, yüzde 33'e fırlamıştır. İşçilerin yüzde 34'lük önemli bir kesimi ise alınan tedbirleri ne başarılı ne de başarısız olarak değerlendirmektedir.  İşçilerin %75’i ücretsiz izin düzenlemesinin işçiler lehine olmadığını düşünüyor Araştırma kapsamındaki işçilere hükümetin işverenlere ücretsiz izin hakkı tanıyan ve günlük 39,4 TL'lik ödeme öngören düzenlemenin iş lehine olup olmadığı sorulmuştur. İşçilerin dörtte üçü söz konusu düzenlemenin işçilerin lehine olmadığını düşünmektedir. Toplamda yüzde 67 söz konusu düzenlemenin kesinlikle işçi lehine olmadığı fikrindedir. Düzenlemeyi işçi lehine bulanların oranı yüzde 13'tür.  İşçilerin yaklaşık yarısı virüse karşı mücadelede Türkiye'yi Avrupa ülkelerine göre daha başarılı buluyor Araştırma kapsamındaki işçilere hükümetin aldığı tedbirleri ne kadar başarılı buldukları sorulmuştur. İşçilerin yüzde 48 Türkiye'yi virüsle mücadelede Avrupa ülkelerine göre daha başarılı bulurken, yüzde 41 ne başarılı ne de başarısız bulmaktadır. Başarısız bulanların oranı ise yaklaşık yüzde 11'dir. Araştırmanın tamamına erişim için linke tıklayın:  http://www.birlesikmetalis.org/index.php/tr/guncel/basin-aciklamasi/1472-convid2  
her şey işverenler için
Bakanlık sermayeyi üzmedi: “Telafi çalışmasını uygun buldu” DİSK/Birleşik Metal-İş, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ve Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) arasında geçen bir yazıyı sosyal medya hesabından paylaştı. Bakanlık, TİSK’e yazdığı yanıt yazısında, “11-12 Nisan tarihlerinde uygulanan sokağa çıkma yasağı sonucu kapalı kalan işyerlerinde telafi çalışması yaptırılabileceği” belirtildi. Sendikanın hesabında, “İşveren örgütlerinin her talebini emir kabul eden hükümetten yasaya uygun olmayan yeni bir işlem daha. Sokağa çıkma yasağında çalışmayan fabrikalar için 4 ay içinde işçiye telafi çalışması yaptırın diyor. Zorunlu nedenlerle işçinin çalışmadığı zamanlarda telafi yaptıramazsınız.” eleştirisi yer aldı.  Bakanlık ve TİSK arasında geçen yazışmada ise şunlar yer aldı: “4857 Sayılı İş Kanunu’nda yer alan telafi çalışma maddesi hatırlatıldı ve ilgili maddede işverenin dört ay içinde çalışılmayan süreler için telafi çalışması yaptırabileceği, cumhurbaşkanının bu süreyi iki katına kadar artırmaya yetkili olduğu belirtildi.”  Yazıda, “Bu kapsamda anılan yasal düzenlemede aranan şartların oluşması halinde telafi çalışması yaptırılabileceği değerlendirilmektedir” denildi.    
işçilere sokağa çıkmak, çalışmak, hastalanmak ve ölmek serbest
Her şey patronların kârı için! Sokağa çıkmak sadece işçilere yasak değil AKP’nin geçen hafta sonu büyük bir skandala dönen sokağa çıkma yasağı kararı bu hafta sonu yeniden uygulamaya konulurken, on binlerce işçi yasaktan muaf tutuldu. 30 büyükşehri ve Zonguldak’ı kapsayan yasak genelgesinde, çalışanları şantiyede konaklayan büyük inşaatlar bile kapsam dışında bırakıldı. Genelgeye göre istisna kapsamında olan ya da olmayan yüzlerce fabrika Valiliklerden özel izin alarak çalışmayı sürdürdü. İşçiler ve sendikalar tepkili. BirGün’de yer alan Sevgim Denizaltı’nın haberine göre; Kocaeli Darıca’da faaliyet gösteren Kroman Çelik ve Sarkuysan adlı fabrikaların sahiplerine Valilik ve Kaymakamlık tarafından hafta sonu işçileri çalıştırabilmeleri için özel izin verildi. Karara itiraz eden Birleşik Metal-İş Sendikası, İçişleri Bakanlığı’nın genelgesinde yalnızca demir-çelik eritme bölümleri gibi çalıştırılması zorunlu bölümlerin istisna kapsamına alındığına dikkat çekti. Sokağa çıkma yasağı kapsamında fabrikaların tamamının açık tutulamayacağı belirtilen itirazda, işyerlerinde kapsam dışında kalan işçilerin çalıştırılamayacağı vurgulandı. Sermayenin talepleri doğrultusunda karar alıyorlar Öte yandan ‘özel izin’ alan fabrikalar yalnızca Sarkuysan ve Kroman ile sınırlı değil. Birleşik Metal-İş Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu; Kocaeli, Gebze, Sakarya ve Bursa’da metal fabrikaları başta olmak üzere çoğu fabrikada çalışmanın sürdüğünü söyledi. Bu duruma itiraz etmek için fabrikalardan resmi belge istediklerini ancak alamadıklarını belirten Serdaroğlu, “Sarkuysan ve Kroman için bu belgeleri aldık, itirazımızı yaptık. Ama halen cevap gelmedi” dedi. Sokağa çıkma yasağının tamamen göstermelik olduğunu ifade eden Serdaroğlu, “Bakın durak yerlerine, sabah vardiyasına gitmek için onlarca işçi servis bekliyor. Salgın fabrikalarda hızla yayılırken zorunlu olmayan yerlerde çalışmayı durdurmayarak işçilerin hayatıyla oynuyorlar” diye konuştu. Fabrika sahiplerinin sanayi ve ticaret odalarında valilerle toplantılar yaptığını ve bu toplantılarda istedikleri kararı aldırdıklarını kaydeden Serdaroğlu, şöyle devam etti: “Biliyorsunuz, birçok vali aynı zamanda organize sanayi bölgesi (OSB) başkanı, bu görevden maaş alıyorlar. Dolayısıyla sermayenin talepleri doğrultusunda hareket ediyor, isteyene özel izin veriyorlar. Bu durum sendikaları da zora sokuyor. Ne yapacağımızı bilemiyoruz. Hukuki yoldan itirazda bulunuyoruz, yanıt alamıyoruz. Hükümetin sıkı bir karantina kararı alması gerekiyor. Ama en tepedekiler ‘Çarklar dönecek’ derse işte sonuç bu oluyor.” Salgın yayılıyor test yapılmıyor Birleşik Metal-İş Başkanı Serdaroğlu, fabrikalarda salgının hızla yayıldığını, vaka sayısının arttığını vurguladı. Serdaroğlu, “Sendikasız işyerlerinde durum daha da kötü. Bazı fabrikalarda 50 vaka var, üretim sürüyor. Birçok yerde vakalar gizleniyor. Biz hemen öğrendiğimiz vakaları deşifre ediyoruz. Ama tabii tespit edemediğimiz, taşıyıcı durumunda olan çok sayıda işçi var. Örneğin Dudullu’daki ABB fabrikasında 2 vaka çıktı, biz tüm işçilere test yapılmasını istedik. Test sonucunda 7 işçide virüs olduğu anlaşıldı. Diğer yandan pek çok fabrikada işçilere test yapılmasını sağlayamıyoruz, aslında patronlar da istiyor ama Sağlık Bakanlığı engelliyor. ‘Belirti yoksa test yok’ diyorlar. Fabrikalarda yaygın test yapılması gerekiyor” ifadelerini kullandı. Antep’te on binlerce işçi çalıştırılıyor Antep’te Organize Sanayi Bölgesi’nde (OSB) bulunan bin 500 fabrikanın da neredeyse yarısı ‘özel izin’le çalışmayı sürdürüyor. Bu fabrikalar arasında halı, iplik, pantolon kumaşı, branda, kontrplak üreten fabrikalar da var. DİSK Tekstil Antep Bölge Temsilcisi Mehmet Türkmen, üretime devam eden fabrikaların çoğunun aslında genelgede yer alan istisna kapsamında olmadığını, ama bir şekilde kılıfına uydurarak valilik ve OSB yönetiminden izin aldığını söyledi. Geçen hafta sonu uygulanan yasakta da Antep’teki pek çok fabrikanın özel izin alarak çalıştığını hatırlatan Türkmen, “Geçen haftaki yasakta, genelgede olmamasına rağmen plastik, ambalaj, çuval, çikolata fabrikalarına Antep’te özel izin verdiler. ‘Biz gıda için de poşet üretiyoruz’ gibi bahanelerle izin aldılar; ancak bu fabrikalar arasında kömür çuvalı üreten bile vardı. Bu hafta genelgedeki istisnalar kapsamına ambalaj, poşet üreten fabrikalar da girdi. Ancak bu kez de son genelgede olmayan halı, iplik, kumaş fabrikaları özel izin aldı. Bade Halı, Koza Halı, pantolon kumaşı üreten Burteks, bunların hepsi çalışıyor” dedi. Bahaneleri ihracat için sipariş yetiştirmek OSB yönetimini aradığını ve bu konuda bilgi istediğini belirten Türkmen, “ihracat için acil sipariş yetiştirmesi gerekenlere izin verdiklerini, bunun genelge kapsamında olduğunu söylüyorlar; ama bu doğru değil. Genelgede yalnızca ihracat için taşımacılık ve lojistik işi yapan firmalar istisna kapsamında yer alıyor. Yoksa Antep’te zaten tüm firmalar ihracat yapıyor. Valilik ve OSB yönetimi keyfi biçimde genelgedeki istisna kapsamını genişletiyor” diye konuştu. Yasak varken sabaha kadar mesai Türkmen’in verdiği bilgilere göre, Antep’teki keyfi uygulamalar bunlarla da sınırlı değil. OSB’de yer alan tüm fabrikaların sokağa çıkma yasağının başladığı gece boyunca, sabah 8’e kadar işçileri çalıştırmasına izin verildi. Hafta sonu çalışmayan fabrikalarda ise yasaya aykırı olmasına rağmen, işçilerin ya ücreti kesildi ya da çalışmadıkları süre senelik izinlerinden düşüldü. Bu hukuksuz uygulamaya imza atan firmalar arasında Sanko Holding ve Merinos gibi tanınmış firmalar da var. Türkmen, “Bu yasağın ne kadar işe yaradığı ayrı bir tartışma konusu; ancak yasağın uygulanma biçimi bile iktidarın, sermayenin sömürü çarkının dönmesine, işçilerin ve halkın sağlığından daha fazla değer verdiğini açıkça gösteriyor” ifadelerini kullandı. Tersaneye bile izin verdiler İstanbul Tuzla’daki Sedef Tersanesi de hafta sonu işçileri çalıştırabilmek için özel izin aldı. Tuzla İlçe Kaymakamlığı’na başvuran Sedef Gemi İnşaatı AŞ, “Tuzla ve Orhanlı tesislerinde yurt dışına ihraç edilmek üzere taahhütte bulunulmuş ticari gemilerin inşasına devam edilebilmesi ve sözleşmelerde yer alan sürelerde teslim edilebilmesi” için kendilerine hafta sonu çalışma izni verilmesini istedi. Tuzla Kaymakamlığı da firmanın bu talebini kabul etti. Tüm Çalışanlar için Sağlık Platformu, “Sedef Tersanesi’nde cinayet işleniyor!” diyerek duruma tepki gösterdi. Platform, birçok tersane patronunun aynı şekilde izin aldığı bilgisini de paylaştı.  
asgari ücret açlık sınırı karşısında 3 ay dayanabildi
Açlık sınırı 2.341 TL,  Yoksulluk sınırı 8.098 TL DİSK/Birleşik Metal-İş Sendikası Sınıf Araştırmaları Merkezi (BİSAM), Mart 2020 dönemi için açlık ve yoksulluk sınırı verilerini hesapladı. 17 yılda açlık sınırındaki artış yaklaşık 5.1 kat olurken resmi enflasyondaki artış 4.6 kat olarak gerçekleşti.  Asgari ücret, açlık sınırı karşısında 3 ay dayanabildi. Açlık sınırı asgari ücreti tekrar geçti. Yapılması gereken her 100 TL’lik harcamanın 36 TL’si süt ve süt ürünleri için.  İstanbul’da açlık sınırı 2 bin 512 TL iken, İzmir’de 2 bin 554 TL, Ankara’da 2 bin 292 TL olarak tespit edilmiştir.  Dört kişilik bir ailenin sağlıklı beslenmesi için aylık yapması gereken harcama 2.341 TL’dir. Bu harcama sadece gıda için yapılması gereken minimum tutardır. 2003 yılının mart ayında 4 kişilik bir aile, günlük minimum 15.3 TL’ye sağlıklı beslenebilirken, bugün ancak 78.04 TL’ye sağlıklı beslenebilmektedir.  Hesaplamaya göre dört kişilik bir ailenin sağlıklı bir biçimde beslenebilmesi için, günlük en az 78.04 TL, aylık 2.341 TL’lik harcama yapması gerekiyor. Buna göre yetişkin bir kadının sağlıklı beslenmesi için yapması gereken günlük harcama tutarı 20.21, yetişkin bir erkeğin 20.86, 15-18 yaş arası bir çocuğun 22.22, 4-6 yaş arası bir çocuğun ise 14.74 TL. Bu verilere göre yoksulluk sınırı da 8 bin 98 TL oldu. Dört kişilik bir ailede her ferdin sağlıklı beslenmesi için alması gereken gıdaların minimum maliyeti yaşa ve ürün grubuna göre farklılık gösteriyor. Günlük harcamalarda Mart 2020’de en yüksek maliyet grubunu peynir/çökelek grubu 18.97 TL’lik harcama gereksinimi ile oluşturdu. Et, tavuk ve balık grubu için yapılması gereken minimum harcama tutarı ise 15.19 TL oldu. Süt ve yoğurt için yapılması gereken harcama tutarı 9.33, sebze ve meyve için yapılması gereken harcama miktarı 13.21 TL, ekmek için yapılması gereken harcama tutarı günlük 4.88 TL’dir. Katı yağ 3.99 TL’lik, sıvı yağ ise 1.36 TL’lik masraf yapılması gereken ürün gruplarıdır. Yumurta için 0.88, şeker, bal, reçel ve pekmez için ise 3.57 TL harcama yapılması gerekmektedir. Daha dar bir gruplandırmaya göre harcamalarda süt ve süt ürünlerinin payı yüzde 36.3 ile en yüksek paya sahiptir. Sebze ve meyvenin harcamalar içindeki payı yüzde 16.9 olmuştur. Et, yumurta ve kurubaklagil grubunun payı yüzde 26.5 ile ikinci sıradadır. Açlık sınırı 2003 yılı Mart ayında 459 TL idi. Buna göre 17 yılda açlık sınırındaki artış yaklaşık 5.1 kat oldu. Aynı dönemde resmi enflasyondaki artış ise 4.6 kat olarak gerçekleşti. Araştırma kapsamında üç büyük ile ait Mart 2020 dönem açlık ve yoksulluk sınırları rakamları da hesaplanmıştır. Buna göre İzmir'de açlık sınırı 2 bin 554 TL olarak belirlenmiştir. İzmir, İstanbul açlık sınırı 2 bin 512 TL'lik açlık sınırı ile takip etmektedir. Ankara'da ise açlık sınırı 2 bin 292 TL olarak tespit edilmiştir. Araştırma kapsamında önemli sanayi merkezlerindeki açlık sınırları da belirlenmiştir. Buna göre Bursa, Eskişehir ve Bilecik bölgesinde açlık sınırı 2 bin 376 TL, Kocaeli, Sakarya, Düzce, Bolu ve Yalova bölgesinde açlık sınırı 2 bin 413 TL, Zonguldak, Bartın ve Karabük bölgesinde açlık sınırı 2 bin 361 TL, Adana ve Mersin bölgesinde açlık sınırı 2 bin 211 TL olarak belirlenmiştir.  
20 yaş altı sokak yasağı kaç emekçiyi etkiliyor
DİSK/Birleşik Metal-İş, koronavirüs (Covid-19) salgını nedeniyle uygulamaya konulan 20 yaş altı sokağa çıkma yasağının İstanbul’da kaç emekçiyi etkilediğini açıkladı. TÜİK verilerinden derlenen bilgilere göre, İstanbul'da sanayide 20-54 yaş arası çalışan 1 milyon 599 bin kişi var. Hizmet sektöründe bu sayı 3 milyon 412 bin. Yani İstanbul’da 5 milyonun üzerinde emekçi her gün sokağa çıkmak zorunda. 20 yaşa sokağa çıkma yasağı ile sadece 271 bin kişi işe gidemeyecek. Geri kalan dip dibe, yan yana işe gitmeye, çalışmaya devam edecek.  Birleşik Metal-İş, işyerlerinde virüs salgını ile ilgili bir araştırma gerçekleştirdi. Sendika üyelerini kapsayan araştırmada metal işyerlerinde çalışma koşulları ve virüs salgını ile ilgili düşünceleri soruldu. Araştırmaya göre, otomotiv, metal eşya, elektronik ve demir-çelik sektörlerinde 100 çalışanı aşan işyerlerinde işçiler 1 metrenin altında çalışıyorlar.  Araştırmaya katılan metal işçilerinin büyük bir kesimi virüs riskinin artacağını, meselenin ciddiye alınması gerektiğini düşünüyor. Virüs riskinin artacağını düşünenlerin oranı yüzde 78, azalacağını düşünenlerin oranı ise yüzde 8,4 düzeyinde çıktı. Ancak, işçilerin tamamına yakını virüsün ciddiye alınması gerektiğini düşünüyor. Bunların yüzde 25’i çok ciddiye alınmalı derken, yüzde 75’i ciddiye alınmalı diye görüş bildirdi. İşçiler virüse karşı en önemli korumanın kişisel temizlik olduğunu belirtirken, yaklaşık dörtte üçü işyerlerinde buna uygun tedbirlerin alındığını dile getirdi.  
işçilere koronavirüs olmak yasaklandı
Kocaeli Valiliği, resmi internet sitesinde "Eylem ve etkinliklerin yasaklanması ile ilgili basın duyurusu" adıyla 2 Nisan 2020 tarihinde yayınladığı bir duyuru ile il sınırlarında yasaklanan eylemleri sıraladı. Yasaklar arasında, yaşama hakkını korumak için 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu'nun “Çalışmaktan Kaçınma Hakkı” başlıklı 13. maddesinde yer alan “çalışmaktan kaçınma hakkını” kullanan işçilerin “iş bırakması” da var... Tepki gelince geri çekti Valilik tarafından yapılan açıklamada şunlar yer aldı; “Koronavirüs salgınının dünyada olduğu gibi ülkemizde de halk üzerinde korku/panik oluşturabileceği ve toplu halde yapılacak her türlü eylem/etkinliklerin söz konusu virüsün yayılması açısından risk oluşturduğu değerlendirildiğinden, huzur ve güvenliğin, kamu düzeninin sağlanması, suç işlenmesinin önlenmesi ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması ve müessif olayların yaşanmaması amacıyla ilimiz sınırları dahilinde (Polis ve Jandarma Sorumluluk bölgelerinde) gerçekleştirilebilecek, açık ve kapalı yer toplantıları, her türlü bilimsel, kültürel, sanatsal ve benzeri toplantı ve aktiviteler, gösteri yürüyüşü, basın açıklaması, açlık grevi, oturma eylemi, stant açma, imza kampanyası, çadır kurma, meşale yakma, el ilanı/bildiri, broşür dağıtma, iş bırakma, protesto eylemi vb. türdeki eylem/etkinlikler 02/04/2020 günü saat:00.01’den 16/04/2020 günü saat:00.00’a kadar (15) gün süre ile yasaklanmıştır.” Ancak, gelen tepkiler üzerine, Valilik, açıklamanın ‘sehven’ yazıldığını dile getirip gece yarısı “iş bırakma” yasaklar arasından çıkartıldı. Kocaeli ve Gebze’de bazı fabrikalarda koronavirüse yakalanan işçiler tespit edilmesi üzerine işyerlerinde örgütlü Birleşik Metal-İş, “İşçi arkadaşlarımızın salgın içinde çalışmasına izin vermeyiz” kararı ile iş bırakmıştı. Çalışmaktan kaçınma hakkı 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu'nun “Çalışmaktan Kaçınma Hakkı” başlıklı 13. maddesine göre; (1) Ciddi ve yakın tehlike ile karşı karşıya kalan çalışanlar kurula, kurulun bulunmadığı işyerlerinde ise işverene başvurarak durumun tespit edilmesini ve gerekli tedbirlerin alınmasına karar verilmesini talep edebilir. Kurul acilen toplanarak, işveren ise derhâl kararını verir ve durumu tutanakla tespit eder. Karar, çalışana ve çalışan temsilcisine yazılı olarak bildirilir. (2) Kurul veya işverenin çalışanın talebi yönünde karar vermesi hâlinde çalışan, gerekli tedbirler alınıncaya kadar çalışmaktan kaçınabilir. Çalışanların çalışmaktan kaçındığı dönemdeki ücreti ile kanunlardan ve iş sözleşmesinden doğan diğer hakları saklıdır. (3) Çalışanlar ciddi ve yakın tehlikenin önlenemez olduğu durumlarda birinci fıkradaki usule uymak zorunda olmaksızın işyerini veya tehlikeli bölgeyi terk ederek belirlenen güvenli yere gider. Çalışanların bu hareketlerinden dolayı hakları kısıtlanamaz. (4) İş sözleşmesiyle çalışanlar, talep etmelerine rağmen gerekli tedbirlerin alınmadığı durumlarda, tabi oldukları kanun hükümlerine göre iş sözleşmelerini feshedebilir. Toplu sözleşme veya toplu iş sözleşmesi ile çalışan kamu personeli, bu maddeye göre çalışmadığı dönemde fiilen çalışmış sayılır. (5) Bu Kanunun 25 inci maddesine göre işyerinde işin durdurulması hâlinde, bu madde hükümleri uygulanmaz.
birleşik metal işten kaçınma hakkı kararı
DİSK/Birleşik Metal-İş Sendikası, sosyal medya hesabından “Sendikamızın kararı gereği koronavirüs vakası çıkan her yerde işçiler çalışmadan kaçınacaktır” açıklaması yaptı. Birleşik Metal-İş, “Sendikamıza bağlı İstanbul Anadolu Yakası ve Gebze bölgesinde 9 işyerinde birçok işçide Covid-19 çıktı ve bu işyerlerinde işçiler sendikamızın kararı gereği çalışmaktan kaçınmışlardır.” dedi.    
metal işçileri kaçınma hakkını uyguluyor
DİSK/Birleşik Metal-İş Sendikası’nın örgütlü olduğu fabrikalarda işçiler koronavirüs salgınına karşı gerekli tedbirler alınmadığı için “kaçınma hakkını” uygulamaya geçiriyor. DİSK/Birleşik Metal-İş, sosyal medya hesabından yapılan açıklamada şöyle denildi:  "Gebze Cavo Otomotiv ve Fontana kalıp işyerlerinde üyelerimizde #coronaVirüs şüphesi nedeniyle İşçi sağlığı ve iş güvenliği kanunu madde 13'e göre çalışmama hakkımızı kullanıyoruz. 500'ün üzerinde üyemizin çalıştığı 2 işyerinde İşçiler 'kaçınma hakkı'nı, kullanmaya başlamışlardır." Sendikaya bağlı Sanel Elektronik şirketinde bir işçide Covid-19 testi pozitif çıkmış, işveren işi durdurmayı kabul etmeyince işçiler bu sabah (30 Mart) yasal haklarını kullanarak işi durdurmuşlardı.  
işçiler kaçınma hakkını kullanıyor
İstanbul'daki Sanel Elektronik şirketinde bir işçide Covid-19 testi pozitif çıktı. Ancak buna rağmen üretim durdurulmadı. Fabrikada örgütlü Birleşik Metal-İş, gerekli tedbirler alınmadığı için işçilerin yarından itibaren "kaçınma haklarını" kullanarak üretim yapmayacaklarını bildirdi. Sendikadan yapılan açıklamada, "30 Mart 2020 tarihi itibariyle hiçbir üyemiz iş yerine gelmeyecektir" denildi.  İstanbul Maltepe’de bulunan Sanel Elektronik’te bir işçide Covid-19 testi pozitif çıktı. Ancak buna rağmen üretim durdurulmadı. Fabrikada örgütlü Birleşik Metal-İş, gerekli tedbirler alınmadığı için kaçınma haklarını kullanarak üretim yapmayacaklarını bildirdi. “Kaçınma hakkını” kullanmada bir ilk Sendikadan yapılan açıklamada, 159 işçinin bulunduğu Sanel Elektronik’te çalışan ve Covid-19 testi pozitif çıkan S.G’nin Kartal Lütfü Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde tedavisinin devam ettiği belirtilerek, “Bununla beraber aynı lokasyonda çalışan farklı işçilerde de hastalığın belirtileri görülmektedir ve bir kısmı için evlerinde karantina uygulamasına başlanmıştır. Sendikamız işverenle bu konuyu müzakere etmiş fakat bu hayati önem arz eden durumda gerekli önleyici ve koruyucu tedbirlerin alınmadığını tespit etmiş ve Sanel İşçileri, önlemlerin hayata geçirilmemesi üzerine İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunun 13. Maddesinde belirtilen ciddi ve yakın tehlikenin önlenemez olduğu durumu ortaya çıkaracağından aynı madde uyarınca üyelerimize tanınan çalışmaktan kaçınma hakkını kullanacaktır” denildi. Sendikanın açıklamasında işçilerin “kaçınma hakkını” kullanmasının bir ilk olduğu kaydedilerek “İş yerindeki yetkili Sendika olan Birleşik Metal-İş üyelerinin tamamı, 30 Mart 2020 tarihi itibariyle çalışmaktan kaçınma hakkını kullanıyor” ifadelerine yer verildi.

Sayfalar